Nuri Fırat: Türkiye’nin Kürt İnkârı İçin Peşinden Koştuğu İngiliz

12 Mart 1971 muhtırasının ardından Türkiye Cumhuriyeti devleti İsmet İnönü’nün 1923’te Lozan Antlaşması görüşmeleri sırasında Kürtler hakkında sarf ettiği sözleri merak etti ve yeniden incelemeye karar verdi. Bu amaçla 23 Ekim 1971’de Dışişleri Bakanlığından Londra Büyükelçiliğine bir talimat gönderildi. Talimatta İnönü “Kürtler Turanî’dir” derken esas aldığı kaynağın soruşturulması ve bu çerçevede Kürtlerin kökenine dair bir araştırmanın yapılması istenmişti. 

Anlayacağınız 12 Mart darbecileri 27 Mayıs darbecilerini izliyordu, her ikisi de Cumhuriyetin kurucularını… İsmet İnönü Lozan’da pek de ciddiye alınmayan bir şeyler söylemişti; İngiliz temsilci Lord Curzon’un alaya aldığı bu ciddiyetsiz sözler resmi teze dönüşmüştü. Bunun için yıllar içinde onlarca yerli ve milli kitap ve makale yayımlanmıştı. Ama bütün bunlar yetmemişti; 27 Mayıs 1960’da darbe olduğunda, generaller resmi tezle tezat oluşturan Kürdolog Viladimir Minorsky’nin İslam Ansiklopedisindeki Kürtler makalesinin tashih edilmesi amacıyla yeni araştırmaların yapılmasını buyurmuştu. Koca devlet bir Minorsky ile baş etmeye çalışıyordu! Bu maksatla 27 Mayıs darbesinden sonra dış elçiliklere Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil imzasıyla bir talimat da gönderilmişti. O da yetmemiş; 12 Mart 1971’de yeniden darbe olduğunda, bu kez başka generaller Kürtlerin kökeninin araştırılmasını emretmişti. Çünkü harcanan milyonlarca lira paraya, bastırılan yüzlerce resmi, gayri resmi yerli ve milli kitap ve makaleye rağmen, resmi tezde bir türlü kapanmayan bir gedik vardı ve üstelik bu gedik her geçen gün, bütün tedbirlere rağmen, büyüyen Kürt muhalefetiyle birlikte daha da genişliyordu. Böylece 1971’e gelindiğinde İsmet İnönü’nün ciddiyetsiz tezinin dayandığı kaynaktan bir kez daha medet umulmaya başlanmıştı. Bu yazıda bu kaynağın ve koca bir devletin çabasının veya yalanının hikâyesini anlatacağım… 

Dışişleri Bakanlığı tarafından Türkiye’nin Londra Büyükelçiliğine gönderilen 23 Ekim 1971 tarihli ve 152 sayılı talimatta “Kürtlerin Etnik Kökeni Hakkında” bir araştırma emri verilmişti. Bu talimatın gereğini yerine getirmek üzere elçilikte bulunan diplomat Bilal N. Şimşir görevlendirilmişti, onun aktardığı şekliyle talimatın konusu tam olarak şöyleydi: 

“H.C. Rawlinson’un, Encyclopedia Britannica’da, Kürtlerin Turanî ırktan geldikleri yolundaki görüşünü hangi kaynaklara dayanarak ileri sürmüş olabileceği hakkında” bir araştırma isteniyordu. (Şimşir 2007:517)

Şimdi, burada bir durup, mutlaka birkaç şey söylemeliyim. Bizzat Şimşir’den aktardığım bu bölümden de bir kez daha şu husus çok net biçimde anlaşılıyor: 

İnönü’nün 1923’te Lozan’da referans aldığı kaynakta ne yazıldığı, İnönü’nün neden bu kaynağı referans verdiği veya tam olarak bu kaynakta neler yazıldığı bu tezi savunanlar tarafından bile bilinmiyor. Ki, bu kaynak, kısa süreliğine Encyclopedia Britannica yer alan Kürdistan maddesiydi, ayrıntılarını anlatacağım… 

Aslında Türkçülük faaliyetlerinin önemli merkezlerinden olan Türk Ocakları, Kürtlerle ilgili pek çok yayının yanı sıra daha 1920’li yılların ortalarında Encyclopedia Britannica’daki Kürdistan maddesinin çevirisini yapıp, gizli mahreciyle devlet yetkililerinin faydalanması için ilgili yerlere ulaştırmıştı (Beşikçi 1970:323. Ayrıca 7 Mayıs 1926 tarihli “Maarif Vekâleti Celilesi’ne” üst yazısıyla kaleme alınan “Hülasa: Kürtlere Dair” başlıklı resmi rapor için bkz. Yıldırım (der.) 2011:47-48). Belki de kimse okumamış ya da 50 yıl sonra unutulmuştu bu çeviri! 

Kısacası Lozan’daki görüşmelerden yaklaşık 50 yıl sonra bile, Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi tez olarak ileri sürdüğü “Kürtlerin Türk olduğu ya da Turanî ırktan geldiği” yönündeki iddia hakkında, Kürtlerin ikna edilmesini bir yana bırakın, bu tezi canhıraş savunanların bile aslında hiçbir bilgilerinin olmadığı ve bunu bir ezber olarak savunageldikleri anlaşılıyor. Bu da Kürtlerle ilgili resmi söylemin rezilliğini bir başka biçimde ortaya koyuyor. 

Bu hususu belirttikten sonra, bizzat görevlendirildiğini söyleyen diplomat Bilal N. Şimşir’in kim olduğu hususuna kısaca değinmek lazım. Şimşir, 38 yıl boyunca, büyükelçilik dahil, çeşitli kademelerde dışişleri görevlerinde bulunmuş ve 2023’ün sonbaharında ölmüş bir isim. Bir Bulgar göçmeni olan Şimşir, dışişleri görevleri sırasında pek çok konuya dair 50’den fazla kitap yazmış ve birçok da makalesi bulunuyor. Bu yüzden de Türk Tarih Kurumu’nun “şeref üyeleri”nden biri olması şaşırtıcı olmuyor. Yazdığı kitaplar ve makalelere bakıldığında ise, denebilir ki, Kürt meselesiyle en fazla hemhal olmuş hariciyecilerin başında geliyor.

Türk Dışişleri Bakanlığı’nın sözünü ettiğim Londra’ya gönderilen talimatının gereğinin yerine getirilmesi için neden Şimşir’in görevlendirildiği de böylece anlaşılmış oluyor. Şimşir, söz konusu dönemde Londra Büyükelçiliğinde “birinci sınıf konsolos” sıfatıyla görevliydi. Kendi anlattıklarından anlıyoruz ki, zaten daha önceki yıllarda da Kürtlerle ilgili epey mesaisi olmuş ve haliyle talimatın gereğini yerine getirmesi de çok zor olmamıştı. Nitekim bu mesaisinin ürünü olarak kendi ifadesiyle Kürtçülük meselesini konu edinen birkaç kitap da yazmıştı. Bunlardan dikkat çekmek istediğim bir kitap var; “Kürtçülük” adıyla iki cilt halinde, yakın dönemde, daha doğrusu emekliliğinden sonra yayınlanan kitap… 

Şimşir, gerek daha önceki yayınlarda sözünü ettiğim İhsan Sabri Çağlayangil’in imzasıyla gerekse de 12 Mart darbesinden sonra Ekim 1971’de Osman Esim Olcay imzasıyla Dışişleri bakanlığından gönderilen talimatlara Kürtçülük kitabında yer veriyor. Bu iki talimattan ve çok daha fazlasından böylece haberdar oluyoruz. 

Öncelikle iki ciltlik Kürtçülük kitabına bakıldığında hakikaten Şimşir’in epey belgeye ulaştığını ve bu belgelerin doğruluğuna hiç şüphe olmadığını belirtmeliyim. Özellikle İngiliz devlet belgeleri başta olmak üzere, bugün Kürdoloji çalışmaları adı altında toparlayabileceğimiz pek çok kıymetli kitap, yazı, makale ve araştırmaya 1960’lı, 70’li yıllarda ulaştığını, bunları devlet görevlisi olmanın rahatlığıyla elde ettiğini ve kitabında bunlardan epey detaylı biçimde bahsettiğini de vurgulamalıyım. Ayrıca bu yayınlar vesilesiyle, Şimşir’in kitabında yer alan Kürt araştırmaları için önemli bulduğum, sözünü ettiğim Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi belgelerini de eklemeliyim. Bu açıdan bakıldığında, Şimşir’in kitabını epey faydalanabileceğimiz bir kitap olarak değerlendirmek mümkündür. 

Ancak Şimşir, elbette konuyu böyle ele almıyor; bütün bu değerli belgeleri tek bir amaç için, yani resmi söylem çerçevesinde Kürtçülük meselesinin sözüm ona tek tek tarihsel kanıtları olarak değerlendiriyor. 

Nihayetinde Şimşir, “Türkiye’nin bugün bir Kürtçülük sorunuyla karşı karşıya” olduğunu ileri sürerek kitabına giriş yapıyor. Ona göre, “Kürt sorunu değil, Kürtçülük sorunu” var ve bu “kapsamlı ve köklü bir sorundur”, “çok boyutludur”; “etnik bölücülük veya ırkçı bölücülük”tür, “bölücülüğün en tehlikelisi, en korkunç türüdür”; “Türk milletine karşı” “yüzyıllardan beri hazırlanmış olan” “büyük suikast zincirinin bir halkasıdır.” (2007:17-19-27)

Bunun izahı kısaca şudur: Bir kısım yurttaş Türkiye’ye düşman dış güçler tarafından kasıtlı biçimde Kürt olarak adlandırılıyor ve böylece Türkiye’ye karşı bunlar kışkırtılıyor. 1700’lü yıllardan buna Kürtlerle ilgili yazılmış bütün kitaplar, belgeler, sözlükler, makaleler, devlet raporları vesaire de bu amaca yöneliktir. 

Tabi Şimşir’in rehberi Mustafa Kemal’dir. Nitekim kitabına konuyla ilgili Mustafa Kemal’den yaptığı şu alıntıyla giriş yapıyor: 

“Asırlardan beri düşmanlarımız Avrupa akvamı arasında Türk’e karşı kin ve husumet fikirleri telkin etmişlerdir. Garp zihniyetlerine yerleşmiş olan bu fikirler, hususi bir zihniyet vücuda getirmişlerdir. Bu zihniyet hala her şeye rağmen ve bütün hadisata rağmen mevcuttur.” (Şimşir 2009:55)

Onlarca değerli belgeyi sırf bu resmi devlet tezinin tarihsel kanıtları diye yorumlayarak heba ederken, elbette Şimşir de, bu resmi tezin gereği olarak bir ön kabulden hareket ediyor: Yani Türkiye’de Kürt diye bir millet yoktur, Kürt denilenler de aslında Turanî kökenlidir! 

Bunları söylemişken, Şimşir’in şu kafa karışıklığına da temas etmeden geçmeyeyim. Örneğin bir yandan Kürtlerin olmadığını savunan Şimşir, öbür yandan Şeyh Ubeydullah’ı “Kürtlerin adını lekelediği” ve “içte ve dışta kötü bir Kürt imajı yarattığı” iddiasıyla paralıyor (2007:183). Aynı şekilde bir yandan İngilizlerin Kürtlerle ilgili bütün belge, bilgi ve faaliyetlerini Kürtçülük suçlamasına malzeme yapan Şimşir, örneğin öbür yandan “İngilizlerin Kürtlere karşı düşmanca tutumu”ndan söz edebiliyor (2007:200).

Tekrar konuya dönecek olursam… Belirttiğim gibi, Şimşir, Kürtlerin Türk olduğuna dair ön kabulden hareket ettiği halde, aslında bu ön kabulün ispatıyla çok da ilgilenmiyor; daha doğrusu ilgilenmek istemiyor gibi. Daha ziyade Şimşir, Kürtçülük mevzusunu bilinçli biçimde ön plana çıkararak, öbür yandan Kürtlerin aslında Türk oldukları mevzusunu geri plana itiyor ya da böylece başka türlü bir manipülasyona girişiyor. Demek istediğim şu; Cumhuriyet’in kuruluşundan bugüne onlarca kişi, Kürtçülük mevzusuna el atarken, öncelikle uzun uzadıya Kürtlerin nasıl Türk olduklarına dair birbirinden acayip, ama birbirini tekrarlayıp duran argümanları öne sürüyor; böylece “Kürtlerin Türklüğünü ispatladıktan” sonra ise dış güçlerin işi olarak Kürtçülük mevzusunu ele alıyor. Ancak Şimşir tam olarak böyle davranmıyor. Peki, neden? 

Böylece esas meseleye gelelim… Bu soruyu sorarken, Şimşir’in Kürtlerin Türk kökenini hiç ileri sürmediğini söylemiyorum, aksine belirttiğim gibi bu ön kabulle işi başlıyor. Ayrıca ilginç biçimde, daha önce de sözünü ettiğim Encyclopedia Britannica’daki makale çerçevesinde, daha doğrusu İsmet İnönü’nün de Lozan görüşmelerinde referans aldığı ve yaklaşık 50 yıl sonra Ankara’nın yeniden araştırılmasını istediği makale çerçevesinde ayrıyeten konuyu ele alıyor. Ama oldukça traji-komik biçimde… 

Şimşir, Kürtçülük kitabının birinci cildinin girişinde şöyle yazıyor: 

“İsmet Paşa’nın Ocak 1923’te yaptığı konuşma 48 yıl sonra Ankara’da hatırlanmış ve benden bu konuyu aydınlatmam isteniyordu. İnsan gerçekten merak ediyor: Encyclopedia Britannica’da tam olarak ne denmişti? Kürtlerin Turan soyundan geldiği ansiklopedinin hangi baskısının hangi maddesinde belirtilmişti? O maddeyi yazan kimdi ve tezini hangi kaynaklara dayanarak ileri sürmüştü? Vs. vs.” (2007:15-16)

Daha önce de belirtmiştim, demek ki, Ankara, İsmet İnönü’nün Lozan’da Kürtlerin kökeni ile ilgili bir şeyler dediğini biliyordu; ancak neye dayanarak bunları dediği hakkında fikir sahibi değildi ve bunu 48 yıl sonra açıklığa kavuşturmak istiyordu. Aslında İnönü hala yaşıyordu ve kendisine de sorabilirlerdi! Muhtemelen Lozan’da ileri sürdüklerini papağan gibi tekrarlayacaktı… Lozan’dan beri resmi tez olarak kabul edilen iddianın bir şekilde yeniden, üstelik İnönü’nün referans verdiği kaynak üzerinden kanıtlanması ihtiyacı duyuluyordu. 

Bu işle görevlendirilen Şimşir, araştırmalarının neticesinde, İnönü’nün referans aldığı metnin, Encyclopedia Britannica’nın 1875-1889 yılları arasındaki dokuzuncu edisyonunda yer verilen “Kürdistan” maddesi olduğunu ve bu maddenin de Sir Henry Creswicke Rawlinson adındaki bir İngiliz tarafından yazıldığını “keşfediyor”; oysa İnönü Lozan görüşmeleri sırasında zaten bu kaynağı dile getirmişti. Buna rağmen “büyük bir keşfe” imza atan Şimşir’e göre, ortada bir ilginçlik vardı. Çünkü 1895’te ölen Rawlinson’un yazdığı Kürdistan maddesi, sadece 1910-1911 yıllarındaki on birinci edisyona kadar korunmuş ve daha sonra bu madde değiştirilmişti. 

Şimşir, ansiklopedideki Kürdistan maddesinde yapılan değişikliğin “İngiliz politikası” ile ilgili olduğunu düşünüyor ve bunu şöyle açıklıyor: 

“İngiltere, ta William Pitt zamanından beri, Rusya’nın Asya’da, güneye doğru yayılmasına set oluştursun diye Osmanlı toprak bütünlüğünü savunuyordu. 1877-78 Türk-Rus savaşından sonra İngiltere’nin bu politikası yavaş yavaş değişti. İngiltere, Osmanlı toprak bütünlüğü yerine, Osmanlı toprakları üzerinde küçük küçük fakat zinde ulus-devletler kurularak Rus yayılmasının önüne set çekilebileceği düşüncesini benimsedi.” (Şimşir 2007:16)

Peki, İngiliz politikasındaki bu değişiklik ansiklopedideki “Kürdistan” maddesinde nasıl bir değişikliğe yol açmış olabilirdi?

Şimşir söyle yazıyor: 

“Demek ki, İngiliz ansiklopedisi, 1875-1911 yılları arasındaki bütün baskılarında, sürekli olarak Kürtlerin Turan kökenli olduğunu yazmıştır; 1911’den sonra ise İngilizler Kürtleri İran kökenli saymaktadırlar! İlginç! Bu arada, ne olmuş da Kürtler ‘Turanlı’ iken ‘‘İranlı’ oluvermişler? Koskoca bir halkın soyunu değiştirecek kadar önemli yeni keşifler mi yapılmış? Bunu bilmiyoruz. Ama bildiğimiz bir şey var, o da İngiliz politikasıdır.” (2007:16)

Hakikaten, Şimşir’in de İsmet İnönü kadar önem verdiği ve “İngiliz politikası” gereği değişikliğini skandal olarak değerlendirdiği Kürdistan maddesinde Sir Henry Creswicke Rawlinson tam olarak ne yazmıştı? Bu konuya bakalım… Ama öncesinde şunu hatırlatmalıyım: 

Şimşir, Kürtçülük kitabının birinci cildinde Rawlinson’dan ve makalesinden bahsediyor, bununla birlikte bu konuyla ilgili olarak 1971’de Dışişleri Bakanlığının talimatıyla hazırladığı raporu da kitabının sonunda ek olarak paylaşıyor. Dolayısıyla Encyclopdia Britannica’daki Kürdistan maddesi ile yazarı Rawlinson’dan söz ederken, hem Şimşir’in kitabındaki değerlendirmelerini hem de 1971’deki raporunu karşılaştırarak ele alacağım. Çünkü bazı ilginçlikler var… 

Konuya Şimşir’in yeniden keşfettiği Rawlinson’dan başlayalım. Kitabının girişinde “Kürtleri araştıran görevli gezginler, konsoloslar arasından – sayıları pek az da olsa – bilimsel tarafları ağır basanlar da” çıktığını, “bunlardan biri”nin de Rawlinson olduğunu iddia eden Şimşir  (2007:20), daha sonraki sayfalarda Rawlinson için bir başlık açıyor ve orada da şunları yazıyor: 

“İngiliz Konsolosu Sir Henry Greswicke Rawlinson (1810- 1895), Kürtlerin soy kökenini derinlemesine araştırmış olan uzmanlardan biridir. Asker, diplomat ve Asuri tarihi uzmanıdır. İran’da, Bağdat’ta Başkonsolos olarak bulunmuş, bölgede uzun yıllar araştırmalar yapmış, kayalardaki Asuri Çivi yazılarını çözmüş, bu alanda yeni keşiflerde bulunmuş ve daha çok bir bilim adamı olarak tanınmıştır. Kendisinin yayımlanmış 16 kitabı vardır. Bunların çoğu Çivi yazısıyla yazılmış ve ilk defa bilim dünyasına sunulan Asuri belgelerinin röprodüksiyonları niteliğinde, özgün yapıtlardır.” (2007:60-61)

Yıllar sonra kitabında birkaç yerde tekrarlamak pahasına Rawlinson’u bu şekilde tanıtan, daha doğrusu övgüye boğan Şimşir, Dışişleri Bakanlığının talimatına cevaben yazdığı 21 Aralık 1971 tarihli raporunda da benzer ifadeleri kullanıyor. 

Ancak gerçek şu ki, Şimşir’in iddia ettiğinin aksine hiç de “Kürtlerin soy kökenini derinlemesine” araştırmamış olan Rawlinson 1910-1911 yıllarına kadar Encyclopedia Britannica’da korunan Kürdistan makalesinde, Kürtlerle ilgili sadece dönemin genel geçer bazı argümanlarını sıralıyordu. 

Bu argümanlar hakkında Avesta Yayınları tarafından yayınlanan “Aşiret ve İsyan Batı’nın Kürt Algısı” (2015) adlı kitabımda detaylı yazmıştım; 19. yüzyılda İngiliz, Rus, Fransız ve bazı Alman gezgin, devlet görevlisi ve şarkiyatçının Kürtler hakkındaki önemli kitaplarını, devlet belgelerini, yazılarını incelemiş ve analizler yapmıştım. Elbette Rawlinson’dan da haberim vardı. Rawlinson’un söz konusu Kürdistan makalesini ilk olarak 1918’de yayımlanan Jîn Dergisinin 10., 11. ve 12. sayılarında bulup okumuştum, daha sonraları orijinaline de ulaştım. Ancak kitabımı yazarken, Kürtlerle ilgili yazıp çizmiş 20. yüzyılın başlarındaki bir diğer İngiliz görevli olan Edmonds’un özellikle öncü olarak kabul ettiği isimlerden hareket ettim. Haklı olarak Edmonds’un da belirttiği gibi, “19. yüzyılın ortaları Ortadoğu’da yapılan keşif ve incelemelerin Altın Çağı’ydı ve bu çağın yıldızlarının çoğu da İngiliz’di” (2003:43) ve bu İngilizlerin önde gelen isimleri arasında Rich, Layard, Fraser ve benzer birçoğu gibi hiç kuşkusuz Rawlinson da bulunuyordu. Ancak bu “Altın Çağın yıldızlarından” olan Rawlinson, örneğin Rich (2018) ve Layard (2000) kadar Kürtlerle ilgili değildi; onun esas ilgi alanı Asur geçmişiydi. Dolayısıyla hakkını teslim etmekle birlikte, Kürt araştırmalarında Layard veya Rich gibi esas kaynak olabilecek isimlerden olmadığını düşünüyorum ve bu yüzden de örneğin kitabımı yazarken yazdıklarına başvurma gereği duymadım. Şimşir ise tam aksini düşünmüş ve bu nedenle bahsettiğim isimler arasında Rawlinson’u özellikle öne çıkarmış. Bunun nedenine daha sonra değineceğim. 

Öncelikle Şimşir’in de dikkat çektiği gibi, Rawlinson, Kürtçenin Kurmanci lehçesi ile diğer lehçeleri hakkında farklı görüşler bildiriyor. Buna göre, Rawlinson, Kürtlerin dili olarak Kurmanci lehçesini kabul ediyor ve bu lehçenin bir eski İrani dil patois’sı olduğunu yazıyor; yani İranî bir dil olduğundan emin. Bununla birlikte Şimşir’in esas olarak ilgilendiği üzere, buraya dikkat edin, Rawlinson, Kurmanci lehçesinin içine “kuzeyde Keldanca sözcüklerle, güneyde de Babiller döneminden gelmiş olması muhtemel bir takım Turanî öğelerin” karışmış olabileceğini ileri sürüyor. Zazaca lehçesinin İranî kökten, yani Aryan stock’tan geldiğini belirten Rawlinson, Guran lehçesini ise daha çok Farsçaya yakın buluyor. Nihayetinde ise Rawlinson, “Asıl Kürtçenin mensup olduğu Aryen dil grubundan geldiği konusunda kuşkuya yer yoktur” diyordu ve ayrıca Şimşir’in de kitabında aktardığı üzere şunları da yazıyordu: 

“Kürtlerin ‘Türklere dil bakımından, İranlılara da mezhep anlaşmazlığı yüzünden yabancı kaldıklarından, her tarafta kendilerine güvensizlik duyulur ve adeta müzmin bir savaş durumunda imişler gibi yaşarlar.” (2007:519-520)

Rawlinson’un esas uzmanlık alanının ve dil bilgisinin Asur medeniyeti hakkında olduğu ve elbette Farsçayı da gayet iyi bildiği göz önüne alındığında, Kürt dili hakkındaki varsayımlarında neden kesin argümanlar ileri sürmediği anlaşılabilir. Daha ziyade aslında söz konusu dönemde, Rawlinson’un da makalesini yazarken referans aldığı bazı isimlerin görüşlerinden hareket ettiği belirtilebilir. Ki bu isimlerin başında Claudius James Rich (2018) gelir; Kürt diline dair Rawlinson’un ileri sürdüğü görüşler, Turanî kısmı hariç elbette, neredeyse tamamen Rich’in varsayımlarıyla aynıdır (Detaylı bir okuma için bkz. Fırat 2015; 2015a).

Rawlinson’un Kürt dili hakkındaki görüşleri açıkçası Şimşir’in çok da işine yaramıyor, en azından devletin Kürtlerin Turanî kökeni hakkında kendisinden istediği araştırma için gerekli olan veriler bu konuda yok. Başka bir deyişle, her ne kadar Şimşir, “soy kökü Turanî olduğu kabul edilen bir kavmin dilinin de aslen Turanî olması ve bugünkü İran dilinin ise sonradan kabul veya empoze edilmiş bulunması akla yakındır” (2007:521) diyerek, “aslında dağ Türkleri olan Kürtlerin İranilerle etkileşime girdikleri ve böylece dillerinde bozulma olduğu” savsatasını yayan pek çok Türkçüyü tekrarlıyorsa da, en nihayetinde şu gerçeğin de farkında ve bu yüzden Şimşir şöyle yazıyor: 

“Kürtçenin incelenip öğretildiği bazı ihtisas okullarında, bu arada Paris’teki Ecole Nationale des Langues Orientales Vivantes’ta (Yaşayan Doğu Dilleri Ulusal Okulu’nda), Kürtçe, İranî diller grubunda yer almaktadır. Kürtçe ile ilgili yayınlar, İranî diller içinde tasnif edilmiş ve ihtisaslaşmış kataloglara da o şekilde girmiş bulunmaktadır. ‘Kürdoloji’ denen ilmî-siyasî araştırma dalının oldukça gelişmiş bulunduğu bugünkü devirde, çağdaş Kürtçenin İranî değil de Turanî bir dil olduğunu ileri sürmek ve kabul ettirebilmek çok güçtür, denilebilir.” (2007:520)

Anlaşılacağı üzere Kürt diliyle ilgili, her ne kadar Kurmanci lehçesinin içine “Babiller döneminden gelmiş olması muhtemel bir takım Turanî öğelerin” karışmış olabileceğini ileri sürmüşse de, Rawlinson, bu konuda Şimşir’in ilgisini çekmiyor. Dolayısıyla Kürt diliyle ilgili Rawlinson’dan umduğunu bulamayan, bu arada günümüz gerçeklerinin de farkında olan Şimşir, bu mevzuyu es geçip esas olarak Rawlinson’un Kürtlerin kökeni hakkındaki görüşleriyle ilgileniyor. 

Rawlinson, Kürdistan makalesinde, “daha önceleri Kürtlerin kökeni incelenirken” örneğin Anabassis’in Onbinlerin Dönüşü kitabında geçen “Karduşi’lerden (Carduchi) söz etmenin yeterli” sayıldığını, ancak “son zamanlarda meydana çıkan tarihsel gerçekler”in “Kürtleri Yunan döneminden daha uzak dönemlere götürdüğünü” belirtiyordu. Devamla “tarihin başlangıcında Asuristan’daki dağlara Goto (Gutu) adı verilen ve ‘savaşçı’, ‘cengaver’ anlamına gelen bir halk[ın] egemen” olduğunu ve bu adın Asurcada “Qardu” (Gardu, Kardu) ile eş anlama geldiğini yazan Rawlinson, sonrasında ise İsmet İnönü’yü ve Şimşir’i ilgilendiren sadece bir paragraflık bölümde şunları yazıyordu: 

“Gotolar Turan soyundan bir kabile idiler. Güçlü ve zorlu oluşlarının ölçüsünü takdir edebilmek için, eski çivi yazısı ile yazılmış olayları içeren yazıtlarda bunların Batı Asya’nın Suriyeliler (Susians) ile Hititler (Elamites) ve Babil’in (Akkadians) milletleri arasında belirtilmiş olduklarını söylemek yeterlidir. Bu milletin, tüm Asur saltanatı döneminde siyasal bağımsızlığını az-çok korumuş olduğu anlaşılıyor. Nineva’nın düşüşünden sonra Medyalılara karışarak, küçük Asya’nın yüksek ovalarında oturan Ermeni ve Fars kavimleri gibi, giderek Arîleştiler. Çünkü tarihin bu döneminde büyük ölçüde kabile göçü meydana gelmişti ve bu kabileler, nereden gelmiş olurlarsa olsunlar, herhalde Arîler topluluğundandırlar.” (2007:521)

Bilal Şimşir ve devletini ilgilendiren ve son derece tutarsız ve ilgisiz iddiaların peş peşe sıralandığı Kürtlerin kökenine dair bu bir paragraflık Rawlinson’un iddialarını bu şekilde İngilizceden Türkçeye çevirmek mümkün. Türkçeye bu şekilde çevirdim, çünkü Şimşir kitabında paragrafın orijinal İngilizcesini aktarıyor. Bunun için de bir iki kelam etmek lazım. 

Bir yandan Kürtlerle ilgili bütün Batılı kaynakları Kürtçülük komplosu çerçevesinde ele alıp değersizleştiren Şimşir, öbür yandan kendi savsatalarını ilgilendiren bir metni ise olduğu gibi İngilizce aktarıyor, böylece savsatasının ne kadar bilimsel olduğunu da yine bir Batılı dille ispatlamaya çalışıyor, belki de sadece dil bilgisini kanıtlamaya çalışıyor. Her neyse artık, bu durumu galiba eziklik psikolojisiyle açıklamak mümkündür. 

Devam edeyim… Rawlinson’un Şimşir’i ilgilendiren bu görüşlerinden hareketle, bir hususu ele alalım ve böylece başından beri anlatmaya çalıştığım absürtlüğü anlamış olalım: Rawlinson’un kaynakları ve Şimşir’in kaynak seçimi… 

Aslında Kürtlerin Türklüğüne dair ciddi bir iddia olarak Rawlinson’un bu görüşlerini ele alıp değerlendirmesine rağmen, Şimşir’in, öbür yandan Rawlinson’un esas aldığı kaynaklar konusunda gayet dürüst davrandığı söylenebilir. Daha doğrusu Rawlinson’un hiçbir kaynağa başvurmaksızın bu varsayımsal görüşleri ileri sürdüğünü Şimşir de tespit ediyor. 

Ancak bunu tespit ederken, Şimşir bir yanıyla da aslında kendi vaziyetini de ortaya koymuş oluyor. Çünkü daha önce de belirttiğim gibi, Şimşir bir yandan Rawlinson’u “Kürtlerin soy kökenini derinlemesine araştırmış olan uzmanlardan biri” veya “Kürtleri araştıran görevli gezginler, konsoloslar arasından – sayıları pek az da olsa – bilimsel tarafları ağır basanlar”dan biri olarak tanıtıyor (2007:20). Ancak öbür yandan sadece kaynağı belirsiz ve nerede oldukları da belli olmayan çivi yazılarından bahseden Rawlinson’un “karanlıkta bıraktığı noktalardan” dolayı ise Şimşir şöyle dert yanıyor: 

“Gerek bu yazıtların, gerek çok daha önceki devirlere ait olduğu anlaşılan ilk çivi yazısı belgelerin (early cuneiform records) kesinlikle nerede bulundukları veya bunların kitaplar halinde yayımlanıp yayımlanmadıkları hakkında Rawlinson hiçbir bilgi vermemektedir. Kürtlerin Turan soyundan geldiklerini açık seçik belirten böyle belgeler varsa bunlar halen nerededir? Kimler tarafından çözülüp okunmuştur? Yalnız Kürtlerin menşeinden söz ederken yazar [yani Rawlinson], “modern research” (modern araştırmalar) ve “we now find that” (bugün şunu buluyoruz ki) ifadelerini kullanmaktadır. Fakat bunlarla kendisinin şahsi araştırmalarını mı yoksa yazının kaleme alındığı devirlerde ilim adamlarının yeni araştırma ve buluşlarını mı kastetmektedir, belli değildir.” (2007:522)

Anlayacağınız, bir yanıyla Rawlinson’u göklere çıkaran Şimşir, öbür yandan Rawlinson cevaplarını karanlıkta bıraktığı için de bu soruları soruyor.

Karanlıkta bırakılan bu noktalar, Şimşir’i Rawlinson’un “hayatını ve eserlerini araştırmaya” götürüyor. Şimşir, pes etmiyor; ille de Rawlinson’un dayanaksız iddialarını doğrulamaya çalışıyor. Zira Şimşir’e göre, “Rawlinson, Kürtlerin Turanî ırktan geldikleri yolundaki tezine dayanak olarak, eski çivi yazısı belgeleri ve çivi yazısıyla yazılmış yazıtları anmaktadır. Kendisi çivi yazısı uzmanı olduğuna göre, bu alanda yetkiyle konuşabilecek durumdadır.” (2007:524)

Şimşir böyle düşünüyor, ancak nerede bu yazıtlar, bu kanıtlar? Aslında Şimşir de aynı soruları şöyle soruyor: 

“Bu yazıtlar bugün hâlâ yerli yerinde durmakta mıdır, yoksa British Museum’a taşınmışlar mıdır? Bizim uzmanlarımız bunları inceleyebilmişler midir ya da ne kadar inceleyebilmişlerdir? Sorular, sorular, insanın zihnini kurcalıyor.” (2007:62)

Özellikle bu çivi yazıları efsanesi bir yandan bu şekilde zihnini kurcalayıp dururken, Şimşir, öbür yandan Rawlinson’un yayınlanmış 16 kitabını ve İngiliz devlet arşivlerinde bulunan raporlarını incelemeye koyuluyor. Rawlinson’un çoğunlukla Asur tarihiyle ilgili olan kitaplarından pek bir şey anlamadığını itiraf eden Şimşir, “Rawlinson’un, yine Asuri devri ile ilgili olmakla beraber İngilizce olarak kaleme alınmış iki kitabını gözden” geçirdiğini ve ne yazık ki, “doğrudan doğruya Kürtlerin menşei ile ilgili satırlara rastlayamadığını” kaydediyor. “Rawlinson’un Bağdat’ta İngiltere Konsolosu sıfatıyla görevli bulunduğu yıllara (1844-1855) ait” “11 cilt halinde toplanmış” ve “İngiltere Devlet Arşivlerinin (Public Record Office) Dışişleri Arşivleri (Foreign Office) bölümünde muhafaza edilen” resmi yazışmaları da Şimşir’e istediğini vermiyor (2007:525-26). Yani Şimşir bütün bu arşivi kurcalıyor, ama elde var sıfır!

Bunun üzerine Şimşir, Rawlinson’u da kapsayan dönemin İngiliz arşivlerine el atıyor. Şimşir, 1971’de Ankara’ya yolladığı raporda, “Kürtler ile ilgili İngiliz Konsoloslukları raporları”nı içeren “1844-1913 yıllarına ait 130 kadar arşiv cildi tespit” ettiğini yazıyor. Ayrıca Şimşir, söz konusu dönemde Kürtler hakkında Rawlinson’dan çok daha fazla bilgi ve yetkinlikle Kürtler hakkında yazmış kişilerin kitaplarını, raporlarını ve makalelerini de inceliyor. Örneğin bu isimlerin başında Sir Austin Henry Layard (2000) geliyor, ki kendisi sadece bir İngiliz sömürge görevlisi değil, aynı zamanda Ninova bölgesindeki Babil ve Asur dönemlerine dair kazıları yapan ve oldukça önemli tarihi bulguları ortaya çıkaran bir arkeolog ve Asurolog’tur. Ve Kürtlerle de epey ilişkisi olmuş, Kürtlere dair de birçok şey yazmış ve “Ninova ve Kalıntıları” adlı kitabında da bütün bu hususlardan bahsediyor.

Şimşir’in ifadeleriyle, “Bir Türk dostu sıfatıyla 1877-1878 Türk-Rus Savaşı arifesinde İstanbul’a İngiltere Büyükelçisi olarak da atanmış bulunan Layard’ın birçok eseri” de Rawlinson’un Kürtler hakkındaki varsayımlarını doğrulamıyor, aksine Şimşir’in de tespit ettiği üzere, Layard Rawlinson’un görüşlerini kuşkuyla karşılıyor ve dolayısıyla Şimşir’in beklentilerini karşılamıyor (2007:526-529). Bu durumda Claudius James Rich gibi diğer önemli isimlerden bahsetmeme bile gerek yok. Çünkü Şimşir hepsinden eli boş dönüyor.

Ancak arsızlık bu ya, Şimşir pes etmiyor, ille de tekkeden süt sağacak! Çünkü Şimşir’e göre, Rawlinson’un Kürtlerin Turanî olduklarına dair varsayımı kesinlikle doğrudur; mesele, 1970’li yıllar itibarıyla, Türklerin zaten 50 yıldır savunduğu bu iddiaya bir dayanak bulmaktı. Yani Türk yargısının Kürt davalarında sık sık yaptığı gibi, önce suçu üret, bundan taviz verme, sonra nasıl olsa bir kanıt uydurursun! Şimşir de bu beyhude çabalardan yılmıyor, aksine 1971’de Ankara’ya ne yapılabileceğine dair önerilerde bulunuyor. 

Bir önerisi İngiliz Konsolosluklarına ait raporlar hakkında… Rawlinson’un Kürdistan makalesini yazarken başvurduğu “İngiliz Konsoloslukları raporlarında doğrudan doğruya Kürtlerin menşei hakkında ilk elden fazla bilgi bulunabileceğine pek ihtimal vermiyorum” diyen Şimşir, bu kez şöyle yazıyor: “Kürtlerin Turanî soydan geldiklerine değinen ikinci elden bazı belgelere veya satırlara belki rastlanabilir. Ayrıca, Kürtlerin menşei hakkında değilse bile, Kürtçülük sorunu tarihi hakkında İngiliz Konsoloslukları raporlarında çok ilginç belgeler bulunabileceğini sanıyorum.” (2007:532). 

Yani “Kürtleri Turanî yapamasak bile, Kürtçülükle ilgili epey belge toplarız, bu da bize kârdır” diyor. Nitekim kendisi de burada konu ettiğim Kürtçülük kitabını tam olarak bu mantıkla yazmış durumda. 

Ayrıca Şimşir, kendisi bir sonuç elde etmediği halde, yine de Rawlinson’un kendi eserlerinden araştırmaya başlanmasının yerinde olduğunu öneriyor (2007:527), yani kendisi bir şey bulamadı, belki başkaları bulur umuduyla… Önerisi tam olarak şöyle: 

“Kürtlerin Turan soyundan geldikleri tezi üzerinde yapılacak araştırmalarda, sırayla, önce H.C. Rawlinson’un eserlerini, bu yetmiyorsa öteki Asuri uzmanlarının kitaplarını, daha sonra da müzelerdeki Asuri belgelerini ve nihayet mahallindeki Asuri yazıtlarını taramak isabetli bir yöntem olur, düşüncesindeyim. Her halde Asuri devri ile ilgili belge ve eserlere eğilmek gereklidir” (2007:529)

Böylece, devletin Kürtlerin Türk olduğu iddiasını İngiliz belgesiyle kanıtlamaya çalışırken, Şimşir, istemeyerek de olsa, aslında İsmet İnönü’nün Lozan’da ileri sürdüğü resmi tezi yalanlamış oluyor. Üstelik bunu onlarca değerli belgeyi Kürtçülük iddiasıyla heba etmesine rağmen… Yani elde ettiği sonuçlar, murat ettiklerinin aksini ortaya koymuştu, kendisi de bunun gayet farkındaydı, bu yüzden Kürtçülük mevzusunu öne çıkararak, istemeyerek de olsa ispatladığı resmi yalanı, bu kez de manipüle etme yoluna gitmişti. 

Sonuç olarak; Kürtlerin Turanîliğiyle ilgili girdapta kaybolan Şimşir, İsmet İnönü’nün Lozan görüşmeleri sırasındaki sözlerini de bir yana bırakmış ve en başa dönmüştü, bu yüzden 1971’de Ankara’ya yolladığı raporda şöyle diyordu: 

“Naçizane kanaatimce, Kürtlerin gerek menşei, gerek yakın tarihi üzerinde ciddi araştırmalara ihtiyaç vardır. (2007:532)

Bu araştırmalar sonuç verinceye kadar da Şimşir’e göre, yerli ve milli kaynaklarla yetinmek en iyisiydi. Bu yüzden Ankara’nın 1971’de Londra’ya gönderdiği talimattan 36 yıl sonra kitap yazan Şimşir, aradan geçen bu zamana rağmen hala Rawlinson’a dair bir kanıt bulamayınca, dönüp MHP’li ırkçı Abdulhalûk Çay’ın “Her Yönüyle Kürt Dosyası” ve Ali Tayyar Önder’in “Türkiye’nin Etnik Yapısı: Halkımızın Kökenleri ve Gerçekler” adlı kitaplarını öneriyordu. 

İroniye bakın ki, Şimşir’in son sığınağı Çay hem Şimşir’i yalanlıyordu hem de Şimşir’e çok benziyordu, hatta Çay’ın da bir referansı Şimşir’di. Böylece şıracının şahidi bozacı oluyordu!

Ve son olarak, yüzyıllık tutarsızlık ve yalanlarla Kürtlerin Türk olduğunu anlatmaya devam eden Bilal Şimşir’in 2007’de yayınlanan Kürtçülük adlı kitabı, Türkiye’de pek de saygın kabul edilen Sedat Simavi SosyalBilim ödülüne layık görüldü. Anlayacağınız devletin pek trajik “Kürt aklı” her yere sinmişti…

Kaynakça

Beşikçi, İsmail (1970). Doğu Anadolu’nun Düzeni / Sosyo-Ekonomik ve Etnik Temeller. Ankara: e Yayınları

Çay, Prof. Dr. Abdulhalûk M. (2008). Her Yönüyle Kürt Dosyası. Ankara: Yayınevi Belirtilmemiş

Edmonds, C.J. (2003). Kürtler, Türkler ve Araplar. İstanbul: Avesta Yayınları

Fırat, Nuri (2015). Aşiret ve İsyan / Batının Kürt Algısı. İstanbul: Avesta Yayınları

Fırat, Nuri (2015a). Politikanın Kürtçesi. İstanbul: Everest Yayınları

Layard, Austen H. (2000). Ninova ve Kalıntıları. İstanbul: Avesta Yayınları

Rich, Claudius James (2018). Aşağı Dicle’den Bağdat’a Bir Yolculuk / Şiraz İle Persepolis’i Ziyaret / Kürdistan ve Eski Ninova’da Bir Yaşamöyküsü. İstanbul: Avesta Yayınları

Şimşir, Bilal N. (2007). Kürtçülük (1787-1923). İstanbul: Bilgi Yayınevi

Şimşir, Bilal N. (2009). Kürtçülük II (1924-1999). İstanbul: Bilgi Yayınevi

Yıldırım, Tuğba (der) (2011). Kürt Sorunu ve Devlet / Tedip ve Tenkil Politikaları (Tarih Vakfı-Necmeddin Sahir Sılan Arşivi -3). İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları

 

İlginizi çekebilir