Osman Aytar: Affet bizi Hasankeyf, seni koruyamadık!

Hesenkêf, Heskêf, Hiskêf veya Hasankeyf, sana ne desek diyelim, artık on yıllardır büyük laflarla planlanıp, tüm protesto ve eleştirilere rağmen inşa edilen Ilısu Barajı’nın sularına tümüyle gömülmen an meselesi. 

Yeni bir yıla girmek üzereyken, bilmeni istedim, o çaresiz çığlıklarını senden binlerce kilometre uzaklıktaki Stockholm’de kalp ve ruhumun derinliklerinde hissediyorum. 

Sen de biliyorsun, daha önce de tarihsel ve kültürel mirasımızın birer büyük değerleri olan kardeş yerler baraj sularına gömüldüler, devletin sorumsuzca tutumları nedeniyle tahribatlara uğradılar. Özellikler Keban Barajı ve Atatürk Barajı’na gömülenler hatırlardadır. Zeugma halen de kalplerimizde ve ruhlarımızda kapanmayan yara.

Türkiye devletinin biz Kürt ve Kürdistanlı’ların tarihsel ve kültürel miraslarına hiç de ‘dostane’ bakmadığı bilinmektedir. Bu anlamda başka bazı benzeri ülkelerde de görülen geleneksel inkarcı ve asimilasyoncu bir zihniyetin önemli bir rolü vardır denilebilir. Ama sorunun sadece bununla da sınırlı olmadığı söylenebilir. 

Benzeri baraj ve çevreyi etkileyen büyük projeler konusunda, Türkiye devletinin sürdürülebilir bir kalkınma anlayışına sahip olmaması Türkiye’de de benzeri bazı sorunlar yaşanmasına neden olmuştur ve en son olarak Kaz Dağları ve Kanal İstanbul konularında hazırlanan planlar de böylesi bir anlayışın ürünüdürler.

Senin o köklü varlığını tehdit eden Ilısu Barajı’nın durdurulması için Kürdistan, Türkiye ve uluslararası alanlarda şimdiye kadar önemli tepkiler gösterildi. Özellikle baraj yapımının tarihsel ve kültürel dokuya vereceği zararların Kürdistan’da, Türkiye’de ve uluslararası alanda yarattığı tepkiler başta olmak üzere belli bazı nedenlerle bazı uluslararası şirketler belli dönemlerde yapım konsorsiyumlarından çekildiler, ama çok geçmeden yenileri oluşturuldu. 

Dicle’nin kıyısında adeta bir yaşayan tarihi müze konumunda olman ve o muhteşem güzelliğin nedeniyle geçmişteki benzeri projelerden daha fazla duyarlılık oluştu. Bazen projenin iptal edilmesi veya değiştirilmesi konusunda hoş rüzgarlar da esmedi değil, ben de bu hoş rüzgarlar nedeniyle umuduna hep koruyanlardan oldum.

Bilirsin, 1991’de İstanbul’da Medya Güneşi tarafından yayınlanan Kürdün Makus Talihi ve Güneydoğu Anadolu Projesi başlıklı kitabım başta olmak üzere özellikle GAP ile ilgili yazılarımla; televizyon, radyo, seminer ve benzeri platformlarda dile getirdiklerimle defalarca sana ve senin gibi değerli miraslarmıza yönelik tehditleri ifade ettim, tartıştım, uyardım ve umutlarımı dile getirdim. 

Benim gibi nice Kürt ve Kürt dostu da, çevre dostu da acılarla haykırdılar. Türkiye devletinin sorun Kürt ve Kürdistan olunca tarihsel ve kültürel mirası daha fazla hiçe saydığını bilmeme rağmen, yeni fermanlar, yeni hawarlar yüreklerimize alevler düşürmesin diye; Cizira Botan, Kürdistan ve duyarlı insanlık Hasankeyf ve onun sakinlerine ağlamasın diye, gözyaşlarımız baraj sularına akmasın diye umudumu yine de korudum, belki de korumak istedim.

Ama hepimiz tekrar yanıldık, daha doğrusu devlet bizi yanıltmadı ve inadına projeyi sürdürdü. Peki ne için? Ömrü en fazla 50 yıl olan bir yatırım için yüzyıllara meydan okuyan, onlarca uygarlıklara yuva olmuş, adeta Dicle’nin Cizira Botan gerdanlığı olan seni kurban etmek istedi hep. 

Baraj yerinden insanların göçü ve yeni yerlerde bunların yerleştirilmesi, kültürel ve toplumsal özellik ve yerlerin tahribatları, doğa tahribatı gibi baraj inşaatı ve su toplanmasından önceki problemler, su altında kalan tarımsal alanlar, su altında kalan ormanlık alanlar, doğal yaşama yönelik tahribatlar, su yoluyla doğaya dağılan değerli maddelerin azalması, suyun azalması, tropikal ve alt tropikal hastalıkların artması, erozyonun artması, suyun kontrol sorunları, toprakta tuzlanma ve çölleşme gibi çok uzun bir listeye bile sığınmayacak sorunlar görmezlikten gelindi.

‘Kurtarma’ adına yapılan komikliklere yenileri eklendi. Bir minareyi, bir mağarayı, bir kümbeti, bir tarihi evi, güzelim bir köprüyü, ve daha nice değerleri nasıl kurtaracaksın? Binlerce yıl orada, birçok uygarlıklara ev sahipliği etmiş o yapıları tümden kurtarmak mümkün mü? Devlet yine yaptığını yaptı, sadece müzelerde sergilenecek bazı ‚taşınabilir‘ değerleri ‘kurtarıldı’, tıpkı Zeugma’da olduğu gibi. 

Senden binlerce uzaklıkta, Stockholm’un soğuk ama kalplere sıcaklık saçan bu sonbahar gününde, 2020 yılına saatler kala, tüm çabalarımıza rağmen kalbimin ve ruhumun derinliklerinden diyorum: AFFET BİZİ HASANKEYF, SENİ KORUYAMADIK!

Ama bu da yeni yıl sözümüz olsun, seni hep o ihtişamlı görünümünle kalp ve ruhlarımızda yaşatacağız o nazlı Dicle’nın sularına gömülsen de; umarım yarının özgür ve demokratik Kürdistan’ında, yani senin binlerce yıl kucağında olduğun güneşin ve ateşin ülkesinde seni yine yeryüzüne çıkarır, sevgi ve gözyaşlarımızla yaralarını, yaralarımızı sararız.

Sulara gömülsen de Dicle’mızın tılsımlı sularının seni koruyup kollayacağı, yaralarını sarmalayacağı inancıyla yeni yılını tüm kalbimle kutluyor; sana ve bizlere bu acı ve gözyaşlarını yaşatanlara inat diyorum: 

Sen güzelim Dicle’mizin
Cizira Botan gerdanlığı,
bu hislerimi,
bir veda değil,
bir içten özür,
bir çaresizlik çığlığı,
bir ahdi vefa,
bir kadim sevgi
ve de geleceğe uzanan
bir sıcak umut
olarak kabul et,
ne olur Hasankeyf… 

İlginizi çekebilir