Müslüm Yücel: Bir

Mustafa Kemal, bir konuşmasında, Kürtlerle ilgili olarak şunu söylüyor: Birlikte ifade edilmek.   

Bunu, Mustafa Kemal, 1923’te söylüyor. Konu Kürtler ve Türkler; “bu ikisi” diyor, “birlikte ifade edilmelidirler.”  

Ne demektir bu?  

Bir, tek olma halini içerir, ismin eylemlerini güçlendirir; bir, tek kişiyi gösterir; bir sıfattır, bir kalem, bir kâğıt ama bununla sınırlı kalmaz bir… Bir varlığın belirsizliğini gösteren sayıdır. Bir, eşleşme için kullanılır; biriz, aynı boydayız, cümle içinde kullanırsak, şunu söyleyebiliriz: İkinizde de benim için birsiniz.  

Bir, tek olma halidir, bunun eşi benzeri vahdettir ama bu eksik bir tanım olur; çünkü bir, bir arada olma halini bildirir; hal, durumdur. Bu, bir dizi halinde, tek olmayı da içeriyor, buradan vahdaniyet kavramı çıkıyor, doğuyor; vahdet, tek demektir, kesin bağlılık içeriyor, bölünmez, parçalanmaz olan: Vahdaniyet, bir, yegânedir. Buna göre Tanrı, tektir ve tek oluşu ifade eder. Buradan hareketle vahdet-i vücuda geçebilir miyiz? İbni Arabi’den yola çıkan Kaşani şunu söylüyor: “Vahdeti-i vücut varlığın zorunlu ve mümkün diye bölünmeden ele alınmasıdır.” 1 Zorunlu, mümkün ve bölünmeden tek ve tek olanı karşılayan bir vücut yoktur; her vücut, bir nefis taşır, her vücut aracılarla ancak tek olana ulaşır; peygamber kitapla; kul, kitap ve peygamberlerle ama tek bir varlık vardır ve bu varlık, aracısız Allah’a secde eder; Allah’a secde eden ve bir tek onu kabul eden, üç tek tanrılı din tarafından ret edilir. Üçü tek tanrıda birleşir. Üçü, birde birleştiren, bir yapan, salt secde eden, ona bağlı olandır. Ama dinlerin uluslara sirayet etmiş haliyle bu Tanrı’da birleşme hali, asla bir birlik değildir, uyuşmadır. Ortak kötü, aracısız sevendir. Beyhude sevendir, hiçbir çıkarı olmayan, her türlü cezaya açık olandır; diğerleri aşka hasımdırlar, ulusaldırlar, aşkları yoktur, kavimlerinin çıkarları vardır; Hıristiyanlık ve Yahudilik İbrani köklerine sıkı sıkıya bağlıdır, ikisinin Arap versiyonu da İslamiyet’tir. Ulusal çıkarlar yer değiştirmiştir. Ekonomi ve siyasal hayatta, Allah sadece işe gelen, kavim çatışmalarında asla görülmeyen bir figüran olmuştur; böylece, birbirlerine karşı işlenen suçlar da yaratılan ötekiyle, ödül olarak cennet olarak karşılık bulmuştur: Şehit. 

İngilizce birlik (unity) bütün, beraberlik, teklik anlamına geliyor. Buradan union, birleşme, evlilik, ittifak gibi anlamlar da üretilmiştir. Sendika ve parti gibi kavramlarda birlik içinde ele alınmışlardır. Büyük Britanya birlik, bütünlük ve beraberlikten doğmuştur. İngiltere, İskoçya ve Galler, Birleşik Krallık olmuşlardır! Krallar kan bağıyla bağlanmışlardır; adaları birbiriyle kralların düğünleri bağlamıştır. Daha önce, bu krallığa İrlanda’da dâhildi.       

Evlilik de bir birlikteliktir; kadın ve erkek, şahitler huzurunda birlikte olmuşlardır. Ama bu birliktelik içinde eş kavramı itilir/ yoktur; biri karı, biri koca olmuştur. Sıfatlar birlik için bir statü anlamı taşır. Erkek; adam, Âdem’den gelendir ama kadın, Âdem’in kaburga kemiğinden gelir… 

Buradan bir ve tek olan kimse olarak Atatürk ismine de ulaşabiliriz belki.  

Ata kültürel olarak iki anlama gelir; babadır, babadan gelendir; ikincisi, babaya bağlı soydur ve soyun geldiği büyükler silsilesidir. Atatürk, Mustafa Kemal’in 1934’te kendine verdiği soy addır. Açıktır, zaman içinde Mustafa Kemal bir isme, Atatürk bir kavrama dönüştürmüştür. Buna göre Mustafa Kemal dokunulmazımızdır; tabudur, totemdir. Totem, soy ya da kabile gibi bir gurup insanın amblemi ve daha çok hizmet eden ruhudur; bu ruh, kabir ve nesneler üzerinden sembolleşebilir. Atatürk, Mustafa Kemal’in kendine verdiği ya da kendisine uygun gördüğü soyadıdır. Hatta Mustafa Kemal adıyla ilgili kimi rivayetler vardır; Mustafa atılmış, Kemal yerine Kamal ismi bile tartışılmıştır; Kamal imzasına rastlanmıştır ve dahası, Atatürk, Atatürk soyadını almadan, bir başka soyadı düşünülmüştür: Öz. Mustafa Kemal Öz, dolaşıma girmemiştir; öz’den kasıtta şu olmuştur: Öz, benlik, varlık, ana öğedir. 

Otuzlu yıllarda izm arayışları var. Yakup Kadri, Türkiye’nin bir doktrine ihtiyacı olduğunu söylüyor. Mustafa Kemal, buna gülüyor, şu yanıtı veriyor: “Donarız çocuk.” (Ab, Tanıl Bora, Cereyanlar 2022).  

Atatürk sıfatının/ kavramının geniş bir piyasası vardır. Yılmaz Özdil’den İpek Çalışlar’a ve Medeni Ferho’ya kadar bu piyasa canlı tutulmuştur hep. Özdil’in kitabında bildiğimiz, yeni öğrendiğim tek şey oldu: Mustafa Kemal, sürekli atlet değiştiriyor. Sonradan Kürtçe metinler veren Ferho, “100’üncü doğum yıldönümü” münasebetiyle “Atatürk’ün Romanı” (ABeCe yayınları, 1981) adıyla bir kitap yazıyor. Kitap, Mustafa Kemal’in doğumuyla başlar, 1922’de sona erer ama Atatürk adıyla yayınlanır, anılır, oysa 1922’de, Atatürk, Atatürk değil, Mustafa Kemal’dir: 1981 yılında, yüz elinin üstünde Atatürk adıyla kitap yazılır. Bu Kenan Evren’in emridir. Sonuç, piyasadır. Bunun bir denemesi de Nadir Sahaf üzerinden yapılabilir; 1981 yazınca, en çok kitap bu yıl için, Atatürk adıyla karşımıza çıkacaktır.  

Atatürk, adı bir ihtiyacı dile getiriyor. Her darbe olduğunda ya da darbe hazırlığında Atatürk dikkat çekiyor. Atatürk’ün ölümünden sonra 61’e kadar Mustafa Kemal’le ilgili sağlam bir neşriyat yoktur. Ki bana göre Mustafa Kemal’le ilgili hala ciddi bir kitap yoktur; biri diğerinin tekrarı olan yağadanlıklar vardır; belgesel ve filmlerde izleyeni salak yerine koymanın ötesine geçmezler. Takım elbiseyle zeybek oynayan adam, nedense ilginç gelmiştir. Ama bu, puro içen bir Churchil kadar ilginçtir!  

Büyük adam, aşklarının, ayrılıklarının, ölümlerinin toplamıdır…     

Bir politiktir. Ben ve biz, bir için ve bir içinde soyutlanmıştır. Tek bir şey istenir, bir; tek bir şeyin temsilidir; bir, Hegel’in deyimiyle efendide kendi için- varlığı aynı zamanda bilinç olarak görmektedir. Bir, hizmet ister ve hizmet eden, hizmetçi bir kişi değildir, bilinç olarak nesnedir; bu yüzden yine Hegel’in hoş ifadesiyle, “kendi asıl özü” dışa düşer. Evrenselliğin sözü bile edilmez artık: Çünkü bir, egemenin bile çok üstündedir; onun karşısında herkes ve her şey- şey’dir; bir şey! 2    

Şey nedir? Şey kimdir? Şey ne işe yarar? 

Şey, birdir ama şey, bir söz konusu olunca, bir’in gözleri için ak olur, bir’in dili için dili acı olur, bir’in dokunuşuyla kubik olur! Bir, bir hale ve türe, şey ve şeyler üzerinden gelir ve her bir, mutlaka bir şey arar; çünkü başkalarına karşıtlık için bir, şey arar, hatta öyle bir hale gelir ki şey, bir onu, herkesi dışladığını, dışta kaldığını, yabani olduğunu bile vurgular, yeri geldiği zaman, eyleme geçer.  

Gerçekte şey, gerçek olandır, varlığı kendini özümler, her yerde kendi özü olarak kalır, var olması, kendine bağlıdır. Bu onu “ayrıca” yapar; çünkü bir örter, sadece yüzeydir; bazen bu yüzeyi korumak için, sonsuz görülmeyene, büyük dula-Tanrıya bile sığınabilir. Badiou’nun sorduğu “varlık esas olarak çok mudur, yoksa bir midir” sorusu da burada karşımızda durur. Badiou, çok geçmeden varlık olarak varlığı boşluk üzerinden düşünmeye çalışır; başlar, çünkü hedef varlığın açıklığını temellendiren bir ontolojik modeldir. Burada artık, boşluk, giderek boş küme olarak karşımıza çıkar, yorumlanır: Bir olarak sayma, tutarlı çokluklar- birliği verir belki ama bu birlik açıklıktan öteye gitmez. Muhalefet budur: Boş küme ontolojik sınırdır ve her sınır, analiz gerektirir; çünkü her sınır, bir eylem geliştirir, dışında ya da içinde ama sonuç itibariyle sınır, bir diğerinden kopuştur; hakikat, kopuş fikri ya da kopuş diyalektiğiyle açığa çıkar. Hakikat, basit değildir, kararsızlıklar, ayırt edilmezlikler, sadakat onun üzerinden tarif edilir. O halde…   

Şey, ne zaman bir olur; bir ne zaman şey olur; bir, şey’in bir olduğunu yansıtır ve yaşayınca ve bunu bir kompleks ve kibre boğmayınca bir, şey olur. Çünkü şey, kendi içine yansıyandır ve kendi içinde yansıdığı oranda başkası için değildir. Birlik, burada, bunun adına, bunun için türlülükle çelişmediği, bilincin görgüye döndüğü yerdir. Burada! 

Bir nedir?  

İlk temsili belki de Platon’da aranmalıdır. İki öğrencisi, Aristo, Phlippus, onu kalp kulağıyla dinliyor. Herkes iyilik hakkında konuşacağını sanmış ama Platon matematikten, sayılardan, çizgi ve yıldızlardan söz etmiş. Konuşmanın sonunda iyilikle ilgili yalnızca şunu söylemiş: İyilik,  Bir’dir. Çıkıp gitmiş… Bu bir nedir? Kaç bin yıldır, bu bire muamma deniliyor, mit diyende var tabii…  

İlginizi çekebilir