Suna Arev: Atatürk’ün misyoneri Sıdıka Avar ve Dersimli kurbanları

Darmstadt Luisen meydanında, sıcak bir haziran günü, meydan hınca hınç dolu. Bir banka oturmuş emekçi arkadaşların kahve çağrısına konuk oluyorum…Aralarında 81 yaşında Türkçeyi mükemmel konuşan bir Kürt kadın var…Türkçe dil kullanımının bütün kurallarına hakim…Ayrıca giyim kuşamıyla da döneminin modern görselliğini gözlere sunuyor..

1940 Dersim doğumlu; Yeter Karataş. Pülümür Meydanlar bölgesinde at sırtında dolaşarak kız çocuklarını toplayan Sıdıka Avar tarafından çocukken alınmış, Elazığ Kız Enstitüsü’nde Türkçe eğitime tabii kılınmış bir kurban aslında. Ancak o bunu bilmiyor…

Sıdıka Avar ve onu yönlendiren Atatürk’ten bahsederken sevgi, saygı ve övgüde hiç kusur etmiyor…Onun için Elazığ Kız Enstitüsü dönemi 81 yıllık yaşamının en mutlu, en güvenli yılları.. O döneme ve onlara hala sonsuz minnet duygusu içinde…1972 ‘de ayak bastığı Almanya ‘daki yaşamı köy yaşamından kat be kat daha iyi olduğu halde yine de tüm kelimeleri dilinden ‘ah Elazığ, vah Elazığ’ diye dökülüyor..

Elazığ nere? Elazığ, Dersim’in ağzının içi…Hani çıksanız Harput’a Nurretin Uygur’un yaptığı Battal Gazi heykelinin sol eline tutuşturulan, ucu kırılmış kılıcının yanında durup baksanız karşı dağlara işte oradan Munzur Dağları’nı göreceksiniz. Ki orada kulak kabartırsanız eğer, acılı yardım çığlıklarını da duyarsınız. Zira orada gömülmemiş ölüler var ve üstleri boyanmış yalan ejderhalar dolaşmaktadır…

Gözleriniz kayar Elazığ’a, taa içine bakarsanız Buğday Meydanı’nda kurulu darağaçlarını görürsünüz… Seyit Rıza asılıdır; ak sakallı Evladı- Resul… 7 darağacı kuruludur ve ak mintanlı Dersim önderleri hala asılıdır orada…Mahşerden önceki zamana kazılmış…Görülmeden de gidecekleri yok. Onlar asılırken Elazığ’ın taşına toprağına haber salınır…İbreti-alem diye gelin de eşkiya görün(!) diye. Devlet- i Ali’nin ölümcül gösterisi.

Pelte köyünden Dursun’lar da gider…Emir ki büyük yerden…Asılanlar Kızılbaş (dinsiz, imansız, kitapsız ve de peygambersiz). O, 7 kişi ki, cennetin anahtarını Sünni İslam tebasına boyunlarına geçirilen iple altın tepside sunacaktır…

Dursun ,namazında niyazında olan, hatırı sayılır toprağa da sahip biri Elazığ’da. Kırım olunca Dersim ‘de bütün Kuzova salma sahipsiz davarlarla dolmuş. Kafirin malı da helal! Herkes de faydalanmış.

Dursun dedi ki; “Haber salındı dağa taşa, kalktık gittik mahşer yeri Buğday Meydanı’na. 7 kişi asılıydı. Seyit Rıza, ak sakallı yaşlıydı. Tek tek baktım hepsine…bizim gibi insanlardı…gidip bir gencin önünde durdum ( Reşik Hüseyin)… bunca saç ağarttım da ben böyle bir genç görmedim, o ne kaş, o ne gözdü öyle ? Dedim ki kendi kendime Kızılbaş tamam da, kıyılır mı bu yiğide? O gün bu gündür, rüyalarımın resmidir Hüseyin…”

Bizler mi? Dursunların tarlalarında boğaz tokluğuna çalışan Dersimli ırgat işçiler…Dersim, Elazığ’ın ağzının içi. Dedem Gollo Turso ,Karaçor’dan Harput Ermenilerinin mangallarına meşe kömürü taşımış at sırtında. Hatırı bilinir toprağı da bu sayede edinmiş. Sonrası ise talan. İlk çiftesini buradan almış zira Osmanlı’ya güven olmaz. Zira, Osmanlı’ya asla sırt dönülmez. Zira Osmanlı’yla konuşurken bile parmak çiftenin tettiğinden asla çekilmez…

O Osmanlı ki 40 bin Kızılbaş’ın kanını akıtmış. Taa 1500’lü yıllardan başlayarak kan döke döke ilerlemiş. Osmanlı kan, Osmanlı katliam, Osmanlı kuyulara doldurulan kafa demek…Korku, zulüm, cehennemin dünya hali Osmanlı…

Fakat Dersim güvenli, yalçın kayalı, ulu ve tanrısal ırmağı var. Osmanlı’da kolay kolay giremiyor, kızıl kanı akıtamıyor…Orada hala Gılgameş, Kureyş mintanıyla dolaşıyor. Sümer mitolojisinin canlı hikayeleri var o kadar bakir, o kadar dokunulmamış…

İşte anlı ve de şanlı Cumhuriyet kuruldu… Cumhuriyet Dersimliye bir umut, Cumhuriyet artık öldürülmemek demek; huzur, ekmek, korkusuzca yaşamak demek…Cumhuriyet artık Osmanlı’nın kanlı kılıcını gömmek demek… Bunu umut ediyor Dersimli.

Eller tetikten çekilmiştir, korunmaya da gerek yoktur…ne isyan vardır aslında, ne de Cumhuriyet’e bir başkaldırı… Asker de verirler devlete, vergi de..

Ama yetmez bunlar, Osmanlı’nın devamı Cumhuriyet’e .1915’teki Deyrizor yollarındaki Ermeni kıyımı başarılı olmuştur. Ermeni’lerden sonra şimdi sıra Kızılbaş’lardadır…

Enver, Talat ve Cemal’in kanlı ellerini Atatürk tutmuştur…Dersim, Türk’ün adına temizlenmelidir.1920’lerde başlayan planlar, 1937 ve 1938’de devreye sokulur. Resmi açıklamalar bu mazlum halkın durumunu; 13 bin 160 ölü ve 1200 zorunlu sürgün olarak belirtse de sonuç çok daha vahimdir.

Atatürk’ün manevi kızı ve Cumhuriyet’in ilk kadın savaş uçağı pilotu Sabiha Gökçen Dersim halkının üzerine bombalar yağdırır. Kadın pilot bir başka trajedidir ki kendisi bir Ermeni yetimidir… Savaş denir de  (hangi ülkeye karşı savaş, sorusu sorulmaz resmi tarih kitaplarında).

Atatürk ,Hitler ‘e ilham olmuş milliyetçi bir kaynak…Öldürerek bitiremediklerini asimile ederek yok etme planları yapar…Bir halkı yok etmenin, kökünü kazımanın yolunun kadınlardan başlayacağını, bu sayede yok edeceğini iyi hesaplayacak kadar da zeki biridir.

Sıdıka Avar, İstanbul Cihangirli bir öğretmen. Küçük yaşta anne ve babasını kaybetmiş, kardeşlerine anne ve babalık etmiş fedakar bir kadın. İzmirli kadın mahkumlara okuma yazma öğretecek kadar da cesaretli. Atatürk’ün araştırması sonucu Sıdıka Avar makama çağrılır. Atatürk’ün karşısına çıktığı vakit bir yaprak gibi titriyormuş. Atatürk, bu ufak-tefek kıza, ”Bana, senin gibi `misyonerler´ lazım.” demiş. Sonra da fikirlerini açıklamış. Genç öğretmen Doğu’ya gidecekti. Orada Türkçe bilmeyen genç kızları toplayacaktı. Onları Türklük potasında yetiştirecek, eritecekti. Sonra bu çocukları birer ışık huzmesi (!) altında köylere gönderecekti.

Sıdıka Avar’ın göğsüne hem de Atatürk tarafından bir Türklük ünvanı, etiketi yapıştırılmıştır. Asimilasyon elbette mükemmel olacaktır. Çünkü etiketin yapamayacağı hiç bir şey yoktur.

Sıdıka Avar Elazığ’a gelir. Elazığ, Dersim’in ağzının içi. Paramaz’lardan sonra faşizmin en güçlü kalesi konumunda…At sırtında köy köy dolaşır. Daha çok yetim kız çocuklarını toplar. Yaşları 6 ile 12 yaş arasıdır… Bir hamura şekil verilecek yaşlardır o yaşlar.

Elazığ Kız Enstitüsü’ne toplanan kız çocukların, önce bitlenmiş gür saçları, usturaya verilir.

(Kitaplar çocukların neden yetim ve bitli olduğunu sormaz.). Hoş kokulu sabunlarla yıkandırılıp, en güzel ve temiz elbiseler giydirilir. Sabah kahvaltı, öğlen ve akşam sıcak yemekler yedirilir o çocuklara. O yetimlere tayin edilmiş bakıcılar şefkatli ve koruyucu anne rolündedirler. Çocuklar mutlu ve güvendedirler…

Hatta bu iyi insanlar olmasa, onlar da yaşamayacaklardır. Ve her şey bedavadır…İstenilen tek şey şudur; Kürtçe konuşmak yasak ve tehlikelidir. Yeryüzünün en güzel dili Türkçe, en güzel dini İslamdır. Türkler Allahın en sevgili kuludur…Atatürk en büyük kurtarıcımızdır….O olmasaydı bütün Dersim halkı da ölmüş olacaktı…

/Devam edecek./

İlginizi çekebilir