Ali Engin Yurtsever:  Erdoğan Pirus Zaferini Kazandı 

14 Mayıs 2023 seçim sonuçlarına bakınca Erdoğan zafer kazandı ama bu zaferin tam anlamıyla bir “Pirus Zaferi” olduğunu zamanla göreceğiz. Deyim adını Tarentum Kralı Pirus’un ne pahasına olursa olsun, saldırdığı Roma’yı ele geçirmek için savaştan sonra söylediği sözden alır. Çünkü savaştan sonra ordusundan geriye birşey kalmamıştır bundan dolayı Pirus’un bu zaferin ardından “Tanrım bir daha böyle bir zafer verme” dediği söylenir. O zamandan beri yenilgiye mahkum zaferler için bu söz politik literatüre girmis bulunuyor.

    Elbette henüz tam anlamıyla yöntemi netleşmeyen bir oy hırsızlığı söz konusu. Bunun dışında Erdoğan’a çalışan “karşı mahalle” üyelerinin de katkısının olduğu gündeme girmeye başladı. İlk bakışta hem ekonomik yıkımın, hem de yönetilme zorluğu yaşayan bir iktidarın seçimi kazanma olasılığı mümkün görünmüyor. Ancak ‘Anadolu İrfanı’nın siyasal aklının, Türk toplumsal yapısının büyük bir çoğunluğunun muhafazakar diye adlandırılan, özünde gerici ve ırkçı bir yapıya sahip olması dikkate alınırsa Erdoğan’ın gerçek anlamda bile yüzde 30-35 civarında kemikleşmiş bir oy tabanına sahip olması şaşırtıcı değildir. Bu kitlenin insani yaşam standardından anladığı: boğazından geçen bir lokma ekmek ve bir bardak su içmenin ötesinde değildir. Bunun dışında geleneksel “ezan, bayrak ve vatan” üçlemesini de düşünürsek gidecek iktidarın ardından gelecek olanın da benzer bir tabana (az ya da çok) sahip olması şaşırtıcı değildir.

    Aklımızdan hiç çıkarmamamız gereken gerçekliği geçen aylarda yaşadık. Geniş bir coğrafi alanda yaşanan depreme karşı gösterilen toplumsal itiraz neydi? Koskoca bir hiç. Her zamanki gibi sol düşünceyi taşıyan insanlar hariç, toplumun geri kalanı tarafından iktidara yöneltilen bir itiraz oldu mu? Hayır. Bu suskunluk iktidarın baskıcı gücünün yarattığı korku iklimi olarak adlandırıldı. Korku iklimi söz konusu olan Kürtler, Aleviler ve devrimcilerin mücadelesi ise anlaşılır. Çünkü bizzat Türk devletinin kuruluş kodlarında bu üçlü düşman olarak ilan edilmiştir. Bu nedenle suskunluk ve onaylama tavrı bu “üç düşman” için geçerlidir. Ancak deprem yeryüzüne çıkıp, herkesi içine alarak geriye çekildi. Geriye kalan enkaz Kürtler, Aleviler ve devrimciler dışında kalan i̇nsanların da üstüne yıkıldı.

   Bu enkaza karşı gösterilecek olan tavır toplumsal ayağa kalkış ve iktidarın toplumsallığın ayakları altında ezilmesi olmalıydı. Dünyanın her yerinde böyle bir depremin ardından mevcut iktidar yıkılırdı. Ancak duyarsızlığın mümtaz bir örneği olarak tarihte yerini alan bir tutum alındı: ses çıkmadı. İslam kültürünün yerleştirdiği tevekküle iman, devletin gücünün baş edilmezliği düşüncesi, örgütsüzlüğün yetersizliği gibi yorumlar bir noktada açıklayıcıdır ama temel belirleyicilik, bu toplumsal yapının ırkçılıkla bezenmiş gericiliğidir. İktidarın sadece çalarak ayakta kaldığı düşüncesi demokratların, devrimcilerin, vicdan taşıyanların kendi çeperleri içinde kalan düşünceleridir. Elbette hepsinin değil ama çoğunluğun bakış açısı böyledir.

     Erdoğan toplumsallığın bu özelliğini çok iyi biliyor. Kafasına çay fırlatılan kitlenin o aşağılanmayı severek sindirdiğini de biliyor. Yoksulluğun, ekonomik çöküntünün ve buna bağlı olarak da gelişen toplumsal bozukluğun temelinde Kürtlere karşı ilan edilen savaşın getirdiklerinin toplumda bir sorgulamaya yol açmamasının, bu toplumsal yapıyı insani değerlerden uzaklaştırdığının, bunun da iktidarının temel dayanağı olduğunun farkında. Bu nedenle başta Kılıçdaroğlu olmak üzere ne yazık ki “Emek ve Özgürlük İttifakı” içinde yer alan bazı partilerin de bu gerçeklik üzerinden hareket ederek Kürtlerin soykırımına sessiz kalmaları da bu bağlamda değerlendirilmelidir. Ek olarak da İttihat ve Terakki kafasının etkisini de yazmak gerekir, çünkü “devlette devamlılık esastır”.

     Erdoğan her şeye rağmen gücünü kaybetti. Kitleler belki tam anlamıyla yorumlamasa bile, ırkçılık ve gericilikle donatılmış olsa bile boğazlarından eksilen lokmaların nedeninin Erdoğan’dan kaynaklandığının farkında ama her koşulda da “Kürt anasını görmesin” tavrını da bir köşeye bırakmayacaklardır.

    Seçimlerin birinci turunu kaybedecek şekilde hile yaparak ayarlayan Erdoğan’ın, ikinci turuna hazırlık yapmayacağını, seçim sonuç tutanaklarına sahip olununca sonuçlara da sahip olunacağını böylelikle zafer kazanılacağını düşünmek yetersizlik olur. İktidardan düştükten sonra neler yaşayacağını tahmin eden Erdoğan ve avanelerinin ikinci, üçüncü planlarının olmaması, eşyanın tabiatina aykırıdır. İktidar uğruna silaha sarılmak da dahil, her şeyi yapabileceklerini unutmamak gerekir. Çünkü diktatoryal iktidarlar silahla gelmeyebilirler ama silahsız gitmezler.

      Seçimlerde YSP’nin aldığı sonuç, aday listeleri ve buna bağlı bir değerlendirme herkes tarafından yapılmaktadır. Ancak doğal olan seçim sürecinin bitmesini beklemektir. Gerekli eleştiri ve öz eleştiri yapılacaktır. Hiç kimse de geleneksel bir tavırla “öz eleştirimizi veriyoruz” deyip de gerisini zamana bırakamaz. Bu nedenle soyut bir söylemle kalınmayacak, somut ifadesi de olacaktır. Makama yapışmanın adı ilke ve değerleri korumak değildir.

      Herşeye rağmen Erdoğan kaybediyor, kaybetti. Kuşatılmışlığın ve yenilginin düşüncesini bir yana bırakıp ayağa kalkmanın zamanıdır. Önce seçimlerde oy kullanmayı ihmal etmemek, sonra oy sayımında gerekli denetimi yapmak gerekir. Elbette diktatörlerin devrilmesinin en net ifadesi halkın kendi kaderini kendisinin belirleyerek ayağa kalkmasıdır. Ancak tek bir eylemlilik yerine elde bulunan ve şimdilik sadece bir aşama olduğu unutulmadan seçim seçeneği değerlendirilmelidir. Yoksa bu devletin niteliğini en iyi bilenlerdeniz. Bir seçimle temel yapı değişmeyecektir. Ve Türk devleti var oldukça Kurdistan gerçekliğinin hayaline bile düşmanlığı sürecektir.

İlginizi çekebilir