Ali Engin Yurtsever: Dêrsîm, Halepçe ve Zap

          Değişimin çok az uğradığı topraklar buralar. Genel politika hiç ama hiç değişmiyor, sadece uygulayanlar değişiyor. Kuşakların değişiminden başka bir değişiklik yok. Yani “Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok”. Soykırıma uğrayıp direnenler de öyle. Aynı şekilde direniyor, aynı şekilde direnişleri (kendi içlerinden uğradıkları ihanetlerle) kırılıyor.

     Türk devletinin Kurdîstan Özgürlük Hareketi’nin karşısında uğradığı yenilginin ve kıramadığı direnişin karşısına son dönemlerde ağırlıkla kullandığı kimyasal silahlar gündeme oturdu ve ısrarlı olunduğu takdirde de bu insanlık suçunun sonuç alınana kadar gündemde kalacağı görülüyor.

     Kimyasal silahlar sözleşmesi (CWC), kimyasal silahların üretimini, stoklanmasını ve kullanımını yasaklayan ve imhasını gerektiren bir sözleşmedir. Bu sözleşmenin denetleyicisi görevini ise OPCW örgütü görür. Politikayı sadece iktidarların açıklamaları ve yerleşik kurumlardan ibaret görenler bunları ciddiye alarak işlenen suçların karşısında bir yaptırım olduğunu sanarak gerçeklikten uzaklaşırlar ama bizler neyin ne olduğunu daha geniş bir açıdan görebiliyoruz.

     Kimyasal silahları üretenler kendileri dışında üretim ve kullanımını denetlemek için ve kitleleri işlenen bu suçlara karşı bir şeyler yapiyor görünmek için bu tür örgütleri kurar ve yasaları çıkarırlar. Bu silahları kullananları da kendi çıkarlarına ters düşmedikleri sürece görmezden gelirler. Kullanıldığında ise yükselen öfkeyi bastırmak için yasaların labirentlerinde dolaşıp zamana yayarlar hepsi bu.

    Dêrsîm’de kullandılar kimyasal silahları, Pontos’da kullandılar, ara ara kullandılar. Halepçe’de kullandılar ve şimdi saklamaya gerek duymadan Zap’ta kullanıyorlar. Kısacası geçmişten bugüne Kurdîstan coğrafyası, bu tur kimyasal silahların kullanıldığı ve denendiği bir yer oldu. Hem üretenler hem de kullananlar için seslerini yükselten Kürt halkının direnişi dışında bir engel görünmüyor. Hele kendi denetimlerinde olan örgütlerin “sözleşme”leri geregi bir engel olmaları mümkün değil. Yakın tarihten soralım: Halepçe katliamında kullanılan kimyasal silahların sonucu ne oldu? Satan firmanın sahibi ceza aldı hepsi o. Bu sürecin içinde yer alan devletler, örgütleri ve girift ilişkileri sorgulanmadı bile.

Ayrıntısını linkte veriyorum. 1- https://firatnews.com/dunya/hollandali-halepce-suclusuna-400-bin-euro-tazminat-cezasi-18659

2- https://www.evrensel.net/haber/157322/ajan-skandali

     Elbette her şeye rağmen bu kurumların harekete geçmesini sağlamak, göstermelik olsa bile sorumluların, onların hukukunda bile yargılanmasını gerçekleştirmek mücadelesi verilmelidir. Dünya onların çiftliği görevini görmemelidir. Ancak dikkat edilmesi gereken nokta: kitlelerin hesap sorma inanç ve gücünü bu yönde tüketmemek, gerçek hesap sormanın ancak halkın kendi iktidarında gerçekleşeceğini unutmamaktır.

    Türk devleti yaptığı açıklamayla konuyu sadece inkar boyutunda tutmaya çalışıyor. Bunu yapmasının altında ise uluslararası tepkisizliğin verdiği özgüven bulunuyor. Çünkü yalnız olmadığını biliyor, çünkü bu suçun ortak işlendiğini biliyor, çünkü korunup kollanacağını biliyor. Ancak yükselen ses, uluslararası alanda engel olarak karşılarına çıktı. Bu seslerin yükselmesi, ister istemez kendi hukuki kurallarını da getirir. Sıkça dile getirilen “halkların kardeşliği, halkların örnek aldığı” sloganları ise yine Kürtlerin kendi kendileriyle baş başa kaldığı bir sürece dönüştü.

Bu durumun gelecekte daha da derinleşerek bir ayrıma gideceğini hesaplamak gerekir. Bir halk kendi mücadelesinde yalnız kalıyorsa, o mücadelenin keskinleşeceği süreçte de yalnız kalacaktır. Ortada inkar edilmesi mümkün olmayan bir insanlık suçu sözkonusu. Bu durum, suçu işleyen ve destekleyenler için de bir turnusol görevini görüyor. Tepki gelmedikçe bu suçu işlemeye devam edeceklerdir. Şimdilik tepkinin sadece direnişçilerden geldiğini görerek kendi alanlarını genişletiyorlar. Soralım temsiliyeti olan Güney ve Berzani yönetimine: Halkımızın çocukları kimyasal silahlarla öldürülüyor, Halepçe’den ne farkı var, yoksa ciddiye almanız için yüz binlerce insanımızın mı ölmesi gerekiyor?

      Günümüzde bu tepki sadece Kürt halkının direnişçilerinden yani Kurdîstan Özgürlük Hareketi’nden geliyor, başka halkların sesi cılız çıkıyor. Bunu diplomasi çalışmasının öne çıkarması gereken bir not olarak unutmamalıyız.

Ağır olarak eleştirilmesi gereken bir açıklama ise: Türk siyasal sahnesinde boy gösteren ve Kürt taleplerinin temsiliyetini yaptıklarını ileri sürenleredir. Öyle “yasal sorunlar, terörle iltisaklandırılmak” gibi gerekçelere sığınmaya gerek yok. Çıkarsınız ortaya tavrınızı alırsınız. Ittifak adı altındaki oluşumlara ise sormayalım, önümüz 29 ekim, onun hazırlığıyla meşgullerdir. Elbette ESP ayrı tutularak, çünkü devrimci bir tavır olarak safını belirledi.

      Türk devleti kuruluş ilkelerinden sapmadan yoluna devam ediyor, ne de olsa “devlette devamlılık esastır”. Biz ise yürüdüğümüz yolun sonunda ışık olduğunu bilerek yürümek zorundayız, sapaklarda bize gösterilmeye çalışılan mum ışıklarının cazibesine kapılmadan…

İlginizi çekebilir