Behice Feride Demir: Bilinmeyen Bir Kadın; Bilinen Bir Kılam

” Tarih yok edilen değerli şeylerle dolu değil miydi? “
Benzer haberler

Edebi portreler yada edebiyatın portresini çizdiği kişilikler en az tarihi olgular kadar önemlidir. Bir sezgi olarak Kürt kültürünün sözlü anlatımındaki biyografik üsül kalitesi Zweig ve çağdaşlarıyla yarışacak kadar zengin biçemlere sahiptir. Bu iddia bir fanatizim yada feminen bir farazilik olmayıp, gerçekliğini yazılmayı bekleyen hayatların mirasından almaktadır.

Ve elbette bekleyen hikayelerin çoğunluğu kadınlara aittir. Bu müsemmalı durum yüz yılı deviren beklenti, uğraş, hayal ve amaçların özgür dünya ile eşitlenme tutkusundan gelmektedir. Bugün maddi ve manevi niteliğini tanımadığımız sayısız “kayıp zaman” var tarihimizde. Şimdi dahi olup bitenler, hayatımızı titreten özgürlük istenci ve psikolojinin kökeninde de bu kayıplar yatmaktadır.

Bu yüzden Kürdün hayatında dertleşme, dayanışma iletişim ve ilişkiler dersi olarak anlatılan olaylar dizimi çoğumuzun kimliğinde de ham madde işlevi görmektedir. Elbette gelecekteki kuşaklar akademisyen ve tarihçilerlerden yeni ve fazla şeyler öğrenecektir. Ama bizim kuşağın “şey” linki aile, fertler, duyumlar, hatıralar, söylevler, dengbejler ve onlara sufle veren kadınların tanıklıkları, birebir kayıpları ve hiç dinmeyen kaygılarıdır…

İşte bu yüzden geriye giderek, geriden gelerek ama geleceğe inanarak konuşabiliriz. Xalid Beg, Şéx Seid ve arkadaşlarının başlattığı 1925 Azadi mücadelesi her açıdan Kürt tarihinin kader anlarından biridir. Ve bugün dahi üstü örtülmek istenen özel mücadelelerden biridir. Kuşkusuz lider kişiler semboldür ama onların sebep ve sonuç oldukları, kavramlar, kuramlar, olay ve kişiler sembolden ziyade bir devri siyasadır. Bu yüzden Şêx Seid, Xalid Begê Cibiri ve Yusuf Ziya’nın 20. yüzyılın ilk dönemecinde giriştikleri askeri, politik ve tarihsel “fikri takip” kendinden sonraki Kürt ve Türk siyaseti arasında da bir sinir harbine dönüşmüştür.

Öyle ki bu mücadelenin duygusal mirası, mesele sahası içinde yer alan kişiler ve söylev repertuarından geriye kalanın taşıdığı materyaller bügün dahi politika, sanat, edebiyat ve cemaatlerin sosyal değerini belirlemektedir.

İşte Cewê Xanım yada Keremê Qolaxasi’nin annesi bu dönemde hem eylemi hem de söylevi olan simalarından biridir. Elbette onu önemli kılan çok şey var ve daha da olacaktır. Tanık, sanık ve mağduru olduğu tarihi sürecin adli, ekonomik ve politik bedeli kadar sanatsal alana mevzu olan hikayesi onu Mesture Erdelani, Encüm Yamulki, Mina Qazi, İpek û Çiçek, Dido û Dilşa, Zarife Xanım, Fewziye Xanım, Adile Xanım yada Sakine Cansız kadar gerekli kılmaktadır.

Cewê Xanım gibi kişilikler yerinde, belgeli ve tanıklığa dayalı anlatımlarla tarihe kalmalı, hayatları ve akıbetleri gelecek kuşaklara aktarılmalıdır. Benim için bir çocukluk merakı olarak başlayan bu hayali portre, köyde yaşlı kadınların sohbetlerindeki metih ve yiğitlik zifti olarak hep yerini korudu. Ona dair bilgiler, abartılar, eksiler yada tesadüfleri salt tasavurla ifade etmek elbette yeterli değil. Tarihsel faktörlere bulaşmış kişilikler hayalperestliği kaldıramaz. Ancak Aso Zağrosi ve Ehmed Aras’ın yazılarında da ona dair anektotları gördükçe, Cewê Xanım hakkındaki ilgimi yazma gereği duydum.

Dengbejliğimizin en büyük klasiklerinden sayılan ‘lo miro, lolo miro‘ kılamının yaratıcısı olduğu yönündeki izler bu ilginin tarihsel bir telif olarak o sözlerin sahibiyle beraber anılması gerektiği fikrini de ortaya çıkardı. Bir nevi manevi bir telifin sağlanması gerektiğine hep inandım.

Ne yazık ki Kurdistan’da hikayeler ölüm tarihinden sonra doğar. Ve ne hazindir bir zamanlar için mecburiyet olan bu şey, modern zamanımızın da  sermayesine dönüşerek gelecek ufkumuzu esir almış durumdadır.

1934 gibi öldüğünü tahmin ettiğimiz Cewê Xanım, Karayazı’daki Zirkan aşiretine mensup olan Mala Mistefa Begê’nin hem kızı hem de gelinidir. Uzun boylu, yapılı ve esmer tenli olduğu söylenmektedir. Aynı evden Evdila Begê ile evlenmiş 3 kız ve 4 erkek evlada sahip olmuştur. 1925’te oğlu Kerem Efendi ve kuzenleri Şêx Seid’i destekleyince aile de devletin radarına girmiş, İzmir’e sürgüne gönderilmişlerdir. Çoğunluğunu çocuklar ve kadınların oluşturduğu sürgün dört yıl boyunca Karataş, Bergama ve Çeşme arasında geçmiştir. Cewê Xanım’ın İzmir’deki hayatı hakkında bilgilerimiz sınırlıdır. Bu yüzden tek tek olayları veri olarak kullanmak zorunda kalıyoruz. Ancak Evdilmecid Begê Sîpkî ve Kor Huseyin Paşa’nın Keremê Qolaxasi’nin şehitlik haberini ona bizzat illetiklerini biliyoruz. Cewê Xanım’ın bu habere tepkisi tipik Kürt mağrurluğunun ve mağdurluğunun vesikası olduğu kadar, onun kişiliğinden de salvolar yansıttığını söyleyebiliriz.

“Dewleta Tirka simbêlê we û gulîyên min bi hevra girêdaye û em sirgûnê ege bolgesîyê kirine.’’ cevabıyla devrin iki Kürt muhteremine sitayişle verilen bu tepki herşeyden evel bir aktarımdır. Ancak Cewê Xanım hakkında hemen hemen tüm duyumlarımızı doğrulayan bir yaklaşımdır. Zira cesareti, gözü kararlığı, çevikliği, inatçılığı, bildiğinden şaşmaması ve kendinden eminliği kişisel özelliklerinin barkodu gibi her bahiste kendini doğrulamaktadır.

Elbette devlet arşivlerinin açılması doğru ve yanlışı yenileyecektir ancak o ana dek bize duyum ve tanıklıkları not etmek düşüyor. Nihayetinde benzer bir tarihi cevabı, Xinûs’ta yargılanıp cezası idamdan sürgüne çevrildiği mahkeme salonunda da görmekteyiz. Hakimin siyasi ve psikolojik tahrikine karşı verdiği refleks benzeri az görülen bir soğukkanlılık ve sebat örneğidir. Mahkeme başkanı bir torbanın içinde üç tane kesik başı işaret ederek, ‘işte senin oğullarının başı’ diye seslendiğinde hiç istifini bozmadan, ‘ew lawê ku serên xwe dane jêkirinê û hatine ber destê te ne ji min in’ diye kesitirip attığı söylenir.

Aile 1929’da köylerine tekrar geri döner. Ancak bütün maddi gücünü yitirmiştir. Aileyi toplayan ve ona yeniden ruh ve rota kazandıran yine odur. Ama Cewê Xanım’ı tarihi kalabalıktan, evlatlarının mücadelesini de yasakların karanlığından kurtaran köyde geçirdiği son üç yada dört yıllık zamandır. Denilene göre her öğlen bahçede gezindiğinde, yüksek sesle ağıt yaktığı, ağladığı ve şiirimsi dualar, bedualar ettiğidir. Ahmed Aras’ın aktarımına göre dengbêj Reso’nun onunla şans eseri karşılaşması pek çok şeyin kaderini de değişitirmiştir.

Aras’ın aktarımına göre ‘ lo miro, lolo miro‘ kılamının sözleri Cewê Xanım’a aittir. Bir sabah dengbêj Reso Qizaqni’den geçip Kopala’ya giderken,( ki iki köyün sınırı aynıdır) bir evden ağlamaklı bir sesin geldiğini duyar ve sese doğru gider. Eşikte sesi önce dinleyip, sonra içeri girer.  İçeri geçtiğinde yaşlı bir anne ile karşılar ve o anne bizatihi Cewê Xanım’dır. Uçan kuşun, akan suyun ve karanlığın nefesini bile an be an hafızasına kaydetmekle ünlü olan Reso’nun bu ses ve söze kayıtsız kalması düşünülemez. Reso’nun bu sözleri ilk dinleyişte ezberlediği ve sonrasında da kendini tanıtarak Cewê Xanım’dan  bu sözleri söylemek için izin aldığıdır.  Cewê Xanım’ın bu tesadüfi talebi oğullarının hikayesinin ölümsüzleşeceği hasebiyle memnuniyetle karşıladığı da söylenmektedir.

” Lo miro, lolo miro” bugün müzik dünyamızda bestecisi Reso’nun sitilinde bir ağıt olarak, Şakiro’nun tarzında ise bir daha kimsenin asla aynı şekilde söyleyemeceği kusursuz bir kılam olarak icra edilmektedir.

Kılamın anlatım yoğunluğu, üslübü ve duygusal tamlamaları ve dili bir kadının icrası olduğunu her açıdan ele vermektedir. Ve her dinlediğimiz de iliğimize dek bir tarihi meselenin derinliği ve bir annenin acısı kendisini his ettirmektedir. Biliyoruz ki müzik geleneğimizde kadınların perde arkası emekleri çok fazladır.

Ne yazık ki Kürt kalmanın ve olmanın dahi zorlaştığı ve Kürtlerin de kendi içinde fraksiyon ve siyasal fragmanlara hapsolduğu sert bir tahamülsüzük döneminden geçiyoruz. Herkesin kendi doğrusunu yeksan kılmak istediği ama tarihsel hafıza ve hatırlatmaları es geçtiği bu tahamülsüzlük içinde ciddi bilgi ve belge paylaşımı bulmak zor. Söz konusu kadınlar olunca zorluklar iki katına çıkıyor.

Ancak bu hikaye birgün yeniden ve fazlasıyla yazılacak şimdilik bize kalan bir tür iade-i telifattır….

……….

” Xezalê go de lê lê Xanimê lê dayê rebenê

ezê bi textê Qereyazîyê li diharê Qizqabîyê diketim

Ji dilê min û te ra li devê çem e

Min di Keremê bejinzirav sekinî

Evdalê pozberan li kedera dilê mi ra xwe dabû cem e

Hûn ji bona xwedê şahde bin

li jorî sed yazixa xaliqê alemê rebê jorin

berxê li jêrin sed yazixa Evdal û Kerem e”

/Alıntı: Antolojiya Dengbêjan Ömer Güneş- İbrahim Şahin/ 

İlginizi çekebilir