Çayan Okuduci: Domates Biber Patlıcan   

Yeni bir sürece girildi. Ateşli, ıstırap dolu vakitler ve günler kapımızda. Dünyanın farklı yerlerinde kardan, yağmurdan daha fazla kurşun ve bombanın düştüğü gerçeğine gözlerimizi kapatarak, sesimizi kısarak ardımızda bıraktığımız her gün hanemize kocaman bir eksi (-) olarak düştüğünün herkes farkında! 

Yoksulların, emekçilerin, işsizlerin, çaresizlerin, yarına umudunu yitirmişlerin gün geçtikçe bir kartopu gibi yuvarlanıp büyümesine tanıklık ediyoruz. Direnenler, sevenler, mücadele edenler sürekli engellemelerle, arkadan sıkmalarla, polis-yargı-siyaset üçgeninde kurulan kumpas mahkemeleriyle ve uyduruk iddianamelerle yükselen seslerin dört duvar arasında boğdurma gayreti ve pratiği ortada. 

7/24 yeraltı zenginliklerini müjdeleyenlerin sıcak evlerinde konforlu koltukları üstünde ceviz kırarken; soğuktan battaniyelere ve yorganlara sarılarak oturmak zorunda kalanların öfkesinden nasiplenmesi yakındır! Şirketlerin keyfi muamelesi ve istekleri altında inim inim inlediğimizin en somut delili elimize aldığımız faturaların nedeni olanlar; trol ordularına milyon dolar aktaranların gerçek gündemin üstünü örtme çabasının tek bir açıklaması vardır: Korku! Kaybetme korkusu ve belası daha fazla hırçınlık ve saldırganlıklara kapılar aralıyor. 

“Müjdeci” hükümet, sürekli müjdeler veriliyor, bu müjdeler içinde akıl almaz müjdelerin yanı tehditleri de bir müjde gibi sunmaları ruh hallerini anlamak için elimize ciddi veriler veriyorlar. Yeni-eski sistemden beslenen İslam motifli, süslemeli yandaşlar, troller, ulusalcıların sırtımızdan sürdürdükleri keyfiyetin sonu yakındır, lakin zorlu ve bol sancılı olacağı da su götürmez! Üç sokak ötede duran gerçeğe sırtını dönmek ve enayiye yatmanın açıklaması nedir ey muhalefet? 

Yaşam alanlarımıza saldıran, işgal etme arzusu ve iştahıyla büyüyen küresel canavarların küçük temsilcileriyle yüz yüze olduğumuzun altını çizmekte fayda var. İşin doğrusu daha canavarla yüzleşmedik, sesini duymadık, yüreğinden taşan köleleştirme istediğinin kamçılarını şimdilik sırtımızda hissetmiyorsak, bu olmayacağının anlamanı gelmiyor! Eğer saldırı varsa direniş haktır ve meşrudur! Tıpkı dünyanın dört bir yanında anarşist yoldaşlarımızın yeniden yaratmak istediği dünya için direnmeli ve safları hiç olmadığı sıklaştırmak gerek. 

İnsanlığın ve tüm kazanımların tetikçisi ve tecavüzcüsü İŞİD’liler kaç hafta önce Hesekê’de bir saldırı gerçekleştirdi. Yiğitlerin destansı direnişi karşında toz duman olan bu “öfkeli” kadın tüccarları, çocuk istismarcıları başarısızlıkları ile birlikte sahiplerini kızdırdığını da hava saldırılarından anlıyoruz. İŞİD’li tetikçilerin saldırısında 121 yiğit savaşçı yaşamını yitirdi. 121 can. 121 umut. 121 yaşam. 121 evlat ve gelecek. Tetikçilerinin başaramadığını hava saldırılarıyla başarmak isteyenlerin hazin sonunu hep birlikte göreceğiz, diz çöküp yalvaracakları gün yakındır. 

Ukrayna ve Rus devletleri arasındaki çekişmeden fırsat koparıp Kürt halkının üzerine bomba yağdıran fırsatçı iktidarın iç kamuoyuna yönelik hamlesi ulusalcıların ve dincilerin alkışlarıyla karşılansa da; halkın gerçek gündemi bombalar değil doyuramadıkları çocukları ve gelecekleridir. 

Vergilerimizden ve emeğimizden alıp bombalara ve savaşa yatırım yapanların, suları zehirleyenlerin, bahçelerdeki Teyrê Tawis’ları katledenlerin yatacak yerleri olduklarını hiç zannetmiyorum. Halk açlıktan ve geleceksizlikten ülkeyi terk etmek için her türlü yolu denediği bir dönemde muktedirlerin nefesleri kesilip, ait oldukları çöplüğe döneceklerinden hiç kimsenin şüphesi olmamalı!   

Bir yandan Teyrê Tawis’in çocukları bombalar altında katledilirken diğer yandan bombaların sahipleriyle pozlar verip gülümsemeyi nereye yerleştireceğiz? Nasıl açıklanır? Sermayenin kölesi olmuşlar tarihimizde kara bir leke gibi duracağından şüphesi olanlara Allah zihin açıklığı versin! Abidin’e bunun resmi çiz dersem lal olur, kör olur, elleri kalem oynatmaz! Sürekli arkadan hançerlemeyi bir gelenek haline getirmiş olanlar ve onların ortakları en ufak bir boşlukta Kürtlere saldırmaktan büyük bir keyif ve zevk aldığını kim inkâr edebilir? 

Umarım bunca zalimliğin ve haksızlığın karşısında sessiz duranlar ömürleri boyunca kendi sessizliğinde boğulur ve can çekişirken kendi sesleri dışında bir ses duymazlar. Halk eninde sonunda işgalcilere ve onların direk, dolaylı işbirlikçilerine öfkesini gösterecektir. Halkın öfkesinden nasiplenen hiçbir şeyin ayakta kalma şansının olmadığını yakın-uzak tarihimizde delilleriyle ortadadır. Üç günlük dünyamızı cehenneme çevirenlerin cehennem de yanışlarını seyretmek acılarımızı bir nebze olsa da dindirecektir lakin yüreğimizin soğuması mümkün değildir.

 Dört bir taraftan topraklarımıza her türlü silahlı talancıların kuşattığı, içerdeki işbirlikçileriyle pozisyon kazanmak isteyen; köhne, çürümüş ve dünya sahnesinde hiçbir ciddiyeti olmayan çeyrek iktidar sahipleri de çölde gemi yürütme derdine düşmüşler! Way mala mine!

Fırat Sözeri’nin Kürd Araştırmaları’nda yayımlanan “Puşkin’in Bitmeyen Çilesi: Sansür” makalesi bize ülkedeki Kürt düşmanlığının edebiyata nasıl yansıdığının kodlarını veriyor; “Ataol Behramoğlu’nun çevirisinde ise söz konusu ifadenin çıkarıldığını görüyoruz. Metnin, Cem Yayınları tarafından basılan 1982 baskısından, 2013 yılındaki İş Bankası Kültür Yayınları 6. basımına kadar tüm baskılarında bu sansürün devam ettiği ve 2021 yılında yapılan baskısına Kürt ifadesinin eklendiğini görüyoruz.”[1] 1829 yılında Puşkin Erzurum gider. 

Zeki Baştımar 1961 yılında ve Ataol Behramoğlu ise 1982 yıllarında “Erzurum’a Yolculuk” kitabını Rusçadan Türkçeye çevirisini yaparlar. Çeviri esnasında “Kürt” kelimesi her iki isim tarafından sansürlenir. Ancak A. Puşkin, Erzurum Yolculuğu, (çev. Ataol Behramoğlu), İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2021 yılında sansürsüz yayımlanır, 40 yıl sonra gelen gerçeklik!!! Behramoğlu biliyorsunuz ki İP (İyi Parti) kuruluş aşamasında durmadan İP propagandası yapıyordu. İP yöneticilerinin zihniyet dünyasını burada uzun uzun anlatmaya gerek yok, hepimiz biliyoruz zihin dünyalarını. 

Özünde Türkçülük olan geçmişi kanlı bu yapılanmanın savunucusu bir şair olunca Puşkin’in eseri sansürlenmesine şaşırmıyoruz, şaşıramıyoruz. CHP medyasına çıkıp sürekli “böyle bir şey olur mu?”dan öteye fikir ve çözüm üretmeyen bu az bulunur, güzide şairin sansürcü olduğu gerçeği gün gibi ortada. Ve bu utanç karşısında hala ne bir özür ne de bir açıklama yapmış değil, zaten özeleştiri verebilecek bir cesarete sahip olmadığını az-çok tahmin edebiliyoruz. Bu zihniyet yıllarca Kürt gençlerini asimile ve özünden koparmak için tüm kirli girişimlerden kaçınmadıklarını yazmaya kalksak buradan Malabadî’ye yol olur. 

Kürt kelimesine bile tahammülü olmayanların bize demokrasi ve özgürlük dersi vermeye kalkacak kadar da hadsiz oluşlarını içinde debelendikleri saplantılı kibre yormak yeterli olmayacaktır. Kâh gizli kâh açıktan merkeziyetçi devlet refleksinin basit bir izdüşümü olan gerici, sansürcü sistemin ürünü olan bu güzide şairimiz ortalıkta adalet ve özgürlükçü edasıyla dolaşmasına ne demeli? Bir şair nasıl katlanabilir sansüre? Bir şair nasıl zulmün odağındaki bir halkın destansı direnişi karşısında merkeziyetçi bir tavır takınır? Benim kafamdaki şair duruşu ve pratiği: Savaşçılıktır! Özgürlük savaşçısıdır, zulme karşı dizelerini şahlandırandır, mazlumların ve direnişçilerin yürüyüşlerine meşaledir. Gelin görün ki sistemin var ettiği tekrar mastürbasyonundan öteye gitmeyenlerin solanlarda ve festivallerde şaircilik oynayışları zaten her şeyi açıklamıyor mu?

 Şair ve yayıncı Lokman Kurucu’nun[2] benim şiirimden bestelediği “Şair Yalancıdır” da haykırdığı gibi; “şairler yalancıdır/şairler yalan”. Sistemin beslediği şairlere bakınca: Özel’ler, İnce’ler, Behramoğlu’ları, Karakoç’ların ortak özellikleri Kürt halkının haklı özgürlük mücadelesine köstek olup savaş açmalarıdır! Ümmetçilikle, ulusçulukla, demokrasiyle (kendilerine) süsle püsle şiirlerini boyalasalar da o süsün ve boyanın altındaki sömürgecilik, asimile etme, özünden koparıp hiçleştirme pratiklerini de görmediğimizi sanılmasın. 

Nazım Hikmet’e Kürt halkının mücadelesine neden destek vermediniz, sorusuna verdiği “geçiştirme” cevabını da unutmayalım! Kürtçenin direne direne, savaşa savaşa günümüze kadar tüm zenginliğiyle varışı kanımca tüm sansürcülere, sömürge iştahlılara, asimilasyonculara ve onların kültürel akıl hocalarına verilmiş en güzel ve en sert cevaptır! Halkın sevgilisi ve şairimiz Ahmed Arif’in de dediği gibi; “Tanı bunları/Tanı da büyü”. Büyüdük ve tanıdık üstat.

Cezaevlerinde tutsaklar her gün işkenceden geçirilip öldürülüyor, dört duvar arasında hasta tutsakların cansız bedeni dışarıya çıkarılıyor. Halkın hiçbir değerine saygısı olmayan, cenazelere saldıran, cenaze namazına bile müsaade etmeyenler; yeni araba almanın yollarını aradığı bir ülkede, yoksulluğu, fakirliği ve İslamcılığı pompalamalarının nedeni sadece ve sadece kırık-dökük teşhir olmuş iktidarlarının biraz daha yürütmek, aksırıncaya tıksırıncaya kadar yemeye devam etmekten başka ne amaçları olabilir Allah aşkına?

Suçsuz sebepsiz yıllarca yatan hayatlarının en güzel yıllarını sudan sebeplerle, kumpasla, iftirayla ve yalancı gizli tanıkların beyanları ile on yıllarca dört duvar arasında sevdiklerinden, özgür yaşamdan kopuk, güneşin doğuşundan mahrum, sıcak bir yemek, rahat bir uykuya hasret insanlara yaşatılan bu zulmün yaratıcıları “güzel ahlak”tan dem vurmaları! İşin aslı ise ne kadar ahlaksız ve acımasız olduklarının, yıllar bize tüm acı tecrübesiyle ve kaybedişiyle göstermiş olmasına isyan etmekten başka bir yol kaldı mı? Hayır!                

Bir tarafımız ulusalcı sansürcülerin çevrelediği diğer yandan ümmetçilerin ve İslamcıların “burs” adı altında yoksul emekçilerin alın teriyle keyif üstüne keyif yaptığı ve her kuruşu “haram” olan bu kahrolası sistemin yarattığı çürümüşlüğün kokusu her geçen gün ağırlaşıp yayılmasını hüsran ve saldırgan gözlerle izleyenlerin korkusunu hamdolsun şahsım görmektedir! Üç kadın Merve Kavakçı, Fatma Betül Sayan Kaya ve Rabia Kalender İlhan toplamda karşılıksız olarak 5 milyon 833 bin 242 TL burs almışlar! Sadece bir dönem burs aldığım paranın peşine düşen ve faiziyle geri isteyen sistemi hala saf duygularla savunanların gözünü açtığı muazzam bir dönemde geçiyoruz!

Bu üç hanımefendi ve anne her gözünü dünyaya açtığında nasıl bir vicdan uyanıyorlar! Tabi bu paralar kendileri için çerez parası olduğundan elektrik ve doğalgaz faturalarını ödemeyen, soğuktan ölen, çaresizlikten intihar edenleri anlamayacak kadar kibre ve israf şatafatına battıkları için ne dersek hava kalacaktır. Umarım bir cehennem vardır ve umarım bu dünya zalimler için cehenneme dönüşür. Anarşizm tüm yobaz düşüncelerin ortadan kaldırmamız için bize güç ve şevk verdiğini bir kez daha hatırlatıp doğanın basit bir bileşeni olduğumuzu unutmadan: ağaç, suya, aşka, hayvanlara kısacası tüm canlılara sevgi ve şefkatle yaklaşımı elden bırakmayalım. 

Yazılarımı genellikle şiirle noktalamayı seçiyorum, bu yazımda ise semt pazarındaki fiyatlarla noktalayalım. Temel gıdamız olan ve kilo başı pazarda satılan bazı ürünler:

Fasulye: 60 TL

Cin biber: 60

Patlıcan: 40

Bezelye: 40

Salatalık: 30

Domates: 25

Ispanak: 15 

                 

[1]https://kurdarastirmalari.com/yazi-detay-oku-162

[2] https://www.youtube.com/watch?v=zV–VznCuGw   

İlginizi çekebilir