Fırat Aydınkaya: Feqiyê Teyran’ın ‘Şerrê Dimdim’ Şiiri Üzerine Notlar

Önce Kürt poetikası üzerine birkaç uzun menzilli tespit. Baştan şunun altını çizelim ki, bu yazı Feqi’den “şiirsiz şair” çıkarmaya reddiyedir. İkincisi bu yazı şiirimizin dekolonize edilmesine davetiyedir. Zira şiirimiz yıllar önce Cemal Süreya’nın Türk şiiri için dediği eşiğe yaklaşmış bulunuyor. Yani şiirimiz ‘geldi kelimeye dayandı’. Bir yurda yaslanmadan, kelime’lere tutunmak bir bunalım alametidir. 

Mamafih “Başlangıçta söz vardı” der kutsal kitap ve devamında “söz, insan olup aramızda yaşadı” diye devam eder. Eğer kutsal kitap Kürt toplumuna inseydi muhtemelen cümle şu şekilde değişirdi: “Başlangıçta söz vardı; Söz, dengbêj/şair olup aramızda yaşadı.” Bir ‘söz toplumu’ olarak Kürtlerde söz yasadır; otoritenin mistik temelidir. 

Roman için Eco, “açık eser” tabirini kullanır ve gerçekten de roman her şeyi hamleden boş çuval misalidir. Ne var ki söz konusu Kürtler olduğunda şiir “açık değil apaçık eser”dir. Büyük usta Xanî, pekala roman türünde kurgulayabileceği bir öyküyü nazım olarak yazarken, Temerxanê Yazici bir dönemin uzun siyasi kronikleri için yine nazmı konuşturur. Keza aşağıda anlatılacağı üzere Feqi, pekala destan formatında anlatabileceği direnişin özünü veciz imgelere yüklemiş bulunuyor. Bu bir yerde estetiksel meraktır elbette, ama aynı zamanda bu politik bir tutumdur da. Zira Kürt siyasi tarihsel aktivizmin kalbidir, şiir. Kürt-Rus savaşlarına şehadet eden kaynaklar, Kürt retorların savaş öncesi şiir okumasını, bir savaş prelüdü olarak betimler örneğin. Değil mi ki, Cemal Süreya “bir isyan sanatıdır” der şiir için. 

Ne olursa olsun devasa gündelik hayat pratiği ve ötesinin Kürt şiirine sığdırılması kesinlikle sıra dışı. Bu sebeple Kürt poetikasına en yaraşır metafor okyanus’tur, Kürt toplumunun karakteristik anlatımında şiir okyanus ise diğer alanlar damla hükmündedir. Belki de Cortazar’ın dediği gibi Kürt şiiri de ‘şiiri tanımlamayı bitirdikten sonra dışarıda kalan o şeydir’, yani okyanustur. Damla tanımlanır ama okyanus tanımlanamaz. 

Öbür yandan söz konusu olan eğer anti kolonyalizm ise, Kürt anti kolonyalizminin bütün yükünün şiire yüklendiği iddiası hiç de abartı değil. Afrika ve kısmen Latin Amerika edebiyatında anti kolonyalizmin yükünü taşıyan edebi değer, öykü veya roman olarak nesir iken, Kürtlerde bunu neredeyse tek başına şiirin üstlenmesi nadiren görülecek bir tutum. Kürt şiiri bu yanıyla belki Arap şiiri ile mukayese edilebilir. 

Bütün bu girizgahtan sonra Feqiye Teyran’ın mahut şiirine baktığımızda bizi bekleyen bir dizi mesele var. O yüzden ufak çaplı bir yapısöküm şart. Hem zaten bir yerden sonra şiirimizin kesinlikle dekolonize edilmesi de elzem. Bu zaviyeden Feqi’nin şiiri nedense apolitikleştirilmiş bir halenin içinden Kürt hafızasına nakşedildi. Lirizmi güçlü bir aşk şairi olarak; Kürtsüzleştirilmiş hümanist bir habitusa seslenen bir teyr-kuş dili muhibi olarak. Feqi’nin Kürtsüzleştirilerek edebiyatımıza sokulmasına, onu bir “Anadolu irfan”ının temsili haline getirilmesine sebep iki amil var. İlki “Feqi” mahlasının araçsallaştırılması ile dinsel manada onun evliya mertebesine çıkarılması. İkincisi ise “Teyran” imgesi üzerinden onun Yahudi mitolojisinde rüzgarla konuşan Süleyman karakteri gibi mitleştirilmesi yani insan üstü bir noktaya taşınması. Her iki durumda da Feqi mitleştirilerek/evliyalılaştırılarak, yani Kürtlüğü iptal edilerek edebi peyzaja dahil ediliyor. Oysa Feqi, Şerê Dimdimê şiirinden de görüleceği üzere her şeyden önce Kürttür, hem de destansı bir lirizmle, hem de Süleyman misali edebiyat tarihine mührünü vurarak. Feqi hem romantik bir maşuktur hem de özgürlüğüne düşkün bir Kürt yurtperverdir. Dile yaslanarak değil, toprağa/yurda yaslanarak dil kuşanır.

Şerê Dimdimê şiirinin diğer şiirlerinin içinde görünmez kılınması elbette tesadüf değil. Kimi edebiyat severlerimizin Feqi’yi çiçek böcek şairi olarak görmesi de bunda bir etken tabi. Oysa Feqi’deki estetize edilmiş Kürtlük, bir kopuş Kürtlüğüdür, görünmez kılınan tam da bu kopuş Kürtlüğü.  

Feqi sıklıkla “Teyr” imgesi üzerinden mutasavvıf Attar’a atıfla okunur. Mantıku’t-Tayr sembolizmi ‘vahdeti vücut’ felsefesinin sıra dışı bir örneği olarak bilinir elbet. Bu mesnevideki kuşlardan hüdhüd örneğin mürşit olarak karşımıza çıkar. Feqi’nin Şerê Dimdim’daki Xan Abdal’ını bir yerde hüdhüd’ün dünyevileştirilmiş versiyonu olarak görebiliriz. Burada ilginç olan temel mesele Attar’ın, Moğollara karşı destansı direnişinin Feqi’den esirgenmiş olmasıdır. Feqi’nin Şerê Dimdimê isimli şiiri şüphe yok ki Attar’ı bile gölgede bırakan bir direniş ethosuna göz kırpar. Attar’ı bile vecde getirecek destansı bir lirizmin içinden konuşur.

Feqi’nin zamanlarında Colomb ve Cortes’giller Amerika kıtasının altını üstüne getirirken kolonyal anlatı çağı henüz yeni başlıyordu elbette. Buna rağmen Feqi’nin şiirini bir parça anakronizm pahasına anti kolonyal bir manifesto olarak görmek yadırganmamalı. Ne var ki sanıldığının aksine bu direniş nazmının muhatabı Osmanlılar değil, Acemler. Çok anlamlı bir okumayla Kürtlerin, kolonyal metinler tarihinin Acemlerle başlaması dikkat çekici. Kürtlerin ilk romancılarından olan Ereb Şemo’nun “Dımdım Kalesi”nin muhatabı Acemler mesela. Peki ama neden Acemler? Bunun başat sebebi mezhep farkı şüphesiz. 19.yüzyıl boyunca Kürt toplumu için bir hasım listesi yapılsa, bunun başını Acemler çeker, hem de açık farkla. Ruslar da Osmanlılar da “yeterince” hasım değildi, henüz. Bu yüzyılın öncesinde eser veren Feqi’nin baş hasmı Acemler iken, Xanî’nin ve Mela’nın Rom-Acem. 19. Yüzyılda ise Mevlana Halit başta olmak üzere, Hecî Qadir, Talabani ve bilumum Kürt dizelerinin ateşleme menzili Acemlerdi. Uzun yüzyıllar boyunca Kürt yazını Acemleri hem dine göz diken “gavur” hem yurda göz diken “işgalci” olarak betimledi. O yüzden Feqi’nin dizelerindeki mezhepsel şiddet metaforları dinsel kaygıya yorulamaz. Tam aksine yurt savunusunun destansı direniş epiği, dinsel literatür üzerinden sergilenmiştir. Feqi çok ilginç bir şekilde mahut savaşı bir tür apokaliptik an olarak da tasvir eder: “Subhê roja şeran e, Bikine axir zeman e”. Yurt savunusunu bütün savaşların anası olarak görür. Feqi bunu özgürlüğün bir bileşeni olarak metaforize eder. Yurdun savunusunu özgürlük savunusu olarak işler. Böylelikle bu anlatı, İsrailoğullarının Roma karşısındaki görkemli direniş efsanesi olan Masada efsanesi ile tamamen aynı kalibreye yerleşir. Orda da kale var, orda da Roma’nın arşı dolduran aşırı şiddeti var, orda da bir avuç direnişçi son damlasına kadar direnir ve finalde orda da tıpkı Dımdım ehli gibi teslim olmaktansa özyıkımsal bir direniş ön plana çıkar.

Öbür yandan Feqi ve Yazici ilginç bir şekilde Osmanlı unsurunu bir çeşit ilk yardım çantası olarak metaforize eder: “Xeber nehat ji romê, ‘Aciz bûne ji domê”. Feqi değil ama Yazici, Kürt otoritesinin organik kökenini dahi orda görür. Buna karşın Xanî de Şemo da Osmanlıya karşı hazır tetiktir, onu yedek güç görmez, yurda göz diken görür.

Feqi’nin bu şiiri şüphe yok ki Kürt şiir tarihinin en destansı dizelerini içeriyor. Her dizesi Acemlere atılmış parça tesirli birer ok gibi. Yayını gererken Feqi, bir omuz ölçüsüne Kürdün istilacıya karşı direnişini yerleştirir. Feqi ayrıca Kürtlerin nam bırakma merakına da seslenir: “Navekî j’ xwe ra çêkin”. Yunan direniş estetiğinde gördüğümüz şeyin bir benzerini burada görmek ilgi çekici. Tıpkı Akhilieus veya diğer Yunan karakterlerinin temel motivasyonu nasıl dünyaya namını salmak ise benzer şekilde Feqi de Kürt kahramanlarının nam merakını estetize eder. Yazici de benzer kodlara atıf yapıyordu. Hakkari toplumundaki mêrxasların dünyaya mührünü vurma istencinin altını defaatle çiziyordu.

Feqi ayrıca “Xelîfe çûn nişan de” diyerek Han Abdal’ı halife olarak yüceltir. Kürt İslamının halifelik konusunda çoğulcu düşünmesi, halifeliği diğerlerinden çok kendilerine yakıştırması manidar. Bu bir yerde Osmanlıya karşı çizilmiş bir sınırdır, dinsel bağlamda onların tabiyetine itiraz. Nitekim çok sonra Şeyh Ubeydullah da Türk sultanının halifelik sıfatına mim koyar. Kürt İslamı belli ki halifeliği bir tekel olarak görmek yerine, çoklu halife fikrine daha yatkın. Öte taraftan Feqi’nin “Şehîd bûn çûn j’ Xwedê ra, Ev renge govend gêra” dizelerinde şehitliği govend üzerinden imgeleştirmesi hayli ilgi çekici. Govend belli ki bir tür mistik öğe, bir vecd hali. Bu bir yerde eski ahit tavrını hatırlatıyor. Felakete karşı geleneklere sarılmak. Yani siyah kuşanıp, çul giyinmek türünden bir sembolizm.

Feqi’nin şiirindeki final de hayli kendine özgü ve anlamlı. Şiirin finalinde bir kadını görmek günümüz Kürt mücadelesine çakılmış bir hoş selam gibi. Feqi’ye bakılırsa “Kiça Xan ag’rî tîne, B’cibexanê têxîne, Kelê ji bin hiltîne” kaleyi havaya uçuran Han’ın kızı. Başka kaynaklar Guher isminde Xan’ın annesini işaret ederken, Şemo kaleyi havaya uçuranın bizzat Han olduğunu ileri sürer. Her ne olursa olsun Feqi’nin final sahnesini bir kadınla estetize etmesi, Kürt kadınlarının yurt savunusu söz konusu olduğunda ultra hassasiyetliğini serimleyen şık bir hareket.

 

        

   

     

İlginizi çekebilir