Sidar Ali: Kobane ve Mahkemedeki Yalnızlığı

Kobane yargılaması başladı.. Demirtaş dahil bir çok popüler Kürt siyasetçinin yargılandığı davanın ilk duruşması yapıldı. Yargılama başladı başlamasına da, son yıllarda alışkın olduğumuz avukatlar ile mahkemeler  arasında cereyan eden tartişmalara taniklik ettik yine.. ‘Kobane başkaldırısı’ gibi tarihi bir davadan kamuoyunun payına düşen bu oldu.. Bazen düşünmeden edemiyorum, Kürtlerin yargılandığı medyatik ve önemli dosyalarda, ‘davanın özü ve esasinı’ perdeleyen böylesi ortamlar, suni gerilimler özellikle mi yaratılıyor. 

Yargılananlar ve avukatlar bunun farkında değiller mi? Kaldı ki devletin ve mahkemelerin amacı da bu değil mi. Davanın içini boşaltmak, davanın esasına girmemek, gördürmemek.. Kobani davasinda da o bildik ezber yine tekerrür etti. Sayıları yüzlerle ifade edilen avukatlara yeterince yer ayrılmaması üzerine çıkan bir tartışma, avukatların protesto edip salonu terketmesi ve sanıklarında bu kargaşa içinde doğal olarak ‘kaybolup’ gitmesi.. 

Olan biten ve medyaya yansiyan bu. Halbu ki bu tür davalar tarihi davalardır. Kamuoyunun dikkat kesildiği, herşeyin devletin resmi mahkeme tutanaklarına geçtiği, bizatihi devletin kendisiyle yüzleşildiği ve hesaplaşıldığı arenalardır mahkemeler. 

Üstelik dört parça Kürt coğrafyasında yüzlerce yıldır yargılanan; liderleri, gençleri ve Leyla Qasım gibi kadınları asılan Kürtler için, daha derin anlamları vardır sömürge mahkemelerinin.. Seyit Rıza, Qazi Muhammed, Leyla Qasım gibi nice karakter, aradan yüz yıl, elli yıl geçmesine rağmen vicdanları, akılları ve duyguları sarsan mesajlarını mahkemelerde vermişlerdir. 

Slavoj Zizek Kobane üversitesine verdiği online derste şunları söylemişti; “Siz Kürtlerin somutlaştırdığı Marksizmin temel dersi: Zulmün olduğu bir ülkede gerçek (truth) tarafsız değildir. Gerçeği ancak o ülkedeki en radikallerin, en çok ezilenlerin konumundan formüle edebilirsiniz. Gerçek, etkileşimli bir kategoridir.” 

Bu sebeple Kürtler yargılandıkları  mahkemelerde, zulüm gören bir ülkenin çocukları olarak ‘gerçeğin’ tarafsız olmadiğini, olamayacağını, tam da bulundukları konumdan formüle etmeli ve dimdik ayakta durmalıdır.  

Kürtlerin yargılandığı mahkemeler tiyatro ve müsamere yerleri değildir. Hele hele slogan atılan ünüversite kampüsleri hiç değildir.  Evrensel hukukun ve demokratik değerlerin yerle yeksan edildiği yargılama süreçlerinde, ‘usul hukukuna’ dair yapılan ısrarlı ve protestolu itirazlar, bu tür tarihi davaların özünü gölgelemekte, bağlamından koparmaktadır.

Bu tarz davaların siyasal olduğu ve kararların önceden verildiği herkesin malumudur. Savunmanin ve avukatların önceden verilen bu kararlara etkisi yoktur. Etkisi olmadığı gibi, verilen kararlara paradoksal bir şekilde ‘formel bir meşruiyet’ kazandırmaktadır. Bu paradoksu lehe çevirmek için,  iyi çalışılmış bir savunma stratejisi ile ortaya çıkılmalıdır. Mahkemelerle didişmek, slogan atmak, şekli itirazlar yapmak tuzağa düşmektir.

Hukukta ‘usul’ elbette önemlidir. Evrensel kaidedir; “usul esasa mukaddemdir” denir.. Amenna, lakin bu kaide, nispeten tarafsız ve adil yargılamalarda anlam kazanan bir önermedir. Tersinden düşünürsek, dibine kadar anti-demokratik bir yargılamada ‘usul ve şekil kurallarına’ tam bir riayet, yapılan yargılamayı ve çıkacak kararı kısmen de olsa meşrulaştırır mı. Hayır meşrulaştırmaz. O yüzden usule dair kaide ihlalleri cepte tutulmalı, davanın “özüne ve esasına” yoğunlaşılmalıdır. 

İyi çalışılmış bir savunma staratejisi derken kastımız budur. Gerek yargılanananların ve gerekse avukatların kuracağı bu savunma stratejisi, meselenin sadece hukuki boyutuna takılıp kalmamalı, medyatik boyutunu da gözeten ve yöneten bir içerikte olmalıdır. Kamuoyuna yönelik, bir ‘reklamcı’ titizliğiyle halkla ilişkiler ve ‘pr’ çalışması yapılmalıdır. Ayıbı yok, gerekirse bu konuda profesyonel destek dahi alınmalıdır. 

Yazıktır, Kobane davası gibi bir dava, bağlamından koparılıp kakafoniye ve gürültüye kurban edilmemelidir. İşin özu ve esasına temas eden; sade, net ve şeffaf bir savunma örgüsü tercih edilmelidir. Yapılan her savunma, söylenen her söz kısa, yalın ve manşetlik olmalıdır. Çünkü Kobane davası, sıradan lalettayin bir dava değildir. 

Yıllar önce bu davaya zemin teşkil eden Kobane kuşatması, sadece Kürtler açısından değil, dünya kamuoyu açısından da önemli ve çarpıcıydı. Lokal bir hadise, evrensel bir duyarlılık yaratmıştı. İnsanlığın kötüye giden serencamında, iyi şeylerin de olabileceğine dair bir umudun imgesi olmuştu Kobane.. O yüzden, iyi ve güzel bir dünya isteyenler için evrensel bir fenomene ve sembole dönüştü Kobane.

Olaylar neden çıkmıştı hatırlayalım. DAİŞ denen barbar, amorf ve sapkın yapılanma, sömürgeci Arabia bir bilinçaltıyla önce Başur’da, akabinde Rojava’da Kürtlere saldırmış, topraklarını, kadınlarıni, yaşama ve mutluluk haklarını hedef almıştı. Çatışmalar Kürtlerin destansı direnişiyle Kobane’de zirve yapmış, bölge ülkeleri Türkiye, İran ve Arap devletleri ellerini ovuşturarak süreci izlemiş, Kobane ‘düştü düşecekken’ Amerikalılar Kürtlere yardım etmişti. Tıpkı Rusların Stalingrad’da Hitleri püskürtmesi gibi, Kürtler de DAİŞ’i püskürtmüş, DAİŞ’in o yenilmez, fantastik hikayesini tarumar etmişti. Kürtler, sonun başlangıcına imza atmışlardı. 

Tüm bunlar olurken, Kürtlerin, bin yıl boyunca Malazgirt, Çaldıran ve Kurtuluş savaşı başta olmak üzere, bilumum kritik kavşakta yalnız bırakmadığı Türkler ve Türk devletinin ise duruma seyirci kalması, Kürtler tarafından haklı olarak DAİŞ’e zımni bir destek olarak algılandı ve ayaklanmalar başladı. Kobane’nin, modern Kürt ‘ulus bilincinin’ en önemli kilometre taşı olma sebebi budur. Kürtler, tepki ve tavır koyarken, bir topluluk veya halk olarak değil, bir ‘ulus bilinciyle’ hareket etmişti.

Ansızın ve spontane bir refleksle sokaklara çıkılmıştı. Öyleki, devlet ve PKK bile sahada bir müddet kontrölü yitirmişti. Devlet ve PKK’nin ‘kontrolü’ yitirdiği bir ortamda HDP ve yöneticilerini suçlamak, HDP’ye gereğinden fazla güç atfetmek değil midir? Aksi kanaat, 50’ye yakın insanın yaşamını yitirdiği kaotik bir eylemler zincirinde, HDP’nin, devlet ve PKK’den daha güçlü olduğu anlamına gelir ki bu da abesle iştigaldir. 

Gelelim meselenin evrensel boyutuna.. Dünya kamuoyu DAİŞ’in Kobane kuşatmasını canlı yayınlarda an be an izlemiş, dışardan bakan bir göz ile olayın vehametini ve içeriğini çabucak kavramış, dünyanın orta yerinde bir çeşit ‘medeniyetler savaşı’ olduğunu algılamıştır. Bir tarafta, selefi itikadını sapkın bir ideolojiye evrilten, insanlığın biriktirdiği ne kadar değer varsa yok etmek isteyen funda-mentalistler, diğer tarafta ise ‘zeitgeisti’ temsil eden ve özgürlükleri için savaşan kadınlar ve erkekler.. O yüzden, Kobane’de insanlık kendini test etmiş, umudunu çoktan yitirmiş olan evrensel vicdan harekete geçmiş, dünya kamuoyunun yarattığı baskıya devletler kayıtsız kalamamıştı. Turkiye yardıma gelen peşmergeye koridor açmak zorunda kalmış, Amerika ise havadan müdahale etmişti. 

İşin gerçeği budur, ötesi yalandır. Kobane davası, malumu ilam etmek için tarihi bir fırsattır. Bu dava, Kürt siyasetçilerin, kendi kimlikleri ile barışmaları ve kendi ‘gerçeğiyle’ yüzleşmelerinin miladı olmalıdır.  

Hukukçular bilir, davalarda ‘tanıknık’ müessesesi önemlidir. Kobane davasının ‘tanığı’ ise tüm insanlıktır. Süreci canlı yayınlardan takip eden, tavır koyan ve taraf olan tüm insanlık. 

Mesele, ne avukatlara ayrılan salonun yetersizliği ne de 128 milyar doların akibetidir.. Kobane gerçeği kısa, öz ve yalındır. Savunma stratejisi bunun üstüne kurulmalıdır. Kobane yalnız bırakılmamalı, gerçek bir Kobane ‘savunusu’ yapılmalıdır. Bu, sadece yargılananların değil, Kürtlerin ve herşeye şahit olan insanlığın da savunusu olacaktır. Sözün fazlası ise, lafügüzaftır.. 

İlginizi çekebilir