Ali Engin Yurtsever:  İttifak Masalarında Yer Almayan Gündemimiz 

        Bir halk soykırım kıskacında yaşıyorsa, günbegün zulmün her çeşidini yeniden durmaksızın yaşıyorsa, on binlercesini ölümlere, zindanlara, sürgünlere, dağlara yolculadıysa, yaşadığı zulmün son bulması talebiyle politikleşmesi kaçınılmazdır. Bu politikleşme ilk önce kimliğinin tanınmasından başlayarak, özgürlüğüne kadar uzanır. Dünya halklarının doğal olarak sahip olduğu bütün haklara sahip olması tartışılmaz bile.

      Çok ama çok iyi biliyoruzki, dünya tarihinde eşi benzeri olmayan bir sömürgecilik yönetimi altındayız. Bunun böyle olmadığına dair yükselen itirazları kısaca yanıtlamak gerekir. Dilimiz, kimliğimiz yasak. Ülkemiz işgal altında, bütün kaynaklarımız sömürülüyor. Dünya tarihinde hiçbir sömürgeci güç sömürge altında bulundurduğu halkın varlığını inkar etmemiştir, sömürgeci Türk devleti hariç. Öyleki Arap ve Fars ülkelerine göre kendisini  “çağdaş” olarak değerlendirip empoze etmeye çalışmasının ciddiyetsizliği tel tel dökülmektedir çünkü anılan ülkeler Kurdîstan ve Kürt kimliği konusunda inkara sapmamaktadırlar, sömürgeciliklerine bu anlamda bir sınır çizmektedirler.

     Bu durumda olan bir halkın doğal olarak kurtuluşu için savaşırken tüm gücünü kurtuluşuna adaması gerekir ancak sömürgecilikten kaynaklı asimilasyon öyle bir sirayet etmişki bünyemize, yürekler acısı bir gerçeklikle karşı karşıyayız. Kendi gündemimize yoğunlaşmak yerine sömürgecilerin sorunlarına eğilmeye öncelik tanıyor ve adeta sorunlarımızın çözümünün onların sorunlarının çözümüne bağlı olduğunu düşünüyoruz. Elbette tarihi süreç içinde yaratılan ilişkiler bağlamında sorunlar ve çözümler birbirini etkiler noktasına gelmiştir ama bu temel çelişki değildir. Temel çelişkinin çözümünde ara duraklardan biridir. Temel çelişki hakların kabul edilmesidir.

    Sömürgecilerin veya egemen sınıfların başarılı oldukları politikalarının içinde en belirgin olanı kendi yarattıkları politikalarla gündemi ellerinde tutabilme başarılarıdır. Böylelikle hak mücadelesi yürütenler çoğunlukla sahte gündemin peşinden sürüklenirler. Bu durumda geniş kitle yığınları sorunlarının çözümsüzlüğü karşısında kendilerini kuşatan yenilmişlik ve çaresizlik halkasının ağına düşerler. Bunun oluşumu zamana yayılır, sonbahar mevsimi yaşanır gibi, yapraklar dallardan tek tek koparlar ve bu fark edilmez ta ki ağacın gövdesi çırılçıplak kalana kadar.

Benzer haberler

    Kuzey Kurdîstan’da bizi de içine alan ittifak görüşmelerinin gündem oluşturmasının ağırlığı üstümüze çöküyor. Kısaca gündeme bakarsak;  HDP, sömürgeci partilerin “masasına”çağrılmıyor, HDP ayrı ittifak kurulmasının politikasını belirlemeye çalışıyor, yoksulluğun çözümü AKP-MHP faşizminin gitmesiyle geliyor….. Bunlardan hangisi sömürgeci Türk devletinin Kürtlere karşı yürüttüğü sömürgeciliğe çözüm olacak, bilinmez. Mücadele yürütülürken, başta sömürgeci parlamento olmak üzere tüm olanakları araç olarak kullanmak ayrı şeydir, sömürgecinin kurduğu ve korumaya çalıştığı hayatı amaç olarak görmek ayrı şeydir. Bu masalar, bu ittifaklar Kurdîstan’ın işgaline ne diyorlar, zindanlarda esir tutulanlara ne diyorlar, gün aşırı bombalanan yerleşim alanlarımıza, Efrin, Sur, Nusaybin, Cizre gibi katliamlara ne diyorlar, bilinmiyor. Çünkü bu konuda bir açıklama yok, büyük bir olasılıkla böyle bir gündemleri de yok. Peki ne var? Lütfederlerse “HDP’li politikacıların hapishanelerde tutulmasının doğru olmadığı” gevelemesi var. Başka ne var dersek, hiçbir sey yok.

Dünyanın en uzun süreli, en büyük halk isyanının neden hala sürdüğüne, neden kendi devletlerinin soykırımcı olduğuna dair bir açıklama yok. Amaç ve araç karışırsa işte bu belirsizlik yaşanır. Kurdîstan sorunu, salt sömürgecilerin demokrasi sorunu değildir, daha büyük, daha geniş ve tarihsel nedenleri olan bir sorundur. Kendi cephemizden bakınca karşı çıkamayacağımız bir argümanla karşılaşıyoruz: “Türk devletinin demokratikleşmesi sorunun çözümüne katkı sunmaz mı?” Devrim hedefi yoksa, elbette bu kendi içinde doğruları barındıran bir açıklama ama sömürgeci Türk devleti demokratik olduğunu zaten söyleyip duruyor, en ileri söylem ise parlamenter sisteme geri dönüş söyleminden öteye değil ve Kürtlerin Türk devletinin demokratikleştirme hedefini başat kabul etmesi ayrı bir yazı konusudur. Faşist diktatörlük sadece AKP-MHP faşizmine mi ait, ondan önce Kürtler ve Türkiyeli gerçek devrimciler için faşizm yok muydu? Peki bu mücadele kendini hangi amaç ve araçla var etti ve bugünlere getirdi?

    Her birinin kerameti kendinden menkul altı partiyi temsilen bir araya gelenlerin siyasi tavırları zaten geleceğe yönelik ne yapacaklarının işareti değil midir? Türk devletinin çöküşten kendini kurtarmak için yeniden düzenlemeye gitmesinden Kürtlerin payına düşecek olan kan ve gözyaşıdır. Onlarca ağır hasta esir tutsak varken, sürgünler mesken olmuşken ve mücadelenin önderi ağır tecrit altındayken….

    Gelecek günlerin payımıza getireceği olası bir yangını, yüreklerimizde soğutarak yola devam edeceğiz. Haklı bir mücadelenin içinde olmanın onuru yeter diyerek…

İlginizi çekebilir