Müslüm Yücel: Ian McEwan’ın uykusuzluk vaat eden romanı; Sonsuz Aşk! 

 Ian McEwan’ın romanları dünyanın birçok ülkesinde yayımlanıyor; oldukça ünlü. Kimi kitaplarının tanıtım bültenlerinde “gerilim ustası” olarak tanıtılıyor. Teknik olarak da onunla ilgili bilgiler veriliyor. Örneğin aşağıda anacağım “Sonsuz Aşk” adlı romanında “olay örgüsü o kadar sürükleyici ki, gece uyumak gibi bir planınız varsa bu kitabı almak düşüncesizce olabilir” deniliyor. Bu Türkçe okur için hafif kalıyor, “ateşle yaklaşma, benzin dolu” denmesi gerekiyor!  

Roman yanlış sunuluyor. Olay örgüsü de yanlış tanımlanıyor. Olay örgüsü ve bir romanın sürükleyiciliği arasında garip bir ilişki kuruluyor. Dahası doğru desek bile roman bizde böyle bir intiba bırakmıyor. Olay örgüsü bir anlatının bütünü oluşturabilir mi? Olay, incelenebilen bir şeydir, kanaat vardır ve kanaat etrafında fikirlerimiz oluşur. Olay, bize sorular sorar (kim, ne, nerde, nasıl, ne için) ve bu sorulara yanıt verir.  Bunun yanında mekân ve şahıslar kadrosu, dil ve anlatım da bir romanı roman yapan unsurlardır; şahıs, kurgu üzerinden gelişir. Olay örgüsü denilince yalnızca bir olay söz konusu olabilir mi?  Çoğunlukla metindeki olay ve ilişkiler, kahramanın çatışmaları da bunu dâhil edilir.  McEwan sunumunda “olay örgüsü” denilirken, maalesef romandan söz edilmemektedir. Bu, romanın satışı için üretilmiş bir ima olsa gerektir: “Gece uyumak gibi bir plan” edebiyatla ilgili bir ifade değildir…  

Romanın sunumunun başka sorunları da vardır. Tanıtım yazılarında romandan yola çıkılarak film yapıldığı söylenmektedir. Bu da edebiyat dışı bir olaydır. Film ayrı bir şeydir, roman ayrı bir şeydir; ikisi, sanat üzerinden düşünülse bile, biri diğerinin ne değeri ederi olabilir. Sinema derken bir sektörden söz ediliyor ve Avrupa sinema sektörü, edebiyat uyarlamalarının peşinde değildir, malzeme derdindedir. Yazar da bir ek gelir peşinde olduğundan, bir sinema/ edebiyat ilişkisi vardır, ama bu da sorunludur. Bir sinema filmi ne zaman ki roman olur, o zaman bu ilişki bana göre “sanat” alanına dâhil olur.   

Romanın adına gelince… Çevirmenlere büyük saygı duyarım, bir ülkenin kültürel yapısını adsız sansız omuzlayan kimselerdir. Haksızlık etmekten korkarım. Söz filmden açılmışken, şu ad kullanılmıştır: Dayanılmaz Aşk. Romanın orijinal adına (Enduring Love), hatta konusuna denk düşen budur: Ayrıca sonsuz edebiyattan çok felsefenin alanına girmektir; filozoflara göre sonsuz, ilk nedenle ilgili bir durumdur ve bize tek bir şey bildirir: Belirsizlik. Romanda böylesi bir felsefenin ilettiği bir belirsizlik yoktur. McEwan, kimi zaman Milton ve Keats’tan bahseder ama bunları da özümsememiştir; şiire olan ilgi, esere derinlik vermemiştir, dahası aşağıda yine anacağım gibi “eseri” yüzeyselleştirmiştir.     

Elbette Sonsuz Aşk’la ilgili tanıtım yazılarını da eklemem gerek. Türkiye’de bu işler için yayınevlerinin parayla yazı yazdırdığı kimseler vardır. Anlaşılır bir şeydir. Bir eser, piyasaya çıktığı an, alıcı arar, bunun için çığırtkanlara ihtiyacı vardır. Bu bazı ülkelerde profesyonelce işler, kimi ülkelerde yayınevinin cetvel gibi çıkarttığı tanıtım bültenlerinden yola çıkılarak, arada birkaç alıntı serpiştirilerek yapılır. Buna yazarlarla yapılan söyleşiler eklenir ve okur, kitaba başlamadan kitapla ilgili “bilgiye” ulaşır, ama bir fikre ulaşamaz… Bir yazar, her şeyden önce bir yazardır ama kitabın tanıtımı sırasında bir eşantiyona dönünce, bir reklam nesnesi halini alır, tanıtımın bir parçası olur… Bunlar, günümüz için anlaşılır şeylerdir.  

McEwan’ın “Sonsuz Aşk” romanıyla ilgili bulabildiğim tek yazı Ömer Türkeş’e aittir (https://www.hurriyet.com.tr/kitap-sanat/bir-hastalik-olarak-ask-41296910).  

Türkeş, romanın sunumundaki “uyumak” planına “kader ağlarını örerken” diye bir başlıkla koltuk çıkıyor, romanın ilk otuz sayfasının mükemmelliğinden söz ediyor. Türkeş’i senelerdir takip ederim… Okura sunduğu her kitabı mutlaka alırım. Tavsiyelerini ciddiye alırım. Ancak Türkeş’in bu yazısının tanıtım mı yoksa eleştiri mi olduğunu pek anlamadım. Kusurda elbette benimdir. Bu romandan dolayı kesin, uyumak haram bana!  

Başka yazılar da aradım. Korktuğum bir şey var: Romanın kadın kahramanın adı Clarissa! Bereket “metinler arasılık” deyip Virginia Woolf’a atıfta bulunmuyor kimse… Rahatladım.   

Romanın birinci bölümü kötüdür. Şatafatlı ifadeler vardır ama bunların nesne mi yoksa birer gönderme mi olduğu bilinmez. Romanın kahramanı bir tirbuşonla, şarap şişesini açmaktadır ve bu arada bir çığlık duyar; bu çığlık, “bir erkek çığlığı” olarak tanımlanır. Kahramanımızın duyduğu bir ses olmalıdır; yoksa çığlığın erkek ya da dişisinin burada bir öneminin olmadığı fikrindeyim. Yazarımız bu ana ilk otuz sayfada iki defa döner. Belirtmem gerek: Çığlığın çığlık olduğu, bunun “erkek” ya da “dişi” olmasının bir öneminin olup olmadığı konusunda bir fikrim yok. Bu tür bilgiler/ eylem şeklinde verilir ve bu eylem dizgesi, bir sonraki satırda kahramana döner: kahramanımız tirbuşonu elinden atar, karar verir ve koşar… Sonra isimler belirir. John Logan ve Jed Pery, anlatıcı bunları tanıyor olsa gerek ama anlatıcımız, romanın girişinde bunları tanımadığına dair bilgiler veriyor, hatta kendisini tekzip ediyor, John Logan için, “arabası olan adam, yani John Logan” diye bir bilgi sızdırıyor. (s., 14) Sonra bu isimler üzerindeki yanlışlar devam ediyor. “Çiftlik işçileri” Joseph Lacey ile Toby Green’i tanıyoruz (s., 15) bu sefer ama anlatıcı, ikna olmadığı bir bilgiyi sunarcasına iki sayfa sonra kişilerin mesleklerine dönüyor! Joseph Lacey, “altmış üç yaşındaki çiftlik işçisi.” Taby Green için yine bilgi tekrarı var: “Çiftlik işçisiydi, elli sekiz yaşında, evlenmemiş bir adam.” İlk yirmi sayfada karmaşık değil, karıştırılmış kişiler/ işler okumayı zorlaştırıyor.  

 

Aynı dikkatsizlik olayın başlangıcıyla ilgili de yaşanıyor. Dikkatsizlik, tashih, hatta bir ismi yanlış yazma bile bir anlatı için yadırganacak bir şey değildir; bunlar, yazarın ruh hali için bizi bilgilendire bile bilirler. Teknik yanlışlar ise malzemeyi öldürür, hamlaştırır. Örneğin aynı sayfadaki (s., 14) şu iki ifade: “Çocuk arka üstü düşerek gözden kayboldu.”  “ Çocuk geriye düşerek gözden kayboldu…” Geriye düşmek, arka üstü düşmek, sonuçta “sırtüstü” düşmekle karşılanabilirdi belki.  

Joe’yu da tanımamız gerek artık! Bilim adamıdır. Kauntum elektrodinamiği üzerine doktora yapmış ama bu işi akademik olarak sürdürememiş, bunun yerine popüler kimi bilim kitapları yazmıştır. Yedi yıllık sevgilisi Clarissa, edebiyatçıdır. Yedi yıldır birlikteler, çocukları yoktur. Bu Clarissa’nın kederlerinden biridir.  Hatta bir arkadaşının bebeği olmuş, buna sevinmiş ama bebek ölünce de yıkılmıştır (s., 33).  

Bu yüzden olsa gerek, romanın başlangıcına dönersek, birden içinde bir çocuğun olduğu balon kazası ikisini de sarsmıştır… Yazar burada çok durmaz. Sadece, bu olayla içlerindeki çocuk istencini dile getirir… Örneğin Clarissa yirmili yaşlarında “basit bir cerrahi müdahale” çocuk sahibi olamamıştır. Nedir bu, bilmeyiz…   

Bu arada biri bilim adamı, diğeri edebiyatçı olunca göndermeler devreye girer. Entelektüel yavanlık tavan yapar. İkisi Clarissa’nın yaptığı bir araştırmadan söz ederler. Keats’in hayat hikayesi devreye girer. Keats’in yayımlanmamış dört mektubunu konuşurlar (s. 13).  Edebiyat üzerinden olaylarını yorumunu yaparlar. Balonun düşüşü, Logan’ın halatı bırakarak aşağı kayması da (s., 32) Milton’un Kayıp Cennet’teki şeytanın düşmesine benzetilir! Ateşten olanın suyu düşmesi nerde, halatın kayması nerde! Ancak McEwan, bize farkında olmadan kimi bilgiler veriyor: Şiirde katmanlı/ derin olanın, romanda hak ettiği ölçüde işlenmediğinde nasıl yüzeyselleştiği…  

Zaman da romanda yerli yerine oturmuyor hiç. Örneğin çift, uyur, bir saat sonra uyanır, üzerlerinde sabahlıkla mutfağa girip buzdolabını yağmalarlar. Yanlarında birilerinin olmasını isterler. Yarım saat sonra dostları Tony ve Anna gelirler (s., 37). Taylan yemekleri ısmarlar ve başlarından geçen olayı anlatırlar. Bir paragraf sonra da Tony ve Anna, “sabahın erken saatlerinde” giderler. Taylan yemeği, erken gitme ve konuştukları dikkate alınırsa, bu ya öğlen ya da akşam yemeği olmalıdır.  

Romanın yedinci bölümüne geldiğimizde (s., 49) kahramanımız, ilk bölümde tanıdığımız Jed Parry’le karşılaşır: Yirmi sekiz yaşında, işsiz, kendisine miras kalmış bir evde oturan bir yalnız. Tanımlarda vardır. Örneğin Clarissa onun için “tuhaf eğilimleri” olan “en fazla insanın biraz başını ağrıtacak türden zararsız” biridir Parry! Anlatıcının yorumuna göre “tehlikeli biri” değildir. Maçoluk tavan yapar: “Nerdeyse oğlum olacak yaştadır.” Kendisi kırk yaşlarındadır. Anlarız, Parry, aşık olmuştur. Anlatıcı da boş değildir hani, ayakkabılarını süzer, Parry’nin elini cebine atmasını gözler, elini gevşek tutması vs… Ama, “oğlum yaşında” der, pişkinliğe vurur işi… Aşık olduğu kadınla, ona aşık bir erkek arasında kalmıştır kahramanımız, bundan sonrası karavanadır. Romanın bütün bildirisini sıkı bir özeleştiri biçiminde şu cümlede saklar: “Gülünç olan bir şeyi kafamda adını koyamadığım bir tehlikeye dönüştürmüştüm.” Bu kadar.  

Ancak bunları söylerken ya da bunu anlatırken McEwan, aşka bir nitelik kazandırmaz. Bu bir aşktır, adını da koymak gerekir ve bu, sahiden kişinin kendisinde varsa, bir tehlikeye de hiç dönmeden yaşanır, bunun gülünç ya da trajik bir yanı yoktur. 

Mc Ewan, kitaplarında bir telefon rehberi birçok yazarın, şairin, filozofun, bilim adamının adı geçer ama bunlar sindirilmemiş olduğundan, bize bir metin duygusu vermezler. Örneğin Sonsuz Aşk, geniş bir edebiyat okumasından yoksundur. Balzac okumuş biri olsaydı, aşkın bütün hallerini bilebilirdi; Balzac’ın bütün kadınları ve erkekleri aşkın kişiselleşmiş birer halleridirler: Lengais Düşesi’nden bir geneleve düşen Ester Gobseck’e kadar. Hatta, belki de ilk eşcinsel aşık Vautrin’dir; pis bir zamparaya öyle bir bağlanır ki okur, bu saflık karşısında alkış tutmak zorunda kalır.    

McEwan’ın Türkçede çıkan bütün kitaplarını alırım, okurum. Son romanını da (Dersler, 2023) okumaya başladım. İyi gidiyor, roman diye McEwan’ın ilk kitabı budur, diğerlerinde bir konuya düğümlenme ve edebiyatı bilmeme vardı ama bu romanda, bir romanda konunun sadece posa olduğunu kendisi de fark etmiş olacak ki, denemeden, entelektüellik taslamadan az uzak durmaya çalışıyor, bir şairden ya da yazardan söz edince altını doldurmaya çalışıyor; Keats ya da Milton diyerek, altı boş ifadelerden kaçınıyor. Bu da bir aşamadır. Bu yüzden bu yazıyı yazdım…  

Ian McEwan, Sonsuz Aşk, çev., Ülkem Çorapçı, YKY, 2019; Can yayınları, İstanbul 2002.  

İlginizi çekebilir