Muhittin Beyaz: Türkiye’nin bölgesel güç olma yarışında üç engeli

Türkiye’nin uluslararası ilişkilerde son dönemlerinde yaşanılan tıkanıklık içişleri ve tarihi hassasiyetlerin açık bir etkisidir. Özelde Batı ülkeleri ile yaşanılan bu tıkanıklık gün be gün kördüğüm olarak düğümleniyor.

Türkiye, Ortadoğu’da oluşan güç boşluğundan yararlanarak bölgesel bir güce dönüşmeye çalışıyor. Kısa bir zaman içinde askeri müdahaleleri peyderpey gelmesi bu politika çizgisinde yürütülmektedir. Suriye’nin mevcut iç savaşı gereği bölgede oluşan devlet boşluğu, Türkiye’nin tüm Suriye sınırı boyunca müdahale etmesine yol açtı. Keza Türkiye bununla da kalmayıp hükümete karşı ayaklanan silahlı milisleri (SMO) bu politika çizgisinde destekledi.

SDG ve Suriye hükümetiyle sıcak çatışmaya girerek, Suriye krizinin çözümü için Rusya, İran ve Türkiye olarak Astana üçlüsünün bir parçası oldu. Tartışmasız Suriye’de bir aktör olan Türkiye, Suriye krizi bir çözüme kavuşmadan, Muammer Kaddafi iktidarının devrilmesi ile yaşanan Libya iç savaşında Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni destekledi ve doğrudan askeri müdahale ile bölgede yeni bir aktör olarak sahaya indi. 

Ermenistan- Azerbaycan, Karabağ savaşında Azerbaycan’a açık askeri destek vererek savaşın seyrini belirledi. Ukrayna – Rusya, Donbass geriliminde, Rusya’dan, Türkiye’nin SİHA ikazları art arda gelmesine rağmen Türkiye, Kırım ilhakında olduğu gibi Ukrayna’nın tarafı olarak açık yer aldı. 

Türkiye askeri müdahalelerin yanında Katar, Pakistan gibi ‘ekonomik, nükleer ve askeri güç olarak’ bölgesel ve stratejik güç ortaklığı ile ciddi ittifakların temellerini hazırladı. Aynı zamanda bölgede belirleyici bir güce dönüşmesi ile Rusya – ABD gibi hiper güçler ile Libya, Suriye, Dağlık Karabağ ve son olarak Ukrayna da söz sahibi oldu.

Türkiye’nin kısa zaman içerisinde bu yükselişi profesyonel bir yükseliş olarak değerlendirilse de dış siyasette ve ABD ile Rusya arasında izlediği denge siyasetinde bölgesel bir güç yükselişinin uzun hesaplamalara dayalı olmadığını gösterdi. Türkiye, Rusya’dan S-400 hava savunma füzelerini alması ile Türkiye’nin ABD ile yaşadığı siyasi tıkanıklık her türlü tavize rağmen aşılamayacağı hesaplamalarının önceden yapılmaması bölgesel güç olma yolunda nihayetinde ABD ve NATO ülkelerinin askeri teçhizat ve siyasi desteğini kısmi de olsa kaybettirdi.

Türkiye’nin bölgesel güç yükselişinin profesyonel büyüsünü kaybettiren üç etken bunlardır.

Bir: Türkiye içişleri hassasiyetini halı altına süpürerek bölgesel güç yarışında rakip göçlere yumuşak karnı doğrudan açık bıraktı. Türkiye cumhuriyetine miras bırakılan Kürt sorunu yaşça cumhuriyetten büyük olmasına rağmen bir çözüme kavuşturulmadığından  bölgesel güç olma yarışında özelde Irak ve Suriye’de açık arayla güçlü bir aktör olmasını engellemiş oldu. Nihayetinde ‘zeytin dalı’ harekatı ve ‘Barış pınarı’ harekatında Türkiye uluslararası alanda halı altına süpürdüğü iç sorununa /Kürt meselesine/ açık bir şekilde takıldı.

Bölgesel güç yolunda bu en önemli iç hassasiyetini halı altına süpürerek Irak ve Suriye’de üstleneceği tarihi rollerin aksine sadece askeri operasyonlarla sınırlı bir şekilde bölgede tutunabilmektedir.

İki: NATO müttefiki olarak Türkiye’nin Rusya’dan S-400 hava savunma füzelerinin alınması denge siyasetinin ötesinde bir vizyona sahip olmayan keza tarihi tezlere dayandırılmadan atılmış bir adımdır. Neticede ciddi bedeller ödeteceği bu adımların daha hassasiyetli davranılması gerekirdi. Türkiye gibi bölgesel bir güç yarışında olan bir devletin dış ilişkilerinde ‘kervan yolda dizilir’ anlayışı daha yolun başında ABD ve NATO müttefiklerinin desteğini sınırladı. Bu önemli siyasi kaybın yanında Batıdan alınan F- 35 yeni nesil savaş uçakları başta olmak üzere uzun süreli askeri üretimlerde yaptırımlara doğrudan maruz bırakıldı.

Üç: Belki de bölgesel gücün önüne geçen en büyük eksiklik Türkiye’nin iç hassasiyetlerini unuttuğu gibi tarihi hassasiyetlerini de unutarak, Azerbaycan’a açık askeri destek vermesi idi. Ermeni diasporasının yıllardır yürüttüğü çalışmalar için Türkiye’nin bu gafı, Ermeni lobisinin elini beklemedikleri bir şekilde güçlendirdi. Özelde ABD’de Ermeni soykırımını tanınması için yıllardır Ermeni lobisi, tüm başkanlardan söz aldıkları halde hiçbir başkan Türkiye ile ilişkilerinin bozulmaması adına bu sorunu başka bir Başkana bıraktı. 

ABD’nin 46. başkanı Jeo Biden’nın verdiği sözü yerine getirmesinde en etkili olan şey Ermeni lobisi değil, bizatihi Türkiye’nin dış ilişkilerdeki eksikleridir. Türkiye- ABD ilişkileri başta olmak üzere, Türkiye’nin Karabağ savaşında Azerbaycan’a askeri desteği açıkça vermesi sonucunda, Jeo Biden Türkiye’nin kervan yolda dizilir dış siyasetini de fırsata çevirip, başkanlık yarışında Türkiye’nin Karabağ’a, ‘’paralı asker göndererek bölgedeki çatışmayı körüklememesi çağrısında ‘’ bulundu. Bu çağrı Ermeni cemaatlerine Biden tarafından söz verildiğinin bir sinyaliydi. Türkiye Biden’in bu açıklamaları sonrası olası başkanlık yarışını göğüsleme ihtimaline karşı bile tarihi hassasiyetlere dayalı bir önlem almadı.

Türkiye gibi bölgesel bir güce dönüşmeye çalışan bir ülkenin Kürt sorunu gibi temel sorunları bir çözüme kavuşturmadan bu yarış içerisine girmesi doğal olarak Kürt sorununu yumuşak karın olarak küresel bir soruna dönüştürdü.

 Profesyonel adımlar atarak bölgesel güce yükselme konusunda temel gereksinimleri karşılamadan sadece askeri gücün arkasından gitmesi, İç sorunları, tarihi hassasiyetleri ve uluslararası ilişkilerdeki kısa hesaplamaları Türkiye’ye bölgesel yarışta ciddi darbeler aldırdı. 

ABD’nin Ermeni soykırımını tanıması ile artık Türkiye’nin bu hassasiyetleri ile yüzleşmesini açık bir zorunluluğa dönüştürdü. Keza küresel bir soruna taşınan Kürt sorununda bölgesel bir yarışta yüzleşilmesi artık açık bir zorunluluk. Öyle ki bölgesel güç yolundaki anahtarında şimdilik dış ilişkilerde değil, iç işlerinden geçtiği de apaçıktır.

İlginizi çekebilir