Behice Feride Demir: Bachmann / Mektuplar / Celan

İkinci dünya savaşı, savaş meydanı ile sınırlı kalmayan en korkunç savaştı. Zira dünyanın psikolojisini bu kadar bozan ve geriden gelen kitlere Holokost’u bir utanç olarak bırakan başka bir savaş olmamıştır. Ölüm kamplarının ideolojik bir tercih olarak dünyanın ortasına kurulduğu, milyonlarca insanın sağ taşınıp, ölü çıkarıldığı o dehşet örüntüsünü bilimsel verilerle, istatistiklerle ve salt siyasi sebeplerle açıklamak bugün dahi izaha muhtaç bir durum. Birkaç kuşağa ve kıtaya acı dinamiğini yerleştiren bu savaş  sosyal bilimlerden, Fen bilimlerine dek  bütün düşünce ağlarını suça bulaştırarak  insanlığın vicdanında kocaman bir kara delik açtı.

Benzer haberler

Kemal Okutan: 1 Mayıs ve Van Direniş Ruhu

Sibel Özbudun: Postmodernizme Veda…Sınıf Yeniden

Savaş  60 milyon insanın canını aldı ama sakat bıraktığı maddi manevi gerçekliğin boyutları sonsuzdu. Ölüm, dışlanma, hedef ve suçlu gösterilmenin sebep olduğu başkalık hissi sağ kalanların  yaşantılarında unutulmayacak davranışlara,acılara ve travmalara dönüştü. Temerküz kampları savaştan sonra bir ruhsal miras biçimine dönüştü adeta. Bütün  İnsanlık o kamplardan gömlek değiştirerek çıktı. Ancak yinede gerçeğin asli  bedelini ödemek  ve bünyesini taşımak  felaketin çocuklarına kaldı.

Son birkaç yıldır tekniğin hayat şartlarını değiştirdiği, bilgi ve bilimi yeniden reforme ettiği sayısız gelişmeye tanıklık ediyoruz. Yapay  zeka, doğal gerçekliğimizi  gölgede bırakma iddiasında. Öyle ki insan beşeriyatının en büyük yetkinliği olan kimi sanatsal formlara bile yön vermeye, müdahalede bulunmaya çalışmaktadır. Yapay yazarlık, beste yapmak, enstrüman çalmak ve istenilen sesi çıkarabilmenin mümkünlüğünden söz edilmektedir. Bunun başarısı ve tutunma oranını şimdilik belirsiz. Ama gerçek acı ve zekanın  farkını ortaya koyan sanat ve ona bağlı hayat sirkülasyonunun derinliğini görünce bu yapay fikrinin absürd bir varış olacağına dair inancım artıyor.

Paul Celan ve İngeborg Bachman’ın mektuplaşmalarını okurken sanatsal olanın ve kalanın yapaylığa dönüşme ihtimalinin sıfır kalışına sevinmemek  elde değil.

Acı ve trajedi zordur ama yapaylığı kaldıramayacak kadar kendine has nitelikler barındırmaktadır.

İkilinin mektuplaşmaları ” Le temps du coeur” Türkçe’ye Kalp zamanı- Mektuplar  olarak çevrilmiş. Kitapta  iki sanatçının tanışıklığı, aşkı, hayatı ve düşünceleri üzerinden Avrupa’nın yaşadığı insanlık felaketinin mektuplara döşenmiş çaresizliğini şiir ve felsefe diyalektiğiyle okuyoruz. Bachmann- Celan mi Celan -Bachmann ikilisi mi desem kararsızım  ama ikisinin yazışmalarından geriye kalanların çifte bir edebi değer olduğu  muhakkak.

İngeborg Bachmann şairliği, yazarlığı ve felsefi ilgisiyle yazarlık  hayatına yeni adım atarken Mayıs 1948’de Paul Celan’la tanışır. Aslında tanışma bir edebiyat grubu olan 47 arkadaşın bir araya gelip kültür sanat egzersizi yaptığı çalışmalar esnasında başlar ve  Celan’ın intiharına dek sürer. Bu süre 23 yıllıktır.  Bu tanışma ne salt dostluk, aşk ne de edebiyatla  sınırlı kalmayacak kadar sarsıntılıdır.

Bachmann, daha rasyonel, ciddi ve uzun vadeli bir bakışa sahipken Celan, hiçbir rasyonel vergiyi taşıyamayacak kadar asabi ve trajik bir kimliğin basıncı altında yaşamıştır. Temerküz kampına sığdırılmış bir kimliğin kişilikte bıraktığı çoğul etkiler Celan’ın hayatına, yazarlığına hatta tüm zihinsel faaliyetlerine gizli bir şiddet poetikası olarak yansımıştır. Bu yüzden mektuplar Bachmann’dan çok Celan’ın ruhsal çetelesi sayılmaktadır. Bahman gibi felsefe ile tanışık bir kafa, Celan gibi hermetik bir dil ve düşünce dünyasında yaşayan bir yazarın yazışmalarında salt bir suje aramak kuşkusuz  imkansızdır.

  “ Huzursuz zamanlar, İngeborg, huzursuz tekinsiz zamanlar” tümcesi bu yazışmaların ana temasını açıklarken yazanların bizatihi tarih kokpitindeki suje yokluğunu ve “sans” romantizmi imleştirdikleri bellidir. Paul Celan, pek çok çağdaşı gibi Yahudi olmanın bedelini yaşayarak ölenlerden oldu. Ailesini yitirmenin acısını, şairlik, çevirmenlik  ve bir Polyglot olarak bile unutamadı. İlişkileri, işleri ve düşünceleri hep bu kapanmayan yaranın gölgesinde kaldı.

Bachman bir Alman, Celan bir Yahudi olarak bu gölgeden çıkabilmek için uzun yıllar uğraştılar ama başarlı olamadılar.  Celan’a intiharı getiren bu yara  Bachmann’a bir yangında ölümü yakıştırarak bir başka talihsizliğe dönüştü.

 Yahudi soykırımı modern tarihi sadece fiziki olarak değil, fikri olarakta enkaz altında bıraktı. Her sanat dalı ve sanatçı bu  enkazdan kalan parçalarla yaşadı. Kalp Zamanı’nın mektupları bu parçanın Almanya ve Romanya topraklarına saçılmış  iki hikayesinin yazışmalarıdır.

 Bir statükonun son gecesi ve gündüzüne girdiğimiz bir mayıs gününde, mektuplar edebi bir hatırat olduğu kadar kimi tekerrürlere de not mahiyetindedir. Elbette Celan ve Bachmann’larını  trajedi ile yaratmaması temenisiyle.

Celan’ın dizeleriyle iki tiranlığın kurbanlarına saygı ile.

İyi Pazarlar.

” Senin de yaraların 

   Rosa

   Ve bu boynuzlarındaki ışık

   Senin Romanya mandalarının 

   yıldızların yerine

   kum yatakları üzerinde

   konuşan ve 

   kızıl korla güçlü 

   tüfek dipçikleri altında.

    [ P. Celan’ın R. Lüksemburg’a adadığı Coagula şiirinden]

İlginizi çekebilir