Hasip Kaplan: 12 Eylül Darbesi Ve İdamlar

1980 yılıydı, İdil’de Eylül ayında dahi yaz sıcakları sürüyordu. Biz dışarda damda yıldızları seyrederek uyuyorduk. Taş evin ikinci katında uyurken sabahın dördünde, avlunun demir kapısının telaşlı ve hızlı vurulmasıyla uyandık.

Yukardan bakınca, örgülü koyu siyah saçları, renkli fistanıyla küçük kız kardeşimin telaş içinde geldiğini gördük.

Annemlerin evi şehrin bir kilometre uzağında çeşmesi, bahçesi  olan Birhasko denilen yerdeydi, aşağı inip kapıyı açtım. Kardeşim: 

–Abi darbe oldu,askerler cemselerle sokaklarda geziyor.Annem git abinlere haber ver göz altına alınmasınlar, tedbir alsınlar dedi.

12 Eylül öncesi binlerce gencin sağ sol çatışmasında yaşamını yitirdiği günlerdi.Komando milisler devlet eliyle cinayet işliyordu.

Radyoyu açtığımda,12 Eylül 1980’de Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ile Kara, Deniz, Hava Kuvvet Komutanları ve Jandarma Genel Komutanın yönetime el koyduğu bildirileri okunuyordu. 

Sıkıyönetim ilan edilmiş, sokağa çıkma yasağı konulmuştu. Doğuma çok az süre kalmış eşim de uyanmıştı.

Güneş Cudi dağının üzerinden doğuyordu. Lacivert,eflatun renkler kızıla dönüşürken, Hz.Nuh’un gemisinin konduğu Ziyaret Tepesi’nin üzerinden günü aydınlatıyordu.

Sabahın ilk ışıklarında sığırtmaçların sesi duyuluyordu. Alemdağ’a; güneye bağlara doğru hareket ediyorlardı. 

Koca kafalı çoban köpeklerinin, yeni uyanan horozların sesi duyulmaya başlamıştı.

Askeri cemseler hareket halindeydi, sabah ezanı okunmak üzereydi. Ondörtlü Browning tabancamı, şarjörleri bir zulaya sakladım.

Çaylarımızı içerken, eşimle konuşup durumu değerlendirdik.Eşim Kadın Derneği başkanlığı, ben Gençlik Derneği Merkez Yöneticiliği yapmıştım.

Bölgede faaliyetimiz yoktu, stajyer avukattım, stajın bitmesine iki ay süre vardı. İlçemiz küçüktü,nüfusu beş bin kadardı.

Komutanı, savcıyı, hakimleri, kaymakamı tanırdım, arkadaşlarımdı. Birlikte lokalde briç oynar, çoğu kez ilçeye bir kilometre mesafede olan annemin kaldığı Birhasko adlı bahçede buluşur yemek yerdik.

Darbeden sonra komutanın yürüyüşü bile değişmişti. Kendini Napolyon sanıyordu.

Çocuklar da köpek yavrularını Hırço’yu kedileri, kazları ve ördekleri sever oynar,yaramaz bir olan kekliğimizi kovalarlardı.

1980 yılı Ağustos ayının birinci günü babamı kaybetmiştik, taziyedeydik. Darbe sonrası ne yapacaktık? Taziye kırk ikinci günündeydi, hala misafirler geliyordu. Eylül sonuna kadar burada kalmaya karar verdik. Tedbirlerimizi aldık.

Darbe olmuş karanlık günler yaşanıyordu, gözaltılar tutuklamalar başlamıştı. Öğretmen olan abimin görevine son vermişlerdi. Aradan bir hafta geçmemişti, evimiz basıldı,öğretmen abim gözaltına alınmıştı. Eşim yeni doğum yapmış ve bebek çok küçük olduğu için gözaltına alınmamıştı.

Annem bahçeye gelen komutanlara artık çay vermiyordu. 1982 yılında gözaltına alındığım bir gün Rıdvan Binbaşı gelmişti, annem ona çay vermemişti. Önce çocuklarımız gözaltına alıyorsunuz,sonra çay içmeye geliyorsunuz,demişti.

Mardin gözaltısında yanıma gelmişti. Sonra Mardin’e Alay Komutanı oldu ve Jitemciler tarafından öldürüldü.

Evdeki kitaplarımı çuvallarla sırtına alan komşu bir polis memuru arkadaş,onları güvenli bir yere bırakmıştı.Sonra annem naylonlara sardı tenekelere koydu,toprağa gömdü. Sorduğumda beş teneke kitabı dağdan gelen talebeler aldı,bir katıra yükleyip gittiler, demişti.

Önce Mersin’e oradan da İstanbul’a döndük. İstanbul Barosu Başkanı Orhan Apaydın’dan avukat ruhsatımı almıştım. On avukatın ortak çalıştığı Birlik Avukatlık Bürosunda avukatlığa başlamıştım.Ceza avukatı olmaya ve Sıkıyönetim davalarına girmeye karar vermiştim.

Bakırköy Yenimahalle’de küçük bir ev tutmuştuk ev eşyalarımızı takip etmesinler diye,uzun bir süre getiremedik. Acil ev ihtiyaçlarımızı sağlamıştık.Evde bir masa üzerinde bir daktilo yarısında dosyalar vardı. Diğer yarısında ise yemek yiyebiliyorduk.

İstanbul 1.Ordu Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesi Selimiye Kışlası’ndaydı.

Yüz binlerce gözaltı, tutuklama yaşanıyor herkes kaygı içindeydi. Büronun sabit telefonları susmuyordu.Sultanahmet Adliyesine yakın olan büromuzda,görev dağılımı yaptık. Beş avukat ceza davalarına bakacak, diğer avukatlarda hukuk davalarıyla ilgilenecekti.

İlk görevi almıştım, Selimiye’ye gidecek kalemden dosyaya bakacak,siyasi iki sanığın tutuklamaya itiraz dilekçesi verecektim.

Bakırköy Yenimahalle tren istasyonundan, banliyö trenine biniyor Sirkeci’de iniyordum. Karaköy’den Üsküdar’a gidecek vapura binmek için, Galata köprüsünden geçiyordum.

Karaköy vapur iskelesinde Üsküdar’a gidecek vapura binmiştik,çay simit keyfi içinde martıları seyrediyorduk. Ara sıra attığımız simit parçalarını, martılar gürültülü sesleriyle hızlı dalışlarıyla havada kapıyorlardı.

Üsküdar iskelesinin hemen karşısında, taksi dolmuşlar vardı. Plumut, Chevrole, Dodge, dolmuşlara binip Kadıköy istikametinde kocaman Selimiye Askeri Kışlasının önünde iniyoruz.

Kışlanın asıl büyük kapısından 1.Ordu Komutanı,Adli Müşavirler giriyordu.Mahkemenin olduğu yan kapıdan girecektik.

Burada birinci katta gözaltı ve askeri tutukevi vardı.Mahkemeye ilk çıkarılacaklarda buraya götürülüyordu. 1984 yılında bende burada bir süre göz altında kaldım. 

1982 yılında avukattım. İdil-Mardin-Diyarbakır 7.Kolordu 68 günlük gözaltı ve işkence sonucu kafamda ondört dikiş vardı.

Darbe sonrası ilk kez 1980 yılı aralık ayında, Sıkıyönetim Askeri Mahkemesinin taş ve mermer merdivenlerinden çıktım.Kapıda nöbetçi askerler bizi durduruyor.Bir masa başında birkaç görevli duruyor.

Sol koridorda demir mazgallar, parmaklıklar, askeri tutukevini gösteriyordu. Avukat olduğumuzu söylüyoruz,komutanlarına haber veriyorlar.

Geçiş için kayıt alacaklar ama onlarda bilmiyor,bir çizelge yaptık, avukatın adı soyadı sicili barosu yazılacaktı.İlk gün bu acemilikle Mahkeme salonunun koridorlarına çıkmıştık.

Gözaltından Savcı ve Hakim önüne çıkarılan yüzlerce siyasi vardı.Arada Üniversiteden tanıdıklarımız çıkıyordu.

Henüz Baro odasında fotokopi makinesi yoktu,dosyaları inceleyip notlarımızı alıyorduk.

Sanıklar Trakya’dan ve Çanakkale ilindendi. Öğretmen olan iki arkadaş uçurtma uçurararak komünizm propagandası yapmak suçundan alınmıştı.Uçurtmada orak çekiç resmi olduğunu ihbar eden siyasi muhalifleri, Asliye Ceza mahkemesinde  dava açılmasını sağlamış, ancak;beraet etmişlerdi.

Darbe olunca aynı suç nedeniyle ihbarla tekrar alınmışlardı. Trakya’da görevliler,uygulamayı bilmedikleri için Keşan’da Askeri Cezaevine konulmaşlar,dosyaları aylar sonra İstanbul’a ulaşmıştı.

İstanbul 1.Ordu Sıkıyönetim Komutanlığı,Çanakkale ve Trakya davalarına da bakmakla görevliydi. Büroma gelen iki kadının eşleri de öğretmendi.

Gerekli bilgileri, İpsala Asliye Ceza Mahkemesinin beraat kararı fotokopisini almıştım.Gözaltı sayıları yüzbinleri geçiyordu,onca işin içinde dosyaları incelemiş,gerekli notları yazmıştım.

İlk itirazımız reddedilmişti, genç bir avukat olarak bunca haksızlık karşısında öfkeliydim.

Hemen her gün Selimiye Kışlasına gidiyordum,tutukluların İstanbul’a sevki zordu.

Emsal bir karardan yola çıkarak, Sıkıyönetim ilanından üç ay önce işlenen suçlar için görevsizlik kararı verilmesini istedim. Talebimiz kabul edilmişti,binlerce kişi sıkıyönetim yargılamalarından kurtulmuştu.

Dosyaları Edirne Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmişti,iki ay sonra ilk duruşmada tahliye edildiler görevlerine döndüler.

Aradan üç yıl geçmişti,1984 yılıydı.Trakya’da İstanbul’da yeniden siyasi operasyonlar başlamış, eşimle birlikte Mardin’de göz altına alınmış, Edirne’ye götürülmüştük.

Sorgum bitmiş, gözlerim bağlı siyasi şube denilen bir yerde tek başıma hücredeyken,sakalı uzamış gözleri bağlı iki kişiyi hücreme koydular. Göz bağlarımı gevşetmiştim,gelenler yabancı gelmiyordu bana, aralarında konuşuyorlardı.

-Eşlerimiz Avukatımız Hasip Kaplan’a haber verirse kısa sürede çıkarız diyorlardı.

Gülüyordum,onların göz bağlarını gevşettim,bana şaşkın şakın baktılar.Aylarca gözleri bağlı kaldığı içinde loş odada görme zorluğu çekiyorlardı.

Sivas ilinden bir ay önce gözaltına alınmışlardı.Yorgundular,belliki çok işkence görmüşlerdi.Güldüm:

-Ben avukatınız Hasip kaplan, deyince şaşırdılar. Önce ben çıkacaktım sonra onları çıkaracaktım.

Sarıldık, sabaha kadar başlarına geleni anlattılar.Zor günlerden geçiyorduk,üç gün sonra İstanbul’a götürüldük,bir hafta sonra mahkemeye çıkarıldım,serbest bırakıldım.

İlk iş olarak itiraz dilekçelerini verdim,serbest bırakıldılar,daha sonra eşleriyle birlikte teşekkür için ziyarete geldiler. 

12 Eylül darbesinin mağdurları, yaşamlarını yitirenler,haksız onlarca yıl ceza alanlar vardı.

Ceza avukatı olarak duruşmada, cezaevinde  yıllarca çalıştım.En zor zamanlar idam cezaları kesinleşen müvekillerinin, infaz sürecine katılan avukat arkadaşların bulunduğu anlardı.

Elliyi aşkın idam cezası infaz edilmişti. Kenan Evren –‘’asmayıpta besleyelim mi?’’ diyordu. Eren’in yaşını büyütüp idam ettiler.

İnfazın etkisinden aylar hatta yıllar boyunca kurtulamayan bazı avukat arkadaşlar vardı.

İstanbul Barosu Başkanı Orhan Apaydın’da Barış Derneği davasından tutuklanmıştı.DİSK,TÖB-DER siyasi partiler üyeleri her gün gözaltına alınıyordu.

Mardin’den Milletvekili Nurettin Yılmaz tutuklamış Diyarbakır Cezaevindeydi.O zaman 5 Nolu Askeri Cezaevi cehennem gibiydi.

Hakimin odasına girdim,dilekçemi verdim. Müvekkilimin İstanbul Maltepe Askeri Cezaevine sevkini istemiştim.Talep kabul edildi,sevk yapılmıştı.

Maltepe Cezaevinde görüştüğüm Yılmaz- burası beş yıldızlı otel gibi sağol,demişti.

Ankara Mamak’ta, MHP davasında müdahil avukattım.DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler’in, Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul failleri burada yargılanıyordu.

Diyarbakır’da duruşmalara gidiyordum. Toplu bir davada beş avukat ortak savunma yapmıştık.

Müvekkillerimizin ellerinin dizlerinin üzerinde bir noktaya bakmak zorunda bırakıldığını ve Mahkemenin işkenceye yeşil ışık yaktığını söyledik.

Mahkemenin asker üyesi savunmaya müdahele etti. Kıyamet koptu,hakkımızda dava açıldı,her birimiz 365 gün hapis cezası aldık. Sonra askeri yargıtayda karar bozuldu,beraat ettik.

Savunma görevi avukatlık sıkıyönetimde zordu.Bir çok avukatın savunması nedeniyle açılan davalarda avukatlık yaptım.

DEP Milletvekilleri davası savunması nedeniyle benim hakkımda mahkemeye hakaretten dava açılmıştı. Yüzden fazla avukat savunma için duruşmaya katılmıştı.

Zor günlerde dayanışma çok önemlidir. Bugünlerde darbe günleri gibi ve daha beter Barolara avukatlara saldırılar devam ediyor.

Avukatların adalet ve adil bir yargılanma için açlık grevlerinde öldüğü günlerden geçiyoruz.

Birde bunların üzerine tek adam rejimi,idam cezasını tekrar geri getirme hevesinde.Kenan Evren’e özeniyorlar.

İster askeri ister sivil darbeler olsun,zihniyet hep aynı.Irkçı sağcı tekçi aşırı sağ faşist  iktidarlar ülkeyi felakete götürüyorlar.

Biz darbelerde mahkemelerde avukat, tanık, bazende sanıktık.Davalarda önemli olaylarda sürekli notlar alıyordum.

Birinde Kemal Anadolu Başsavcıya teslim etmek için tam gün beeklemiştik,gelmeyince Baro’daki Çatı Restouranta yemeye gittik.

Basın davalarına giriyorduk,sol devrimci yayınlar dergiler,yazı işleri müdürlerine beş yüz yıla varan cezalar veriliyordu. Kurtuluş, Dev Genç, Yurtsever Gençlik bunlardan bir kaçıydı.

Sincan’da Silivri’de bugünlerde yapılan büyük duruşma salonlarında beter yargılamalar sürüyor. Askeri hakimlerin yerine cemaat tarikat faşist hakimler geliyordu.

Kürtler daha çok Diyarbakır askeri mahkemelerinde yargılanırdı.Açlık grevleri,direnişler ölümler odu.1984 yılında Şemdinli ile Eruh ilçelerine ilk saldırılar olunca,bugüne kadar süren bir savaş hala devam ediyor.

Bütün bunlar unutulmasın diye ‘’İstanbul’dan Botan’a’’ Olağanüstü Bölge Notları adında bir kitap yazdım.

Aradan kırk yıl geçti hala darbenin hukuku yürürlükte.Darbecilerin ruhu Mecliste dolaşıyor.

78’liler Vakfı kurulduğunda birlikte çalıştık.Sıkıyönetim Mahkeme kararlarını yok sayan bir bir yasa çıkarıldı.

Bugün OHAL  koşullarında KHK ile yüz bini aşkın yurttaş mağdur edildi. Kayyım yasaları çıkarıldı. Elbette bunların da yok sayılacak günleri yakındır.

İlginizi çekebilir