Eyüp Ensari: Vurun abalıya!

Bu topraklarda- toprak adına ne varsa hep şiddet yoluyla kazanıldığında insanı doku da hep vurma, kırma üzerine kurulmuştur. Hukuk ve adalette vurma üzerinedir; vurma, güçlünün en büyük silahıdır; adalet güçlüden yanadır. Bu yüzden güçlü olanın karşısındaki herkes abalıdır. Osmanlı için aba, yoksulun giysisiydi. Bunu giyenin haklı ya da haksız olduğu tartışılmaz ve sorun ne olursa olsun, bu kişi haksızdı. Güçlü yalnızca fiziksel anlamda güçlü değildir, sırtını dayadığı devletle güçlüdür. Zengin/ güçlü biri kanun karşısına çıksa, yasalar, yoksuldan yana olmazdı. Söz açıktı: Vurun abalıya

Abalı, güçlünün sinirlerini yatıştıran şamar oğlanıdır; bu oğlanın işi, sessizce dayağını yemek ve hiç itiraz etmemektir. Şehzadelerin eğitimi sırasında hocalar, dershanede sıkça şamar oğlanları tutardı; amaç da şuydu: Şehzadeye atılacak şamar, oğlana atılacaktır.

Bugün de şamar ve abalı değişmemiştir. Kürtler, şamar oğlanına çevrilmişlerdir. Kendimizi abartmanın, bir zamanlar, büyük ve görkemli ve erdemli bir millet olduğumuzu belgelemenin hiçbir anlamı yoktur. Siyasal kültür de zaten, bugüne kadar hiçbir esneme payı göstermemiştir ve bugün de varlığını sürdürüyor. İki saat TV izleyen bir kişi şunu görecektir: Bir siyasi parti diğerine, haddini bildiriyordur. 

Siyasal kültür budur ve bu kültürün çakraları şiddetle açılmıştır. Çok değil, kırk gün içinde yaşanan şiddet olaylarına şöyle bir baktığımızda gördüğümüz tek bir şey vardır, o da zulümle abat olmaktır. 

Deniz Poyraz’ın öldürülmesi, Marmaris’te HDP binasına silahlı saldırı, Konya, Afyon ve Ankara’da Kürt işçilere saldırılar, ölümler… Ölenlerin tek suçları vardır: Kürt olmak. HDP haricinde, bütün partilerde, sessizlikleriyle bu şiddet prosedürüne uymaktadır. Kürde baskı meşru bir hal almıştır. Siyasi kuvvet yerini, silahlı bir kuvvete bırakmıştır; adaletin burada bir anlamı yoktur, kalmamıştır. Kürtlerin ekonomik anlamda çalışma, siyasal anlamda kendini ifade etme söz konusu bile değildir. Kürdün kafasını kaldırması bile şantaj olarak algılanıyor ve ona karşı bütün siyasiler, totaliter bir uzlaşma içendedir. Tek bir sermayeleri vardır: Kürt karşılık veremez. 

Politik Kürtlerde böylesi meselelerin peşine düşmez. Milliyetçiyim, devlet istiyorum, bütün bunların suçu devlet olmamızdadır diyen Kürtlerde, klavyelerine su dökerek, birilerini de kendilerine hasım yaparak, çokça da kendi reklamlarına Kürtlüğü alet ederek, bu meselenin peşine düşmezler. Kürt milliyetçileri Hewler ve Süleymaniye saraylarının soytarılarıdır. Milliyetçi olmayan, devlet istemeyen, Kürtlerin dağıldığı dört parçada da örgütlü olan PKK içinse dayak yiyen Kürdün karşılığı yoktur; Kürt dağa çıkmıyor, bu yüzden dayak yiyordur.  Entelektüel Kürtler için de mevsimlik Kürt işçiler, Gazap Üzümleri’nin üç beş sayfasıdır. HDP gibi bir partinin ise mevsimlik işçilerle ilgili bir programı yoktur. Kürtlerin bir sınıf olarak temsiline yabancılar. Türk solu/ bileşenler ise zaten, hala fabrikalarda ve sendikalar üzerinden çözümleme yapıyorlar. Kürtler dayak yerken, basın açıklaması yaparlar. Bu konuda iyiler. Olay, hukuki bir popülerlik kazanınca, Demirtaş’ın avukatları meseleye müdahil olur, twit atarlar.  

İnsan vicdanın peşinen kabul ettiği bir suçlu karşısında hem kim ne yapabilir ki?  Kürdü öldürmek, dövmek suç değildir. Suç sayılsa bile bu, bir Kürdü dövdü (ağır tahrik) diye ceza indirimine tabi tutuluyordur. Deniz’i öldüren şahıs aynı gün cezaevine götürüldü. Aynı ya da benzer bir olayın faili Kürt olsa ya da basit bir kimlik yoklaması sırasında gözaltına bir Kürt alınsa, ek sureler alınır, örgütlerle ilişki kurulur, hangi bakkaldan sigara aldığına dair geniş bir soruşturma yapılır ve en az bir hafta gözaltında kalırdı. 

Bir Alman’ı Alman olduğu için dövemezsiniz. Ama Türkiye’de Kürtler, Kürt oldukları için dövülebilir ve bu dayak atan kimseler, güçlerini, iktidarın kimlik siyasetinden alıyorlar. Açık!

Bu düpedüz ırkçılıktır. Dünyada ırkçılık lanetlenirken, Türkiye’de ırkçılık, din ve ideolojiyle biraz daha güçleniyor. Nietzsche’nin “hınç”/ “haset” dediği, Haclav Havel’in “iktidarsızların iktidarı” dediği şey budur. Dahası, ırkçılar, Türklük adına, garip bir mağduriyet havası estirip kendilerini ve zulümlerini meşrulaştırıyorlar. En iyi niyetli yaklaşımlarda bile kendini beğeni, bir ukala tavır söz konusudur. Örneğin birilerini öldürdükten sonra gazetelerde şu ırkçı imalar yayımlanabiliyor. Konya’da, bir kişiyi öldüren köylüler, şunu söylüyor: Kürtleri istemiyoruz!

Adil bir ülkede, bu köylüler suçludur. Almanya’da bir Alman, bir Türk için “Türkleri istemiyoruz” dese, kıyamet kopar. Kopmalı! Irkçılık kötüdür. Hatta Diyarbakır’da bir Kürt, “Türkleri istemiyoruz” dese, yine kıyamet kopar. Kürt eşittir, ırkçı olur ve bunu yapanlar, sırasıyla akla hayale gelen, gelmeyen bütün maddelerden dolayı adalet önüne çıkarılırlar, en az üç yıl dokuz ay mahkum edilirler. 

Kürtlere yapılan saldırılar, doğrudan saldırı da değillerdir. Bunlar, totaliter fantezi halini de almıştır. 

Burada Kürtleri istemiyoruz demek, Nazi temelli ideolojinin ete kemiğe bürünmüş halidir. Çok açıktır. Kürtleri istemiyoruz diyen, kendine kökler arıyordur ve bu kök için de şiddeti meşru görüyordur. 

Mevsimlik işçilere dönük şiddet bunun bariz bir sonucudur. Hegemonyanın apolitik Kürde bile tahammülü yoktur. Ucuz iş gücüne tahammül etmiyor; onun dünyasında Türkler ve Müslümanlar yoksullardır, eziliyorlardır. Bu Nazilerin, Yahudi kıyımı için öne sürdükleridir. 

Devleti temsil eden, yöneten kesimlerinde de şiddete karşı bir protesto söz konusu değildir. Ölen kimselerin ailelerine başsağlığı, yaralılara şifa dileyen erdemli siyaset, okul kitaplarında bile yer almamaktadır artık. 

Muhalefet içinse bunlar fevri ve üzücü şeylerdir. Ama bu hal katili beslemekten beterdir. Muhalefet davalara müdahil olabilir ve bu tür şiddet olaylarının takipçiliğini üstlenebilir. Ama bunu yapmaz. Çünkü Türkiye’de kötülük büyük sermayeye dönmüştür. Kötülük “bir gün işe yarar” diye derin dondurucularda saklanıyor. En büyük trajedi de bu: Kürtler dayak yerken ve öldürülürken, Türklerin seyirci kalmasıdır, kardeşime dokunma diyemiyor Türk. 

En korkunç olan bunun zaman içinde bir bilinçaltına dönüşmesidir. Meta-siyaset! Kürtlerle işine yaradığı oranda ilişki kur, iktidara gel ve sonra da icabına bak. Yüce olan kardeşliğin, gülünç olduğu yerde elbette, birileri çıkıp Kürtleri istemiyoruz diyecektir. 

Kürtleri istemiyoruz! Konya da söyleniyor bu söz. Mevlana’yı gördükten sonra Müslüman oldu yalanıyla Turist kazanan Konya…

İlginizi çekebilir