Ali Engin Yurtsever: Savaşın Gerçekliği

            Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısıyla başlayıp savaşa evrilen süreçte bu durum üç ana fikir etrafında gruplaşılarak yorumlandı. Birinci grup; Rusya’nın haklı olduğu, ikinci grup Ukrayna’nın haklı olduğu, üçüncü grup ise her iki görüşten bağımsız olarak “savaşa hayır” sloganının haklı olduğu temelinde gelişti. Üçüncü görüşün, dünyada sınırların varlığının kalktığı, sömürünün her türlüsünün lağvedildiği güne kadar savaşların kaçınılmaz olacağı gerçekliğinden yola çıkarak kulağa hoş gelse bile i̇nsanların bir arada barış içinde yaşamasının bekleneceği güne kadar sadece bir dilek ve özlem olarak kalacağını kabul ederek, bu görüşü savunanların azınlık olarak kalacağını bilmek zorundayız.

         Geniş kitlelerin savaşı doğuran nedenleri araştırmadan, nesnel gerçeklikten uzaklaşarak kimin haklı olduğu veya kazanacağı üzerine yürüttüğü fikirler, somuta indirgenmemiş soyut fikir ifadelerinden öteye gitmemeye mahkumdur. Çünkü savaş gibi ağır ve politikanın silahlarla sürdürülmesi eylemi, oynanan ve taraftarlarının üzerinde iddiaya giriştiği bir karşılaşmanın çok daha ötesinde, milyonların yaşamını derinden sarsan ve yeri doldurulamaz kayıplarla değiştiren bir eylemdir. Bu nedenle bir kahinin fala bakıp gelecek üzerine yorum yapmasına benzer bir tavırdan daha çok, savaşı doğuran gerçek nedenler üzerine yoğunlaşmamız gerekir.

       SSCB’nin dağılmasıyla birlikte, kapitalizmin zaferini Fukuyama aracılığıyla ilan ettiği tek kutuplu olarak adlandırılan dünya düşüncesinin ham bir hayalden ibaret olduğu, gerçekliğin duvarına çarpınca anlaşıldı. Ancak SSCB merkezli olarak dünya çapında uygulanan sosyalizm anlayışının, genel sosyalist anlayışı temsil ettiği fikrinin başarılı bir şekilde empoze edilmesiyle ve SSCB’nin dağılmasıyla kapitalizmin karşısına maddi temeli olan kitlelerin desteğini kaybetmiş bir şekilde çıkan sosyalizm düşüncesinin savunucuları, kitlesel güçten yoksun oldukları için durdurulamaz bir şekilde vahşette sınır tanımayan kapitalizmin çarklarına karşı direnmeye devam etseler bile, yeni dönemin üretim ilişkilerini Marxizme uygun bir teorik temele ve pratiğe yansımasına dönüştürmedikleri sürece bu durum ağırlaşarak devam edecektir.

     Varşova Paktı’nın dağılmasıyla birlikte NATO’nun (özünde ABD’nin) sınırlarının doğu Avrupa ülkelerini geçerek Rusya ile birlikte Çin’in kuşatılması politikasının sınırları Ukrayna’da bitti. Politik olarak görünen bu. Elbette İngiltere’nin sessiz ama derinden süren politik anlayışını da unutmadan geçemeyiz.

   Emperyalist paylaşım olan ama dünya savaşı olarak adlandırılan iki dünya savaşını kendi sınırları içinde yaşayan Avrupa’nın, daha sonraki savaşları diğer emperyalist ülkelerle birlikte başta Ortadoğu olmak üzere diğer coğrafyalar üzerinde sürdürdüğü, bu nedenle akan kanlarda elleri olmasına rağmen bu gerçeği gizleme çabasının geldiği nokta, artık kendi kanının akmasını izlemesidir. Hayatın olağan akışı da bunu gerektirir zaten; başkasının evini yakarsanız, o yangının ateşi mutlaka sizin evinizi de yakar. Emperyalist pazarın genişleme isteğinin bedeli: bizim hayatlarımızdır, hayatlarımızın üzerinde oynanan cüzdan doldurma savaşlarıdır. Diğer yandan yıllardır ürettikleri silahların denenmesidir, pazara sunulmasıdır. Bütün bunlardan bağımsız görünen ama milyonları etkileyen politik etki de şudur: hayatlarımızın sürekli tehlikede olduğu, bunun için de iktidarların silahlanmasının ve baskı yasalarının tepkisizce karşılanmasının politik çirkinliğidir. Tepki olarak yükselen her sesi, “güvenliği tehlikeye atıyor” gerekçesiyle susturmak, böylelikle halklara karşı saldırganlıklarının önündeki engelleri kaldırmak da sevinçle uygulayacakları politikalardır.

   Bu iki yüzlülüğü elbette taçlandırmaları gerekirdi, bunu da TC üzerinden Kürtlere karşı yapmak boyunlarının borcuydu. Kurdîstan bombalanırken ve o bombaları, şişkin cüzdanlarını biraz daha şişirmek için sömürgeci devletlere satarken vicdani kaygı duymadılar, sadece “kınadılar ve endişe duydular”, oysa Rusya’ya karşı ağır ekonomik ve politik yaptırımları uygulamaya koymakta hiç de gecikmediler. Çünkü Kurdîstan’ın sömürgeleştirilmesi ve yüz yıldır savaş hali uygulanarak cehenneme çevrilmesi umurlarında değildi, ara sıra Kürtlere verdikleri ödüller, birkaç basın açıklaması ve parlamentolarında yayınladıkları “kınama” mesajları yeterliydi, nasıl olsa bunlara kanan Kürtlerin varlığı da kendilerine destek oluyordu.

    Rusya-Ukrayna savaşının yayılarak dünyayı da içine alması zor görünüyor. ABD ve Avrupa’nın yayınladıkları mesajlara bakarak savaşın bu ölçekte kalması, Rusya’nın askeri, politik ve ekonomik olarak yıpranması şimdilik hedefleri olarak görünüyor. Öte yandan Rusya’nin da bu yaptırımları göremediğini söylemek ve buna inanmak gerçekçi değildir. Ukrayna savunucularına okumaları için kısa bir not: Ukrayna’da yürürlükte olan seçim yasasına göre mecliste politika yürütebilmek için “anadilinin Ukraynaca olması” gerekiyor.

     Uzun süredir hazırlanılan bir savaş bu. Taraflar ne yapacaklarını ilan etmeden önce, olası atılacak adımların tahmin edilebildiği bir savaş bu. Rusya’nın ekonomik-politik yaptırımlara ne kadar dayanacağını zaman gösterecek.

     Her savaş gibi bu savaş da mutlaka bitecek, yenisi başlayana kadar. Bu savaşın bitiminden sonra hayatımıza yenilikler girecektir. Öncelikle yeni toplumsal ilişkiler bizleri bekliyor. Adı henüz koyulmasa bile ülkeler arasında yeni kamplar oluşacaktır. ABD ve Avrupa istemese bile karşısında Rusya ve Çin’in öncülük ettiği bir gücün varlığını tanıyacaklardır. Dünya ülkeleri, halkları adına ama halklarını ne kadar temsil ettikleri tartışma konusu olsa bile bir safta yer almak zorunda kalacaklardır. Görünen gerçeklik henüz halkların ve emekçilerin kendi birlikteliklerini sağlayarak devletlerin karşısına çıkacak güçte olmadıklarıdır. Rojava gerçekliği henüz anlaşılacak boyutta değildir. Her yeni düşünce doğal olarak eski ilişkilerin varlığının sürdüğü, diğer yandan da yeni ilişkilerin yaratıldığı dönemleri yaşar. Rojava yönetim anlayışı henüz kavranılmış değildir.

     Bu süreçte Kürtler taraflara övgü veya eleştiriyi temel politika olarak kabul etmek yerine ulusal çıkarlarını öne çıkarırlarsa gelecek kuşaklar tarafından onurla anılacak bir tarih bırakacaklardır, aksi takdirde hepimiz lanetlenmiş bir tarihin özneleri olarak gelecek kuşaklarımız tarafından anılacağız.

İlginizi çekebilir