Nurten Ertuğrul: Dünya Dillerini Yok Sayma Günü 

Dünya Anadil Günü’nde, yani bugün geçmişten bugüne Kürtleri ve onların yasaklanan dillerini düşündüm

Çok yakın bir tarihte Acun’a yalvarıp yakaran bir yarışmacı, annesi için, “Kürtçe bir ninni okuyabilir miyim” diyerek izin koparmaya çalışmıştı.

Acun da “alicenaplık” etmiş ve canlı yayının vermiş olduğu zorunlu “nezaket” ve “hoşgörü” sayesinde buna müsaade etmişti. Ve yarışmacı Kürtçe ninninin iznini almış ve annesine “lori lori kure mın lori” diye seslenmişti.

Kürtler bir an heyecanlanmış, hayat durmuş, bir Türk kanalında yasaklanan bir dilin ninnisinden 20 saniyelik bir kuple okunmuştu…

Bütün bu olup bitenlerden sonra kıyamet kopmamış, her şey yerli yerinde durmaya devam etmişti.

Bu 20 saniyelik izin bir dilin tarihçesini de ortaya koymuştu.

Eminim o görüntü ile yüzleşen her Kürd’ün hafızasında dilden ötürü yaşadığı bir anısı canlanmıştır.

Bir dilin enkaz altında nasıl kaldığını yakın bir tarihte Elâzığ depreminde de görmüştük.

Elazığ’da enkaz altında kalan depremzedeyle, Umke çalışanı bir Kürt kadının iletişimini izledik ekranlardan

Köpürtülen bu haberle, “İşte kardeşlik, biz etle tırnak gibiyiz, biz tek milletiz” gibi riyakar cümleleri bu olayın hemen akabinde duyduk.

Ama kimse de çıkıp, “siz bir dili yok sayarak az daha bir canı ve o dili enkaz altında ölüme terk edecektiniz” diyemedi.

Sustuk…

Taki başka bir depreme kadar bu defteri kapadık.

Yakın tarihte  arkadaşlarla anadilde eğitim üzerine sohbet ediyorduk. 

“Anadilde eğitim talebinde bulunmanın zamanı mı” diye serzenişte bulundu arkadaş. Çünkü bu arkadaşımız bununla dertlenmemiş, hiç böyle saçma bir uygulama ile yüzleşmemişti.

Çok dindar bildiğim bu arkadaşım Rum suresi ile Ahzap suresini namazlarında bol bol okumuş ama uygulamaya gelince hiç de bu ayetlerin üzerine kafa yormamıştı. Bu ve buna benzer insanlar için ‘anadilde konuşmak beka sorunu’ olduğu için ayeti yok saymayı kendine hak görmüştü.

Günlük hayatta sık sık insanların “ben kendimi Türkçe ifade edemediğim için derdimi anlatamıyorum çünkü ben Kürtçe düşünüyorum ”dediğini duymuşsunuzdur.

İşte tam da bu cümlenin orta yerinde bir insanlık sorunu yatmaktadır 

Bu bir hak hukuk sorunudur.

Bur bir İslami ve insani sorundur.

Kürtçe bugün beka sorunu bahanesiyle kamusal alanda yasaklanırken 

Dünün devleti de ulus devlet inşasında cumhuriyetin prototipini yaratmak için Kürtçeyi baskı altında tutmuştu.

O dönemlerde de Kürtçe  konuşmak, düşünmek, hatta ıslık çalmak yasaktı.

Bugün de bu dili resmi yerlerde, kamusal alanda, okulda ve benzeri yerlerde eğitimin parçası haline getirmek hala yasak.

Bugün yaşı 60’larda olan abim ve amca çocuklarım; ilkokula başladıkları gün Türkçe konuşamadıkları için 4 gün üst üste yediği dayağı hala hüzünlenerek anlatırlar.

Türkçe konuşamadığı için öğretmenle yaşadıkları bir anı ise tam bir trajikomik durumdur. 

“Okula başladıkları gün dört amca çocuğum aynı sınıfa düşer. Öğretmen de iletişim kurmak için doğal olarak annelerinin ismini sorar. Hepsi sırayla “veve” der. Çünkü annelerine hitap öyledir. “veve” Kürtçede “gelin” veya “yenge” anlamında kullanıldığı için onlarda annelerinin ismini öyle öğrenmişler.

Öğretmen hafif bir tokatla annelerinizin ismini öğrenin gelin der. Ertesi gün tekrar aynı soru sorulur. Her dönemin klişe isimleri o dönemde var. Veve’ler ertesi gün Esma olur. Dört gelininde adı Esma olduğu icin Türkçe bilen bir aracı ile iletişim kuran öğretmen durumu anlamaz öğrenci de tercümeyi tam yapamaz.

Bizimkiler iyice bir silkelendikten sonra annelerin gerçek adını öğrenmeleri konusunda sıkıca tembihlenir eve gönderilirler. Abim meseleyi anneme anlatır, annem de iki isimli olduğunu söyler. Annemin diğer adı Güneş’tir. öğretmen ne dese ikna olmadığı için diğer amca çocukları abimden bilgi almak ister ama abim ser verir sır vermez. ,

Öğretmen tekrar sıraya dizer ve sorar “öğrendiniz mi ananızın ismini” abim atlar, “ben öğrendim anamın adı Güneş” der. Öğretmen Güneş adını duyunca olumlu tepki verir. Bunu gören gören amcaoğlu “benim anamın adı da Ay” der. Öğretmen güneşle ayı aynı anda duyunca Allah yarattı demez iyice benzetir ve bizimkileri eve gönderir.

Babam mevzuyu duyunca okula gider bu sefer de babam öğretmeni benzetir. Bu olaydan sonra babam daha iyi Türkçe öğrensinler diye evimizi şehir merkezine taşır. Merkeze taşınan bizler böylece dilimizden koparılma sürecine girmiş oluruz. Bu sistemin ilk dayağını yiyen çocuklar, böylece iki dilden de kopmuş olurlar. Ve böylece ne bülbül olabilir ne karga kalabilirler. 

Yarım yamalak ve aksanlı konuşulan bir Türkçe ile sistemin hırpaladığı bir nesil olarak tarihteki yerimizi böylece alırız…

 

İlginizi çekebilir