Müslüm Yücel : Canan Kaftancıoğlu, bu ülke hapishanelerde büyümüştür

Türkiye’de adı konulmamış bir parti var ve bu parti gün geçtikçe biraz daha varlığını hissettiriyor. Bu partinin güçlü kolları var; henüz kurulmuş değil ama bütün partilerde bu partinin ayak sesleri geliyor. Bazen sağcı, bazen solcu, bazen dinci, bazen ulusalcı ve hatta milliyetçiler. Bu parti dincidir, öyle bir içten ezan okurlar ki, zannedersin ki dinin tek temsilcisi onlardır. Bazen öyle bir vatandan bahsederler ki zannedersin, onlar uyusa vatanı sular, seller götürecektir.

İşçilerin hep yanındadırlar ve zannedersin ki, bütün işçilerin teri onların alnından akıyor. Bazen ekonomiyi konuşurlar, hesap ve hendese hocaları yanlarında susarlar. Bazen Kürt meselesi dillerine dolarlar, TV kanallarında Kürtler yanlarında sessiz ve hatta, azınlıkta kalırlar. Hangi taraftan, kimin taziyesi olsa, onların cenazelerini kaldırırlar, en fazla onlar ağlar. 

Bu partinin üye ve yöneticileri güçlüler ve hepsi görülmez ipliklerle birbirine bağlılar; hatta bir ağızları var ama mide sayıları sayılmayacak kadar çok ve herkesi, içine almışlar, sindiriyorlar. Siyasetten, mafya âlemine kadar geniş bir yelpaze içinde yer alıyorlar. Bu güç, bu büyük partiyi aslında herkes tanıyor biliyor; onlar bir zamanlar, Erzurum’da her bakkalla bir sopa verdiler, dediler, “Rus gelecek ve siz onu bu sopayla kovacaksınız.” Türkiye ve komşularında bütün büyük “temizlikleri” onlar yaptılar. 

Bu güç, Mustafa Kemal’i tek partiye mahkûm etti ve Türkiye’yi hülle partilerine bile mahkûm etti. Bu güç Adnan Menderes’i başa getirdi ama ne zaman ki Menderes hizaya gelmedi,  onu mahkemeye çıkardılar, mahkemelerde belgeler yerine donlar konuştu. Celal Bayar, sağırdı, duymazdı ve bir kulaklıkla, zor duyardı, dayanamadı ve kulaklığını çıkarttı, artık ben konuşacağım dedi, sizi duymayacağım. Sıkıysa, assınlar. Cetveli eğmek için eğilmek gerekti, eğilemediler. 

Bu güç Kürt meselesiyle her zaman ilgilendi. Zamanında bir Kürde bir rapor hazırlattı, adı Cemal Gürsel’di. Gürsel, utanç raddesinde bir söz sarf etti, dedi, “Kim Kürdüm derse, yüzüne tükürün.” Gürsel, gücün kuklasıydı. Menderes’ler asıldı ve onu asanlar memleket zor durumda- ekonomik batak- diye radyolardan konuştu. Subay hanımları radyo dinlerken ağladı, alyanslarını sattı. Vatan elden gidiyordu, en fazla bu edebiyatı yaparlar. Çok geçmedi, bu güç, bu sefer başka iplere un serdi; üç delikanlı asıldı ve üçü de yirmili yaşlardaydı.

Bu güç durmadı, 12 Eylül’le her eve bir kayıp getirdi ve hala bu darbenin izlerini silemedi kimse. 90’lı yıllarda bu güç, peynir ekmek gibi takarof marka silahlar dağıttı. Kaçırılmalar, gözaltılar, gözaltında kayıplar alıp başını gitti. En büyük mezarlık kimsesizler mezarlığı oldu. Adalet rafa kaldırıldı. Güç, kan kustu. Çözüm arayan Özal gibi liderler, öldü- rüldü; Eşref Bitlis, öldü- rüldü. 

Bu güce karşı çözümler üretildi. Çözüm yolları arayan kimselere ya hapis cezaları verildi ya da sürgün edildiler. Sokak ortalarında, güpegündüz insanlar öldürüldü. 

Son zamanlarda bu büyük parti gözle görünür hale geldi. Siyasi dil mafyalaştı. Mafya siyasileşti.  Suriye savaşıyla birlikte bu gücün sağcı, solcu, milliyetçi kanatları geniş bir kaos yelpazesi yarattılar. Savaş mağdurları, savaşın şiddetinden çok uluslar arası göçmen siyasetinin trampa ahlakıyla terbiye edildiler. Seçimler, doğruyu bulmanın, doğru olanın sonucudurlar ama Türkiye’de seçimler, bu gücün parmaklarında bir ipe döndüler. Partilerin listeleri, onların eleklerinden geçti. Milliyetçilik güçlendi, aslında bu milletin ve giderek bir arada yaşayan halkların zayıflamasıydı. Başarı kazanıldı. 

MHP bundan birkaç sene öncesine kadar barajı zor geçen bir partiydi ve genel başkanı Devlet Bahçeli, konuşma ve esprileriyle sevimli bir liderdi; oturması, kalkması, kahve içmesi, rozeti ve giysileriyle geleneksel bir tip çizmesi bağlamında güzeldi. Ancak bu parti ikiye bölündü.  Tansu Çiller’in bakanı Meral Akşener bir parti kurdu ve bu parti, Cumhuriyet gazetesinin mübalağasıyla, anketlerde, barajı yıkıp geçiyordu. Plan işledi. Bu güç, daha doğrusu bu gücün milliyetçi kanadı MHP’yi, AKP’ye; Akşener’in partisini de CHP içersine kaydırıyordu. Sessizce değil, alenice ve hatta, büyük bir tevazu içinde; hatta, Akşener, bir yerde kök olarak Diyarbakır’a bile bağlanıyordu; Kürt olma ihtimali bile vardı. 

Kimlik siyaseti, siyasettin bilimden çıkıp, etikete, siteye bağlanmasıydı. AKP ve CHP içersinde büyüyen ve artık, yüzde on beşleri aşan milliyetçi bir kitle vardı; hedef, Meclis’in yekundan milliyetçileşmesiydi, doğrusu başardı da ve bu kitle, benzin gibi her yerde ateş aramaya başladı, herkesi içine aldı, dışında kalanı yok etmekle tehdit etti. Suriye de güce, güç kattı. Şimdi, büyük iki partinin geleceği, bu iki sivri dilin dişleri arasında gidip geliyor. 

Bir de ne olduğunu bir türlü teorik zemine çekmeyen ulusalcılar var.  Ulusalcı kanat deniliyor. Bunlar, daha çok CHP içersinde etkinler ve her geçen gün, CHP halka açıldıkça, CHP’nin içersine sızıyorlar…  Teşkilatı Mahsusa ruhu da var elbette ve bu ruh, garip ve basit bir propaganda aracı haline dönmüş durumdadır. Bunlar kimi zaman HDP’ye de sırnaşıyorlar; kimi zaman CHP’de ulusalcı, AKP’de milli ve muhafazakâr kimlikle dikkat çekiyorlar. 

Bütün partiler, şimdi bu gücün argosu içindeler ve gerçekten siyaset yapmak isteyen kimselere de partiler kapatılmış durumdadır. 

Türkiye’de artık bir kaos ortamı var. Hayat pahalılığı ve yarın ne olacağım korkusu herkesi sarmış durumda. Her gün yeni bir şeyle sarsılıyoruz. Geleceğimiz ipotek altına alınmıştır. Bedeli hürriyetimizin ne olacağı belli değildir. Artık bedenlerimiz değil de ruhlarımız da onlar için bir trampadır. Onların istedikleri yere, istedikleri düşünceye bir anda savrulabiliyoruz. Sağcıysak sağcığımızı, solcuysak solculuğumuzu kaşıyorlar. 

II

İşte Canan Kaftancıoğlu’nu böylesi bir yerde tanıdık. Ulusalcı değildi, milliyetçi ve muhafazakâr değildi. Belediye seçimlerinde dikkat çekti; çok konuşmuyor ama her yerde o vardı; çocuklarla adını duyduk, kadınlarla, mahallelerde. Çok güzel miydi de bu kadar çok sevildi yoksa, çok akıllı mıydı böyle hepimizin vicdanına dokundu… Bize öldürülen ve faili meçhul Ümit Kaftancıoğlu’ndan bir hatıra mıydı? Belki ama bunların hiç biri değil. Bizden biriydi; yüzü kız kardeşlerimizin yüzüydü, bakışı bizi hep seven sevgili, şefkatiyle anneydi…

Bir de yürekliydi. Paraya ve güce tamah etmiyordu. İstese kendi mesleğini yapar, iyi para kazanırdı. Yaraya dokunmasını biliyordu, yaraya bakmasını biliyordu. Meslek olarak değil, ruh olarak doktordu. Türkiye’de, hala suçlu olan şiire sığınıyor ve hala şiirin bir savunma biçimi olduğunu düşünüyor, belgeliyordu. Suçlarına dair kimi notlar vardı, bugün bu notlar yayımlandılar. Onlardan biri, Sakine Cansız’la ilgiliydi. Kimdi Sakin’e? Diyarbakır cezaevinde Esat Oktay’ın yüzüne tükürendi. Sakine ne zaman öldürüldü? Hatırlarız, çözüm sürecinin başladığı zaman. Sakine’yi öldürenlere ne oldu? Kimdi? Hatırlayın.  Öcalan, Sakine vurulduğu zaman, olayın peşini bırakmayın dedi. Sakine’nin katili, sır oldu, gitti. 

Kaftancıoğlu, bir bileşke yüzdü. CHP hiçbir zaman, Kürtlerden oy isteme hakkı ve yüzü bulamamıştı. Altı oktan biri Milliyetçilikti ve en fazla, Kürtlere doğrultulmuştu. Kürtler, burada ancak, altı okun şefkatini değil, ittihadını kabul ederek, kabul edilebilirlerdi. Ama bu Kaftancıoğlu’yla kırıldı gibi; onunla CHP yeni bir yüz aldı ve bu yüz, maske değildi. Artık, bu benzer yüzler CHP içersinde çoğalacaktı ki… Dosyalar çekmeceden çıkartıldı. Tek kelimeyle, ulusalcı bir muhalefetti bu ve ulusalcı muhalefet, AKP siyasetini de içine çekti. 

Dikkat edilirse, İmamoğlu belediye başkanı, Laz vb sıfatlarla dikkat çekti. Ama Canan Kaftancıoğlu, sol ve muhalif kimliğiyle herkesin, hatta, AKP içersindeki kimi mutsuzları bile etkiledi. HDP’liler, bu bizim kız dedi. Ondan rahatsız olan, CHP ve AKP içersindeki ulusalcılardı.  Eğer, bu böyle devam ederse ve Kaftancıoğlu, esnemeden bu bakışını yere düşürmezse, geleceğin liderlerinden biri o’dur; çok da değil, üç yıl sonra. Bu üç yıl sonra göreceğimiz yer, naif diye yığınları peşinden sürükleyen ve bir şiir okuduğu için herkesi etkileyen, vicdana dokunan Tayip Erdoğan’ın geldiği yerdir.

Çünkü şiir kapı açar ama şiir yeryüzünün en belalı “kahpesi”  ve “pezevengidir” de; paradan ve ünden, ödülden de daha çok tehlikelidir, kıskançtır, öyle bir kıskançtır ki her an hain olabilir; eğer hakkını veremezsen başka birine gider ve adını bir çırpıda siler. Şiire güvenemezsin, her gün onu sevmeli ve her gün biraz daha onu yeni şeylerle bezemelisin, dili değil, ruhu ön plana almalısın, demelisin geçmişim insanlığın geçmişidir, geleceğim insanlığın geleceğidir. Yoksa, gömülüp gidersin. Onu sevmenin bedeli de ağırdır, en küçük ceza hapishanedir ama hapishane de güzeldir, çünkü büyük ve güzel bütün halklar burada büyümüştür; beden burada, ruhu terk eder, sadece şiiri düşünürsün… Çünkü burada şiir halktır ve ezilen halkla dayanışarak bir yere varamazsın, halkın kavgasına iştirak ederek yanında yer alırsın. 

 

İlginizi çekebilir