Bozgeyik : Sermaye emekçileri açlıkla terbiye, işsizlikle tehdit etmeye çalışıyor

AKP Hükümeti ile TÜRK-İŞ arasında imzalanan Toplu İş Sözleşmesi’nin işçileri yoksulluk sınırının altında bir ücrete mahkum ettiğini söyleyen KESK Eş Genel Başkanı Mehmet Bozgeyik, emekçilerin insanca bir yaşam talepleri ile demokratik haklara yönelik taleplerinin görmezden gelindiğine dikkat çekiyor.

Filiz DENİZ

Bozgeyik, Türkiye’nin üç yıldan bu yana kalıcı bir OHAL süreci yaşadığını da dikkat çekiyor. Tüm muhalif kesimlere; emek ve meslek örgütlerine sokakların kapatıldığını, emekçilere baskı ve orantısız şiddet uygulandığını ve böylece sendikal haklarının fiilen kullanılamaz hal aldığının söyleyen Bozgeyik’le emek dünyasındaki son gelişmeleri konuştum…

Hükümet ile Türk-İş, arasında yapılan görüşmeler sonrası, Toplu İş Sözleşmesi üzerinde anlaşıldı. İktidarın teklifinin Türk-İş’in talebinin çok altında olmasına rağmen Atalay anlaşmaya imza attı. Bize görüşmeler ve varılan anlaşmayı değelendirir misiniz?

Uzun süreden beri Kamu işçileri adına yürütülen toplu sözleşme sürecinin bayram içerisinde bir oldu bittiye getirilerek sonuçlandırılması hem kamu işçileri açısından hem de kamu emekçileri açısından beklentilerin çok altında bir süreç olarak tamamlandı. 

Aslında bu toplu sözleşme süreci de grev hakkı başta olmak üzere birçok sendikal hakların bugün açısından kullanılamaz duruma getirildiğini göstermektedir. Bunda hem iktidarın izlemiş olduğu baskı politikaları hem de var olan geleneksel ücret sendikacılığının payının olduğunu belirtebiliriz. Varılan mutabakatla işçilerin yoksulluk sınırının altında bir ücrete mahkum edilmesi,taşerondan kadroya geçirilen işçilerin kapsama dahil edilmemesi, TİS süreçlerinin kapsamının sadece yüzdelik artışlarla sınırlandırılması gibi sonuçlar ortaya çıkarmıştır. 

ANLAŞMA SARAY’IN MÜDAHALESİYLE İMZALANDI

Kapsamı daraltılan sözleşmelerle hak kayıpları derinleşmiş,ücret artışları gerçek enflasyon rakamlarının altında kalmıştır. TÜRK-İŞ yönetiminin bayramdan önce kamuoyuna açıkladıkları taleplerin karşılanmamış olması, yine kamuoyuna açıkladıkları eylem etkinlik takviminin hemen arifesinde Saray’ın da müdahalesi ile imzaya zorlanma algısı ortaya çıkmıştır. 

Aslında bayramdan önce de hükümet teklifini revize ederek yüzde 7 artı yüzde 4 artışı sendika yönetimine sunmuş olmasına rağmen kabul görmemesi, sonrasında sadece yüzde 11’lik bir artışa evet  denilmesi anlaşılır bir durum olmamıştır. 

Her konfederasyon, sendikanın kendi işleyiş mekanizmaları nasıl işletilmiş o konuda çok bilgi sahibi olmadığımız için değerlendirmenin esas olarak bu süreçten etkilenen işçi ve sendikaların tutumu önemli bir nokta olacaktır. İşsizliğin ve yoksulluğun giderek daha fazla derinleştiği, işsiz sayısının beş milyonu aştığı bir süreçte işveren ve sermaye kesimi emekçileri açlıkla terbiye etmeye, işsizlikle tehdit etmeyi bir yöntem haline getirmişlerdir. İşçiler bu saldırı ve baskı politikalarına, sendikasızlaştırma politikalarına karşı ortak mücadele ederse ancak bu tür haksızlıkların,adaletsizliklerin önü alınabilinir.

Toplantı sırasında Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay’ın kapattığını düşündüğü mikrofona “Uzasa işi karıştıracağız, en azından kapattım böyle.” dediği ortaya çıktı. Atalay, o sözleri zam için değil, taşeron işçiler için söylediğini iddia etti. Anlaştıkları zam oranında bir sorun görmediğini belirten Atalay, diğer sendika başkanlarının da imza attığını söyledi. Siz bir sendika başkanı olarak neler söyleyebilirsiniz? 

TÜRK- İŞ başkanının mikrofon açıkken bakana ifadesi tabi ki açıklamaya muhtaç bir durum. Bu süreç uzadığında işlerin karışacağından söz ediyor. Normal olan her toplu sözleşmeden sonra tarafların görüşlerinin kamuoyu ile paylaşmaları gerekir. Zaten uzlaşmazlık olduğunda sürecin nasıl işleyeceği yasada belirtilmiş. İşçiler,sendikalar uzlaşmazlık durumunda grev kararı alacaklarını,hatta bazı kamu işyerlerine bayram öncesi grev kararını astıklarını kamuoyu ile paylaşmışlardır. Eğer sayın başkan uzlaşmazlık durumunda grev yapmayı ortalığın karışması olarak görüyorsa bu yaklaşımın  emekçilerin en temel vazgeçilmez hakkı olan grev hakkını önemsizleştirme anlamına gelecektir. 

EMEKÇİNİN OLMADIĞI YERDE TEKÇİ ANLAYIŞ ETKİN OLUYOR

Burada asıl mesele yüzdelik artışlar dışında emekçilerin en temel çalışma haklarına yönelik saldırıların ortadan kaldırılması için bir mutabakat olmuş mudur.

Özelleştirmelerin durdurulması, Taşerondan kadroya geçirilen işçilerin uzun süreden beri ortaya çıkan kayıpları giderilmiş midir?  Bu konular maalesef bu toplu sözleşmenin gündemi olmamıştır. Son dönemlerde komu toplu sözleşmelerinin içi boşaltılmış,ücret dışında en temel örgütlenme özgürlüğü, demokratik haklara yönelik talepler görmezden gelinmiştir. 

Burada sadece sorumlu olan TÜRK-İŞ başkanı değildir. Bu toplu sözleşme sürecine dahil olan İş kolları genel başkanlarının ve yöneticilerinin de sorumluluğu vardır. O açıdan sendikal demokrasi işletilmediği ,işçilerin emekçilerin söz ve karar süreçlerine dahil edilmediği süreçlerde bu tür merkeziyetçi ve tekçi anlayışlar etkin olacaktır. 

DAĞ FARE BİLE DOĞURMADI

Ayrıca tüm bu olayları,yaşananları,zaafları getirip S-400 meselesine bağlamak, milliyetçilik üzerinden işçilerde gelişen tepkileri sönümlendirmeye çalışmak, vatanseverlik söylemlerine sığınarak  eleştiri yapanları karşı cepheye almak bu ülkede genel bir popülist siyaset tarzı haline gelmiştir. 

1 Ağustos tarihinde başlayan “toplu sözleşme” görüşmelerinde bugün Kamu İşveren Heyeti,  2020-2021 yıllarını kapsayan döneme ilişkin teklifini açıklamıştır. 

Hemen başta ifade edelim ki Kamu İşveren Heyeti tarafından bugün sunulan teklif; ciddiyetten yoksun, 3 milyon kamu emekçisi ve 2 milyon kamu emekçisi emeklisi ile açıkça dalga geçilen, bir tekliftir.

Söz konusu teklifte sözleşmelilerin kadroya geçirilmesi, ek ödemelerin emekliliğe yansıtılması, gelir vergisi ve ek gösterge adaletsizliğine son verilmesi bir yıl önceki seçimlerde verilen 3.600 ek gösterge sözünün gereğinin yerine getirilmesi, maaşların insanca yaşamaya yetecek bir seviyeye çekilmesi başta olmak üzere kamu emekçilerinin temel talepleri bir kez daha görmezden gelinmiştir. Deyim yerinde ise dağ fare bile doğurmamıştır.

Gelinen noktada hükümetin kamu emekçilerine yönelik masaya getirdiği teklife de baktığımızda bizim KESK olarak başından beri talep ettiğimiz gerçek bir toplu sözleşme ve grev hakkı konusundaki ısrarımızın var olan toplu sözleşme düzeneğinin bir aldatmacadan ibaret olduğunu bir kez daha ortaya çıkarmıştır. 

TÜRKİYE KALICI BİR OHAL SÜRECİ YAŞIYOR

Bu nedenle biz KESK olarak 1 Ağustos tarihinden önce dört koldan Ankara’ya yürüyerek kamuoyu oluşturma ,illerde emekçiler,demokratik kamuoyu ile buluşmalar yaparak taleplerimizi, hükümetin uzun süredir emekçilere,toplumsal muhalefete,sendikal hak ve özgürlüklerimize yönelik saldırılarını,baskılarını anlatmaya,iktidarı,yandaş sendikayı teşhir etmeye çalıştık. 

KESK emekçileri TİS görüşmeleri öncesi, dört ayrı koldan Ankara’ya yürüdü. Ankara’da polis basın açıklaması yapılmasına izin vermedi ve şiddet uyguladı. İçeride pazarlığın yapıldığı saatlerde dışarıda KESK’e yönelik bu yaklaşımı nasıl değerlendirmek gerekiyor?

1 Ağustos günü Ankara’ya ulaştığımızda bir sıkıyönetim uygulaması ile karşı karşıya kaldığımızı, anayasa tarafından güvence altına alınmış düşüncemizi kamuoyuna ifade etme özgürlüğümüzün engellenmek istendiğini gördük. Son üç yıldır aslında Türkiye kalıcı bir OHAL süreci yaşamaktadır.

Tüm muhaliflere, emek ve meslek örgütlerine sokaklar kapatılmaya çalışılmakta, baskı ve şiddet orantısız bir şekilde uygulanmaktadır. Biz en temel haklarımıza yönelik bu tutumu kabul etmeyeceğimizi bir kez daha orada ifade ettik. Açıklama yapacağımız alana gitmeye çalışılırken yine polis şiddeti ve gözaltı uygulamaları ile karşılaştık.

Bu tutumu ülkedeki faşizan politikaların ve anayasasızlık sürecinin geldiği bir nokta olarak ifade edebiliriz. Bu ülkede yandaş olanlara,hırsızlara,sermaye gruplarına kapılar sonuna kadar açılmış,,emekçilere,muhalif kesimlere ise her türlü baskı ve şiddet politikası ile zorla rıza dayatılmaya çalışılmaktadır. 

Yeni işsizlik rakamları açıklandı. Bir yılda 1 milyondan fazla yeni işsiz olduğu ve işsizlikte rekor yaşandığı ortaya çıktı. Ekonomik kriz, işsizlik, yoksulluk derinleşiyor ancak gündemde savaş politikaları var! Hükümetin bu tutumuna karşı, gerçek gündem etrafında bir sendikal mücadele açısından yapılması gereken neler var?

Biz asla bu baskı politikalarına karşı geri adım atmayacağımızı en demokratik haklarımızı kullanma noktasında mücadeleden asla geri adım atmayacağımızı bir kez daha ifade etmek istiyorum. 

İŞSİZLİĞİN ARTMASI YOKSULLUĞUN VE AÇLIĞIN ARTMASI DEMEK

İşsizlik rakamlarının her geçen gün daha fazla arttığını görüyoruz. Geçtiğimiz yılın Mayıs ayına göre yüzde 3,1 oranında  artış var. Bugün geniş tanımlı işsiz sayısı yedi milyona yaklaşmış durumda. Burada başka bir kritik nokta giderek artan Eğitimli işsiz sayısı. Bu sayıda bir milyonu aşmış durumda.

Ekonomik kriz ve sanayi üretimi ile büyümedeki daralmaya paralel olarak istihdamda her geçen gün daha fazla bir daralma yaşanmakta. Dolayısıyla ülkede sadece işsizlik artmıyor, istihdamda da daralma yaşanıyor. İşsizliğin artması aynı zamanda yoksulluğun ve açlığın da artması anlamına gelmektedir. Son iki yıldır yaşanan ekonomik kriz ve işsizlik emekçileri de doğrudan etkilemekte,iş güvenceleri ortadan kaldırılmakta,gelecek kaygısı her geçen gün daha fazla artmaktadır. Bu sorunun temel nedenlerinin başında izlenen ithalata dayalı,üretimi dışlayan neo liberal politikaların etkisi olarak ifade edebiliriz. AKP iktidarının izlemiş olduğu ekonomik politikalar, güvenlikçi savaş politikaları da bütçeyi doğrudan etkilemekte bütçe olanaklarının yüzde altmışına yakınının  savunma sanayisine aktarılması,askeri harcamaları, Ortadoğu’da izlenen savaş politikaları, yine ülkede Kürt sorununun müzakere,diplomasi yöntemleri ile değil bir savaş ,güvenlikçi politikalarla yok saymaya dönük yaklaşımların bu ekonomik krizin yaşanmasında etkisi olduğunu belirtebiliriz.

SENDİKAL MÜCADELE DEMOKRASİ VE İNSANCA YAŞAM MÜCADELESİDİR

Bu açıdan ekonomik kriz,güvenlikçi politikalar, giderek artan otoriterleşme,faşizan politikalar emekçileri de diğer tüm toplumsal kesimler gibi olumsuz etkileyen süreçler olarak karşımıza çıkıyor. Emekçiler her zaman barışın yanında,demokrasinin ve eşitliği yanında taraf olmuşlardır. Bugün kamu emekçilerinin de yaşamış olduğu bu ekonomik krizle birlikte ortaya çıkan yoksullaşma,işsizlik,güvencesizlik sorununun çözümünün bir yanı da bu savaş politikalarına karşı durmaktan geçtiğini belirtebilirim. 

Sendikal mücadele sadece ücretimiz ne kadar artsın politikalarına  indirgenemez. Sınıfın, sistemin ortaya çıkarmış olduğu sorunlara karşıda bir tutumu geliştirmesi ve bu tutumu  toplumsallaştırması gerekmektedir. Demokrasi,insanca bir yaşam,barış içinde eşitlikçi bir dünya emekçilerin de gündemleri arasındadır. Bu açıdan geleneksel sendikacılığı aşan,demokratik ve toplumcu bir sendikal anlayışın örgütlenmesi,mücadeleyi buralardan doğru yükseltmesi yaşadığımız temel sorunları da çözecektir.

Sonuç olarak Türkiye yerel seçimlerden sonra muhalefet açısından,emekçiler açısından bir çok ortak zemini açığa çıkarmıştır. Bu zemini iyi değerlendirmek,demokrasi,yeni bir toplumsal sözleşme,diplomasi ve mücadele birlikteliklerinin güçlendirilmesi gerekmektedir. Seçimleri kazandık bunun üzerine yatalım anlayışı iktidar bloğunun yeniden güçlenmesine hizmet edecektir….

/Nupel/

 

İlginizi çekebilir