Fırat Yavuz: Ahmet Hamdi Tanpınar ve Derviş Zaim’in Ortak Fikri: ‘Değişerek devam etmek.’ *

Türkiye edebiyatında Ahmet Hamdi Tanpınar ile Türkiye sinemasında Derviş Zaim arasındaki en büyük benzerlik nedir diye sorulduğunda, her ikisinin de yaşama, sanata, mimariye, kente ve edebiyata dair, gelenekle gelecek arasında bir yerde durmaları olduğu cevabı verilebilir. Her ikisi de eserlerinde yeni olanı denemekten kaçınmazken bu süreci ‘ayakları yere basar’ şekilde yaparlar. Yani geçmiş ve gelecek arasında devamlılığı sağlayabilecek bir değişim sürecinden dem vururlar. Bu devamlılık hali ve yenilikçilik, aslında bireyin ve toplumun ne yaptığını bilerek nereye doğru gittiğini anlayarak ne istediğinden emin olarak yol almasını sağlayan girift, heterojen ama istikrarlı bir yol izleme şeklidir.

 Zaim’in 2016 yapımı Rüya filmi, Tanpınar’ın Beş Şehir kitabında (ve Yahya Kemal kitabında) öne çıkan “değişerek devam etmek” fikrinin görsel ve işitsel tezahürü gibidir. Bu iki eserin paralel evrenine girmeden önce zamanın, mekanın ve tasvirin yazarı Tanpınar ve onun düşün dünyasıyla ilgili bazı tespitler yaparsak, Rüya filminin hangi yansımalardan oluştuğunu daha rahat görebiliriz.

Ahmet Hamdi Tanpınar, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde dünyaya gelen, Türkiye’nin imparatorluk devrinden Cumhuriyet devrine geçişini yaşayarak tecrübe eden bir yazardır. Bir dönemin sonu ile başka bir dönemin başına tanık olmak, onun geçmiş ve gelecekle arasında kurduğu ilişkiyi etkilemiş; düşüncesini geçmişten aldığı sosyo-kültürel birikimle inşa etmesini sağlamıştır. Sosyal ve siyasal hayatta ortaya çıkan radikal değişiklikleri; hukuk sisteminden edebiyat dünyasına, alfabeden kadının sosyal hayattaki yerinin değişmesine kadar ülkedeki kültür ve insan faktörüne etki edecek her türlü değişimin bizzat şahidi olmuştur.

Tanpınar, Osmanlı İmparatorluğu’nun; Selçuklu’nun ve Bizans’ın devamı üzerine oluştuğunu düşünür, devam fikrinin kırılmasının sıkıntılarını anlatmaya çalışır. Yazar, “Türkiye’nin Batılılaşma sürecini “Medeniyet Değişmesi” olarak görmektedir.” Tanzimat’tan başlayarak uzun bir süre Türkiye bir medeniyet geçişi süreci yaşamıştır. Toplumsal ve siyasi olayların ana ekseninde gelişen problemlerin esas nedeni Tanpınar’a göre, bu medeniyet değiştirme meselesinden ileri gelmektedir. Medeniyet krizi olarak da adlandırılacak bu husus Tanpınar’da, sıklıkla göreceğimiz Batılılaşma tavrını sergileyenler ve geleneksel kalmak için çaba harcayanlar arasındaki çatışmadır. Bu iki eksen arasında sıkışıp tercih yapma zorunluluğunun dışında kendini konumlandıran Tanpınar, sınırlarını belirlediği bir Doğu ve yine kendisinin sınırlarını belirlediği bir Batı üzerinde düşüncelerini inşa etmiştir. 

Medeniyetin geçmiş, şimdi ve gelecek arasında bir bütünlük barındırdığını ifade eden Ahmet Hamdi Tanpınar, uygarlığın geçmişten getirdiği hafızasının yok sayılamayacağını şöyle ortaya koyar: “Medeniyet bir bütündür. Müesseseleri ve kıymet hükümleriyle beraber inkişaf eder. Onları lüzumsuz bulmaz, şüphe de etmez. Nasıl elimiz, ayağımız, kulağımız bulunduğunu düşünmeden bu uzuvlarla yaşarsak, onlarla da öyle yaşarız… Umumi hayat değiştikçe medeniyet de müesseseleriyle ve kıymet hükümleriyle değişir. Bazen bunların bir kısmını tasfiye eder, fakat bütün bu değişiklikler insanla beraber olur. Küçük, büyük buhranlar, anlaşamamazlıklar, huzursuzluklar, ihtilaller, teknik terakkiler, keşif veya tabi inkişaflar bu tasfiyeleri yapar. Garp’ta ortaçağ insanı, rönesans insanı, makine sanayi devrinin insanı, bugünün insanı medeniyetiyle, müesseseleriyle beraber teşekkül etmiş tarihi vakıalardır.”

 Tanpınar’ın kendi düşüncesindeki devam fikri, onun insan tasavvurunu da anlatır. “Milli hayat, devamdır” diyen Tanpınar “devam ederek değişmek, değişerek devam etme’nin insanın yaratma kabiliyetini ortaya çıkaracağını” dile getirir. Aynı zamanda bir kültür etrafında şekillenen insanların kimliğinin, bu devam fikri üzerinden geliştiğini düşünür. Tanpınar’ın geçmişle yaşadığı dönem arasında kurduğu süreklilik bağının en önemli bileşkesidir, kültürdür. Onun devam zincirinde kopma yoktur. Geçmişten gelen maddi ve manevi değerlerle barışıktır. 

Yazar, hayatın her alanında süregeldiğini düşündüğü devamlılığı, sanat eserlerinde de bulur. “Hayatta her şeyde olduğu gibi sanatta da “devam” denen bir kudret vardır. Bu fizyolojide olduğu gibi cemiyet hayatında da, fikir hayatında da esastır.”

Derviş Zaim’in Rüya filmi de, işte bu devamlılık düşüncesi ve düskuru üzerine kuruludur. Film geleneksel değerler, mimari, kültür ve tarihten esin alarak yol alır. Filmin ana karakteri olan Sine, İstanbul’da mimarlık yapmaktadır. Geleneksel yapıları da ihmal etmeyerek ama daha farklı, radikal bir cami tasarımı yapmaya çalışır. Hem kültürün (aynı zamanda dini kültürün) hem de kendisinin “değişerek devam etmesi” gerekliliğine inanarak yaşamaya çalışırken uyku sorunu yüzünden gitmek zorunda kaldığı uyku hastalıkları merkezinde rüyalara dalar. Rüya evreninde olağanüstü metafizik gerçekliğin alanına girmiştir. Uyandığında başka bir kadın şeklinde ama kendinin farkında olarak hayata devam eder. Bir yandan da amcasının kirli işlere bulaşmış mühendislik şirketinden ayrılır ve sevgili olduğu adamla olan sahte ilişkisine son verir. Derneklilere yaklaşarak toplum içinde yer edinmeye çalışır. Sine, hem iç hesaplaşmaya hem de arınmaya başlamıştır. Rüya sonrası değiştiği her kadın görünümünde biraz daha sadeleşmektedir. Filmin rüya evreni aynı zamanda Tanpınar’ın rüya ve zaman kavramlarının işlenişine benzemektedir. Bu rüyalarda geçmiş ve gelecek ile zaman arasında keskin ayrımlar yoktur. Kopukluk yerine süreklilik vardır. Ayrıca Tanpınar’ın Bergson felsefesi izlenimlerindeki sezgisel bilgiye olan yakınlığı filmde Sine ve Yaren karakterlerinde yansımalarını bulur.

Beş Şehir’in ilk sayfasında Tanpınar, “Bu kitabın asıl konusu, hayatımızda kaybolan şeylerin ardından duyulan üzüntü ile yeniye karşı beslenen olumlu istektir. Biz neydik, neyiz ve nereye gidiyoruz sorularına verilen cevaplardan oluşmaktadır” , demektedir. Filmde Sine karakteri, başından sonuna kadar yapmış olduğu işlerde, kurduğu ilişkilerde bunları sorgular. O, her uyandığında, camide sürreal biçimde uykuya dalmış Yedi Uyuyanları da* uyandırmaktadır ve yol göstermektedir. 

Filmdeki tasarlanan cami mimarisi başta olmak üzere, İstanbul’un eski ve yeni mimarisi, çirkinlikleri ve güzellikleri panoramik bir şekilde birlikte verilir. Beş Şehir’deki İstanbul anlatısında da, İstanbul bir terkiptir, bu terkipte eski olanla yeni olan, güzelle çirkin olan hep kaynaşmıştır. Hem filmde hem kitapta İstanbul’un mimari yapısı bir açık hava müzesi gibidir. Tarih ve an, bu mimari yapılar üzerinden şehre nakşedilmiştir. İster yeni, ister eski; çarpık ya da nizami, filmde mekânlar kaba birer taş yığınından çok, anlamlar barındıran bir ruha sahiptir.

Tanpınar’ın Beş Şehir’de ve diğer kitaplarında çokça vurguladığı, devam zinciri kırıldığında insanın, kültür ve medeniyet çizgisinden uzaklaştığı fikri, filmde dere yatağında plansızca ve rant için yapılan konutların, şiddetli bir yağmurda korkunç şekilde çöküşü şeklinde resmedilir. Nasıl ki yazar, Erzurum’u anlatırken eski mimariden kopmanın serzenişinde bulunuyorsa Rüya filmi de, bu serzenişin ne kadar haklı olduğunu, eskiden ve akıldan kopuk mimarinin nasıl insan aleyhine döndüğünü gösterir.

Tanpınar, mimariyi ve kent yapısını, insanın ve ülkenin üslubu, terbiyesi ve zevki olarak görür. Beş Şehir, ülkenin mimari vesikasıdır; beş kent de birer medeniyet panoramasıdır. Hele de doğduğu ve öldüğü İstanbul hassasiyetini başka anlatır. İstanbul’u “içinde yaşayan insanları yetiştiren bir okul olarak görür; ayrıca insana bir zarafet ve sanatkâr bir ruh verdiğini” de ifade eder. 

Rüya filmi ise, eski ve yeni kültürün bir aradalığını sadece mimariyle anlatmaz. Filmdeki üç boyutlu ışıklı yansıtmalar, resim ve minyatür sanatının dijitalle buluşmuş biçimidir. Yönetmen Zaim, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, resmin gözü terbiye ettiği, insana farklı bir bakışla etrafını görme yeteneği kazandırdığı fikrini sık sık işler. Mesela Sine’nin her fikirsel ve bedensel değişiminde, ofisinde aynı pencereden baktığı manzara, her seferinde farklılaşıyordur.

Filmdeki zaman-mekan içinde karakter rastlantıları, yaşanan tesadüfler de, Tanpınar’ın, Beş Şehir’de “hayatımın tesadüfleri” dediği Ankara, Erzurum,  Bursa, Konya ve İstanbul şehirlerini tasvir etme hallerini çağrıştırmaktadır. Bu kesişimler aynı zamanda, dün ve bugün arasında anlamlı bir bütünlük olduğunu, geçmişin geleceği şekillendirdiğini işaret eder. Bu süreklilik, zamanın mekanik bir süreçten çok “devamlı bir değişme, kesintisiz bir oluş” olduğunu ortaya koyar.

Beş Şehir’in ve Rüya’nın en ortak çıkarımını Ahmet Hamdi Tanpınar, çok derin ve özce açıklamıştır: “Geçmişle nerede ve nasıl bağlanacağız?” Bir iç hesaplaşma içerisine girilmeden benliğimizi ve şuurumuzu kaybetmiş şekilde yaşamımızı sürdürmeye devam ederiz. Ait olduğumuz kültürün farkında değiliz. Geçmişi arama gayretine bile girmediğimiz için kim olduğumuzun da farkında değiliz. Bu mesele çözüldüğü zaman kendimiz olan bir bugünü yaşamamız kâbildir.”

*

(Bu makale Funda Danışman ile birlikte hazırlanmıştır…)

KAYNAKÇA:

  • Tanpınar; Ahmet Hamdi, Beş Şehir, Dergah Yayınları 2021
  • Tanpınar; Ahmet Hamdi, Yahya Kemal, Dergah Yayınları, 2011
  • Tanpınar; Ahmet Hamdi, Yaşadığım Gibi, İstanbul: Dergah Yayınları, 2000

 

İlginizi çekebilir