Tuncel: Sandığa gidelim, gasp edileni geri alalım

Yerel seçimler için “sandığa gidelim, gasp edileni geri alalım” çağrısı yapan tutsak siyasetçi Sebahat Tuncel, “Geleceğimize sahip çıkmak, bizden çalınanı geri almakla mümkün. Önce seçimleri kazanalım sonra kazanımlarımızı korumak için örgütlülüğümüzü güçlendirelim” dedi. 

31 Mart seçimlerine sayılı günler kaldı. Sokaklarda partilerin çalışmaları sürerken miting meydanları da sonuçlara ilişkin kimi sinyaller vermeye başladı. Partiler arası ittifaklar, yerel dengeler, taşımalı seçmen, kritik kentlerde kazanan partinin genel siyaseti ne düzeyde etkileyeceği, sonuçların iktidarın “geleceğini” nasıl etkileyeceği gibi birçok tartışma 31 Mart’taki seçimlerinin önemini daha fazla arttırıyor. 

Kobanê Davası’nda yargılanan ve Sincan Kadın Kapalı Cezaevi’nde tutulan Kürt siyasetçi Sebahat Tuncel, yerel seçimlerin önemi, ittifaklar, kayyımlar ve kent uzlaşısı konularına dair Mezopotamya Ajansı‘ndan Dicle Müftüoğlu‘nun sorularını yanıtladı. 

 

Türkiye 31 Mart’ta yerel seçimlere gidiyor. Seçimler bir kez daha Türkiye halklarının ve siyasetinin temel gündemlerinden biri haline geldi. 31 Mart Yerel Seçimleri neden bu kadar önemli?

Yerel yönetimler, yerel demokrasinin gelişmesi, toplumun sorunlarını yerelden çözülmesi, hızlı ve ulaşılabilir hizmet ve halkın yönetimlere katılımı açısından genel seçimlerden daha önemlidir. Muhtarlık, Meclis üyeliği, Belediye Eşbaşkanlıkları, seçimleri aynı zamanda geniş bir toplumsan kesimin sürece katılımını sağlıyor. Ancak Türkiye’deki yerel yönetim anlayışı demokratik, özgürlükçü bir yerel yönetimi engellemekte, partilerin merkezi politikalarına göre şekillenen iller başkası aracılığıyla merkeze bağlanan partizan bir anlayışla yönetimi dayatmaktadır. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Hatay’da yaptığı, “Bize oy vermezseniz hizmet de almazsınız” açıklaması da bu gerçeğin ifadesidir yerel yönetimler toplumun, kentlerde, yerelde yaşayan halkın kadınların ihtiyaçlarına göre değil, siyasi partilerin, iktidar partisinin ideolojik, politik anlayışına göre yönetilmektedir. Bu yönetim anlayışı, kutuplaşmayı, ayrımcılığı, eşitsizliği, adaletsizliği derinleştirmektedir. Partiler kendilerine yakın olan kitlelere, toplumsal kesimlere hizmeti öncelemekte, oy eksenli hizmet yapmaktadır. Düzen partileri AKP-CHP-MHP-İYİ Parti gibi partilerin yerel yönetim anlayışları, seçim beyannameleri, halka vaat ettiklerinin birbirine benzer olması, bu partilerin siyasal, toplumsal, ekonomik, ekolojik sorunlara ulus-devlet, kapitalist perspektifle yaklaşmalarından kaynaklıdır. Düzen partileri sistemi değiştirmek özgürlükçü bir yönetime değil belediyenin rantını, olanaklarını ele geçirerek kendi iktidarını güçlendirmeyi, mevcut düzeni sürdürmeyi hedeflemektedir.

 Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) olarak biz yerel seçimlerin yerel demokrasinin gelişmesi, halkın, kadınların, farklı kimlik ve kültürlerinde kendini ifade edeceği katılımcı, özgürlükçü bir yerel yönetimi esas alıyoruz. Eşbaşkanlık sistemi, eşit temsil, kentte yaşayan tüm toplumsal kesimlerin katılımını sağlama hedefi, belediyelerin olanaklarını halkın hizmetine sunma, toplumda yaratılan eşitsizliğin giderilmesi, insanca ve onurlu yaşam olanaklarının sağlanmasını esas alan demokrasiyi yerelden inşa etmeyi temel hedef olarak önümüze koyuyoruz.

 Yerel demokrasinin gelişmesi hem belediyenin olanaklarından herkesin eşit faydalanması, dezavantajlı gruplara pozitif ayrımcılık yapılması, Kürt sorununun, kadın sorununun, sınıf ve ekoloji sorunlarının çözümünün yerelden başlayarak inşa edilmesini savunuyoruz. Yani sadece hizmet etmek değil; demokrasiyi, barışı inşa etmek özgürlükleri güvenceye almayı da hedefliyoruz. Kısacası başka bir yaşama davet ediyoruz. 31 Mart yerel seçimleri bu dertlerimizin karşılık bulduğu bir süreç olacaktır.

Seçimler denilince ilk tartışılan meselelerin başında “ittifaklar” geliyor. Özelde de bir önceki seçimlerde oluşturulan ittifaklar çok fazla tartışıldı. Bir kez daha ittifaklar gündemde. Söz konusu ittifakları ya da ittifak kuramama halini nasıl değerlendiriyorsunuz?

 İttifak politikalarına hangi perspektiften bakıldığı önemli. Bazı ittifaklar geçici güncel, siyasal konjonktürün şekillendirdiği tek tük ittifaklardır. Ki bu ittifak genelde seçim endekslidir, çıkar odaklıdır. Çıkarlar ortadan kalktığında dağılır. Türkiye bu tip ittifakların örnekleri ile doludur. Demokrasi ve özgürlük güçlerinin kurduğu ittifak ise stratejik ittifak ise salt seçim endeksli değil, uzun vadeli sistem değişikliğin hedefleyen, temel ilkeler etrafında yan yana gelen ittifaklardır. Mücadele ortaklığıdır aynı zamanda. Kürt siyasi hareketi ile sosyalist hareketi, feminist, ekolojist hareketlerini halklar ile inançlar ile kurduğu ittifak stratejiktir. Demokratik, ekolojik kadın özgürlükçü bir yaşamı inşa edene kadar erkek egemen kapitalist sitemine karşı yeni bir sistemin inşasına kadar birlikte yürümeyi hedeflemektedir.  Küçük dar çıkarları, partilerin çıkarlarını değil, halkların kadınların çıkarlarını esas alarak değil, belediyelerin olanaklarını halkın hizmetine sunarak özgür bir yaşamı birlikte inşa etmeyi hedefler. Yani; ilkeler etrafında, bir program etrafından yan yana gelinir. O nedenle temel meselelere bakıştaki ortaklık önemlidir.

Seçim öncesi DEM Parti ve demokrasi güçlerinin kurdukları “Kent uzlaşısı” da yerel de demokrasiyi, demokrasi kültürünü pekiştirmek açısından önemlidir. Ancak CHP ile yürütülen görüşmeleri CHP’nin Kürt siyasi hareketine Kürt sorununa yaklaşımı nedeni ile sonuçsuz kalmıştır. Sosyal demokrat olduğunu iddia eden CHP, merkez sağ ile ittifaka can atarken, sol sosyalist güçleri ile demokrasi güçleri ile ittifaka mesafeli durmaktadır. Bu aslında; sosyal demokrasinin iflasıdır. Türkiye’de bir türlü iktidara gelememenin nedeni de Türkiye’deki Kürt sorunu, kadın sorunu, sınıf sorunu gibi temel sorunlara yaklaşımı AKP-MHP iktidarından farklı olmamasından, onlarla milliyetçilik yarışına girmesinden kaynaklıdır.

 Kürt sorununun ortaya çıkmasında, Kürt siyasetçilerin hapsedilmesinde, belediyelere kayyım atanmasından, savaş politikalarında, CHP’nin Kürt sorununa yaklaşımına yaklaşımının rolü olduğunu biliyoruz. CHP, DEM Parti seçmeninden oy istemekte ama DEM Parti tabanının, Kürt halkının, dil kimlik, kültür haklarının anayasal, güvenceye alınması taleplerini, tecrit ve savaş politikalarına itirazını, kendi kendini yönetme taleplerini yok saymaktadır.  ‘Biz Türkiye ittifakı kuracağız’ diyorlar. Peki Türkiye nüfusunun üçte birini oluşturan 30 milyon Kürdün varlığını tanıma, kimlik, kültür, dil taleplerini, kendi kendini yönetme ve özgürlükçü bir anayasa talebini görmeden Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümü taleplerini, Sayın Öcalan’ın barışı sağlamadaki rolünü, müzakere masasının devrilmesini eleştirmeden Türkiye ittifakı kurmak mümkün mü? Elbette ki değil. Kürtler, Kürt siyasi hareketi Kürt sorunun çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi için mücadele ediyor. Bunun için fedakarlıklar yapıyor. Bunu yaparken, dar parti çıkarlarını değil, halkın çıkarlarını esas alıyor. Ancak gelinen aşamada tek taraflı adımla çözüm üretmiyor. O nedenle CHP ile ittifak görüşmelerinin sonuçsuz kalmasının sorumlusu DEM Parti değil, CHP’dir. Ve yaşanacak olası bir başarısızlığın sonucu da Kürtler ile yürümeye cesaret edemeyen ana muhalefet partisi olacaktır.

 

DEM Parti seçim sürecinde “Kimseye rest kimseye jest olsun diye aday çıkartmıyoruz. Kazanmak için aday çıkartıyoruz” açıklaması yaptı. Diğer partiler de şimdiye kadar salt Kürtlerin oyunu isteyen ancak kimliklerini tanımayan bir noktada. Bu açıdan ele alındığında ittifaklar nasıl geliştirilebilir?

 DEM Parti’nin, Kürt siyasi hareketinin ittifak politikasının merkezinde partisel çıkarlar yoktur. Kangrene dönüşmüş, ekonomik-siyasi krizin temel nedeni olan Kürt sorunu, ekonomik sorun ile ve ekolojik sorunların çözümünü ve mücadelesinin esas almaktadır.  Kadın özgürlükçü, demokratik, ekolojik farklılıkların tanınması ve özgürlüklerin güvenceye alınması, toplumsal adaletin sağlanması çerçevesinde belli ilkeleri esas almaktadır. Esasta; sistem karşıtı güçler sınıf hareketi, kadın hareketi, ekoloji hareketi temel ittifak güçleridir. Yukarıda da ifade ettiğim gibi, seçim süreçlerinde kimi taktiksel ittifaklar kursa da esasta stratejik ittifaklar kurarak, erkek egemen kapitalist sisteme karşı demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü bir sitemi kurmak için stratejik ittifaklara yönelmektedir. Kurduğu ittifak dar partisel, kişisel, geçici değil, toplumun ihtiyaçlarına cevap olacak, toplumsal değişime ve dönüşüme öncülük edecek ittifakları geliştirmeyi esas almaktadır.

 2024 yerel seçimlerin stratejisi de bu perspektifi esas almakta, kimseye kazandırmak veya kaybettirmek değil, Kürdistan ve Türkiye halklarına, yoksul emekçi halkımıza, kadınlara kazandırmayı demokrasi ve özgürlük güçlerinin kendisini güçlendirmesini, toplumun örgütlenmesini esas almaktadır. Esas amaç; kendi sitemin, yerel yönetim anlayışını örgütleyerek, halkların kazanmasını sağlamaktır.

 İki dönemdir belediyelere kayyım atanıyor. Kayyımlar rant üzerinden tartışılsa da aslında bir halkın kendi kendini yönetmesine yönelik bir saldırı olarak değerlendiriliyor. İttifak tartışmaları sürerken, kayyımlara karşı ortak bir mücadele ve tepki gelişmedi. Önümüzdeki süreç için olası saldırılara karşı ortak mücadele ve ittifak hangi temelde sağlanabilir?

 Kayyım uygulamaları darbe dönemlerinin uygulamasıdır. 15 Temmuz başarısız darbe girişimin bahane ederek ilan edile OHAL süreci parlamentonun askıya alınması ve belediyelerimize kayyım atanması birlikte düşünüldüğünde, FETÖ’nün giriştiği darbenin AKP tarafından tamamlandığı, topluma karşı siyasi bir darbe yaptığı görülecektir. Siyasi darbenin ortakları, AKP-MHP-Ergenekon Kürt düşmanlığı üzerinde ortaklaşmış, içeride ve dışarıda bu politikayı esas almıştır. Kuzey ve Doğu Suriye ile Güney Kürdistan’daki işgal politikası, İmralı İşkence Sistemi, Kürt siyasi hareketinin hedef alınması, Kürtlerin örgütlü kurumlarının kapatılması, HDP’nin kapatılma girişimi bundan bağımsız değildir.

 Yapılan siyasi darbe ile rejim değiştirilmiş ancak kurumsallaştırılamamıştır. AKP ve ittifak kurduğu faşist gerici güçlerin anlaştığı konu, Türkiye’nin ikinci cumhuriyetinin yeni anayasasında Kürtlerin yok sayılması, Kürtlerin siyasal, kültürel soykırıma uğratılmasıdır. 2015’ten bugüne Kürtler üzerinde sistematik olarak devletin zor ve zülüm araçları şiddet temel bir politika olarak uygulamaktadır. En büyük zulüm, halk iradesinin gaspıdır. Bu sadece belediyelere el koymak ile sınırlı değildir. Kayyım rejimi ile Kürtlerin varlığı, yurttaşlık hakları, siyaset yapma, kendi kendini yönetme hakları ellerinden alınmaktadır. Bu bir insanlık suçudur. Soykırım uygulamasının bir başka biçimidir. Türkiye’de sol ve sosyalist güçler özgürlük güçleri ebetteki Kürtler ile birlikte bu soykırım uygulamasına karşı çıktı. Ama güçlerinin zayıf olması, Türkiye’de milliyetçi, dinci cinsiyetçi politikaların iktidar eli ile güçlendirilmesi, toplum üzerinde uygulanan zor politikası, kayyım atamalarını engelleyemedi. Ancak iktidar ve ortakları belediyeleri gasp etse de belediye eş başkanlarını hapsetse de halkın iradesini kıramadı. 31 Mart 2024 seçimleri kayyım rejimine son verilmesi için bir fırsattır. Bunun için halkımızın sandığa giderek, tüm hile ve yalanlara rağmen iradesine sahip çıkması belediyeleri kazanması yeni bir dönemi başlatacaktır.

 

“Üçüncü Yol” siyaseti uzun zamandır DEM Parti’nin gündeminde. Yerel yönetim seçimlerine giderken de “Üçüncü Yol”dan bahsediliyor. “Üçüncü Yol” siyasetinin dinamikleri nelerdir yerel yönetim politikalarını nasıl etkiler?

 Kürt siyasi hareketinin DEM Parti’nin Üçüncü Yol Paradigması stratejik bir projedir. Demokratik ekolojik, kadın özgürlükçü bir sistemin inşadır. Radikal demokrasi çizgisidir. Ne mevcut sistemi, erkek egemen kapitalist sistemin savunucusu olan cumhuriyetçi, milliyetçi, dinci, gerici faşist güçlerin öncülük ettiği siyaset ne de kendisini merkez sağın mücadelesinde oturtmakta sakınca görmeyen Türkiye’nin temel meselelerine yaklaşımında da Kürt sorunu, sınıf sorunu, ekoloji sorunu gibi konularda erkek egemen kapitalist sisteme ulus devletlerin politikaları da esasta iktidardan farklı düşünmeyen muhalefet çizgisine mahkûm değil halkımız. Halkların eşitliği ve özgürlüğünü esas alan antikapitalist kadın özgürlükçü ekolojik bir yaşam sınıfsız, sömürüsüz bir toplumu geliştirmeyi hedefleyen Üçüncü Yol aynı zamanda özgürlük ve barışa giden yoldur. Yerel yönetim politikamızın esası da yukarıda ifade etmeye çalıştığım gibi sistem karşıtı halkın kendi kendini yönetmesinin olanaklarını açığa çıkartacak halk için, halk ile birlikte yerel demokrasiyi geliştirmek ve komünal bir yaşam inşa etmektir.

 Yerel yönetimler halkın kendi kendini yönetmesi noktasında en önemli merkezlerden biri. Halkın ve kent bileşenlerinin kentin yönetimine katılmasını sağlamak ve güvenceye almak nasıl mümkün olacak?

 DEM Parti’nin Kürt siyasi hareketinin de amacı, halkın kadınların yönetime katılmasını sağlamaktır. Bunun birçok yolu-yöntemi var. örneğin; illerdeki kent meclisleri, mahalle meclisleri, kadın ve ekoloji meclisleri, ilde bulunan farklı siyasi parti, STÖ’lerin katılacağı ve geniş önerilerini sunacakları belediyelerin çalışmalarını denetleyecekleri mekanizmalar kurulabilir. Amaç halkın katılımını sağlamak, halkın ihtiyaçlarına göre hizmet etmek ve toplumun kendini kendin yönetecek bilince ulaşmasını sağlamak, karar ve uygulama mekanizmalarına dahil etmenin yolu ve yöntemi bulunur. Bu konuda partilerin programları, yerel yönetim stratejileri kadar halkın da sürece katılmada istekli ve ısrarlı olması önemlidir.

 Kent Uzlaşısı, kent demokrasinin gelişmesi, kentin tüm dinamiklerinin sürece dahil edilmesi açısından da önemlidir. Yani sadece seçim süreci ile sınırlı değil. Asıl seçimlerden sonra, kazandığımız belediyelerde ‘Kent Uzlaşısı’ kentte yaşayan tüm toplumsal kesimleri kapsayacak şekilde devam etmelidir.

 Kayyım politikaları ile birlikte eşbaşkanlığa yani kadının iradesine dönük bir saldırı gerçekleşti. Kayyımlara karşı mücadele noktasında nasıl bir kadın ortaklığı-ittifakı yaratılabilir?

 

Kadın özgürlük mücadelemiz, kadın özgürlük çizgisi, erkek egemen zihniyetinin temsilcilerini korkutuyor. Çünkü kadın özgürlük çizgisi ve onun etrafında şekillenen toplumsal gerçeklik, dışımızdakileri de değişime zorluyor. Erkek egemenliğinin alanını daraltıyor. O nedenle de Kürt özgür kadın çizgisi, örgülü kadın kurumları, siyasetçiler, aktivistler üye ve çalışanlarımız hedef alınıyor. Eşbaşkanlık sitemi ve eşit temsil sadece siyaseti değiştirmiyor. Toplumdaki kadın özgürlükçü damarı güçlendiriyor. Kadın erkek eşitliğini geliştiriyor, toplumun zihniyet kalıplarını değiştiriyor. Kendini erkek egemenliği üzerinde var edenler, eşbaşkanlık sistemimizi ve bunun toplumda kabul görmesini kendi iktidarlar için tehlike olarak görüyorlar. Belediyelere kayyım atanmalarının gerekçesi olarak, eşbaşkanlığı görmeleri de bu korkunun sonucudur.

 Eşbaşkanlık, başkanlık kurumunun eşit yönetilmesi, toplumun yarısını oluşturan kadınların siyasette, kamusal yaşamda yer alarak, erkek egemen anlayışı, uygulamaları aşarak iktidar ve tahakküme dayanmayan, eşitlikçi bir yönetim anlayışını inşa ediyoruz. Ancak bu konuda bizler de de henüz aşılmayan yönler, egemen anlayışlar olduğunu da biliyoruz. Dikkat ederseniz; yerel seçimlerde DEM Parti dışında diğer partilerde seçilebilir yerlerdeki kadın adayların sayısı yok denecek kadar azdır. Eşbaşkanlığın yerel yönetimlerde henüz resmileşmemiş olması nedeniyle, resmi olarak bir arkadaşımız belediye başkanı olarak gösteriyor, diğer fiili olarak yürütüyor. Erkek arkadaşlarımız genelde ‘Resmi’ olanın kendileri olması gerektiğini düşünüyor. Hatta bunun için mücadele ediyor. Bu yaklaşım, bizde de henüz eşbaşkanlık sisteminin tam anlaşılmadığını gösteriyor. Önemli olan kendi resmiyetimizdir. Ve bizim resmiyetimizde eşbaşkanlık bir kurumdur ve bu kurum, biri kadın biri erkek iki kişi ile temsil edilir. Tek kurum iki kişide temsil ediliyor. Bunun doğru anlaşılması gerekir. Eşbaşkanlık sisteminde ikinci bir yanılgı eşbaşkan deyince kadının akla gelmesidir. Bu, geleneksel olarak erkeği başkan gören anlayışın içimizdeki yansımasıdır. Bu yaklaşım eşitlik anlayışına aykırıdır.

Eşbaşkanlık bir kurumdur ve bu kurumu iki kişi temsil eder.  Yetkileri, söz hakları eşittir. Cinsiyetleri onların yetkilerini veya söz haklarını tanımaz. Bu alanda sorun yaşanması anlaşılırdır. Elbette, beş bin yıllık erkek sistemin eril siyaseti, yönetim anlayışının etkileri, zihniyet kalıplarını henüz aşmış değiliz. Ancak, aşmak için mücadele ediyoruz. Bu konuda da oldukça yol kat ettik. Kürt siyasi hareketinin geliştirdiği eş başkanlık sisteminin eril siyasetin değişmesinde toplumsal değişim, dönüşümde devrimsel sonuçlar açığa çıkarmıştır. Bizim dışımızdaki hareketler, sosyalistler de bu sistemi uygulamaya başlamıştır. İleri de daha yaygın uygulandığını, uygulanacağını eşbaşkanlığın toplumsal bir talebe dönüşeceği gerçeği şimdiden açığa çıkmış durumdadır. Bu vesileyle belediye eşbaşkanlarımıza başarılar diliyorum.

 Kayyımlarla birlikte kentlerin kimliği, kültürü, tarihi dokusu ve hafızası yok ediliyor. 31 Mart seçimlerinden sonra bu tahribatı gidermek için ne gibi adımlar atılmalı, hangi yapı/örgütlerle ortaklaşma sağlanmalı?

 Yukarıda da ifade ettiğim gibi kayyım politikası Kürtlere karşı siyasi-kültürel soykırımın bir parçası olarak devreye konulmuştur. O nedenle de kayyımlar, Kürtlerin tarihi-kültürel hafızasını, kültürel değerlerini yok etmeyi, yok edemiyorsa da anlamsızlaştırmayı, yozlaştırmayı, değersizleştirmeyi hedeflemektedir. 31 Mart yerel seçimleri bu açıdan da önemlidir. Kültürümüze, tarihimize, doğamıza, geçmişimize ve geleceğimize sahip çıkmak, korumak, bizden çalınanı gasp edileni geri almak ile mümkün olacaktır. Bunun için yapılması gereken, önce seçimleri kazanmak sonra da kazanımlarımızı korumak için örgütlülüğümüzü güçlendirmektir. Örgütlü güç aynı zamanda çözüm gücüdür.

 

İlginizi çekebilir