Oktay Candemir: Köprü Sürgünü

Kaymakam Erkan Taşyapan,, son model jipiyle köy meydanına giriş yaptı. Arkasındaki koruma ve diğer personeli taşıyan araçların da ona ayak uydurması ile köy meydanında hortumu andıran toz bulutları oluştu. Toz hortumları âdeta birbirini sen bir kenara çekilsene, sıra bende dercesine sağa sola itiyordu. Meydanda tam bir toz bulutu kavgası yaşanırken, Kaymakam Bey son model siyah takım elbisesi ve ayakkabısı ile siyah jipinden iniş yaptı.

Korumaları öyle bir gürültü çıkardılar ki bütün köy, Kaymakam’a ulaşmak, dokunmak istiyor zannedersin. Hâlbuki gerçek hiç öyle değildi. Sevgili Dorutaylılar, en az yüz metre ötede durmuş, büyük bir sakinlikle devlet heyetini bekliyordu.

Yavaş adımlarla konuşma yapacağı alana ilerlerken, arada durup sağa sola bakıyor, her konuyla ilgiliymiş gibi izlenim yaratıyordu. Önce sıra sıra dizilmiş ilkokul öğrencilerinin yanına gitti, onların başını okşadı. Yanında getirdiği gazetecilere bir iki poz verdi. Bugün tarihi bir gündü, birazdan Bülent Ecevit’in köy-kent projesi kapsamında yapacakları köprünün temelini atacaktı.

Muhtar ise sürekli bekleyen köylülerle göz teması kuruyor, onlara ne yapmaları gerektiğini gözleriyle anlatıyordu. Kaymakam köylülere doğru yürümeye başladığı anda Muhtar köylülere bakarak alkışlamalarını isteyince gürültü kıyameti koptu. Hoş gelişler ola Mustafa Kemal Paşa’nın müziği de çalmaya başlayınca Kaymakamın göğsündeki kravatının üstünde bulunan iğnesi ışıl ışıl parlamaya başlamış, sanki dile gelmişti. Kaymakamın gözüne girmek için takla atan bazı personel de marşa eşlik etmeye başlayınca her şey tastamamdı. Hoş gelişler ola Mustafa Kemal Paşa / dönmez geri Türk’ün askeri / sağdan sola, soldan sağa saldı bayrağı düşman üstüne.

Milli Eğitim Müdürü Hüsamettin Bey, Kaymakam Beyi günün anlam ve önemini belirten konuşmalarını yapmak üzere kürsüye davet etti. Eskişehirli Kaymakam, kendinden emin bir biçimde yürüyerek geldiği kürsüde, güneş gözlüklerinin parıltısıyla kafasını biraz sağa çevirdikten sonra çok hafif biçimde soluna bakarak konuşmaya başladı. “Sevgili Dorutaylılar” dedikten sonra yapacakları köprüyü anlattı, sonra da köprü işinde köylülerin çalışacağını söyleyerek konuşmasını bitirdi.

Bütün köylüler el birliği ile çalışacak ve köprüyü inşa edeceklerdi. İşin aslı köyden geçen küçük bir akarsu için köprü acil bir talep değildi. Köylüler hastane istiyordu ve Kaymakamın kendilerine bu yönde müjde vereceği beklentisindeydi. Ancak köprü haberi onları hayal kırıklığına uğratsa da yapacak bir şey yoktu. Madem köye köprü yapılacak ‘Haydi Bismillah’ deme dışında elden ne gelirdi.

Törenin ardından hep birlikte köprünün yapılacağı alana doğru yürüdüler. Kaymakam ve yanında köprü yapımında görev alacak mühendisler, köprünün nasıl yapılacağını anlatmaya başladı. Sonra köprünün inşasında çalışmak isteyenler belirlendi. O esnada Kaymakamın dikkatini; köşede, yalnız bekleyen ve dikkatle olanları izleyen 40’lı yaşlarda, sakallı, elleri cebinde, âdeta köprü inşaatına sevinmemiş adam çekti.

“Baksana,” dedi: “Sen pek mutlu olmadın galiba. Bak bütün köylüler gönüllü ama sen orada öyle boş boş bakıyorsun, bir rahatsızlığın mı var?”
Bir öğretmenin bir öğrenciyi azarlaması gibi azarlamıştı.Sessiz köylü, Kaymakamın bulunduğu yere geldi. Ellerini cebinden çıkardı. Kara gözlerinde anlamsız bakışlar vardı. “Yaptığınız bu iş boş iş.” dedi.

“Bu köprü olmaz,” diye başladı konuşmasına. Mühendislerin anlattığı şekilde bir köprünün ömrünün uzun olmayacağını ve ilk taşkında yıkılacağını söyledi ve lafını da “Bence bu işten vazgeçin.” diye bitirdi.

Kaymakam karşısında bilmiş edasıyla konuşan köylüye yapacağını bilirdi ama burası köy meydanıydı, korumalarına dövdürmesi imkânsızdı. O yüzden ilk anda onunla konuşmayı tercih etti.
“Nedenmiş o? sen bizden iyi mi bileceksin. Bak bu köprüyü yaparsak, çocuklar her sabah bu suyun içinden yürüyerek karşıda bulunan okula gitmek zorunda kalmayacak. Sen bunu istemiyor musun?”

“İstiyorum, istiyorum ama bu şekilde olmaz. Ben inanmadığım bir işte çalışmam, yer almam.”
Köylülerden homurdanma sesleri duyulmaya başlandı.
Kaymakam ısrarlıydı: “Bak sen gel çalış, göreceksin nasıl bir köprü yapacağımızı. Hem bütün köylüler çalışıyorken, senin çalışmaman doğru olmaz. İtiraz istemiyorum. Yarından itibaren gel başla.”

“Asla!” diye kararlı bir ses yankılandı: “Bu köprü yakında yıkılır, boşuna para harcıyorsunuz, yazıktır, günahtır. “ diye de yüksek sesle konuşmaya başladı.
Ortam iyice gerildi, köylüler şaşkınlık içinde birbirine bakmaya başladı. Köy kent projesinin sekteye uğraması Kaymakamı tedirgin etti. Çok yakında buraya gelecek olan Başbakan Ecevit’e ne diyecekti. Tamam, hastane, yeni okul yapamamışlardı ama en azından köprü ile günü kurtarmış olacaklardı.
Köylülerin de aynı yönde ikna olduğunu görünce sert bir çıkış yapma gereği duydu:

“ Bak sana ne diyecem. Sen şimdi Bodrum’a falan çalışmaya git. Orada amelelik yap, aklın başına gelsin. Bilet paranı ben vereceğim, seni polisler otogara kadar götürecek. Köprü bitene kadar seni buralarda görmeyeceğim. Yapacağımız o güzel köprüyü gördüğünde bizden özür dileceksin, kabul mü? Git bavulunu hazırla, yarın seni Bodrum’a göndersinler.”
“Sorun değil Kaymakam. Ben gider bir yıl çalışırım Bodrum’da. Burada boş bir işte çalışmaktan iyidir.” Diyerek meydanı terk etti.
Korumalar kolundan tutup kalabalığın dışına çıkardılar. Bakışları nefret doluydu. Onların kolunda kendisini küçülmüş gibi hissetti.
Çare yoktu, gidip Bodrum’da çalışacaktı ama o köprüde boşuna emek verecek köylülere üzüldü.
***
Gel zaman git zaman Kaymakam istediği köprüyü kurdu, Başbakan Ecevit geldi köprünün açılışını yaptı. Alkış kıyamet! Ecevit: “Her zaman söylemişimdir, Kürt sorunu yoktur, bölgenin ekonomi ve kalkınma sorunu vardır.” dedi.
Köylüler, “Hastane isteriz” diye bağırdı. Ecevit, “O da olacak.” diye yanıt verdi.

Ama bu mutluluk fazla sürmedi. Bir daha ne Ecevit geldi, ne de Kaymakamı gören oldu. Kaymakamın görev yeri değiştirildi. Sivas’ın Şarkışla ilçesine atandı.
Bodrum sürgününden dönen köylü hemen köprüyü görmek istedi ancak köprünün yerinde yeller estiğini gördü. Meydana gelen ilk sel köprüyü alıp götürmüştü.
Kendi kendine mırıldandı: Milletin efendisi olamadık ama bizde bir şey biliyoruz ki, konuşuyoruz.

NOT: Bu hikâye gerçekten yaşanmış bir olaydır…

İlginizi çekebilir