Müslüm Yücel : Selçuk Mızraklı, en kısa zamanda görüşmek üzere

İki gündür adını bilmediğim, eşini ve çocuklarını tanıdığım ama kendisiyle tanışmadığım Selçuk Mızraklı’nın görüntüleri gözlerimin önünden gitmiyor. Sanki hayat, bu görüntülere her yıl bir yenisini ekliyor ve her bir görüntü, sanki diğerinin kopyasıymış gibi çoğaltıyor.

Hayatımız bu görüntülerle bir anlam kazanıyor. “Utanç” diyorum ama utancın da bir anlamı kalmadı, yok. Selçuk’u bizim Paşa, Apo, Bülent ve Naif üzerinden tanıyorum, onların Ankara’dan arkadaşı… Sanırım, bu gün bu arkadaşlarının hepsi bir biçimde elleri arkadan bağlanmış durumldalar; hepsi, derin bir iç çekiş içindeler. 

Bu iki gündür korkuyorum. Korkumu bastırmak için türlü fesatlıklar yapıyorum; durmadan oyun oynuyorum, ne kimseyi denlemek istiyorum ne de kimseyle bir şey konuşmak. İstiyorum ki dilim bütün kelimelerimi yutsun… Selçuk’un görüntülerine bakıyorum. Kürtçe bilmese de kulağında sürekli bir Kürtçe olan birinin yüz hatları var yüzünde; durmadan Kürtçe ağıtlar yakan bir kadının sesi var sanki kulaklarında, biri ağlıyor ve o bu ağlayanların gözyaşlarını mendil gibi serdiği beyaz yüzüyle siliyor.

Romantik adam; her sabah reislik yaptığı halka, günaydın diyen adam, şiirler paylaşan ve en güzeli de tıpkı çocuklarını besler gibi her sabah Diyarbakır’da güvercinlere yem atan adam, şu an bir suçlu gibi alınıp götürüldü aramızdan.  Suç hanesi okuyabildiğimiz kadarıyla bir itirafçının itiraflarına göre düzenlenmiş…

İttirafçı kim? Bilmiyoruz. İtirafçı nedir? Evet, nedir ittirafçı? Devleti olmayanların örgütleri olur, bu gün gibi aşikardır ve partiler, devleti olan uluslar için birer can simididirler; onlar dört elle devletlerini ayakta tutar, halkın ihtiyaçlarını, halk adına düşünürler ve halk, onlara kefil olur.

Bugün Türk halkının AKP, MHP ve CHP’yle gurur duyması, onların etrafında kenetlenmesi boşuna değildir. Hiçbir parti bugün Kürtleri temsil etmiyor, bütün partiler bugün Kürtlere, teslim olun çağrısı yapıyor ve teslim olmanın karşılığında, bir temsiliyet veriyor.

Bunları söylerken, kulağımın dibinde bir demon gibi Chorlote Bronte konuşuyor, iki gündür de bu ses kulağımdan gitmiyor, hatta bu yazıyı bu ses kulağımdan gitsin diye yazıyorum, çünkü Bronte, Jane Eyre de, “bazen teslimiyet iyidir” diyor; iyidir çünkü, bizi bu cehennemden kurtaracaksa eğer!

Bizi, kim cehennemden kurtaracak? Eyre küçük bir reçete verir, “seni” der, “ sesini çıkartmadan her şeyi kabullenmek kurtarabilir.” Evet bunu yapar ve bunu karşıdaki kabul ederse, kurtulabiliriz! Bundan sonra bizde, şunu yapmalıyız, sabahtan akşama kadar, günümüzü onu mutlu etmeye adamayız, her gün ruhumuzun yarısını kaybetme pahasına onun mutluluğunu düşünmeliyiz, yeteneklerimizi onun için kullanmalıyız ve yapmayı sevdiğimiz şeylerden vazgeçmeliyiz… Bu koşullarda, o bizi temsil eder, kucaklar.   

Selçuk bunu yapmadı. Ben kendimi temsil edeceğim dedi. Kendini temsil… Batı’daki Kürt imajının tersi bir haldeydi Selçuk… 

Batılı için Kürtler yoksuldu, zavallıydı; evleri gecekonduydu, kendilerini temsil edemlezlerdi… Sanırım sorun yerli ve göçebe arasındaki farktaydı. Göçebe için bir yere yerleşmek ve yerleştiği yeri kendileştirmek temel sorundu; Jane Eyre’nin kahramanı Reed gibi, ne zaman ki evine bir yabancı gelir, o zaman kendini güvende hisseder. Yabancı sayesinde, sınırlarını korur, düşmanları ondan korkarlar. Yerli için, yabancı yoktur, bir ekmeği vardırş, bir de suyu, bunu paylaşmaya her zaman hazırdır. 

Selçuk, Türkiye’nin başka şehirlerinde yaşayabilirdi. Doktordu. Her gün birkaç ameliyat yapar ve sonra iyi para kazanır, canı siyaset istese, istediği partiye gider ve istediği her yerden vekil ya da belediye reisi olabilirdi. Bir tek şey, Kürtlerden uzak durmak, Kürtlüğünün temsilini başkasına bırakma kaydıyla.

Dün bir hesap yaptım, aşağı yukarı Selçuk 20 yıldır ameliyat yapıyor. Bugünle, bu sayıyı çarptığımızda Diyarbakır ve çevre il ve ilçelerden elinin değmediği kimse nerdeyse kalmamış… Dahası, bugüne kadar ameliyatların hiç birinde fire de vermemiş… Hastalarını hep takip etmiş, onlarla ilgilenmiş…

Buradan başka bir siyasal mesele üretmekte mümkün; Selçuk, tıp ahlakına göre hayatını biçimlendirmiş ve artık şunu anlamış, sağlık ama sadece beden sağlığı da değil, ruhun, vicdanın, kamunun sağlığı… Ama bir sıkıntı var şimdi ve sıkıntı, giderek büyüyor; eli olmayana, beni kucakla diyoruz; kulağı olmayana, beni duy diyoruz; gözü olmayana, beni gör diyoruz; beyni olmayana beni anla diyoruz, kalbi olmayana beni sev diyoruz… 

Teslimiyet! Beni artık, ben de sevmiyorum… Selçuk Mızraklı, en kısa zamanda görüşmek üzere. 

İlginizi çekebilir