Behice Feride Demir: Ali Fikri Işık ile Futbol Üzerine

Donadoni, Maldini, Albertini ve Bergomi isimleri bir şiir nakaratı gibi radyodan yankılandığında, oyundan çok isimleri sevmiştim. Radyo’da oynanan oyun; 1990 Dünya Kupası maçlarıydı. İtalya’nın 1990’da ülkeleri adına forma giyen pek çok oyuncusu, sonraki yıllarda çok farklı başarılara imza atacak ve ulusal liglerinin sınırlarını aşmasına aracılık edeceklerdi. Futbolun hızla gelişmesi ve kitleler için yeni bir sosyal iletişim alanına dönüşmesi, gündelik bilgi ve ilgi kataloğumuzu fazlasıyla etkiledi.

Edebiyatçı, filozof, aktör/aktris ve siyasilerin adlarının yanına futbolcu adları da eklenmiş ve milletlerin reklam hacminde, futbol takımları ve oyuncular da birer başarı endeksi olarak yer almışlardır.  

Büyük turnuvalar için ülkeler, diplomatik ve ekonomik hazırlıklara girişiyor, devletler; uluslararası müsabakalara ev sahipliği yapmak için var güçleri ile çalışıyorlar. Futbol, giderek modern eğlencenin, turizmin ve tanıtımın kilidi haline gelmektedir. Bu nedenle futbolu uzaktan takip etmek ya da futbolla ilgilenmemekten ziyade, futbolun avantajlarını kendi ajandamıza alarak gündemleştirmenin zamanı geldi de geçiyor. Bugün Ronaldo, Mbappe ve Messi gibi futbolcular, siyasetçilerin yanında görmek istedikleri birer güç ve tanınma forslarıdır. Maradona, Arjantin’e; Pele, Brezilya’ya siyasiler kadar hizmet etmiştir.  

 Son yıllarda Kürtler arasında futbol üzerine kafa yoran, yorum yapan ve kitaplar yazan Ali Fikri Işık’a  spor üzerine merak ettiğim birkaç şeyi sorma imkânım oldu. Zaman azlığından dolayı; sohbetimizi yazıya dökerken, bunu bir başlangıç olarak kabul edip Kürdistanlıların futbol tarihlerini daha detaylı konuşmak için de sözleşmiş bulunduk. Ali Fikri Işık’a teşekkür ederken, futbolun sadece futbol olmadığına bir kere daha kanaat getirdim. Donadoni, Albertini, Maldini ve Bergomi neredeler bilmiyorum ama futbol nihayet Kürdistan’da da  gündeme gelebiliyor. 

 Birgün Kürdistan’lı Sîpan, Cudî, Agirî, Sefîn ve Serhed’lerin de spor dünyasının starı olmasını diliyorum.

 İyi okumalar! 

 

1- Medya, magazin ve eğlence dünyasından sonra kitlesel gücü en fazla elinde bulunduran futbol, aynı zamanda dünyanın en etkili sektörlerinden biridir. Sizce futbolun bu kadar etkili ve popüler olmasının sebepleri nelerdir?  

 İnsanların tiyatroyu sevme nedeni neyse futbolu sevme nedeni de odur. Aynı biçimde, insanların sinema ile ilişkilenme nedeni de benzer nedenlere dayanır, listeyi uzatmak mümkün; edebiyat sevgisi, doğaya ilgi, gezilerin hazzı, müziğin coşkusu, duygudaşlık

kapasitemizin ürünleridir. Belki de varoluşsal kaygıları telafi etme çabaları, bir nesne ya da özne ile özdeşlik kurmayı zorunlu hale getiriyor. Futbol; tıpkı edebiyat, tiyatro ve resim gibi her şeyden önce estetik bir olgusallıktır. Görsellik, zihnimize ulaşan ilk duygu halidir. İçerdiği rekabet, o duygunun zihne ulaşmasını sağlar. Zihin, önce aidiyet duygusunu üretir ve eğlenceli macera da böylece başlamış olur. Antik Çağ’da amfiteatrlar neyse bugün futbol stadyumları da aynı işlevi görüyor. Futbol oyunu, sadece keyif ve neşe üretmiyor, yenilgiler de üreterek bir tür tragedya da oluşturabiliyor. Eylem anı ve eylemin sonuçları, önceden öngörülmediği için beklenmedik sürprizler hazırlayabiliyor. Heyecanla eğlenmeye hazırlanırken, daha trajik bir duygu iklimine ikame edilmek çok olağan. Üstelik, futbol sevgisi ahlaki bir seçimdir; çünkü gönüllü birlikteliğe dayanır. Günümüz futbolu bu bağlılığa başka bir boyut daha eklemiştir; her türden profesyonellik. Endüstriyel futbol, çok ciddi bir sermaye birikimine yol açmıştır. Kısacası bu oyun, işin içine ekonomik güdüyü de katarak karşılıklı bir bağımlılık ilişkisine yol açıyor.

 

2- Medya şirketleri, bankalar, görünmez eller ve siyasilerin futbol üzerinden güç oluşturma ve devşirme hedeflerini düşündüğümüzde, futbolun sadece bir oyundan ibaret olmadığı görülüyor. Futbol dünyasındaki sportif amaçlarla ekonomik araçlar neden ve nasıl bu kadar karmaşık hale geldi? 

 

İlgi odağı olan her şey, nihayetinde para ve sermayenin de ilgi odağı olur. İnsanoğlu, sosyal bir varlıktır; gruplar, topluluklar ve cemaatler halinde yaşar. Bu türden sosyolojik ilişkiler ağı, hem güç devirmenin araçlarıdır hem de muazzam bir tüketim nesnesi haline gelen araçların da üretimini sağlar. Kamusal alanda, sivil hayatta çok daha fazla görünür olmak, kamusal alanı domine etme gücünü elinde tutmak ve bunu bir iş modeline dönüştürmek, doğrusu çok akıllıca bir davranış haline geliyor. İnternet çağı da bu işin büyük platformunu oluşturuyor. Futbolun endüstrileşme tarihi, TV’nin icadıyla çok sıkı paralellikler sunuyor. Kısacası; evrensellik, TV icadıyla kelimenin tam anlamıyla evrenselliğin hakimiyetine yol açtı. Birbirini etkileyen ve geliştiren bu olgular, son tahlilde büyük bir pazar yarattı. Sürecin dinamiğine baktığımızda, bir karmaşa yok aslında; olan amatör ruhun ölümüdür. Sportif faaliyeti, artık amatör bir güdü yönetmiyor. Daha doğrusu yönetemiyor: çünkü profesyonellik, sportif tahtı gasp etti.

 Milli takım, lig şampiyonlukları ve uluslararası müsabakalara baktığımızda, futbolun bir tür kültür ve ulusal tanıtım olduğunu görüyoruz. Gerçekten futbolun bir milletin sosyal tarihine ne gibi katkıları var günümüz itibariyle?

 Medyanın devasa adımlarla güçlenip büyümesi, herkesin yol alan bu katara göz dikmesine yol açtı. Kim tanınmak istemez ki? Üstelik, bütün gözler o noktaya dikilmişken. Milli takım olgusu, zaten millet olma olgusuyla izah edilen bir olgusallık. Milli takımlar, temsil ettikleri milletleri tanıtırlar. Bir dış uyarıcı olarak o milletin dilini, aklını, yeteneğini ve cesaretini diğer milletlerin karşısında konumlandırır. Futbol, bir milletin diğer milletler nezdinde kim olduğunu ifade eden bir vasıtadır. Bütün üçüncü dünyanın Brezilya sevgisi ve sempatisi, Brezilya futbolundan gelir. Dört yılda bir yapılan Dünya Futbol Şampiyonası, bir yüzü ile dünya milletlerinin bir tür tanıtım toplantısı ve gösterisidir. Bu bir oyun olduğu için de ekonomik gelişme kriterleri, herhangi bir sınırlama veya vize oluşturamıyor. Yetenek ve akli kurgular, başka alanlarda asla karşı karşıya gelemeyecek milletleri eşit ve rakip haline getirebiliyor.

 Dünya kupasında, Brezilya ve Arjantin haricinde, Avrupa millî takımlarının ezici bir üstünlüğe sahip olması, teknik bir başarı mıdır yoksa futbolun buralarda bir endüstri olarak desteklenmesi ve gelişmesiyle mi ilgilidir?  

 1980’lerin sonu, bir başka deyişle 1990’ların başlangıcında da özellikle Avrupa’da futbol ve akademiler arasında bir iş birliği ilişkisi gelişti. Latin Amerika’nın doğaçlamaya dayanan o olağanüstü yetenek futbolu, büyük bir rakiple karşılaştı. Bu büyük rakip, kurgusal akıl ve bilimsel olarak takviye edilmiş güçlü bir beden oldu. Bilimden destek alan Avrupalı futbol ekolleri; kas ve dokuları geliştirerek ortaya çok kuvvetli bir fiziksel güç çıkardı. Çok güçlü hale gelen Avrupalı futbolcu, Latin dansçı futbolcuları hem marke etti hem de onlara oynanacak alan bırakmadı. Futbol, bir yanıyla alan oyunudur, oynanacak alan daralırsa, bu durum ister istemez yeteneğin de sınırlanması anlamına gelir. Bir başka devrim niteliğinde olan gelişme ise, adı Şampiyon Kulüpler Kupası olan turnuvanın, Şampiyonlar Ligi’ne dönüşmesi oldu. Şampiyonlar Ligi, hem futbol sermayesini bir alanda topladı hem de yetenekli futbolcuları. Bu süreç, hala büyük bir kapışma ile devam ediyor. Bildiğiniz gibi, son şampiyon Arjantin oldu. Ama bu şampiyonluğun ikonik değeri Messi, Avrupa’da yetişti.

 Her jenerasyonun bir favori 11’i vardır. Benim için İtalya 90, bir tür karizmatik oyuncular dönemidir. Buradan hareketle hem milli takımlarda hem de kulüp bazında eskisi kadar nitelikli oyuncunun yetişmediği savına katılıyor musunuz? Oyun sistemi mi yoksa oyuncuların mı amaçları değişti? Eskiden bir takımda en az beş, altı kilit oyuncu varken, bugün bu sayı neden azaldı?  

 Geçmişte yetenekli oyuncu çok az olduğu için kimi süper yetenekli oyuncular, ay ışığı gibi parlardı. Pele ve Maradona buna örnektir. Ama günümüz oyuncuları, benzer yetenek potansiyeline sahip oldukları için, aradan ancak Messi ve Ronaldo gibi isimler çıkabiliyor. Futbol Guardiola, Klopp ve benzeri teknik adamların elinde akıl ile izlenebilir bir hal aldı. Dolayısıyla yetenek gerektirmeyen işler, en az yetenek gerektiren işler kadar değer ve önem kazandı. Oyun sistemleri, elbette çok değişti. O oranda amaçlar da değişti. Amaçlar artık çok profesyonel.

  Futbol aynı zamanda bir sermaye transferi sayılır. Bugün birçok büyük kulüp, ülke dışından gelen sermayedarlara ait. Futbola yatırım yapan kişi veya gruplar kimlerdir?

 

Futbol kulübü alıp satmak biraz da küresel güç sahasına dahil olmak demek değil midir?  FIFA ve UEFA, tıpkı IMF gibi, ya da herhangi bir finansal kurumu gibi, sermaye biriktiren kurumlara dönüştü. FIFA ve UEFA, sadece turnuva düzenlemiyor, sermayenin ihraç alanlarını da belirliyor. Ve bana kalırsa; bugünkü işlevleri, kusursuz turnuvalar düzenlemek de değil, sermayenin kusursuz ihracatını organize etmektir. Global dünyada, futbol endüstrisi güçlü bir sermaye merkezi haline gelmiştir. Messi ve Ronaldo gibi oyuncuların kazanç ve piyasa değerleri, uzun zamandır milyar dolarlarla ifade ediliyor. Enerji ve silah sermayesi, futbola ciddi ilgi duyuyor. Bu nedenle, futbol kulüpleri satın alınıyor. Sanırım bu durum, küresel sermayenin dünya çapında sürdürdüğü rekabetin sonuçlarından biri. İnternet çağının sermayesine karşı enerji ve silah sermayesi, futbol üzerinden kendisine başka pazarlar üretiyor.

 Kürdistan’da futbolun nasıl bir tarihi var? Kürtlerin spor kulüplerine dair nasıl bir deneyimleri var? Kürt siyaseti ve devletin bu alana yaklaşımı nedir?  

 Kürt futbolu için, daha doğrusu futbol tarihinin başlangıcı için elimizde bu tarihin start alma zamanını belgeleyecek vesikalar yok. En azından benim bilgim yok. İttihat Terakki’nin cemiyetler atağı, 1920’lerde Kürdistan’a da yansıyor. Diyarbakır’da, Ziya Gökalp önderliğinde; “İdman Yurdu’’ adıyla bazı yapılanmalar oluşuyor. Ama kim bunlar, ne yaptılar, esin kaynakları nelerdi, akıbetleri ve rekabetleri nasıl gelişti, nasıl sonuçlandı; burada bu sürece ilişkin elimizde anlatacağımız bir hikayemiz yok. 1950’lerde, Diyarbakır’da küçük çaplı yerel bir rekabetin oluştuğunu biliyoruz. Ama esasen Kürt futbolunun sportif tarihe yansıma anı, 1968 yılıdır. 1968 yılında Avrupa’dan gelen isyankâr gençlik rüzgarına karşı bir tedbir olarak devlet, TFF aracılığıyla üçüncü ligi genişletme kararı aldı ve arkasından Kürt şehirleri de üçüncü ligde temsil edilme fırsatını buldu.

 Kürt siyaseti, futbola mesafeli dururken, devlet; tersine bir hareket ve akılla, futbolu kendi amaçları için araçsallaştırdı. Kürt siyasetine egemen olan anti-futbol anlayışı, bugün bile önemini maalesef koruyor. Oysa futbol; dil gibidir, sahibine hizmet eder. Futbol, sahibi için afyon değildir, çok değerli birleştirici bir duyarlılıktır. Kürt futbolu, özellikle 2010 yılından sonra, otonom bir nitelik kazandı ve devletin himayesinden kısmen de olsa çıktı. Söz gelimi, artık Diyarbakır’da futbol, devletin himayesinde değil. Böyle olduğu içindir ki; bugün Amedspor, Kürdistan’da kanonik bir etki yaratabiliyor. Ulusal bir enerjinin taşıyıcı olma vasfını kazanabiliyor. Deyim yerindeyse; Amedspor, mağduriyet enerjisinin en güçlü temsilcisi olma yolunda siyasetten daha hızlı adımlarla yürüyor.

 Kürt kulüplerinin Türkiye liglerinde karşılaştığı ırkçı yaklaşımlardan sonra, geç de olsa Kürtlerde kent takımını sahiplenme duygusu gelişti. Kürt kulüplerinin altyapı, ekonomik ve sportif kapasite durumları nasıldır?  

1980’li yılların ikinci yarısında başlayan şiddet sarmalı, futbolu devlet için, “kullanışlı aparat’’ haline getirdi. Devlet, dağın cazibesinin yerine futbolun cazibesini konumlandırmaya çalıştı. Devlet, bu konumlandırmayı yaparken, buna paralel olarak, stadyumlarda “topyekûn savaş” ilanı yaptı. Bu siyaset, sportif faaliyetlerde Kürtleri ötekileştirdi ve Kürtleri her türden ırkçılığın hedefi haline getirdi. Bugün de Amedspor şahsında sembolize edilen nefret, hız kesmeden devam ediyor.

Kürt futbol kulüpleri, maalesef güçlü ekonomik girdilere sahip değil. Malum futbol oyununun da endüstrileşme, her anı ve vaziyeti parasal bir değer taşımaya başladı. Ekonomik yetersizliklere kurumsallık yetersizliklerini de eklediğimizde; bugünün Kürt kulüplerinin manzarası çıkıyor ortaya. Çok ciddi bir ekonomik güç olmadan, ekonomik gücün istikrarı ve sürdürülebilirliği olmadan Kürt kulüplerinin uluslararası sportif rekabette var olmaları mümkün görünmüyor.

İlginizi çekebilir