Hüseyin Topgider : Ortadoğu’da ikinci perde açılırken

Osmanlı devleti yüz yıl önce yıkıldı. Batılı devletler Osmanlı bakiyesi üzerinde yeni devletler oluştururken stratejik hesaplar ve ayarlamalar da yaptılar. Bölgeyi bölge insanlarına terk ederek çekilmediler. Bıraktıkları yerlerde istikrarlı siyasi yapılar oluşmadı. Bölge devletlerinin hep güçsüz ve sorunlu bir halde kalıp yabancı güçlere bağımlı olması için  ince hesaplar yaptılar.

Türkiyede etnik köken ve kültür itibariyle daha çok Balkanlara dayanan, beyaz Türkler dediğimiz özünde azınlık durumunda olan Kemalist kesim iktidar oldu. Bu kesim hem Kürtler ve diğer halklarla hem Alevilerle hem de muhafazakar Müslümanlarla hep sorunlu oldu.  

Irak’ta Kürtler, Sünni Araplar ve Şii Araplar yaşıyordu. Şu işe bakın ki Irak’ta da azınlık durumda olan sünni Arapları iktidara getirdiler. Sünni Arap azınlık hem Kürtlerle hem de Şii Araplarla devamlı sorunlu oldu.

Suriye’de ise Alevi azınlık iktidar oldu. Suriye’nin çoğunluğunu Sünniler oluşturduğu halde iktidarın Alevi azınlıkta olması oldukça ilginç.

Arap körfezinde ise her petrol kuyusunun üzerine bir emirliğin kurulması ve bunların kendi aralarında yaşadıkları güvensizlikten dolayı hep büyük devletlere yaslanmak zorunda kalması bölgenin düzeni ve dizaynı hakkında epey fikir veriyor.

Kısaca şunu demeye çalışıyorum: Ortadoğu’da İran dışında kendi gücü, iradesi ve kararıyla kurulan bir devlet yoktur. Hepsi de o dönemde dünyanın en etkin iki devleti olan İngiltere ve Fransa’nın kendi çıkarlarına göre kurdukları siyasal sistemlerdir.

Bu istikrarsız ve sorunlu devletler Sovyetler Birliği ile batı sistemi arasındaki çelişkilerden yararlanarak, daha çok da sistemlerden birine dayanarak nisbi bir meşruiyet kazandılar. Birleşmiş Milletler’in kurulması bu devletlerin meşruiyetini daha da güçlendirdi. Soğuk Savaş döneminde kurulan yeni dünya dengeleri bu devletlerin hükümranlığını tartışmasız hale getirdi.

Türkiye 2.Dünya Savaşı sonrasında kurulan NATO’ya girerken Irak ve Suriye rejimleri sosyalist maskeli BAAS partileri kurarak Sovyetler Birliğine yanaştılar. Bu devletler uluslararası ittifaklara yanaşarak kendi iç sorunlarını istedikleri biçimde kanla, baskıyla çözme ve bu arada uluslararası hukuka ve temaüllere karşı bir nevi imtiyaz kazandılar.

2.Dünya Savaşı sonrasında kapitalist Batı sisteminin öncülüğü İngiltere’den ABD’ye geçti. Fransa ve İngiltere artık dünya politikasına yön veren büyük devletler olmaktan çıktılar. Yine de bu iki devletin Ortadoğu’da kurdukları sistem Soğuk savaş’ın bitişine kadar devam etti.

İngiltere ve Fransa’nın önce Sykes Picot ve daha sonra Lozan antlaşmasıyla kurdukları Ortadoğu düzeni, İsrail devletinin kuruluşu ve 1967’deki Arap- İsrail savaşında ilk darbeyi aldı. Soğuk Savaş’ın bitişinin hemen ertesinde ise tamamen çatırdamaya başladı.

İki kutuplu dünya düzeninde taraflardan birine ideolojik ve politik yakınlık önem taşırdı. Jeopolitik konum da bir başka avantajdı. Kendi ekonomik ve askeri gücüyle ayakta duramayan devletler bu zayıflıklarını müttefiklerine yaslanarak giderirlerdi. Birçok iktidar ve rejim gücünü yönettiği toplumdan değil, bağlı bulunduğu dış güçlerden alırdı.

Soğuk Savaş dönemi boyunca  birçok devlet uluslararası ve bölgesel çekişmelerin yarattığı dengelerden fayda sağladı. Çoğu zaman müttefikleriyle aynı ideolojik,kültürel hatta etik değerleri paylaşmayan devletler sırf dengeler üzerine etki eden politik duruşları sayesinde korundular. Birçok uluslararası bağlayıcı yükümlülükten muaf tutuldular. İki kutba bölünmüş dünyanın süper güçleri ise normalde selam dahi vermedikleri bu müttefiklerini politik çıkarları gereği sırtlarında taşıdılar.

İngilizler ve Fransızlar yüz yıl önce Ortadoğu’yu dizayn ederken halifelik kurumu lağvedilmişti. Petrol dünya ekonomisi için henüz canalıcı bir öneme sahip değildi. İsrail devleti ise henüz  kurulmamıştı. Dört devlet arasında bölüşülen Kürdistan’da sömürgeci sistemi zorlayan bir Kürt dinamizmi henüz yoktu. Şimdi bu dört faktör Ortadoğu dizayn edilirken en önce hesaba katılan konular oluyor.

Petrolün güvenli biçimde kapitalist pazarlara ulaştırılması, İsrai’lin güvenliğini sağlama, köktendinciliğin ve siyasal islamın önünü kesme, artık inkar ve soykırımla yönetilemez hale gelen Kürdistan sorununa köklü bir çözüm bulma. Batı dünyasına göre Ortadoğu’nun temel sorunları bunlardır.

Ortadoğu yüz yıl önce dizayn edilirken bölgenin ve dünyanın öncelikleri farklıydı, bugün çok daha farklıdır. ABD’nin tasarımı yüz yıl önceki İngiliz ve Fransız tasarımından farklıdır. Yüz yıl önce bölgedeki her sorun kendi yerelinde ele alınabiliyordu ama bugün tekil sorun yoktur. Bütün yerel görünen sorunlar sonuç olarak bölgenin diğer sorunlarıyla ilişkilidir. Petrol ile ilgili sorunlar tek tek ülkelerin karar verdiği bir konu olmaktan çıkmıştır. Filistin sorunu sadece Filistin ile İsrail arasındaki bir sorun olmaktan çıkmıştır. Kürdistan sorunu bir devletin iç sorunu olmaktan çıkmıştır. Köktendincilik ve siyasal islam bir devletin, bir örgütün işi olmaktan çıkmıştır.

Arap milliyetçiliği bir ülkenin işi olmaktan çıkmıştır. İsrai’lin güvenliği Filistinden daha çok İran’ın, Suriye’nin, Lübnan’ın muhatap olduğu bir konu haline gelmiştir. Türkiye’nin Sünni İslam atına, İranı’n Şii İslam atına binerek bölgede hakimiyet peşinde olması bütün bölgeyi tehdit eden ve ilgilendiren bir konudur.

İki kutuplu dünya düzeninin yarattığı nisbi denge altında geçen süre zarfında üzeri örtülen sorunlar soğuk savaş bitince bütün çıplaklığıyla ortaya çıktı. ABD’nin eskiden kontrollu kaos yöntemiyle yönettiği bölge kontrolden çıkmaya başladı. Soğuk Savaş döneminde sadece Filistin sorunuyla tanınan bölgede gücü devletlerin gücüne eşit örgütler ortaya çıktı. Irak, Suriye, Lübnan,Yemen gibi devletler de bu devletleri gölgede bırakan IŞİD ve Hizbullah, bölgedeki devlet sistemlerinin ne kadar sahte ve yapmacık olduklarını gösterdi.

Ortadoğu’nun eskiden olduğu gibi yönetilemeyeceği çok açık. Eskiden bölgedeki ateş sadece bölgeyi yakarken bugün bu ateş başta Avrupa olmak üzere dünyanın her tarafını yakacak düzeye ulaştı. Bölge milyonlarca göçmeniyle, onbinlerce cihatçıyla, uygarlaşmayan yaşam tarzı ve kültürel bağnazlığıyla kendisini her yere taşıdı.Kontrollu kaos kontrolden çıktı.

Bölgenin sorunları devlet sınırlarını aştı. Üzeri devlet çatısıyla örtülmeye çalışılan etnik,dinsel ve mezhepsel yapılar bu çatıları kabul etmiyor ve taşıyamıyor. Bölgenin iri devletleri bu dinsel mezhepsel ve etnik çelişkileri çok kötü ve ahlaksızca kullanarak bölgeye egemen olma çabasında.

Konu şudur: Günümüz koşullarında bölge güçleri var olan sorunlarını kendi güçleriyle çözebilirler mi? Dünyanın büyük devletleri bölgedeki bütün ipleri elinde bulundururken bölge halklarının bu büyük devletlere rağmen kendi istemlerini hayata geçirmeleri mümkün müdür?

 

Acı ve katı gerçekler masumane istemleri, iyi niyetleri ve hoşumuza giden parlak sloganları boşa çıkarmaya devam ediyor ve edecektir. Bizim bölge barışından, gerçek özgürlükten ve adilane siyasal çözümlerden bahsetmemiz iyi niyet olmanın ötesinde bir anlam ifade etmiyor. Gerçek şu ki günümüzde uluslararası hukuk ve siyaset tarihsel haksızlıkları telafi etmeyi amaç edinmiyor.

Geçmişte kimlerin ne olduğu ve hangi hukuksuzluğa maruz kaldığı siyasetin konusu olmadığı gibi bugün de yaşanan haksızlıklar siyasetin konusu olmaz.Her toplum sahip olduğu güç ve imkanlarını savaş ve siyaset pazarına sürer ve karşılığını alır, geçerli yasa budur.

Kürtlerin sahip olduğu siyasi itibar tarihte ezilmiş, horlanmış, zulme ve haksızlığa uğramış olmalarından değil, bugün derli toplu bir güç olmalarından ve isabetli ortaklıklar kurmalarından kaynaklanıyor.

Gücümüzü ve imkanlarımızı iyi değerlendirmek siyaset arenasına nerede, ne zaman ve nasıl çıkacağımızla ilgili bir konudur. Ortadoğu arenasında küçük ve büyük siyaset masalarını birbirinden ayırmak gerekir. Derdimizi mübaşire değil hakime anlatmak zorundayız. Oyuncularla değil oyun kurucuyla muhatap olmak gerekir. Aksi halde pazardan eli boş dönmek gibi vahim sonuçlar kaçınılmaz olur.

Avrupa ve ABD Ortadoğu’yu istikrarlı, uluslararası kriterlere uygun sabit toplumsal sistemler olarak değil potansiyel bir bölge olarak görüyor. Geçmişte sahip olunan hukukun ve antlaşmaların hiçbir önemi yoktur. Hiçbir antlaşma ve sözleşme ebedi de değil, dokunulmaz da değildir. Bu durum sadece Ortadoğu’da değil, dünyada da böyledir.

SSCB dağılmışsa, iki Almanya birleşmişse,Yugoslavya bölünmüşse, her iki Yemen birleştirilmişse gücün ve koşulların değiştiremeyeceği hiçbir antlaşma yoktur diyebiliriz.

Ortadoğu’daki statükonun değiştirilmesi ve Kürtlerin yeni Ortadoğu’daki yerlerini alması için oldukça güçlü nedenler vardır. Uluslararası koşullar da her geçen gün daha uygun hale geliyor. Burada Kürtlerin statükocu bölge devletleriyle birlikte değil, statükoyu değiştirmek isteyen bölge güçleriyle birlikte davranmaları gerekir.

ABD ve  Batı toplumlarının özellikle Rojava ve Başur’da Kürtlerin toplumsal, siyasal ve askeri güç haline gelmesi için yarattığı uygun ortam geleceğe yapılmış bir hazırlık olarak görülmelidir.

Büyük bir olayda küçük ve aceleci hesap yapmamak gerekir. Büyük işler büyük ortaklıklarla yapılır. Sahip olunan güç ve imkanları bölge devletleriyle sonucu hüsranla bitecek uzlaşmalara malzeme etmek tarihi bir hata olur.

Ortadoğu’yu yeniden yapılandırma süreci daha uzun yıllar alabilir. Hiçbir devlet ve hiçbir akıllı politikacı en son söylenecek sözü baştan söylemez, nihai amacını da baştan ifşa etmez.Her söz zamanı gelince söylenir, her adım yeri geldikçe atılır.

ABD ve batının Kürtler ve Kürdistan için söyleyeceği sözlerin, atacağı adımların olacağına inanıyorum. Bugün içinde olduğumuz koşullar Kürtler için büyük sözler söyleme değil, büyük hazırlıklar yapmayı gerektiriyor. Batının tutumunu böyle görüyorum.

Ortadoğu’da yeni bir perde açılırken Kürtlerin bu süreci ne kadar idrak ettikleri ve bu büyük olayda nasıl görevler alacakları hala net değildir. Statükocularla satükoyu bozmak isteyenler arasında kararsız duranlarla statüko içinde kendisine küçük bir dünya inşa edebileceğine inananlar bizi düş kırıklığına uğratıyor.Güncel ve küçük hevesler pratik ve politik tutuma da yansıyor. Geleneksel direniş ve siyaset tarzıyla dönemin ruhu arasındaki kopukluk hemen göze çarpıyor.

Yüzyıllardan beri büyük düşünemeyen, büyük plan ve projeler kuramayan,uzun vadeli hesapları olmayan Kürdistan toplumunun doktrinsiz, günübirlik çırpınışlarla bu döneme nasıl bir cevap vereceğini bilemiyoruz.Bildiğimiz tek şey kendi içinde tartışma kültürü ve olgunluğu olmayan,eski ezberlerini ve alışkanlığını terketmeyen dar sosyolojik grup ruhu ve zihniyetiyle geleceğin kazanılamayacağıdır…

/Nupel/

İlginizi çekebilir