Kenan Azizoğlu: Beni tanıdınız mı?

Merhaba sevgili, sevgisiz, umutlu umutsuz, neşeli neşesiz okurlar. Bir yazı daha çıktı karşınıza! Ama yazan kim bilmiyorsunuz…

Aslında tanıyorsunuz beni, görmüşsünüz, dokunmuşsunuz bana ama yaşadığınız ya da  yaşayamadığınız hayatta dokunduğunuz, gördüğünüz, tükettiğiniz ve  birçok şeyde olduğu gibi üstüne düşünmediğiniz ‘’şeylerden’’ birisiyim ben…

Yaşlıyımdır ha… Tamam, hemen alınmayın tarihim sizler kadar eski değil… Ama nerden baksanız 3-4 bin yıl kadar bir zamandır varım işte. 

Nice savaşlar, işgaller, ölümler, zulümler gördüm ben… zorbalar, katiller, soyguncular ile aynı zaman dilimlerinde var oldum…ne yalancılar, riyakarlar, nankörler tanıdım ben… 

Halkın yerine iktidara el koyan nice padişahlar, krallar, kraliçeler, düşesler tanıdım…emek hırsızı, süslü püslü kadınlar, koca göbekli tombalak adamlar gördüm ben… açlıkla terbiye edilenler, yoksulluk içinde geçen hayatlar gördüm ben…minicik elleriyle hayata ve annesinin memelerine tutunan bebeler gördüm… geleceğimiz denilen ancak geleceklerine el konulan çocuklar, gençler gördüm ben…

Neler, neler görmedim ki ben?

Tutankamon’u da tanırım. 

O da kim demeyin… mutlaka tanırsınız onu da… Hade hafızanızı zorlayın biraz.

Hani şu ” ölmeden önce mutlaka gidip görmemiz gerektiği” yerlerin başında saydığınız piramitleri yaptıran krallardan biri işte…

Binlerce insanın yapımı için can verdiği, taşların cesetler üzerinde sürünerek, yükseldiği o piramitleri yaptıran kral… Hani piramitlerde çalışanlar isyan etmesin diye,  içip sızsınlar diye, çalışanlara bira ‘’ikram etmeyi’’ akıl eden o dönemin ‘’patronu’’ Tutankamon işte…

O  da öldü, tıpkı zorbalıklarıyla ölümsüz olduğunu sanan bütün aptal hükümdarlar gibi. 

İnsanlar gibi fani değilim ben bu dünyada. Ben yeniden, yeniden doğarım her seferinde… ölümsüzüm ben…

Afrikalıyım, Asyalıyım, Mezopotamyalı hatta biraz Avrupalıyım.

Nedense ‘’Avrupalı’’ dememi sevdiniz sanki,  eee… biraz havalı tabii, koskoca Avrupa!

“Medeniyet’’in ve “demokrasi’’nin beşiği Avrupa. Çok önemli ve güzel bir yer! Bilirim, halkları çıkarları için nasıl sattıklarını, satacaklarını… bilirim ben onların iki yüzlü hallerini.

Aslında bu tür beşeri şeyleri çok takmıyorum ben. Hadi kendimi biraz daha tanıtayım. 

 

 Aslında yer seçmem.  Öyle “Dört nala gelip uzak Asya’dan, Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim” demem…

İşgal ettiği  topraklarda  yaşayanları kovan, katleden sonra da hiç utanmadan,  toprağın sahiplerine ‘’bölücü’’ diyenlerden değilim ben.

Yerimi bilirim;

Drenajı iyi, organik maddece zengin, kumlu-killi, alüvyal hafif yerlere bayılırım. Fazla killi, kireçli, çakıllı yerleri sevmem.

Mesela  ben sıcağı severim, soğuk yerde olamam “üşür, naz eder , darılırım.”

Eğer bir kusur ise söylemem gerekir ki biraz da yavaş büyürüm. Egoist değilim ama öyle rahatsız edilmeyi de hiç sevmem.. Su severim ama, öyle çok da tüketmem, ayda bir olsa yeter.

Kuşluk vaktini, özelliklede kuru, sıcak ve aheng içindeki rüzgarlı havalara  “yeme de yanında yat derim…”

Biraz zaman isterim büyümek için, ha öyle çok değil ya, 3 ile 4 ay yeter bana…

Tanımadınız mı hala beni? 

Susam’ım ben ya…

Han şu binbir emek ile sofranıza gelen şey… Ben ekmekteyim, simitteyim… Sadece bu kadar değil… Kah sabun olurum, kah yağ olurum. Proteinim var, kasların korunmasına ve gelişmesine yardımcı olurum. Magnezyum mineralim bile var, öyleki  kan basıncını düşürürüm…

Sözün kısası aklınıza gelmeyecek kadar birçok halta (!) yararım ben… Çiçeğim ben, hem de bakıp, doyamayacağınız türden bir çiçek…Emek verilen, emeğe nankörlük etmeyen,  emek verenleri tanıyan, onları  sevenim ben. 

 Susam’ım ben. 

Topraktan geliyorum, toprağa kavuşurum.

Not: Susamın ekimine, bakımına, gelişimine, dalından koparılmasına, fabrikada işlenmesine ve sofralarımıza kadar gelmesine aracılık eden tüm emekçilere minnetlerimle…

İlginizi çekebilir