Hüseyin Kalkan: Diyarbakır içinde bir Burhan

Devrim sürüyordu ve Burhan devrimin taa içindeydi. Devrim onun kafasında, ruhundaydı. Karamsarlığın hâkim olduğu günlerde, karamsarlıktan çıkış yolları arıyor, Serhildan günlerini hatırlatıyordu…

*

Kuzey yolcuları geçiyor gecede

Ölmüş bir yoldaşlarından

söz ediyorlar

Bir masal anlatır gibi

Usul usul

İçimizde en güzeliydi. En güzel gülen, en güzel düşünen, en güzel âşık olan, en güzel hüzünlenen. Gurbette herkesin kulağı hep Kurdistan’da, Türkiye’de idi. Ama Burhan’ın kulağı bir başka duyardı oralardan gelen sesleri. Çünkü ruhunu “o topraklarda” bırakmıştı. Birazını Diyarbakır’da, birazını İstanbul’da. Sokakları, sesleri, kokuları, insanları ismiyle özlerdi.

Doğduğu büyüdüğü Diyarbakır küçelerinden yürüyüp gazete bürosuna ayak bastığında büyük bir anlatıya da atmıştı adımını.

İçinde devrim, aşk ve ölüm olan bir anlatıya.

O günler kitle hareketinin yükseldiği, Kürt hareketinin kitlelerle birleştiği bir dönemdi. Devlet elinde ne varsa Kürtlere karşı devreye soktu. Hizb-i Kontra, JİTEM’in temeli o günlerde atıldı. O günlerde sadece Diyarbakır’da değil, Kurdistan’ın birçok şehrinde sokakları ölüm sarmıştı. Devletin örgütlediği katiller, devletin koruması altında Kürtleri öldürüyorlardı. Katiller yakalanmıyor, aksine koruma altına alınıyorlardı. Burhan, saldırıya uğradığında henüz 19 yaşındaydı.

Bu ölümle ilk yüzleşmesiydi. Diyarbakır’ın o güzel sokakları, güzel çocuğunu ölüme teslim etmedi. Yaralı kurtuldu ve ölümü yenmeyi başardı. Sadece ölümü yenmedi, devlete de nanik yaptı. İşine kaldığı yerden devam etti. Yazdı, televizyon programları yaptı. Kürtlerin sorunları üzerine düşünceler üretti ve bunları arkadaşlarıyla tartıştı.

Devrim sürüyordu ve Burhan devrimin taa içindeydi. Devrim onun kafasında, ruhundaydı. Karamsarlığın hâkim olduğu günlerde, karamsarlıktan çıkış yolları arıyor, Serhildan günlerini hatırlatıyordu.

Şöyle diyordu bir yazısında:

“Bir rüzgâr esecek, kendimizi bulacağız…

Kürdistan’daki sessizlik, Türkiye’deki yoksulluk, Avrupa kapılarında geçirdiğimiz bunalımlı yalnızlık evresinden kurtulup yollara, meydanlara döküleceğiz…

Şarkılar, şiirler, halaylar…

O rüzgâr esince hazine bulmuş gibi olacağız, küskünler, kırgınlar, kaçaklar, yorgunlar, umutsuzlar, romantikler, bıkkınlar birbirine açılan ayrı sokaklardan çıkıp o büyük meydanda buluşacağız…

Serhildan günlerinin neşesi saracak bedenimizi…

Acemiliğimizi, zavallılığımızı, cahilliğimizi toprağa gömeceğiz…

Evlerin odalarında, masa başlarında, kuytuluklarda, beynimizde, yüreğimizde sıkış sıkış kalan enerji patlayacak. Maviye kesecek her yan…

Beynimizin işgal altındaki yerleri kurtulacak kör zihniyetin egemenliğinden… Akıl almaz yaratıcılıklar, yeni fikirler, büyük projeler, usta planlamalar…

Hünerli ellerimizle bir dantel gibi işleyeceğiz devrim günlerini…

İşte o zaman bir rüzgâr esecek dağıtacak rehaveti…

Bir rüzgâr esecek yeniden kuracağız saatlerimizi…” (Özgür Politika, 22 Mayıs 1999)

Haklıydı. O karamsarlık günleri geride kaldı. Kürtler stranlarıyla, halaylarıyla tekrar indiler meydanlara. Halkıyla, gerillasıyla sadece Kurdistan’da değil, Ortadoğu’da yeni bir devrim dalgası yaratılar. Roboski katliamına Rojava ile yanıt verdiler.

Diyarbakır denilen sevgili

Burhan, sevdiği her şeye aşkla bağlıydı. Diyarbakır’a mesela. Sokak sokak, insan insan severdi şehrini. Kürtlerin kalbindeki başkenti anlatırken, o içindeki büyük sevgiyi adeta elle tutulacak kadar net görürdünüz. Diyarbakır qırıklarının hikayesini, sokaklarda tatlı satan çocukların bağırışını, sıfırcı Mevlo’yu anlatırdı. Ölesiye özlüyordu, o sokakları, bozuk yolları. Özlemini yazmaktan geri durmuyordu.

“Ülkeden dönen biri anlatıyordu. ‘Yollar bozuktu. Bindiğim minibüs yaylana yaylana ilerliyordu. Rahatsız oldum.’

Ne çok isterdik oralarda olmayı. O minibüsün içinde olmayı…

Ah ne çok isterdik…

Aidiyet duygusunu kaybediyor insan. Sanki ayaklarımızın altından yeryüzünü çekmişler de boşlukta kalmışız.

Sürgünün gri bulutlarının kararttığı yüreklerimizi o bozuk yollarda hoplatsaydık…

Acısak… Hüzünlensek… Öfkelenseydik…

Oralarda olsaydık..” (Özgür Politika, 10 Temmuz 1999)

İşte böyle seviyor, böyle özlüyordu Diyarbakır’ı.

Yıllar sonra Diyarbakır’da olmak Burhan’la olmak gibiydi. Sokaklarda dolaşırken, onun anlattığı hikâyelere dokunuyorsun. Onun özlediği sesler çalınıyor kulaklarına. Burhan’ın abisi, Aziz abi tam bir Diyarbakırlı. Adım başı biri selam veriyor. “Herkes tanıyor seni,” diye takılıyorum. Bazılarıyla beni de tanıştırıyor “Burhan’ın arkadaşı,” diye. Birkaç saat içinde ne kadar çok yer, sokak geziyoruz. Belli ki çok özlemiş sevgili kardeşini. “Bir rüya idi, bitti,” diyor.

Burhan şimdi Diyarbakır içinde uyuyor. Şehrin hemen böğründe. Sevdiği bir yerde. Evlere karşı isimsiz yoldaşlarıyla. Bir yanı Hançepek mahallesi, bir yanı Hevsel bahçeleri. Onu ziyarete gittiğimizde mahallede düğün vardı. Stranlar söyleniyordu. Davul sesleri yankılanıyordu. Hevsel bahçelerinden ise direniş sesleri yükseliyordu. Burhan’ın ruhuna iyi gelecek sesler.

Burhan Karadeniz ve Kürt gazeteciliği

Burhan Karadeniz, Yeni Ülke ve Özgür Gündem gazetelerinin Diyarbakır bürosunda çalıştı. Genç yaşına rağmen önemli haberlere imza attı. 5 Ağustos 1992 yılında işyerine giderken silahlı saldırıya uğradı. Ağır yaralandı. Tedavi için Avrupa’ya gitti. Tekerlekli sandalye kullanmak zorunda kaldı. Bu durumu onu durdurmadı. Özgür Politika gazetesinin kuruluş çalışmalarına katıldı ve bu gazetede yazılar yazdı. MED TV’de programlar yaptı. ‘Mavi Vazo’ adlı kitap programı büyük ilgi gördü. Geçirdiği bir kaza sonucu 2003’te yaşamını yitirdi. Diyarbakır’da toprağa verildi.

 

/Yeni Yaşam/

İlginizi çekebilir