Tekin Ağacık: Mizojini Tarihsel Süreci

İnsanlık tarihi boyunca bir sistem sorunu olarak, kadın sorunu en başta gelen sorunlardandır.  Kadın çevresinde oluşturulan çelişkiler ve ilişkiler düzeni o kadar karmaşıktır ki anlaşılması için tüm insanlık tarihine derinlikli bir bakışla bakmak gerekmektedir.

Antropoloji, mitoloji, psikoloji , din, ve politik olarak tüm yönleriyle incelenmesi sorunu bir parça daha net görmemizi sağlayacaktır. Çünkü insanlık tarihi boyunca kadın üzerinde yürütülen sistematik köleleştirme bir saniye bile durmaksızın devam etmiştir. Toplum  ahlakı siyasi bir tutum olarak kadın üzerinden yürütülmektedir. ‘’Kadın ahlaklıysa toplum ahlaklıdır,’’ devlet sistemleri ve dinler tüm bu ahlak sorunsalını kadın bedeni üzerinden yürütmektedir. Dolayısıyla toplumu baskı altına alma ve köleleştirme ilk ve sistematik biçimde kadın üzerinden geliştirilmiştir.  

Antropolojik olarak baktığımızda kadın ilk toplumlarda şamandır tanrı toplum ilişkisi kadın üzerinden yürütülür. Her ne kadar çoğu kaynaklar bu dönemi ‘’anaerkil’’ dönem olarak tanımlasa da, bu pek doğru bir tanım değildir, bu dönem daha çok ana soylu dönemdir, çünkü baba henüz çocuk doğumunda kendi payının olduğunu bilmiyor, dolayısıyla tüm erkekler dayı, yabancı olarak görülür. Erkek henüz bir yere ait değildir, onun toplumdaki görevi av ve yiyecektir, toplum üzerinde pek etkisi yoktur. Kadın aslında ilk yerleşiktir, klan işlerini çekip çevirme çanak çömlek barınak ilk olarak kadının hayata geçirdiği görevlerdir. Ancak erkek ne zaman çocuk doğumunda pay sahibi olduğunu öğrenince kölelik sistemi başlamış oldu. Toplumların köleleştirilmesi ilk kadının köleleştirilmesiyle oldu.  

Gustav Hans Graber, kadın psikolojisi; İlk Baba Sürüsü ve Erkek Egemenliği, adlı yazısında bu konuyu şöyle açıklar.“Doğurmayla gebelik arasındaki ilişkinin anlaşılması, aynı zamanda erkeğin anne olarak kadınla özdeşleştiğinin bilince varmasıyla anaerkil düzen yıkılıp gitmiş, baba çocuk üzerindeki ileri sürdüğü mülkiyet hakkının kapsamına kadını da çekip almıştır Erkeğin egemenliği altına giren kadın, onun ismini taşımaya koyulmuştur. Kadın için kölelik çağı açılmış, bu kölelik uygarlığın en yüksek aşamasındaki uluslarda bile kaybolmadan varlığını sürdürmüş ve hala sürdürmektedir.”

Yukarıda görüldüğü gibi, kadının köleleşmesine yol açan cinsiyetçi erkek sistemi sonucunda toplumlar köleliğin yolunu insanlığa açmış, bunun karşılığında egemen erk erkeğe kadına istediği gibi hükmetme hakkı vermiştir.  Erkeğin namusu kadına bağlanmış, erkeğin yaptığı tüm cinsiyetçi saldırıların nedeni kadına bağlanmıştır. Binlerce yıldır toplumların belleğine ince sistematik biçimde örülen bu algı toplumların değer yarılarını kadın üzerinden sürdürmüş, günümüzde hala en ileri toplumlarda bile sürmektedir. Bu cinsiyetçi toplumları oluşturmak için mitoloji, din, efsaneler toplumların belleğine iyice kazımak için epey güçlü bir şekilde kullanılmıştır. Çünkü bunlar ‘’tanrı isteği’’ erkeğe karşı çıkmak tanrıya karşı çıkmakla özdeştir. İnsanı kadın doğurur, ama ilk insan erkek, mitoloji ve dinlerde, yani yaratıcılık bile kadının elinden alınarak erkeğe verilmiş. 

Kadına yönelik ayrımcılığın ve cinsiyetçi bakışın tam olarak ne zaman sistemli bir hale getirildiğini M.Ö 3700’lerde Musevilerce yaratıldığına inanılan Adem’le başlar diyebiliriz, ama net bir tarih vermek gerekirse, M.Ö 8.yy. da yazılan Heseidos’un işler ve günler eserinde geçen pandora net bir tarihtir. . Babil efsanesi Lilith. Yaratılan ilk insan olarak anlatılan Adem, ( Adem aynı zamanda Erkek demek) cennette bütün hayvanların çift olduğunu görünce, tanrıya tüm hayvanların çift olduğunu kendisine de bir dişi yaratması için yalvarır. Tanrı Adem’i yarattığı topraktan arta kalanla Lilith’i yaratır. Bütün işleri Lilith’in sırtına yükleyen Adem yan gelip yatmaktan başka bir şey yapmaz, Lilith itiraz edince de kendisinin ondan üstün olduğunu dolayısıyla Lilith’in ona boyun eğmesi gerektiğini söyler. Kendisinin de aynı topraktan yaratıldığını söyleyen Lilith bu eşitsizliğe itiraz eder. Adem’in bir türlü eşitlikten anlamadığını gören Lilith cenneti terk edip dünyaya gider. Kendisine sunulan cenneti terk eder. Adem Tanrıya Lilith’i geri getirmesi için yalvarır. Tanrı meleklere Lilith’i geri getirmelerini söyler, melekler Lilith’i bulur ama Lilith, Kızıldenizle birlikte olduğunu ve yüzlerce cin çocuklarının olduğunu söyler. Bu nedenle de artık Adem’le olamayacağını söyler. Buna çok kızan tanrı meleklerini yine gönderir ve ona eğer geri dönmezse her gün bir çocuğunu öldüreceklerini söylemelerini ister. Lilith yine de geri dönmez. Lilith geri dönmeyip tanrıya ve Adem’e itaat etmediği her gün için bir çocuğunu öldürmeye başlarlar. Buna çok kızan lilith de Adem ile Havva’nın soyundan gelenlerin çocuklarını öldürmeye başlar.

İşte lohusa dönemindeki yeni doğum yapmış kadınları ve bebekleri gece gündüz bekleme inancı da oradan gelir. Lilith geri dönmeyince Adem tanrıdan ona yeni bir eş yaratmasını ister, tanrı ona adı bilinmeyen bir eş daha yaratır, bu yaratılışı seyredip çok etkilenen Adem bu eşi istemez. Ama bu yaratılan başka kadının sonra ne olduğu bilinmiyor. Daha sonra tanrı Adem’i uyutup onun kaburga kemiğinden ona Havva’yı (Eva) yaratır. Adem’e senden bir pir parçayla sana bir eş yarattım ki sana itaat etsin der. Burası önemlidir, çünkü burada artık insanlık erkekten doğmuş oluyor dolayısıyla erkek tanrıyla eşdeğer, kadınsa onun eksik parçasıdır. Kadına sadece erkeğe itaat etmesi gerektiği söylenir burada. Havva bir bakıma din yoluyla kadının köleleştirilmesini temsil eder. İkinci bir önemli noktaysa Adem kendinden olan birinden çocuk sahibi olur, burada da enses bir durum ortaya çıkıyor. Daha sonra Lilith birkaç kere Havva’yı ziyaret edip Adem’i terk etmesine ikna etmeye çalışsa da Havva Adem’e itaat etmekten vazgeçmez. En sonunda Lilith Havva’ya cennetteki elmayı verir Adem’le birlikte elmayı yiyen Havva ve Adem cennetten kovulurlar. İşte burada şeytan miti başlar. Havva’ya elmayı veren Lilith ‘’şeytan’’a dönüşür sonra dinlerde, Havva’ysa şeytanla her zaman işbirliği yapan kadındır. Yani kadın kötülüklerin anasıdır dinlerde. Bu mit o kadar güçlüdür ki tüm orta doğu Kuzey Afrika, Avrupa ve oradan Amerika kıtasına kadar etkisini sürdürmüş, günümüzdeki modern toplumlarda bile hala yakıcı bir sorun halinde devam etmektedir. Kolaylıkla diyebiliriz ki orta doğu ve Avrupa toplumlarında kadına yaklaşımı  şekillendiren Adem, Lilith, Havva efsanesidir.

Öyle ki kadından doğan İsa bile bu durumu değiştirememiştir. O dönemde yaratılış söylenceleri Antik Yunan ve Antik İsrail de oldukça yaygın kullanılırdı, insanın günahlarının yol açtığı acı ve sefaletlerin kaynağı kadınlara bağlanırdı, bunu yaparken de özellikle kadın karakterinin ne kadar zayıf olduğu ön plana çıkarılarak işlenirdi. İsrail ve Antik Yunan günümüze kadar kadının toplumdaki yerini belirlemişler. Yunanlar demokrasinin kurucusu ama kadına karşı olan cinsiyetçi bakışında dünyadaki şekillendiricisidir. İsrail söylencesi Eva (Havva) ve Antik Yunan Pandora’sı bu iki figür  batı toplumlarında çok çabuk yer buldu ve etkisini hala güçlü biçimde sürdürüyor. Öyle ki Antik Yunan da felsefe ve bilimin ileri gitmesi bile kadına olan bu nefretin etkisini ortadan kaldırmamış, kadın sadece çocuk doğuran köleden sonra gelen, köle statüsü bile yoktur. 

Pandora; Heseidos’un M.Ö 8. yy. yazdığı işler ve günler eserinde erkek ve kadının yaratılışını anlatır. Tevrat, İncil ve Kur’an da kadın ancak sonra akla gelen bir esinti gibi anlatılır, ancak Antik Yunan söylencelerinde insanların tümü tanrıya karşı geldiği için suçludur, kadınsa insanlığa tanrıların cezası olarak gönderilir. İlk erkekleri yaratan yarı tanrı Prometheus’a çok kızan tanrılar tanrısı Zeus erkekleri cezalandırmak için onları çiğ et ve yemek yemeye mahkum etmek için ateşin sırrını vermez. Prometheus ateşi gökyüzünden çalarak insanlara verir. Zeus, Prometheus’un onu kandırmasına çok öfkelenir, ve erkeklere bir armağan verme bahanesiyle onlara görülmemiş bir ceza tasarlar. Vereceği bu armağan hem erkekleri eğlendirecek hem de onları eşi benzeri görülmemiş felaketlere sürükleyecekti. Tanrıların bu ortak felaketi Yunanca (καλὸv κaκov, kalon kokan) ‘’güzel felaket’’ demek. O kadar güzeldir ki tanrıçalardan daha güzel. Heseidos aşağıda şunları söylüyor. 

Kötülük simgesi ve insanlık için büyük acılara neden olan kadın cinsi, bütün kadın sürülerinin hepsi ondan türemiş; erkeğinin zavallı fakirliğine değil, bolluk ve zenginliğine ortak olmak için ona yoldaş olan kadınlar Zeus, Olympo tanrılarına onu ‘hayvanca bir güdü ve düzenbaz bir davranış’ la yaratmalarını emreder. Daha sonra bu yaratılan armağanı Prometheus’un kardeşi olan Epimetheus’a gönderir. Epimetheus, Pandora’nın güzelliğine ve çekiciliğine dayanamaz onu kendisine eş alır. Pandora, yanında tanrıların kendisine armağan ettiği ağzı mühürlü ve tanrıların onu asla açmaması gerektiğini tembih ettikleri bir küpü yanında çeyiz olarak  getirmiştir. Küp içine şarap konan ama daha önceleri tabut olarak da kullanılan ana rahmi biçiminde toprak bir küptür. Ama Pandora bir türlü küpün içinde ne olduğunu görme arzusunu yenemez ve küpü açar. 

Ve bu kadın, elleriyle küpün o ağır kapağını kaldırmış, içindekilerin hepsini dışarı çıkarmıştır. Bu davranışıyla o, insanlığa büyük acılar yaşatacaktır.

 

Pandora küpü açmakla birlikte içinde olan bütün kötülükler yeryüzüne dağılır, ve ondan itibaren insanlar acılar içinde yaşamaya ve ölmeye, zamanından önce yaşlanmaya başlar, ve tüm yaşam boyunca felaketlere uğramaya mahkum edilir. Buradaki söylencenin bir işlevi vardır, var olan doğa toplum, kadın erkek ilişkilerini gelenekleri daha güçlü kırılmaz bir şekilde pekiştirmek. Ve buna bağlı olarak yeni gelenekler geliştirmek, toplumdaki rolleri inanış biçimlerini belirlemek. Burada erkeğe özel bir üstün statü verilmiş, onun hayvanlarla birlikte değil de özel bir yaratılma süreci yaşamış olduğunu topluma kabullendirmek. Gerek İsrail, gerek antik Yunan söylenceleri erkeği kadından ve diğer tüm hayvanlardan üstün olarak yaratıldığını kabullendirmektir. Kadın hep sonradan kötülük için yaratılan dahası hayvanlardan sonra yaratılan olarak gösterilir. Erkek, ateşi tanrılardan çalıp, ateşe hükmettiği için tanrıya yakın olarak gösterilir. O tanrılara yakın olduğu için, tanrıları kandırabildiği için yeryüzünde kadınla cezalandırılır, ve ona benimsetilen, kadını aşağılık bir varlık gibi görüp hayvandan daha aşağılık bir varlık olduğunu sürekli kadına ve topluma anımsatacaktı.  Doğayı dönüştürebilen, insanlığın devamını sağlayan kadın, erkeklerce insan olmaktan bile alıkondu. Antik efsane ve söylencelerin çoğunda erkek hep üstün dahası tanrıları kandıracak kadar akıllı olarak gösterilir. Örneğin Homeros’un İlyada eserinde de tanrıları kandıran ve Truva savaşını kazanılmasını sağlayan Odyseus üstündür, ama savaş nedeni olarak gösterilen Helen kötü olarak gösterilir.  

İlyada; Homeros M.Ö 9. yy . da yaşadığı söylense de net bir tarih yoktur. Homeros  batının ilk destanlarından İlyada ve Odisseia’nın yazarı ya da derleyen. İlyada hep bir kadın, Helen yüzünden çıkarıldığı söylenen Troya savaşı olarak bilinir, öyle ki destanın adından çok Helen ve Troya adı daha öne çıkar. Anlatılan tarih M.Ö 1200’ler, bu önemli, bu tarih aynı zamanda Dor’ların Anatolia’dan girip tüm Ege’yi ele geçirdikleri tarihlerdir. Demirin o zamanlarda bulunması Dor’lara görülmemiş bir savaş üstünlüğü olanağı tanır, Dor’lar öyle bir katliam yaparlar ki, yakıp yıktıkları yere tekrar dönüp yaşayan kalmış mı diye kontrol ederler. Dor’ların Ege’yi almasıyla birlikte karanlık çağ başlar M.Ö  1200 ile M.Ö 9. Yy. larda ne olmuş pek bilgimiz yok. 9. yy.  Helen uygarlığının ortaya çıkmaya başladığı yıllardır. İşte Homeros bu dönemlerde doğar İonia da. Yunan şehir devletleri ve Troya arasında sürekli savaş var ancak Troya ekonomik ve denizleri kontrol noktasında çok iyi bir konumda olduğu için bir türlü yenemezler. Miken kralı Agamemnon Troya’ya karşı bir türlü şehir devletlerini birleştiremez. Yunan mitolojisinde Atreus ile Aerope’nin oğlu olan Agamemnon Sparta kralı Menelaos’un kardeşidir, bunlar aynı zamanda tanrıdır. Agememnon, Troya’ya karşı güçlü bir savaş fırsatı kollarken kardeşi Menelaos Troya ile barış imzalar, işte asıl lanet Troya için başlar. Menelaos’un karısı Helen’e aşık olan Troya prensi Paris, barış anlaşmasından sonra kardeşi Hektor’la  Troya’ya geri dönerken Helen’i de götürür.  Buna çok öfkelenen Menelaos, savaşı yalnız kazanamayacağını bildiği için kardeşi Miken kralı Agamemnon’a gider. Agamemnon sonunda beklediği olanağı bulmuştur ve tüm savaş arzusunu Yunan  namusu kral karısının kaçırılması aldatmacası altında şehir devletlerini bir araya toplar.

Ve tanrılar savaşı başlar. Yunan orduları gemilerle Troya’ya doğru yola çıkmak için Avlid’de beklerken hiç rüzgar olmadığını gören Agamemnon av tanrıçası Artemis Rüzgarları serbest bıraksın diye ona bir kurban sunmaya karar verir. Kurban sunacağı kişiyse kızı İphigenia’dır. Agamemnon tam kızını keseceği sırada Artemis bir geyik gönderir onu kesmesini söyler, İphigenia’yı da alır tapınakta rahibe yapar. Ve rüzgarları serbest bırakır. (Bu hikaye neredeyse İbrahim’in oğlu İsmail’i kurban etmesiyle aynı) rüzgarların serbest bırakılmasıyla Troya’ya doğru yola çıkılır. Homeros on yıl süren savaşın son elli gününü neredeyse her anını anlatır. Tüm yaşanan onca vahşeti kötülüğün nedenini bir kadın, Helen’in çevresinde örer. On yıl süren savaşta bir türlü zafer elde edemez tanrılar. Sonunda bir ölümlü insan olan İthaka kralı Odysseus tahta bir at yapıp içine savaşçıları yerleştirip, elde edilemeyen zaferin hediyesi gibi Troya’lıları aldatır, Troya’lılar atı şehrin içine alır ve Troya düşer. Diğer destan olan Odissea da Poseidon’un ölümlü Odysseus’un tanrıların başaramadığı şeyi başarmış olmasına ve kurulmasına yardım ettiği Troya’nın yıkılmasına çok kızar ve Odysseus’u yirmi yıl denizlerde kaybeder. Bu destan da yine verilmek istenen erkeğin tanrılara yakın olduğu, ve kötülüklerin kaynağının kadın olduğu.  Erkek tanrılardan daha zeki ve kurnaz gösterilmiş. Zafer sonrası Agamemnon yanına Troya kralının kızı  Cassandra’yı da alıp Miken’e döner. Agamemnon’un kızları İphigenia’yı kurban etme teşebbüsü ve yanında Cassandra’yla dönmesini sindiremeyen Agamemnon’un karısı Clytemnestra, sevgilisi Aigisthos’la birlikte Agamemnon’u öldürür. Odysea da, Odysseus ölüler diyarında Agamemnon’la konuşur. Agamemnon nasıl öldürüldüğünü anlatır. 

”Çok kurnaz Odysseus, tanrıya denk Laertes oğlu,

gemilerimde alt etmiş değil Poseidon beni

uğursuz yellerin azgın soluğunu salıp üstüme,

beni düşman adamlar da yok etmiş değil karada,

Aigisthos’tur hazırlayan bana ölümü ve eceli,

o öldürdü beni hain karımın yardımıyla,

evine buyur etmiş oturtmuştu beni sofrasına,

öldürdü yemek yerken, boğazlar gibi ağılda bir sığırı.

Ben yürekler acısı bir ölümle böyle öldüm işte

Burada, Agamemnon’un kendi kızını nasıl boğazlamak istediği, binlerce kadın, çocuk, erkeği nasıl katlettiği  tamamen unutulur, Agamemnon’un istediği kadını aldığı da bir kenara bırakılır, ona kadının yaptığı kötülük anlatılır. Savaş sonrası binlerce Troyalı kadın öldürülür, binlercesi de köle yapılır. 

Troyalı kadınlar; Euripides M.Ö 480. Euripides, Troya savaşı sonrasında Troyalı kadınları anlatır, Troyalı Kadınlar tragedyasında. Troya savaşı sonrası Troya’lı kadınların yaşadığı acıları anlatır. Euripides çağdaşlarına göre yerleşik geleneklere karşı duran ve çağındaki kadın yaklaşımını eleştiren ilk tragedya yazarlarındandır. O nedenle Platon’dan Aristoteles’e bir çok filozofun gelenekleri bozuyor eleştirilerine maruz kalsa da, hayranlıklarını yine de gizleyememektedirler. Europides, Atina ve Sparta arasında yaşanan Peleponez savaşı sırasında yazmıştır Troyalı Kadınlar tragedyasını. Europides döneminin erkek kahraman anlayışının aksine, savaşlarda kadınların yaşadığı acı ve yıkımı anlatmış, dönemin erkek egemen sisteminin eleştirisini yapmıştır. O dönem erkek o kadar egemendir ki, erkekler arası aşk bile yüce görülmektedir, kadınsa sadece bir çocuk doğurma aracıdır. Akhileus erkek sevgilisi olan Patrokos Hektor’ca öldürüldükten sonra öfkesinden deliye döner ve Hektor’u düelloda öldürür. Euripides’in Medea tragedyasında oyunun baş kişisinin ağzından erkek egemen sistemin ne kadar kabullendirilmiş olduğunu görürüz. 

Tüm akıl ve hayat sahibi yaratıklar arasında

  Biz kadınlar en zavallılarız 

İlk olarak iyi bir fiyata koca, hatta bedenimize bir efendi satın almalıyız …

Her şey iyi gider kocamız da hayatı bizimle paylaşırsa ve boyunduruğunda da şiddet yoksa 

Kıskanılacak bir hayattır bu. Öteki türlü ise ölelim daha iyi. 

Bir erkek evde olanlardan sıkılınca, Gider kalbinin yorgunluğundan kurtulur, 

Fakat bizim bakmamız gereken bir adam vardır yalnızca 

Onlar cephede ölümle yüz yüzeyken 

Bizim evimizde tehlikesiz bir hayat sürdüğümüzü söylerler 

Ne kadar da yanılıyorlar. 

Ben bir çocuk doğurmaktansa üç kez savaş meydanlarında olmayı yeğlerim.

 

Görüldüğü gibi kadına biçilen rolü açıkça göstermektedir. Yukarıda Agememnon’nun ruhu Odysseus’la konuşurken karısı Klytaimnestra’ya lanet eder ve her kadının Odysseus’un karısı Penelope’nin sadakatini ve namusunu över,  ( Odysseus Poseidon’ca cezalanırılır yirmi yıl denizlerde kaybolur, karısı onu yirmi yıl bekler) karısı ne kadar iyi olsa da ona güvenmemsini söyler şu sözleriyle. 

“Leartes’in oğlu şanslı Odysseus… ,Kesinlikle çok erdemli bir eşle evlendin.

Ikarios’un kızı masum Penelope’nin kalbinin ne kadar da güzel olduğu kanıtlandı, ne de güzel hatırında tuttu Odysseus’u, evlendiği adamı. 

Bu yüzden erdeminin şöhreti hiç unutulmayacak ve kocasını öldüren Tyndaros’un kızının da kötülükleri, ondan daha erdemli olsalar dahi kadın milletinin kötü şöhreti üzerine nefret şarkısı söylenecek erkekler arasında”

 

Ataerkil düzene uyduğu ve o düzenin sürmesi için kendini yok saydığı sürece kadın sadece bir anne olarak var sayılır, ama kocasına ve düzene sadakat göstermiyorsa hiçbir şey sayılmamaktadır. Diğer yandan sayısız kadınla beraber olup, Troya savaşı sonrası Cassandra ile dönen Agamemnon’u öldüren karısı Klytamnestra oğlu Orestes’in suçu Apollon’ca Athena tapınağında savunulur. 

Anne dediğin kadın, çocuğa hayat veren değildir, anne, babanın döllediğini,

Koruyup besler yalnızca. Kadın kısmı, erkeğin çocuğunu, geçici bir süre

Emanetçi gibi- taşıyandır, çocuğu yapan ise erkek kısmıdır, koç, boğa,

Her neyse. Anne, babanın hayat verdiği çocuğu baba için, taşır, doğurur, o kadar 

Hemen ardından Athena’nın Zeus’un kafasından doğduğu savunulur. Çünkü Zeus karısı Metis’i yuttuğunda Athena baştan aşağı silahlarla donanmış olarak doğar Zeus’un kafasından. Athena, Orestes’in babasının öcünü almasını suçsuz bulur. Athena’nın erkek egemen sistemi destekleyen sözleri şöyledir.  

 

“Bir anne doğurmuş değil beni, hayır, tümüyle babamdan olmuşum, babamın kızıyım ben ve her şeyin erkekçesini severim. Bu nedenle, kocasını, evin efendisini öldürmüş olan kadından yana ağırlık koyamam, hayır!” (Aeschylus, 2010: 146)

Belki de ‘’babasının kızı,’’ erkek gibi kadın’’  bu etkinin sonucunda toplumlarda erkek egemen sistemin kabul görmesinden geldi. Antik Yunan döneminin en demokrat tiranı olsa da Perikles şu sözleri söyler ‘’gerçek bir Atinalı olmak için tek şart düşman güçlerle savaşmak ve ölmektir der ‘’(Davis, 2010: 86). Bu anlayış günümüzün ırkçı devlet anlayışının temelini atmış olmalı, çünkü erkek için daha sonra savaş ülke korumaktan çıkıp bir şan şöhret aracı haline geldi. Ölürse ‘’şehit’ kalırsa ‘’kahraman ‘’ ilan edilmeye başlandı. Erkek egemenliğinin kahramanlık için çıkardığı savaşlarda kadınlar ve çocuklar için üzüntü acı ve akla gelebilecek her türlü kötülüktür. Kadın için savaş çocuklarının ölmesi tecavüz ve her türlü kötülüktür. Euripides, bir yandan savaşın kadınlar üzerindeki ağır etkisini gösterirken, hayatta kalan kadınların ölenleri kıskandığını gösterir çünkü hayatta kalmak tecavüz işkence kölelik ve kötülüklerin yaşamı boyunca sürmesi anlamına geliyor. Erkeğini kaybeden kadın kazanan yan da olsa bile yaşamı boyunca kocasının yasını tutmak ve tüm yaşamında daha dikkatli olmak zorundadır. Yenilen yanın kadınlarının yaşadığı dramı tahmin etmek zor değil, buradan bakınca. Euripides, savaşta yenilen Troya kralı Priamos’un karısı Hakuba’ya  kızının öldürüldüğünü duyunca gelini Andromak, öldürülen Polyxena’nın kendilerinden daha mutlu olduğunu söyler, çünkü köle ve ya tecavüze uğramayacak. 

Bak anne, açık sözlülük değil bu;

Dinlersen, söyleyeceklerim sana teselli gibi gelecek,

Ölen, bence hiç doğmamış olana eştir,

Ve ölüm, ezilerek yaşamaktan iyidir elbet (Euripides, 2008: 30).

Antik yunan da çoğu tragedya yazarlarının erkek kahraman aksine Euripdes’in kahramanları kadınlardır. Savaşlarda kadınların yaşadığı yıkımı anlatmış, kadınların yaşadığı yıkımı en çıplak biçimiyle anlatmıştır. Öyle ki olay kahramanları sürekli geri kalan yaşamında hangi düşmanın kölesi olacağını düşünür bu acı içinde düşünürken bir yandan da ölen eşlerinin yasını tutarlar. Tragedyanın bütününe baktığımızda olay kahramanı kadınların statüsü ne olursa olsun hepsinin acılarının aynı olmasıdır, köle karısından kral karsına kadar. Euripides tragedyası bize şunu gösterir, bütün savaşların en ağır kaybedeni kadınlardır. Antik dünyadan günümüze doğru baktığımızda neredeyse bir milimetre bile kadın için değişmemiş, oluşturulan tüm ahlak yasaları sadece kadınlar için geçerli olmuş. Erkeğin aldatması toplumca hoş karşılanmış, ama aynı durum kadın için çoğunlukla ölümle ya da daha büyük acılarla bitmiş. Bir kadın erkek tecavüzüne uğrasa bile suçlu hep kadın ilan edilmiş, çünkü mitoloji ve dinlerin çoğunda kadın erkeği baştan çıkarıp cennetten attıran şeytan olarak anlatılmış. Kadın, cennette bile sadece erkeğin cinsel gereksinimini karşılamak için gösterilmiş, buna göre bakarsak, cennetteki kadını böyle gören erkek, dünyadaki kadını hiç olarak görüyor. Kadının hep suçlu ilan edilmesi bu mitolojik ve dini söylencelerin uzantısıdır, ve günümüz dünyasını hala etkisi altında tutmaktadır, ve her geçen gün daha da vahşetini arttırmaktadır. 

Toplumların politik, ahlaki, bireylerin birbiriyle olan ilişkileri ve kadının konumunun bugün ki halinin nedenlerini anlamak için, önce o toplumun mitolojisi söylenceleri ve bunların üzerinde gelişen din anlayışına önce bakmak gerekir. çünkü bugünü şekillendiren geçmiştir, geleceği şekillendirecek olan da bugündür. Tarihte Solon yasaları olarak bilinen yasalar tiran Solon M.Ö 630- 560. Kendinden önceki tiranın ağır yasalarını kolaylaştırmak için değil daha ağırlaştırmak için çıkarmıştır. Ve o da kadın bedeni üzerinden askeri emperyal bir güç elde etme amacıyla tarihin ilk genelevini kurmuş, fahişelik yapan her kadını devlete vergi ödemek zorunda bırakmıştır. Solon için tarihin ilke pezevengi diyebiliriz, çünkü ondan sonraki devletler özellikle deniz kıyısı ve limanlara genelev yaptılar, limanlara uğrayan denizciler üzerinden ticarete dönüştürdüler. Ve bu toplumların çoğuna baktığımızda gelenekçi tutucu ve evlilik dışı ilişkiler tanrı buyruğu olarak yasaktır, ama devlete vergi veriyorsa, askeri emperyal bir güç sağlıyorsa ekonomik anlamda hiç durum öyle olmuyor. Bu durum günümüzde hala çoğu ülkenin en büyük askeri emperyal gelir kaynağıdır. Bir diğer gizlenen yanıysa kadına her türlü yasağı ahlak değeri olarak koyarken, erkeği bu değerlerin dışında tutmak, dahası teşvik etmek. İnsanlık her ne kadar ilerliyor olsa da, bu ilerleme görülebilir olarak erkek için geçerlidir, kadın için daha görecelidir. M.Ö 1760’lı yıllarda Mezopotamya da ortaya çıkan tarihin günümüze ulaşabilen en eski yasaları olan Hamurabi yasalarına baktıkta, kadın için günümüzden daha demokratiktir. Kadına tecavüz için şöyle bir madde var Hamurabi yasalarında ‘’bir kişi bir kadına tecavüz etse ölüm cezası ya da erkeklikten men edilir’’. Yasalar, toplumun iyiliği için ortaya çıkmaz çoğunlukla, devletin, egemen erkin suçları çoğaldıkça yeni yasalarda eklenir toplumu baskı altında tutabilmek için. Ama bu yasaların çoğu kadın yaşamını bire bir baskı altında tutmak için, aile yaşamı, aile birliğinin korunması, aile ahlakı gibi, hepsi kadına yüklenmiş durumda. Çünkü var olan devletin aile anlayışına göre ailenin korunması egemen erkin korunmasıdır.  

İnsanlık mitolojisine baktıkta neredeyse tüm kültürlerin simgesinde erkeklik simgedir ya bir boğa, ya bir koç, kartal, ve ya kurt. Bunlar hepsi üremenin bereketin simgesi olarak görülür. Her gelen yeni din var olan kadın karşıtı geleneklerin üzerine yeni gelenekler ekleyerek kadın üzerine gerilen zinciri daha da sıkılaştırmış, toplum artık bunun dışına çıkamamıştır. Orta çağ Avrupa’sında cadı avı 1450 ile 1750 yılları arasında üç yüz yıl sürdü. Bir kadını cadı ilan ederseniz kurtuluşu yoktur, direk suçlu görülürse ölüm kesindir, ama şüphe varsa nehre atılır, ölürse suçsuz, nehirden yüzer çıkarsa bakın cadı olduğu için kurtuldu denerek yine öldürülür, ne olursa olsun ölüm sonucu kesindir. Halbuki orta çağ Avrupa’sında Meryem ana kültü oldukça popülerdi, buna rağmen kadın hiçbir şekilde insan olarak görülmezdi. Yine bu dönem derebeylerinin kendine hak saydığı ilk gece hakkı diye bir şey ortaya çıktı, yeni evlenen gelinle ilk gece derebeyi birlikte olurdu, ve toplum o kadar kabullenmişti ki tanrı buyruğu gibi. Kısacası var olan söylence, mitoloji, ve geleneklere, bir de din katılarak daha ağır bir biçime getirilmiştir. Derebeyliğin yıkılmasıyla burjuvazi gelmiş, burjuvazinin gelişiyle birlikte kadınlar artık üretim hanelerde fabrikalarda toplu ölümlerle karşı karşıya kalmıştır. Günümüz kapitalist modernitesi her ne kadar kadın haklarını daha önemsiyor görünse de, aslında bu görünümün altında daha ince bir emek sömürüsü yatmaktadır. Çünkü kadın emeğini daha ucuza satın alıyorlar, kadının tek başına kendi emek gücüne güvenerek yaşamını sürdürmesi hala çok zordur. 

Türkiye cumhuriyetine baktıkta, Osmanlı da hiç sayılmayan kadının yaşamdaki yerini neredeyse devralmıştır. Yarı feodal yarı burjuva bir kesim yaratılmış, bunlar da Mustafa  Kemal’in çevresindeki bir avuç elitlerdir, kadını yanlarlında adeta bir süs gibi taşımışlardır. Her ne kadar seçme seçilme hakkı verilmiş olsa da kadının yaşamda belirleyici herhangi bir rolü olmamıştır. Cumhuriyet tarihine bakınca kadın eksenli, kadının belirlediği hiçbir gelişme yoktur, çıkarılan her ana yasa tamamen Türk kesime hitap edecek biçimde çıkarılmış, ayrı yaşam biçimleri olan diğer halklar itiraz ettiğinde kan ve şiddetle bastırılmıştır. İşte kendi çelişkileriyle doğan cumhuriyet, tam da bu bulantılı döneminde Kürt katliam ve asimilasyonuna başlamıştır. Katliam sonrası katliamdan sağ çıkan Kürt kadınlarına yönelmiş, küçük kızları yine babalarını annelerini katleden askerlerin evlerine evlatlık verilmiş, diğer yandan kız yurtları açılmış asimile politikasına hız verilmiştir. Trajedi o kadar ağırdır ki yukarıda sözünü ettiğimiz Euripides’in ‘’Truvalı Kadınlar’’ tragedyasını da geçmiş durumda aradaki üç bin yılı düşünürsek onun on katı ağır bir trajedidir. Bursa da karşılaştığım Kayseri doğumlu annesi Dersim’li olan biri annemi ayrı ilk kocasını ayrı illere vermişler ve bir daha birbirini bulamamışlar, demişti. Yani evli çifti başka illere vermişler. Kadın kıyımı adeta kurban gibidir, ilk kurban kesilmeden önce kimse kurban kesmek diye bir şey bilmezdi insanlık tarihinde, yani tanrılara kurban sunma geleneği gibi bir şey yoktu. Kadın katliamı da böyledir ilk kadın katledildiği zaman buna ses çıkarmayan diğer insanlar, zamanla bunu bir gelenek haline gelmesini sağlar. Türkiye’de de bu böyledir Cumhuriyetin o ilk yıllarında onca kadın katliamına sessiz kalanlar bunu olağan bir durum haline gelmesini sağladı, sonuç olarak AKP rejimine gelindiğinde artık hiçbir kadını yarını garanti değildir. Her an kocası, babası, kardeşi, hasta ruhlu bir erkek, eğer biraz demokrasi ve ya insan hakları savunuyorsa devletin onu katletmesine maruz kalabilir. AKP iktidarı döneminde kadın katliamı her yıl katlanarak artmaktadır, ama bu kadar kadın katliamının olduğu bir yerde nedense herhangi sağlıklı bir rapor yoktur. İlk kadın katliamıyla ilgili veriler ancak 2008 yılında tutulmaya başlanmış, yani kadın kurumları da bununla ilgi sağlıklı bir çalışma yürütmemiş. 2008 – 2018 yılları arasında 3 bin 82 kadın cinayete kurban gitmiş. 2019 da 474 2020 ile ilgili henüz sağlıklı bir bilgi olmasa da ilk 7 ayda tüm yılları geçmiş durumda. Ve hiç biri hakkında ciddi bir adalet takibi yapılmamıştır. Dahası AKP vekili Şirin Ünal’ın evinde Nadira Kadirova’nın öldürülmesi açık bir cinayetken hiçbir soruşturma açılmamış üstü örtülmüştür. Türk illerinde kadın cinayetleri koca, sevgili, baba kardeşlerce işlenirken Kürdistan da devletçe işleniyor.  

Türk rejiminin Kürdistan da özel savaş yöntemleri 2014 İŞİD ile birlikte yeniden Kürt kadınına yöneltmiştir. Bir yandan silahlı güç ile yönelirken diğer yandan popüler kültürünü Kürdistan da Kürt kadınlar üzerinde yaymaya çalışmaktadır. Diziler, içi boş yaşama özendirme, çarpık aşk, alkol uyuşturucu, fuhuş bizzat devlet eliyle Kürdistan da oluşturduğu özel gruplarca yapılmaktadır. Tüm Kürdistan illerinde bu özel kirli savaş yöntemlerine başvursa da özellikle, Dersim, Amed gibi iller pilot bölge olarak seçilmiştir. Bu özel psikolojik savaşta Kürtlerin yaşamına rızası olmadan girip kimliksizleştirme sonucu ele geçirme planlanıyor. 2014 yılında İŞİD canileriyle birlikte binlerce Êzîdî Kürt kadını kaçırmış, köle pazarlarında pazarlamış, binlercesi kurtarılsa da binlercesinin hala akibeti bilinmemektedir. Dahası o kadar pervasızlaşmış ki Ankara’nın göbeğinde köle pazarı kuracak kadar. Bu pervasızlığı batının iki yüzlülüğünden alıyor, batı onca vahşete rağmen Türk devleti karşısında hiçbir zaman cılız bırakılan sesler dışında ciddi bir duruş sergilememiş, her zaman pazar kaybetme kaygısıyla yaklaşmıştır. Türk devleti önceden beri muhaliflere karşı, kadın üzerinden sindirmeye  yönelik şiddet taciz, ve tecavüzü bir devlet politikası olarak sürdürmekteydi, yani sistematik bir politika. Devlet muhaliflere karşı yaptığı suçları örtmek için kurduğu derin yapı eliyle bu kirli işlerini yürütmektedir. Yapılan taciz, tecavüz belgelense bile herhangi bir ceza uygulanmıyor, çünkü devlet bunlara koruma güvencesi vererek tüm bu pislikleri yaptırıyor. Dahası tecavüzcüler  ödüllendiriliyor. Türk devleti 80’li yıllarda yükselen Kürt hareketini sindirme amacıyla cezaevlerinde rehin tutulan Kürt kadınlara yöneldi, yapılan taciz ve tecavüzlerin dünya da eşi benzeri yoktur. Tecavüz edilen kadınlar tecavüz edildikten sonra çırılçıplak soyulup koğuşları dolaştırıyorlar. Amaçlanan korku ve sindirme yaratarak Kürt hareketini sindirme ve yok etme. 80’ler de pek dillendirilmese de 90’lı yıllardan sonra bu taciz tecavüzler görünür olmaya başladı. 1997 ile 2018 yılları arasında toplam 601 gözaltında taciz, tecavüz başvurusu olmuş. Taciz tecavüz suçu işleyenlerin, 381’i polis, 119’u asker,jandarma, 31’i özel tim, 22’si korucu, 62’si infaz koruma memuru, 4’ü itirafçı, 1’i gazeteci, 24’ü adli suçlu, 1’i belediye başkanı, 1’i adliye görevlisi bekçi, 34’ü diğer kamu görevlileri, 104’ü İŞİD’li. Geçmişten günümüze baktıkta, Türk devleti bu üniformalı tacizcilere karşı hiçbir işlem yapmamış. Bu da net olarak gösteriyor ki, tüm bu taciz, tecavüzler devlet eliyle oluyor. 

Musa Çitil’den Musa Orhan’a tecavüzcü Türk devleti. Musa Çitil, Derik jandarma komutanıyken 13 köylünün katledilmesinden sorumlu. Musa Çitil 29 Haziran 1993’te 16 yaşındaki Şükran Aydın’a gözaltında tecavüz edip hiçbir işlem yapılmadan serbestçe dolaşmaya devam ediyor. Daha sonra tümgeneral ve en son Jandarma genel komutan yardımcılığına kadar terfi ettiriliyor. O günlerde bugün Musa Orhan olayında olduğu gibi hiçbir işlem yapılmıyor, aksine basına yansıtanlar hakkında işlem yapılmıştı. Türk devletinde tüm adalet arayışları tükenince, dava AHİM’e götürülüyor ve Türkiye suçlu bulunmuştu. Bu gün Musa Orhon’a verilen beraat kararı eskiden olduğu gibi Musa Çitil’e beraat veren aynı devletin kirli adaletidir. Bunun gibi binlerce örnek verilebilir, merak edenler ‘’Gözaltında cinsel taciz ve tecavüze karşı hukuk bürosu’’nun verilerine bakabilir. Bu verdiğimiz iki örnek sadece filmin bir karesi, Türk devletinin kadın üzerinden sistematik olarak yürüttüğü taciz tecavüz politikasını bütüne bakmadan anlayamayız. Türk devleti bu adice suçluları koruyarak taciz ve tecavüzleri üstlenmiş oluyor, ve bundan en küçük utanç duymuyor. 

İlginizi çekebilir