Ali Engin Yurtsever:  Felsefe Tarihi Üzerine-6

Felsefe tarihi yazılarının başlangıcından bugüne kadar süren yolculuğunda gerek filozofların gerekse felsefi düşüncelerin tarihsel gelişime uygun olarak farklılaşıp çoğalması okuyucu açısından-konu takip edilmiyorsa-yorucu bir zihin faaliyetine ve bıkkınlık ile örülmüş bir duygu haline dönüşebilir.

Bunun nedeni konunun soyut düşünce üzerinden anlatılmasıdır, ancak insan beyni genel anlamda maddenin yansıması üzerine bir anlamda materyalist felsefi düşünceyi dile getirerek yürütülen düşüncelerle doğayı ve hayatı yorumlar.

Öte yandan felsefe bir bilim olmadığı için üzerinde çalışacağımız bir nesneye de sahip değildir. Okuyucuya öneri olarak şunu sunabilirim: felsefe pratiğinin ana görevi olarak doğru fikirlerle düzmece fikirleri ayırmak eylemine yoğunlaşıp netliğe çıkmayı hedeflemek, önünü açacaktır. Bunu da iki ana felsefi görüş üzerinden yapmak gerekir:

1- Materyalist

2- Idealist

Materyalist düşünce, maddenin bizden ayrı bir varlık olarak var olduğunu, maddenin beynimize yansıması ve fikir üretilmesi üzerinden yola çıkar, soyut başka varlıklara gereksinim duymaz. Örnek, ekmek diye bir madde yoksa onun bilincimize yansıması üzerine fikir yürütmez çünkü böyle bir madde olmadığı için bilemeyiz.

Idealist düşünce, maddenin bizden ayrı olmadığını , bilincimizde oluşarak yansıdığını kabul eder. Bunları düzenleyen bir “varlık” olduğu fikrinden yola çıkar. Örnek, ekmek madde olarak hiç yoktur ama biz bilincimizde onu düşündüğümüz için vardır.

Plüralistler: Parmendies’in açtığı felsefi düşünce, bir yol olarak tanımlanabilirse, kendisinden sonra gelen Griek felsefecilerin bir şekilde Parmenides’le hesaplaşma yoluna saptıkları söylenebilir. Çünkü Parmendies’in düşüncesinden sonra (4) dört seçenek ortaya çıkmıştı.

1- Onun tözsel varlık anlayışını kabul edip, dünyaya ilişkin deneysel araştırmadan tamamen vazgeçmek ( bu tercihi sadece Parmenides’in izleyicileri seçmiştir),

2- Onun felsefi düşüncelerini kabul etmekle birlikte, bu düşünceleri Iyonya Okulu’nun veya genel kabul görmüş düşünceleriyle bağdaştırmak veya sentezlemek ( bu seçeneği ise Plüralistler seçmiştir).

3- Onun felsefi düşüncelerini kabul edip ama bunun dışında, insanın tamamıyla gerçekdışı olmayan, mutlak bir yanılsama meydana getirmeyen görünüşler dünyasıyla ilgili olarak sadece sanılara sahip olabileceği görüşünü de benimsemek ( etik ve siyaset felsefesini tercih eden Sokrates, anlam, epistemoloji ve metafizik felsefi düşüncesini tercih eden Platon’un isimleri sayılabilir).

4- Onun felsefi düşüncelerini tümden reddederek, dışardaki görünüşler dünyasının gerçek olduğunu ve insanın bu dünya ile sadece duyular yoluyla ilişki kurabileceğini savunmak (Sofistik felsefeciler seçmiştir).

Plüralistler olarak yer alan filozoflardan, Empedokles, Anaksagoras ve Demokritos örnek olarak verilebilir.

Bunların plüralizmi bu filozofların kendilerinden önce yaşamış filozofların monist anlayışından farklı olarak varlığın temeline tek bir arkhe koymayıp ikiden fazla arkheye yönelmeleridir. Buna göre aksiyomatik plüralizm kendisini, Empedokles’te varlığın kendisinden doğduğu (4) dört kök maddeyle, Anaksagoras’ta sonsuz sayıda tohumla, Demokritos’da (atomcu okul izleyicilerinde) ise sonsuz sayıda atomla gösterir.

Plüralistler, çok sayıda temel arkhe ya da varlığın var oluşunu öne sürüp bunları gerçeklik olarak tanımladıktan sonra, değişme içindeki bütün bir çokluk ya da görünüşler dünyasını çoğul gerçekliklerle açıklamışlardır. Buna göre dış dünyadaki değişme, basit, ezeli-ebedi, ve değişmez olan ilk madde ya da öğelerin değişik oranlarda bir araya gelerek birden çok parçadan oluşan ve bu parçaların birbirleriyle bağlantılı ve ilişkili olduğunu öne sürmüşlerdir.

Empedokles: Plüralist filozofların ilki olan Empedokles, (4) dört değişmez maddenin varlığını öne sürer. Ona göre bu maddeler: toprak, hava, su ve ateştir. Varlığın değişmezliği ilkesinin kendi cephesinden yorumuna dayanarak her şeyin temelinde bu (4) dört değişmez kök-maddenin bulunduğunu, bu kök-maddelerin değişmez olup evrendeki oluş ve değişmenin, bu (4) dört öğenin karışımından meydana geldiğini savunur. Toprak su haline gelemez, su da toprak haline gelemez, öyleyse bu (4) dört kök-maddeler değişmez olup çeşitli oranlardaki karışımlarıyla, dünyadaki somut ve bileşik nesneleri yani duyusal varlıkları meydana getirirler.

Parmenides’’ in, yaratılamamış ve yok edilemez olan yani ezeli ve ebedi, niteliksel olarak değişmez olan bir arkhe tezi Empedokles’te bir olanın çoğaltıldığı şeklinde tezahür etmiştir.

Elealılar’ın bir boş mekanın var oluşu tezine karşı olarak Empedokles, (1) bir yerine (4) dört tözün varlığını kabulle, bu kök-maddelerin içinde hareket edecekleri bir boş mekan gereksinimi olmadan, birbirlerinin yerlerini alabileceklerini öne sürer. Farklı bir fikirle bu (4) dört kök-maddenin birbirleriyle birleşme ve ayrılma nedeni olarak iki kavram öne sürer, bunları Sevgi ve Nefret olarak adlandırır. Bu adlandırmayı iki ayrı güç ve bu güçlerin varlığı olarak belirler. 

Anaksagoras: Empedokles’e göre felsefe Anaksagoras’ta soyut bir hale bürünmüştür. Temel soru olarak, şeylerin değişebilseler bile özde aynı kalabilecekleri çelişik görüşüne başvurmadan duyulara görünen bildik nesnelerin varoluşunu açıklamaktan gelmesini sürmekteydi. “Hiç birşey varlığa gelmediği ya da yok olup gitmediği için duyu yoluyla algılanan nesneler’’ var olan şeylerin karışması veya ayrışmasından çıkmış olmak zorundaydı. Doğa gözle görülemeyen küçük parçacıklardan oluşmuştu, her şey daima daha küçük parçalara bölünebilirdi ve en küçük parçada bile her şeyden biraz vardı.

Anaksagoras her şeyden biraz barındıran bu küçük parçacıklara ‘’ tohum’’ ya da ‘’ filiz’’ diyordu. Bir anlamda varlığın temelinde sonsuz sayıda öğenin olduğunu ileri sürmüştür. Evrenin ilk başlangıç  halindeki arkhe kendi içinde sonsuz sayıda tohumlar barındırır, bunlar aynı zamanda her türden şekil, renk ve koku olan sonsuz sayıda tözdür. Sonsuz sayıdaki bu tohuma ‘’ spermata’’ adını vermiştir. Bugün var olan dünyanın bu ‘’ tohum’’ların ayrılıp bir araya gelmesi sonucu oluştuğu fikrini ileri sürmüştür. Anaksagoras bütün bunları sağlayan bir gücün olduğunu söylemiş ve bu güce; “nous” (akıl) demiştir. 

Demokritos: Doğa filozoflarının sonuncusu kabul edilir. Ona göre doğada var olan tüm nesneler maddeden meydana gelmişlerdir. bu maddeye ‘’ atomon’’ adını vermiştir. Bunlar küçük ve bölünemez parçacıklardır. Öyleyse bir olanın meydana getirdiği şey farklı değişik birleşimler veya düzenlemelerden başka bir şey değildir.

Doğadaki her şey maddenin bölünemez parçacıkları olan bu öğelere indirgenebilir. Bundan dolayı doğada sayılamayacak ölçüde çok sayıda şey var olsa bile, bunların hepsi son tahlilde tek bir şey türüne yani atomlara ya da maddeye indirgenebilir. Öyleyse gerçekte var olan şeyler atomlar veya maddedirler. Örneğin bir cisim ölmeye veya dağılmaya başladığında atomları etrafa saçılır ve yeni bir cismin oluşumunda yer alırlar, böylece doğada kaybolan birşey olmaz, yeniden başka şekillerde var olurlar.

Günümüzde bilim atomların daha küçük temel parçacıklara bölünebildiğini göstermiştir ve bunlara ‘’ proton, nötron ve elektron’’ adını vermiştir ancak yine ortada var olan daha küçük parçacıklardır. Dolayısıyla doğayı oluşturan parçacıklar ‘’ küçük’’ bile olsalar var olmak zorundadırlar. Doğa süreçlerine etki eden bir kuvvet olmadığını, var olan tek şeyin atomlar ve uzam olduğunu görüşünü ileri sürer.

Bu anlamda Demokritos doğa olaylarına müdahaleci bir ruhun varlığını kabul etmez, ona göre doğa hareketleri herhangi bir amaç taşımazlar, sadece mekanik bir şeydirler. Ancak bunlar raslantısal da değildirler, her şey doğanın değişmeyen yasalarına göre gerçekleşmektedir. sadece maddeci bir görüşü taşıdığı için bu yönüyle materyalist felsefi görüşçüsü olarak da tanımlanabilir.

/Devam edecek/

İlginizi çekebilir