Ali Engin Yurtsever: Faşizm mi Baskı Yönetimi mi?

      Geleneksel olarak her baskıcı yönetim faşizm olarak kabul edilir. Peki sormak gerekir: her baskıcı yönetim, faşizm midir, yoksa “faşizm” farklı bir yönetim anlayışı ve biçimi midir? Üzerinde yükseldiği sınıfsal yapının egemenliğine göre baskı araçlarını kullanan her devlet faşist midir? Örneğin sosyalist bir devlet temel olarak burjuva sınıfına baskı uyguladığında, faşist bir devlet olarak değerlendirilebilir mi? Veya insan haklarına saygılı, demokrat olduğu varsayılan bir devlet, gerçekten böyle midir?

     Devlet adı verilen her örgütlenme kaçınılmaz olarak özünde baskı unsurlarını içerir. Öyleyse faşizmin kabul edilebilir bir tanımına geçmeden yazmak gerekir ki, devlet denilen örgütlenmenin hangi sınıfsal zemin üzerinde yükseldiğine ve baskıyı kime uyguladığına bakmak gerekir.

      Faşizm, kelime kökeni olarak Latince ‘Fasces’ kelimesinden geçmiştir. ucunda balta bulunan bir çubuk demeti olarak bilinir. Eskiden imparatorların ellerindeki fasces adı verilen sopayı yere vurunca söylemin kesinlik kazandığı olarak da kabul edilir. Faşizm farklı ideolojik görüşlere göre tanımlanmasına rağmen, genel olarak kabul edilen bir tanım olarak; özgürlüklere, protesto haklarının engellenmesine, polis/asker şiddetine dayanan, kısaca demokrasiye yönelik bir sistem olarak kabul edilir. Marxizmde Dimitrov, Lenin, Gramsci ve birçok teorik-pratik önder ve entelektüelin de birbirinden farklı olmayan tanımları vardır. Konuyu uzatmamak adına okuyucunun araştırmasına bırakayım.

      Sadece her baskıcı yönetimi faşist, diğerlerini de demokrat yönetim olarak kabul edecek olursak, yanılırız. Örneğin başta Almanya olmak üzere birçok devlet insan haklarına saygılı, demokrat olarak nitelendirilmelerine rağmen, konu Kurdistan özgürlük mücadelesine gelince uyguladıkları yasaklar listesine bakınca ne kadar ‘demokrat’ olduklarını görüyoruz. RAF üyelerinin bir gecede tutuldukları hapishanede-intihar ettikleri söylenerek-öldürülmeleri de bu devletin insan hakları karnesinde yazılıdır. Öyleyse diyebiliriz ki, her devlet genel olarak belirli bir alan içerisinde izin verdiği ve kitlelere ‘bahşettiği’ ölçüde demokrattır ve baskı uygulamaktadır. Bu anlayış kitleleri, Türk devleti gibi ülkelerde küçük bir alana hapseder, Avrupa ülkelerinde ise biraz daha büyük bir alana hapseder. Önemli olan devletlerin kendilerine tehdit olarak algıladıkları ölçüdür. Kanun koymak ve uygulamak gücüne sahip her devlet, kanunları tüzük ve genelgelerle destekleyerek sınırsız bir güce kavuşur.

    Faşizm, her zaman sağ bir kimlik tanımı üzerinde yükselerek kitlelere yönelmez. Hitler ve Mussolini örneklerinde görüldüğü gibi sol kimliği kullanarak da gelişir. Faşizm, bir kitle hareketidir. Ekonomik krizlerin temel olarak gelişmesiyle, kapitalist kar hırsının gözlerini kör ettiği egemenlerin bu krizin kendilerinden kaynaklandığı gerçeğini gizleyerek bir kurban bulmaları gerekir ve iç-dış düşman yaratılmaya başlanır. İşçi sınıfının zayıflığının da getirdiği bir etkiyle, aranan düşman kolaylıkla bulunur. Genelde başka bir ırk veya milliyetle başlayan somutlaşmış bir düşman anlayışı, giderek toplumda destek bulur ve faşizm bir kitle hareketi haline dönüşür. Naziler Yahudileri ve ardından da faşizme karşı çıkan başta sosyalistler olmak üzere herkesi kurban seçmişti. Günümüzde de Türk devletine baktığımızda bu kurbanın mülteciler üzerinden geliştiğini ama temel olarak Kürt, Ermeni ve Rumları kurban seçtiğini görüyoruz. Bugün Kürtlere karşı yürütülen savaşın getirdiği yoksullukla ilişkili ahlaki ve ekonomik çöküntünün temelinin faşizmin kitleselleşmesinin olduğu bu nedene dayanır.

    Faşizm, aynı zamanda ulusa tapınma, o ulusu diğer uluslardan daha büyük, daha ahlaklı ve daha güçlü görünmekle birlikte, bir “büyük adam” yaratarak, ona tapınmayı da gerektirir. Örneğin Almanya’da “Führer” miti, İtalya’da “Duce”, Türk devletinde de “Ebedi şef”, “Milli şef” günümüzde de “Reis” mitine dönüşmüştür. Kitleler kendilerini güçsüz ve çaresiz hissettiklerinde sığınacakları, gölgesinde huzur bulacakları bir mitolojik kahraman yaratarak peşinden giderler. Trajik son böyle başlar. Çünkü o kahramanın söylediği ve yaptığı her şeyde bir “anlam” aranır ve kutsiyet yüklenir. Çünkü “O” hatasızdır, herşeyi bilir, geleceği görür”. Bu kahramanın önderliğinde gerçekleşen her zafer önderden, her hata ise kitlelerden kaynaklanır. Ve bu karakterdeki her faşist önder, son nefeslerine kadar kibirle ve yanılmazlık düşüncesiyle hareket eder.

        Kurdistan ve Türk devletinde yüz yıldır baskı ve şiddetten başka birşey görmeyen bizlerin her baskıyı “faşizm” olarak tanımlamamız kaçınılmazdır. Çünkü faşizmle özdeşleşen asker-polis, işkence ve zindanlar, kitlelerin bir devletle göğüs göğüse karşılaşmasıdır. Gördüğü bundan başka birşey değildir. Yanlış tahlil bu noktadan başlar, çünkü Türk devleti sömürgeci karakterini elden bırakmadan, anayasada var olan ama işlemeyen birkaç hakkı işletirse hemen “devlet demokratikleşiyor” sözlerini duyacağız. Böylelikle, sömürgeci yapısının gölgelenecek. Oysa değişen tek sey, yumruk atan ele, kadife eldiven giydirilmesidir.

        Baskıcı bir yönetimin yıllar öncesinden faşizme dönüştüğü bir coğrafyada yaşıyoruz. Bireylerin ruhuna kadar işlemiş bir faşizm karşımızda duruyor. Bin yıllık barbarlığın geleneğini taşıyan bu faşist kitleler, mutlaka kurban seçtiklerine yönelecektir. Çünkü dünyanın necip! milleti ve dönemsel önderi “Reis” saplandığı bataklıktan başka çıkış yolu bulamayacaktır.

      Faşizm veya baskıcı yönetime karşı nasıl mücadele edileceği tarihteki örneklerden bellidir. Faşizme karşı sadece demokratik alanı kullanarak mücadele edilmez, baskıcı yönetime de sadece askeri direniş tercihiyle mücadele edilmez. Bugün faşist bir yönetim altında yaşıyorsak, üstelik bu yönetim başta Kurdistan Özgürlük Hareketi olmak üzere bütün Kürtlere karşı bir soykırımı dayatıyorsa, seçim sandığında zafer elde ederek yeneceğini sanmak hatanın başlangıcıdır.

      Ellerindeki çubuk demetine bağladıkları balta, bu kez halkların göğsünde değil, onların beyinlerinde patlayacaktır. Çünkü yetti artık, toprağa verdiklerimiz, gözyaşı ve kanımızla suladığımız ülkemizin her karış toprağı. Önümüzdeki süreçte bize ihsan edilecek birkaç basit demokratik hakkı değil, kendi hayatımızı istiyoruz. Bu devletin özünde sömürgeci ve faşist olduğunu biliyoruz. Varsın oyalanacak olanlar,  “demokrasi gelecek” masalıyla oyalansınlar.

 

 

İlginizi çekebilir