Suna Arev: Yeniden Sedat Pınar; Bir Yalnızlık Yazısı-2

Güzel Dağ Sokağı: Yola bakan penceresi ince ve uzun; hani rengi kahverengi olsa neredeyse bir tabutu andıracak. Sedat,o tabutta bir ceset gibi yolun karşısındaki otobüs durağına bakıyor. Her on dakikada bir dolup boşanan yolcular arasında ömrünün 63 yaşında hayatına aldığı, çocuğu gibi sevdiği ismin E halini, yolcular arasında anasının memesine kavuşmak gibi arıyor, onu bekliyor…

Güzel Dağ Sokağı’nın sağında ve solunda iki büyük halk bahçesi var. Bir zamanlar halka kapalı sadece Dükleri ağırlamış bahçenin ihtişamlı anıtları hüzünlü duruyor. Bu iki bahçe arasındaki kıvrımlı yollarda Sedat, dünyanın o en sefil, o en yoksul adamının yırtık papuçlarına kardeş olmuş, üşüyen, çakıl taşlarında incinen, kanayan ayaklarına bir tek bu bahçeler ‘Ahhh’ diyebilmiş; bir tek o bahçeler şahitlik edebilmiş. Almanya, bu olayı boğazında bir yağ gibi geçirerek yutar Sedat, bunu biliyor zaten kimseyle ilişkisi, dostluğu da yok, fakat daha annesinin ölümünün üç günlüğü verilmeden alelacele düğün yaptığı hayatına ortak ettiği  ismin E halinin başka bir adama kaçtığını bütün aşiretine nasıl anlatacak  memleketine nasıl gidecek, açlığın savaştığı o kupkuru bedeninin sırrını kime anlatacak?

Geri gelirse şayet, başının üstünde taşıyacak taşımasına da pirler, dervişler yurdu ona ne diyecek? Orada onu tanıyanlara ne diyecek? Bütün bu sorular ömrünün sonuna kadar, bedeninde onu kemiren bir kurt gibi dolaşacak…

Günler geçecek, geceler de…bir gün anlık sevdalar da, gerçeğin kapısından boynunu yerlere kadar eğerek geçecektir, hakikat kendine ait olmayanı tuzla buz edecektir. İsmin E hali, mutlu mu?Almanla kısa birliktelikleri, anlık hazdan öteye gitmez, adamın doğru dürüst bir işi yok, bizim E hali de köyden geldiğinden bu yana bir adım ileri gitmemiştir; her şeye aç, çevresindekilerin deyimiyle de ‘a sosyal…’  İsmin E hali sosyal yardımın katkılarıyla kendine üç odalı bir  ev tutmuş, kızıyla yalnız yaşıyor, ara sıra Alman sevgilisi  kızını görmeye gelip gidiyor, anlaşamıyorlar, hiçbir ortak noktaları yok. Kadına göre adam, “çulsuz, parasız ve alkolik…” Bizimki sonradan görme, bindiği attan saniyede düşüyor, bazan kadın toplantılarına o bölgede örgütlü kadınlarla geliyor. Acınası bilinçsiz, anlattığı (yalan hikayesiyle, tabi hikayesinde Sedat hiç yok) kimse de onu dışlamıyor, aksine herkes elinden geleni yapıyor, yol yordam sunuyor, her şey  bir yana, aslında o da bir kurban…Yoksulluğun boynunu giyotine uzattığı acınası bir kurban. Buraya kadar her şeye amenna, her şeye Eyvallah… Kimse kimseyi sevmek zorunda, değil, ömrünü sevmediği biriyle çürütmek zorunda hiç değil. Eyvallah, fakat birini kullanmak emeğine çökmek, kişiliğini tamamen ele geçirmek de alçaklık değil de nedir?

İşte bir sabah ismin E hali, bir çocuk arabasını sürükleyerek Sedat’ın kapısına dayanır. Masum, sarışın dünya güzeli bir kız  çocuğunun ağlaması o sefil eve yaşamın varlığını sunar.

E hali, Sedat’la birlikteyken Alman’dan hamile kalmıştır; hangi yüzle Sedat’a gelir demeyin; Sedat’ın dişlerini saymış onu tüm benliğiyle ele geçirmiş.

Öyle bir hışımla Sedat’a yürüyor ki ; Ben giderken bu çocuk karnımdaydı, bu çocuğun babası sensin ve sen bize bakmak zorundasın, seni aşiretinin önünde rezil ederim memlekete gidecek yüz bulamazsın…” diyor. Daha da neler neler saydırıyor, çocuğun masrafları için biraz para kopartıp gidiyor.

Sedat, ilk zamanlar bu olayı sindiremez elinde tapu gibi ayrı ayrı hastanelerden alınmış ölü spermlerinin raporları vardır. Kırgındır, üzgündür, yaralıdır bir o kadar da yalnızdır.

Parasından dolayı arada bir kapısını çalan ismin E halinden başka kimse de yoktur. Bir çorba yapar, bir iki güzel laf eder biraz para tırtıklar çeker 15 km uzakta tuttuğu evine gider. Sedat, bu gelip gitmelerde, küçük bir bebeğin yavaş yavaş büyümesine tanık olur, bebeğe alışır onu sever, gelmediği günlerde onu özler, o cimri, o var yemez Sedat, bir çocuğun çıkarsız sevgisine, onun kucağına ellerini kavuşturmasına çocuklar gibi muhtaçtır.

Gülabi, baskıdan ve  acıdan biraz daha modern olan Sedat ismine dönüşmüştü.  Sedat, artık başka bir ırmağın hatta bir labirentin içinde dönen ‘Cano’ ismini almıştı. Bugün olmazsa yarın Sedat’ın mal varlığının hatırına  isminE hali, o iki ismide eski bir kapı gibi yerinden sökmüş Gülabi ve Sedat’ı öldürmüş yerine ona ‘Cano’ ismini vererek yeni bir kapıdan içeri almıştı. ‘Cano’ adı kulağına hoş geliyordu, sevimliydi hem böyle bir hitabı ona hiç kimse kullanmamıştı. ”Cano…”. Cano aşağı , Cano yukarı, bir Cano’ya Sedat bin can vermez miydi? Bir dokunmaya, sıcacık bir yatağa, onun sahte bir öpmesine Sedat,dağ gibi parasının eteklerinden yavaş yavaş tırtıklanmasına kör, sağır hatta dilsiz kalmaz mıydı?

“Cano, biz geldiik, babayı özlediiik…” Cano’lu yıllar yavaş yavaş Sedat’ın banka kartının kadının eline geçmesini sağladı. Sedat’ın harçlığı  bile kadının insafına kalmıştır. Altı aylık izin dönemlerinde Sedat, memleketine hep  yalnız girmektedir. Biletini kadın alır, canı isterse dönüş biletini de kendisi ayarlar, cebine ölmeyecegi kadar parasını da o koyar.

Sedat, aşiretin içinde Gülabi, olur gururla başı dik dolaşır.

Koynunda bir hazine vardır, bir çocuk fotoğrafı, her önüne gelene gösterir: ”Eyy ehli cemaat, hele toplanın gelin, gelin de dünya gözüyle görün bu benim kızım, bu Cano’nun kızı, bu benim benim beniiim” diye haykırır, acı çığlıklar atar…İsmin Ehalinin, çirkinlikleri olmasa bir çocuğu sahiplenmek ne güzel bir duygudur aslında.

Oysa herkeste gerçeği biliyor, dudak altından gülüyorlar. İsmin E haline yer olan bu adamın ailesine, kardeşlerine karşı ucuz kahramanlıklıklarını tiksindikleri gibi biliyorlar.

Erzincan’da Sedat’a ait katlı bir ev var…Bodrum katında oğlu ile birlikte yaşayan yakın bir zamanda açık kalp ameliyatı olmuş bir kızkardeşi kirada oturuyor…yoksul gelirleri de yok. Cano, ismin E halinin emriyle “Ya kirayı yükseltirsiniz, ya da evimden defolup gidersiniz” diye tehdit ediyor ve  kızkardeşine ağıza alınmayacak küfürler ediyor. Ayrıca şiddet uyguluyor. Öyle ki kiralarını biçtiği fiyatla ödeyemeyen bu yoksul ana oğulu eşyalarıyla sokağa atıyor. Ne de olsa o artık ne Gülabi’dir ne de Sedat, bugüne bugün o artık “Cano” olmuştur.

On yıllar da Cano, için böyle gelip geçer, Gülabi de, Sedat da, Cano da aynı sefalet içinde bir deri bir kemik tükenmektedir. Yine cimri, yine varyemez, yine üstü başı per perişandır.

Korona Günleri

Körün istediği bir göz ismin E halinin kötülüğüne olmuş iki göz…

Korona günleri, dışarıda acayip bir kapitalist propaganda, insanlar patır patır ölüyor, herkes izole Cano, Güzel Dağ Sokağı’nda iyice yalnız. İsmin E hali de gelmiyor, ”salgın var, hastalık var, gelemem diyor.  Kızımız var, ama istersen sen yanımıza gel, sana bakarım, ya da burada bok içinde ölürsün, yaşın olmuş 90, bu daha iyi günlerin…” Sedat, kadının Almanla kaldığını genç kızın sık sık “Papa” (baba) demesinden biliyor. İlk zamanlar gitmek istemiyor, sonra kadın bir biçimde Sedat’ı ikna ediyor.

Bir zamanlar,  yakışıklı uzun boylu Sedat Pınar, adında bir genç bu eve bir bavulla ne hayallerle girmişti ve hatta ilk zamanlar ailesinin yoksulluğuna bile derman olacak herkesi kurtaracaktı. 60 yıl sonra elinde yine bir bavulla iki büklüm, mezar başında sallanan selvi ağacı gibi kadının arkasından Cano, olarak gidecekti.

Oturma odasında adi bir koltuk yatağa dönüştürülmüştü. Kadın Cano diyor, ağzından bin Cano çıkıyor. Bir oda genç kızın, bir oda kadının ve hayat arkadaşının. Kızının babası Alman ile artık uzun zamandır birlikteler, adam git gel yapmıyor, temelli kalıyor. Kız Sedat’a ‘Opa’ ( dede) demektedir. (Alman da Sedat’ın kadının ilk kocası olduğunu biliyor.) Dedeye iyi bakıyorlar, çorba içiriyorlar. Alman bütün gün evde yemek yapıp Sedat’a bakıyor, kadın çalışıyor.

Alman, Cano’yu traş etmiş bir güzel giydirmiş. Kadın da iki de korona aşısı yaptırmış Cano’nun kemikten koluna.

Üç kişilik Türkiye, bileti de kesilmiş, sıra bütün tapuların kadına geçmesi için bir imzaya kalmış.

İşte üç kişilik bir uçak koltuğu cam kenarında Sedat, ortada genç bir kız, kenarda ismin E hali.

Şimdi sıra trilyonluk arsalar, evler dükkanlar, Türkiyebankalarında faiziyle biriken paralar da. Ata dede malları her şey satılacak…

Sedat Pınar, 90 yaşında akli dengesi yerinde mi, yaşından dolayı teste tabi tutulması  gerekmez mi? Hadi kendi emeği neyse de ata dede malları da dahil nasıl olacak? Onun da çaresi var kadının kardeşleri, yeğenleri tüm geniş aile seferber olmuş onlar da kan kokusu almış sırtlanlar gibi ellerine geçecek paraları bekliyorlar.

iktidardan yana bir mafya emlakçı bile bulunmuş. Avukat da hazır masrafları Sedat Pınar’ın banka kartı anında yetişip cevap verecek…

” Merhaba ,deyip elimi uzattığımda elimde hissettiğim kemikten başka bir şey değildi” ilk yazımdan.

Gülmenin , esnemenin  hatta cesaretin bulaşıcı olduğunu biliriz fakat bu eve varyemezlik sefaletde bulaşmış, doğru dürüst düzgün bir eşya yok Sedat’ın yatağına iti bağlasan durmaz.

Sedat oturma odasında, 93 yaşında boylu boyunca uzanmış yatıyor. O şimdi Gulabi…İsmin E hali kadın zengin, hem de çok zengin, kızının babasıylada artık hep beraberler; paranın kokusu Almanı da yerlere sermiş. Alman da paranın hatıran kadına yaranmak için etmediği yalakalık bırakmıyor. Sedat’ın acıyla biriktirdiği paralarından bütün kardeşleri faydalanıyor. Alman ise ismin e halinin arkasında kuyruğunu bir kemik için sallıyor.

Oturma odasında, adi bir koltuk yatağa dönüştürülmüş, içinde bir deri bir kemik kalmış tam 94 yaşında bir adam uzanmış ve oradan inilti sesi geliyor. Katliam gibi, savaş gibi, tertele gibi, sürgün, askerlik gibi, açlık illede açlık gibi,  gurbet gibi bir ses:

Heyy vahh heyy,heyy vahh heyy”diye acıyla duyulan bir ses, bir  inilti…

Gülabi mi, Sedatmı, Cano mu her kimsen, kim?

Sen öl artık; lütfen öl artık, lütfen…

İlginizi çekebilir