sami certel: kürdistan 

soğuk yetimhane akşamlarında, sıcak bir anne yüzünü düşlerde yoklayan bir çocuğun elleriyle, atlaslarda kürdistan’ı arardım, yoktu; şafak evvellerine kurulmuş darağaçlarında urganlar yağlı, boyunlar kırık, postallar türki ve kanlıydı.. 

başını, temmuzun kapı pervazına yaslamış, günbatımıyla kapı ağzında laflayan bir dağ silsilesinden geçiyorduk. rabia halamın, annesi öldüğünden beri gözlerinde öksüz duran o iki menekşe cana gelmiş, halam durup iki kere, “kürdistan nasıl da güzel” demişti.

dünyanın, dünyada olmayan bir yerinde, kürdistan, masal ile gerçek arası bir zamandı.

güneş tam ufka değer gibi olduğunda, dağ tutuşurdu. taş, ağaç, insan, börtü böcek alev almışçasına tutuşur, kızıla keserdi. gün gıdım gıdım devrilir, kızıl gıdım gıdım koyulaşır, biz eteklerinde bakırdan bir şeylere gıdım gıdım dönerdik

güneş bütünüyle kaybolunca da, hafif bir yel kalkar, dağ kekik kokardı. değdiğin dokunduğun kekik kokardı; selam verseler, selamın alsalar, çevirip başını içinden geçen güzel bir zamana baksan, bir şey geçirsen aklından, kekik kokardı. yaşamak, içinde tufan döner, bin gözeli mîrgemîr zozanı olup uysallaşırdı.

esmer yüzünde kucaklar dolusu ve daha demin kalaylanmış bakır bir sahan gibi ışıl ışıl bir gülümseme; püskülleri rengarenk heybesinin iki gözünde eski zamanların güleç çarşılarıyla bir çerçi, mevsiminden evvel gelen bir meyve gibi iner o zozana, ona doğru koşan bir yayla dolusu yüzü yanık çocuğun sevinci olurdun. kasketine rüzgar değse, yönünü unuturdu.

karanlık çökmeye bir sigara içimi zaman kala, bir sigara içimi kadar süren bir an… som maviye keserdi dünya, sen mavi bir şey olurdun. mavi meşeler arasında kıvrılıp giden bir yolda, mavi ayak seslerin, yüzünde uğurlu bir şaşkınlığı kocaman ve mavi açardı.

donu doru bir at geçse o maviden, bir yazma dalgalansa kırmızı, eflatuna dönerdi. mavi koyulaşınca, eflatun da koyulaşır, kararmaya gönül düşürmüş bir incir tanesinin daldaki son demine dönerdi. sonra birden kararırdı hava, her şey aynılaşır, kekik koka koka geceye akardı…

dünyanın, dünyada olmayan bir yerinde, ben büyüdüm, masal bitti. rabia halamın gözlerindeki iki öksüz menekşe soldu. öldü halam. şerevdîn dağlarının güne bakan bir yamacına gömdüler onu. erivan radyosunda, çiçeklerini kışlara duran kadim, ağrılı bir ağıdın ardında eskilerin dalıp giden gözleri, gittikleri yerden dönmediler bir daha. 

gerçek ile delirmek arasında; şehadetleri, kefiyeleriyle sarmalanıp toprağa verilen o güzel çocukların, elde kalan  kanlı gömlekleriyle bütünlenemeyen bir zamandı kürdistan, kanlı bir işgalin, durup durup dörde böldüğü…

şimdi; afyon otogarında, kürdistan’a giden otobüslere uzun uzun bakan bir otuzsekiz sürgünü hamalın, hasretten yarılmış gözleriyle, seksenyedi yazı temmuzuna haritalarda yol yokluyorum, devrilip düşüyor dört yön, kuzeyi gösteren milin, pusulada anlamı kırılıyor.

diyelim ki, uyandım bu sabah, yanlış bir otobüse bindim, doğu dedim, batıya gittim; kışın yazlıklarımı, yazın kışlıklarımı giydim, sabaha akşam, akşama da sabah dedim, ne çıkar..  gölü talan edilmiş, umutsuz bir kuğu ne kaybedebilir ki, kendi kederinde yüzmekten başka…

İlginizi çekebilir