Suna Arev: Perdeyi arala, camı kır

Yağmurlu havalarda çocukluğumuzun vazgeçilmez şarkısıydı;

Yağmur yağıyor

Seller akıyor

Arap kızı

Camdan bakıyor.

Çocukluğunda Türk müfredatında bu şarkıyı bilmeyen,duymayan yok gibidir .

Evet , çocuklar cıvıl cıvıl dışarıda ve çamurlar içinde oynuyor ki dünyanın en mutlu çocukluk anlarıdır, belleğin silinmez en derin hafızasındaki yıllardır…Her şey masum, her şey saf ve temiz.

İyi de neden Arap kızı camda, niye Arap kızı diğer çocukların arasında değildir de hep camdan bakıyor? Sokakta oynayan çocuklara neden katılamıyor diye soramadığımız zamanlar…

Arap kızı sadece camdan bakıyor, Arap kızı inmez, çocuklara karışamaz, Arap kızı yalnız, Arap kızı arkadaşsız, Arap kızı  kimsesiz, Arap kızı silik, içine kapanık, oyun yerine tırnak kemirir belki de… 

Dışarıdakilerin arasına karışmaz karışamaz. Onun payına düşen camdan acıyla bakmaktır, yaşıtı çocuklara. Neden mi? Çünkü o bir Arap…Muhtemelen anası da bu camlı konakta beyaz önlüklü bir hizmetçidir. Hamarat,  sessiz sedasız, boynu bükük elleri önüne kenetli emre amadedir. Babası da efendilerine mal taşıyan bir hamaldır belki de…Taze, dalından yeni kopmuş meyveler, sebzeler ,etler ,sütler ballar taşıyordur efendilerine… kim bilir? Kızı camdaki trajedi olunca ötekinin de aklına herşey geliyor işte…Akla başka gelen ne olsun.

Şarkının yurdu hangi kent bilinmez fakat dışarıdaki çocuklar kesinlikle beyaz. Yani ari ve üstün bir ırkın çocukları. Onların hakkıdır gülüp eğlenmek.

İlkokul sıralarında bu şarkılar bize ezberletilirken, penceredeki Arap kızının dramını bir oyunla savuşturan sistemi sorgulayacak ne bilincimiz vardı ne de gücümüz. Neticede bizler de beyaz çocuklar arasında başka bir cam arkasındaydık. 

Kürt, Ermeni, Çerkez, Laz, Alevi , Süryani, Ezidi ve daha diğerleriydik. Biraz büyüdük… Sonra okullu olduk…’’Ali ata bak ! Ayşe topu tut’’ olduk..

Bir Robinson Crusoe vardı,  ders sıralarında ne saygı duyulası adamdı o; tek başına ,batan bir gemide kurtulan bir yiğit, belki boyu kısacık ama bize dev olarak gösterilen, bir tahta parçasına tutunup ıssız bir adada, hayatı yeniden yaratan, hayvanı evcilleştiren, buğdayı eken düştüğü adada takvimi unutmayıp bir gün kurtulacağını umut eden o örnek Robinson  Crusoe…! 

Buraya kadar her şey mükemmel. Ya sonra ,kendini vahşi hayvanlardan koruyan Crusoe, sonra insandan korkup korunmaya başladı..Yamyamların elinden genç bir çocuğu kurban edilmekten kurtardı…Onu kendi kanatlarının altına aldı..Genç , siyah deriliydi;  ölmekten , eti yenilmekten kurtulmuştu Robinson sayesinde fakat bundan sonra onun için başka bir ölüm ömrünün sonuna kadar sürecekti. O yüce Robinson !  Gence Cuma , adını verecek  ve ilk emrini buyuracaktı.

“Bundan sonra bana EFENDİM  diyeceksin”

Robinson beyaz, Cuma siyahtı …Robinson ırkçı, Cuma mazlum bir öteki..

Robinson efendi, Cuma köle…Robinson ezen bir Narsist, ırkçı bir faşisttir. Güç ve irade de Robinson ‘dadır. Cuma ‘öldürülseydi ,özgür ölecek başı dik gidecekti fakat öyle olmadı, hergün Cuma ‘ya Robinson ‘için tanrı tarafından gönderilmiş bir köle olduğu öğretilecek ve o buna inanacaktı. Cuma ‘tanrıya bile neden beni köle olarak seçtin? diye de soramayacaktı…

Daniel Defoe ‘ bir İngiliz yazar .Robinson Crusoe ‘adlı romanı o kadar çok satmıştır ki ,bir yılda 4. baskısı yayımlanmıştır…

Bir, Arif Nihat Asya vardı ünlü çok ünlü şair!!!

Bayramlarda seyranlarda, hali vakti yerinde kendilerine biraz özgüvenli çocukların okuduğu  gırtlaklarını yırtarcasına. Arif Nihat Asya’nın”Bayrak” şiiri

Şiirin ikinci kıtası adeta savaş suçu gibidir. Bayrağa seslenerek der ki:

Sana benim gözümle bakmayanın

Mezarını kazacağım

Seni selamlamadan uçan kuşun

Yuvasını bozacağım

Son kıtasında da atalarına özenerek , kanlı kılıcını kuşanır yeni topraklar istila etmenin hevesiyle koşar.

Nereye dikilmek istersen

Söyle seni oraya dikeyim…

En önemli eseri Bayrak şiiri , Edebi akım: Türkçülük

Şaka gibi; zavallı kendi halinde gökte uçan kuş ,gagasında yavrularına yem taşıyan kuş, sırf selam vermeden uçan kuşun yuvasını yıkacak bu ırkçı zihniyet , camdan bakanlara neler neler etmezdi ki?

Her sabah ardımızda başlayan okul günleri:

” Türk’üm doğruyum çalışkanım… “

Türk değildik ,ama doğru, ama çalışkandık neye yarardı ki ,açtık  ve güven içinde değildik.

Ziya Gökalp vardı Diyarbakırlı Kürd,  ‘dönme’ ki  en tehlikelisinden…Camı kır ve dinle!

Turan’ ın bir ili var. Ve yalnız bir dili var

Başka bir dil var diyenin.

Başka bir emeli var, ( kuşanın silahları, akıtın kanlarını) emir ki bir dönmeden.

Ekmeklerimizin üzerine salça sürüp bizi sokağa salan annelerimizin Kürdçe’den başka dili de yoktu ki..Sonra Nihal Atsız, Faruk Çamlıbel,Ömer Seyfettin…Vatan ,millet, Sakarya…

İktidar için, kardeşlerini hatta çocuklarını bile öldüren anlı şanlı padişahlarımız..Vay anam vay günlerimiz…

Ve korku egemenliği…Ve kan…

” Bütün Türkler birgün  ansızın delirecektir!

O zaman Tanrı Türk’ü değil, sizi korusun”

Evet, her gün deliriyorlar…hergün canımızı alıp kanımızı akıtıyorlar…

Kadim halkların yurdu  ” Anadolu” dağa taşa yazılmış militarist sözlerle dolu..

” Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın bu toprak kimin yurdu”

Evet kimin yurdu? Zorla zapt edip zorla kılıç zoruyla Müslüman ettiğin kimin yurdudur?

Sen kanla gelmeden önce ” kimler var idi” bu yurtlarda…

Tek din,tek ırk ,tek toprak..”.Ne mutlu Türk’üm diyene ” ötekinin canı cehenneme…!!!

Eyy öteki “Perdeyi arala camı kır “şimdi…

Yok yoksul , kerpiç duvarı evlerin kireç badanalı duvarlarında asılı bedava posterler…

Mustafa Kemal, Nazi subaylarının üniformasıyla…Sonraları 12 Eylül generalleri, aynı üniformalarıyla…Sonra Ecevit  ve ‘Kıbrıs Çıkarması’. 6 oklu…Sonra Ali kucağında Hasan, Hüseyin, yanında Fatma…Ali yakışıklı, Hasan ile Hüseyin ise masum…Fatma, peçeli yüzü hiç görünmez posterler…Hepsi bedava ama hepsi…Yer sofralarında taş kemiren çocuklar…

Camı kırıp dışarı akan çocukların kanlı ,ağıtlı cenaze törenleri…

“Her gün ansızın deliriyorlar “

Sadece birkaç evde bulunan televizyonlar, yere soğuğa çömelmiş ağızları bir karış havada türk filmleri izliyorlar…Malkoçoğlu, Atilla, Kahpe Bizans…Cüneyt Arkın, çok güçlü  Kartal Tibet ‘de öyle…

” Bir Türk cihana bedel”

Erkek oyuncular çok yakışıklı, kadınlar çok güzel…

Vay sümüklü Hemo’nun haline ,vay kara Fatma ‘nın haline vay ki vay…

Sonraları renkli televizyonlar,bütün oyuncular çok güzel, hemde zengin…Hizmetçileri ,bahçıvanları, şoförleri tüm cahil cühela Kürdler  ,hepsi kıro! Hatta tecavzcü bile..Coşkun’un yerini almıştır .Öyleki evi başına yıkılmış zorla göç ettirilmiş bu Kürd batıda ekmek derdine değil de uçkur derdine düşmüştür..( Bol da ödüllü bir film)…

Bütün iyiler Türk, bütün güçlü ve zenginler Türk…Pavyonların arka masalarında kadınların şivesi bozuk, bir Rum, bir Ermeni, bir Dersim’li Türk’ün kirli yataklarında etleri meze…

Evleri başlarına yıkılmış ,camların arkasında kalmış küçük kız çocuklarının büyümüş pavyon halleri( şimdi haklarını yemeyelim burası doğru)…Eski Türk filmleri…
“Birgün ansızın delirecekler…”
Evleri yıkıp,yakacaklar,köyleri boşaltıp ekmeği talan edecekler İsa ‘dan önce doğdukları bu topraklardan sürülecekler…Gittikleri her yer bir cehennem ,bir Arap kızının camdan bakışıdır artık..

“Birgün ansızın delirecekler”

Yılmaz Güney, Çirkin Kral, kadim halkın Evladı.. Bir taş var elinde …diyor ki:

” Camı kır ,kuşu uçur…” Bu faşistler ”ansızın delirdiler.”…

Şimdi her yerdeler…

İlginizi çekebilir