Günay Aslan: Vartinis’te ne oldu?

Tarih 3 Ekim 1993’tü. Saat sabahın üçüydü. Yer; Muş iline bağlı Altınova köyüydü

Serhad bölgesine özgü tipik bir sonbahar sabahıydı. Dışarıda sert ancak açık ve berrak bir hava var.

Ortalık sakindi. Mekana ve zamana sessizlik egemendi. Köy halkı derin bir uyku içindeydi. 

Ortalık sakindi ancak geceyle birlikte askeri birlikler köyü kuşatmış, etrafta sessizce mevzi almıştı. 

Saat üçü geçtiğinde askerlere harekat emri verildi. Askerler dört ayrı koldan gruplar halinde köye girdi ve evlerin etrafını çevirdi.

Kafalarına siyah bere takmış on kişilik bir tim ise önceden belirlenen bir eve yöneldi. Bu ev dokuz nüfuslu Öğür ailesinin eviydi. Ailenin bütün fertleri evdeydi. 

Evde olanlar; 50 yaşındaki baba Mehmet Nasır, hamile eşi 40 yaşındaki Ayşe, kızları 17 yaşındaki Sevim, 12 yaşındaki Sevda, 6 yaşında Aycan ile oğulları 7 yaşındaki Şakir, 4 yaşındaki Cihan, 3 yaşındaki Çınar ve bir yaşındaki Şirin’di. 

Ev halkı derin bir uyku içindeyken özel tim mensupları eve birbiri ardına yangın bombaları atmaya başladı. Kırılan camlardan içeri düşen bombalarla birlikte ortalığı alevler sardı. Hane halkı neye uğradığını şaşırdı. Alevlerin arasında kalmışlardı… 

Baba Nasır, hamile eşi Ayşe ve çocukları dehşet içinde yerlerinden fırladılar. Canlarını kurtarmak amacıyla dışarı kaçtılar. Ancak dışarı çıkamadılar. Zira evin etrafında mevzilenmiş askerler dışarı çıkmaya çalışanlara ateş ediyorduEmir kesindi! Kimse dışarı çıkmayacak, hareket halindeki herkes vurulacaktı.. 

Baba Nasır ile büyük kızı Sevim daha kapıya çıkamadan yaralanmışlardı. Evdekiler kurşun yağmuru yüzünden dışarı çıkamadılar. Köy kuşatıldığı, bütün evler sarıldığı ve yaylım ateşi devam etttiği için köyde kimse yerinden kalkamadı. 

Kurşun yağmuru yüzünden kimse başını kaldırıp da ne oluyor diye bakamadı.

Öğür ailesi saatlerce alevlerin içinde çırpınıp kaldı. Onların kulakları sağır eden feryatlarını duyan olsa da yardım eden olmadı. 

Ailenin bütün fertleri alevlerin arasında çığlık çığlığa diri diri yakıldı…

Askerler geri çekilip gittikten sonra yanmış küle dönmüş eve giden köylüler kömür gibi yanmış ve parçalanmış cesetlerle karşılaştılar. Dokuz kişilik aile tanınmayacak durumdaydı…

O gün, yanmış küle dönmüş o evden  kömür gibi yanmış bedenlerin ve parçalanmış cesetlerin arasından bir kedinin de cesedini çıkardılar.

Bu kedi Nasır Öğür’ün kızı Aycan için Van’dan satın alıp getirdiği, bir gözü çağla yeşili, ötekisi  kehribar sarısı olan, uzun tüylü, uzun kuyruklu süt beyaz Van kedisiydi.

Van kedisi sadık, insana bağlı, özverili ve asildi. 

Sahibine asla ihanet etmez ve koşullar ne olursa olsun evini terk edip gitmezdi. Bu özelliği yüzünden o da hayatını kaybetti. Yangında o da can verdi

Van kedisi arkadaşı Aycan’ı yalnız bırakmamış, onunla birlikte yanmıştı. Aycan‘ın bir kolu yangında kopmuş kedinin sırtına yapışmıştı

*

Tarih; 11 Ekim 1993’tü. Saat yine sabahın üçüydü. Yer bu kez Muş iline bağlı Kürt Meydan köyüydü. 

Köye dört ayrı koldan giren askerler yanıcı özelliği olan kimyasal bir maddeyle kısa sürede köyü yaktılar.İbret-i alem‘ için de üç yaşlı Kürt köylüsünü gözaltına aldılar. Yusuf Söylemez, Fadıl Baran ve Vahdettin Yalçın adlı köylüleri Murat nehrinin kıyısında kurşunladılar. Köylülerden Vahdettin Yalçın katliamdan yaralı olarak kurtuldu. Yakın bir köye sığındı. Oradan Muş Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı

Hastahanede gözaltına alındı! Yaşadıklarını kimseye anlatmaması koşuluyla tedavisi yapıldı. Yalçın yaşadıklarını yedi yıl boyunca kimseye anlatamadı. Ülkede Özgür Gündem gazetesi 2000 yılında onunla bir röportaj yaptı. Bu katliam da böylece aydınlandı. 

Tarih; 11 Ekim 1993’tü. Saat yine sabahın üçüydü. Yer; Diyarbakır ili Kulp ilçesine bağlı Alaca köyüydü. Köy aynı yöntemle yakıldı. Köylülerden Salih Akdeniz, Behçet Tutuş, Bahri Şimşek, Şerif Avar, Hasan Avar, Mehmet Şah Atala, Nusrettin Yerlikaya, Turan Demir, Celil Aydoğdu, Ümit Taş ve Abdi Yamuk gözaltına alındı.

Gözaltına alınan bu 11 köylü hakkında o güne değin herhangi bir dava açılmamıştı. O geceye değin hiçbiriyle ilgili bir soruşturma dahi yapılmamıştı. Hepsi de işinde güçünde olan; suçsuz günahsız insanlardı. 

Onların suçu Kürt olmalarıydı. Sadece Kürt oldukları için gözaltına alınan köylüler Kulp kırsalındaki bir mağarada kurşunlandılar. Orada bir çukur açıldı ve hepsi de birbiri ardına o çukurun içine atıldı… 

Aradan 11 sene geçtikten sonra 2004 yılında Kulp’a bağlı Keper mezrasına yakın bir mağarada toplu mezar ortaya çıkarıldı. Toplu mezardan alınan kemiklere DNA testleri yapıldı. Test sonucunda bu kemiklerin askerlerin gözaltına aldıkları Alacalı köylülere ait olduğu anlaşıldı…

Altınova’da, Kürt Meydan’da ve Alaca‘da bu mezalimi yapan askerler Bolu Dağ Komanda Tugayı’na bağlıydılar. Köyleri yakanlar, köylüleri kurşuna dizenler bu tugayın askerleriydi. Katliamın emrini verense tugayın komutanı olan Yavuz Ertürk adında ‘Özel Harp’çi bir tümgeneraldi…

Bolu Dağ Komando Tugayı 1993 baharında bölgeye gönderilmişti. Bolu tugayının komutan ve komandoları’’ bir ulusun varolabilmesi için başka bir ulusun yok edilmesini ve yok edilen ulusa ait toprağın gasp edilmesini meşru bir hak olarak gören ve faşizme ruh veren ‘Kan ve Toprak’ ideolojisiyle eğitilmişlerdi. 

Amaçları‚ düşman‘ olarak kabul edilen bütün Kürtleri kadın-erkek, yaşlı-çocuk demeden öldürmekti.

Bolu Dağ Komando Tugayı bu amacı doğrultusunda o yıl o üçgende önceden planlanmış ve bir program dahilinde uygulanmış bir dizi katliam gerçekleştirdi.

Peş peşe insanlık suçları işledi.

 

-Arşivden-

İlginizi çekebilir