Ali Engin Yurtsever: Eylem  Öğretir 

      Teori, pratiğin başlangıcı olmakla kalmayıp, aynı zamanda tohumu görevini de görür. Hiçbir pratik, teorisiz gerçekleşmez. Teorinin doğru veya yanlış olarak nitelendirilmesi ancak pratik adım atılınca, hayatla ve gerçekle sınanınca ortaya çıkar, ete kemiğe bürünür. Bireysel hayat teorisinden, toplumsal hayat teorisine kadar hepsi kanıtlanmak için gerçekliğe gereksinim duyarlar ve o gerçeklik de kelimeleri uygulamaya koyunca ortaya çıkar.

      Toplumsal kitlelerin kendilerine empoze edilen düşünceleri benimseyerek, zaman zaman da kararlı birer savunucusu oldukları gerçeğinden hareketle, bu düşüncelerin kendilerinin yararına olup olmadıklarının ve kendilerinin yararına ileri sürülen teorik ve pratik adımların neredeyse düşmanı olduklarını yaşayarak görüyoruz. Toplumsal yığınların, kendi yaşamlarını daha da iyi yönde değiştirecek düşünce ve eylemlere uzak kalması bu yüzdendir.

    Kurdîstan Özgürlük Hareketi gerillaları tarafından Mersin’de polis karakoluna karşı gerçekleştirilen devrimci eylem, deyim yerindeyse gündeme ağırlığını koydu, ancak bu ağırlık beraberinde de geniş tartışmaların yolunu açtı. Oysa genel anlamıyla durumun netliği üzerinden tartışmak gerekirdi. neydi bu netlik: sömürgeleştirilen Kurdîstan’ın özgürlük gerillalarının sömürgeci güçlere karşı gerçekleştirdikleri askeri bir eylem sözkonusuydu. Bunu gözardı edip, farklı ve geniş kesimlerden yükselen sesler eleştiri niteliğini aşıp suçlayıcı bir boyut kazandı.

Sanki, Kurdîstan özgürleştirilmiş, sanki herşey istediğimiz gibi olmuş da Kurdîstanlı savaşçılar da durduk yerde sivillere karşı bir eylem gerçekleştirmişler. Daha eylemin kimler tarafından gerçekleştirildiği bile bilinmeden, eylem üstlenilmeden kendilerini “özgürlük ve demokrasi neferi” olarak adlandıranlar da koroya katılıp: “komplo, derin devlet, ajan faaliyeti, seçimlere darbe vb.” tanımları dile getirdiler. Bu seslere sormak lazım, her gün bombalanan, insanları katledilen, zindan, sürgün, yoksulluk gibi zulümlere uğratılan Kurdîstan için ne düşünüyorsunuz? Ceylan Önkol, Taybet Ana, Lokman Birlik ve daha niceleri size neyi çağrıştırıyor? Bunun geniş eleştirisini sonra yapmak üzere devam edeyim.

     Bir savaş sürdürülüyor ve o savaşın bir tarafında yer alan sömürgeci güç elinde bulundurduğu bütün olanaklarla askeri-sivil ayrımı yapmadan bir halka ve ülkesine saldırıyor ve bu saldırıları çoğu zaman da insanlık suçu işleyerek gerçekleştiriyor. Diğer tarafta yer alan sömürgeleştirilmiş halkın savaşçıları, sömürgeci güce karşı bir eylem gerçekleştiriyorlar. Ayrıca Kurdîstan Özgürlük Hareketi, kendi politik ve askeri gündemini oluşturur, ona göre hareket eder. Birilerinin rahatının bozulmamasını düşünerek eylem yapmaz.

Benzer haberler

   Politika yapmayı: basın açıklamalarında bulunmak, kokteyllere katılmak, arada bir iki demeç vermek olarak düşünenler, ihaleler, yatırımlar peşinde koşmayı da gelecek garantisi olarak görenler kısaca rahatlarının bozulmasını istemeyip ama görünürde de temsilci iddiasıyla ortaya çıkanlar rahatsız oldular. Bir zahmet olsunlar. Kırk yıldır yeryüzünü döşek, gökyüzünü yorgan yapıp savaşanlar, bedel ödeyenler, yoksullukla boğuşanlar, bir lokma ekmek için çabalayanlar ise rahatsız olmadı. İşkenceleri, zindanları göğüsleyenler, çıkarsız hayatlarını verenler rahatsız olmadı. Çünkü kavganın asıl sahibi onlardı. Savaşta çoğu zaman işleyen bir kuraldır: canınızı yakanın, canını yakmadığınız sürece, canınız yanmaya devam eder. Bir savaş varsa, o savaşta ya haklının ya da haksızın tarafında yer alırsınız.

Bunu ortası yoktur. Ortada durup her iki tarafa da “Polyannacılık” oynayamazsınız. Elbette herkesin “savaşçı” olmasını beklemek yanlıştır, herkesin yapabileceği bir şey vardır. Herkes bilgisi, yeteneği ölçüsünde bir tarafta yer alır. Ancak bir tarafta yer alıp da, kendi tarafınıza “bizim rahatımızı bozmadan mücadele edin” diyemezsiniz. Başkaları bedel ödüyorsa, siz de “taraf” iddiasıyla ortaya çıktıysanız o bedeli ödeyenlerden olmak zorundasınız.

      Ortada sömürgeleştirilmiş bir halk, işgal edilmiş bir toprak var ve buna karşı da bir direniş var. Bu kadar çıplak olan bir konuda kelimelere şal örtüp direnişi gölgede bırakacak cümleler kurmanın yararı sadece sömürgecilere olacaktır. Siyasal mücadelenin şimdiki temsilcilerinin kendilerine dayanak yaptıkları zemine karşı politika yapmaları, farkında olarak veya olmayarak kendilerini ayrı çizgiye götürür.

     Soykırım hedef alınarak bir politika yürütülüyor. “Dünya soykırıma izin vermez”, naifliğine karşı hatırlatmak gerekirki: Ermeni, Rum, Yahudi soykırımlarının tarihi eski değil. O zaman da kimileri böyle düşünüyordu. Sadece tumturaklı sözlerle, seçimde elde edilecek zafer umutlarıyla halkın yaşadığı zulmü engelleyemezsiniz. Herkesin sesi olmak demek, herkesin yer alması demek değildir. 30 ağustos, 29 ekim, 10 kasım tarih sevdalılarının safı bellidir. Bunlar, 29 haziran, 15 ağustos tarihlerinde suskunluğa gömülürler, dillerindeki tek söz: “sarayı yıkacağız”dan öteye değildir. Kimyasal silahlarla saldırıyorlar, insanları evlerinin önünde kurşunluyorlar. Karşılık verilince de kendi cephemizden sandıklarımız hemen “terörü kınıyoruz” diye koşuyorlar. Daha “terör” nedir, bu konuda bile kafa yormuş değiller demektir bu. Süreç daha da ağırlaşacak. Türk devleti olanca gücüyle daha da saldıracak. Bu saldırılardan suya sabuna dokunmadan arada iki kelam eyleyerek kurtulacağını sananlar Niemöller’in sözlerini hatırlasınlar.

    Eylem her zaman öğretir. Yanlışsa, bir dahaki eylemin doğru olmasına hizmet eder. Doğruysa, verilen tepkilerden kimin hangi safta olduğunu ortaya çıkararak dostu düşmanı tanıtarak öğretir. Öğrenmeye açık mıyız?

İlginizi çekebilir