Veysel Işık: Damla damla Faşizm -I

Hiçbir şeye şaşırmamak. Belki de hayatın başlangıç yeri bu olsa gerek. Şaşırdıkça, şaştıklarımız da bizi şaşırtıyor. Başlangıçların ve sonuçların neye tekabül ettiğini kestiremiyoruz. Doğmak, yürümek, yaşlanmak ve ölmek. Ölünün olduğu yerde sözün sessizleştiği anlar. Öyle öğrendik, öyle gördük, öyle büyüdük ve öyle bildik. Bu sahne, sadece bu güne ait değil. Bilinen ve bilinmeyen tüm zamanların iz düşümlerinde gizlidir. 

Değişimin içinde değişkenliğin kendisiyiz. Ya da öyle miyiz? Okuduklarımız yaşatılanları anlatmaya yetmiyor. Bilmemezlikten değil, yapılanın bilinene tekabül etmemesidir bizi şaşırtan. Bilmediklerimizin neye tekabül ettiği ise muamma.

Bundan olsa gerek bildiklerimiz yetmiyor insanların birbirine yaptıklarını anlatmaya. Anlatmak için sözcükler daralıyor. Dar kalan sadece sözcükler değil, anlatamayanlardır aynı zaman da. Suskun kalanlar, suskun kalmak için mücadele edenler, elleri kulaklarında sessiz yürüyenler. Sessiz ve sedasız an’lar. Beklenilen an’lar bazen kaosa yelken açar. Bela veya belalar neler değil ki? Bazen bir söze karşı koymamak, görmemezlikten ve duymamazlıktan gelmek. Başa bela, yıllar olu verir sessizlik. 

1803 ile 1882 yılları arasında yaşayan ABD’li düşünür ve yazar Ralph Waldo Emerson ‘bir tutsağın boynuna geçirdiğiniz zincirin öteki ucu, kendi boynunuza takılı verir’ der.

Sözlerdir her an’a mıknatıs gibi yapışan. Bu konuda 70. Milyonun üzerinden fazla insanın canına mal olmuş dünyamızın kısa dönem faşizm geçmişi var. Faşizm denilince sadece 1922 yılında İtalya’da gelişen Benito Mussolini yada Almanya’da Adolf Hitler vb anlaşılmasın. Kendi içinde soykırım uygulamış, geçmişten beri ciddi bir kıyım geleneği olan, taht için kundaktaki çocuklarını öldüren Osmanlı imparatorluğu’nun yadigarları da işe koyulmuşlardı. Avrupa’daki faşizmden bahsedilirken sömen altı edilen Türk devletinin Ermeni, Asuri, Rum, Süryani ve Kürt kırımlarını da not düşmek lazım.

31 Ekim 1922 yılında iktidara gelen Mussolini, 1923’te federasyon sekreterlerini, sendika liderleri ve belediye başkanları dahil olmak üzere binlerce demokrat ve sosyalisti tutuklattı. Bununla da yetinmeyen faşist Mussolini, tutuklattığı kişilerin tüm mal varlıklarına da el koydu. İşçi ve emekçilerin tüm eylem ve grev haklarını yasakladı. Faşizim yavaş yavaş İtalya’nın her tarafına kök saldı. Kök salanlar kendi bedenlerini de ipe saldılar. İsa ile ayyuka çıkan çarmıhın çivileri, kendi köllerinden yeniden doğmuştu.

“1933’ten 1945’e kadar olan olayların önünü almak için engeç 1928’den beri mücadele etmek gerekirdi.  Daha sonra ki mücadele çok geç oldu. Özgürlük mücadelesine, ihanet deninceye kadar bekleyemezsiniz. Yuvarlanan kartopunu ezmek zorundasınız, kimse çığları durduramaz” diyen Erich Kästner faşizme karşı mücadelenin ne kadar önemli ve zamanında yapılması gerektiğini belirtiyordu.

Almanya’da nasyonal sosyalist hareket başka bir ifade ile Hitler faşizmi 1919 yılından itibaren görünür olmaya başlamıştı. Faşizmin ilk icraatı ise 8 Kasım 1923’teki başarısız darbe girişimiydi. 1919-1928 yılları arasında paramiliter bir güce dönüşen Hitler faşizmi, işçi sınıfı hareketini bastırmak için önemli bir işlev görmüştü. Kapitalizmin işçi sınıfına karşı mücadelesinde, devletin yanında, sivil güç olarak yerini alan, Almanya Nasyonal Sosyalist Partisi’nin paramiliter güçleri (NSDAP) 1928 yılına kadar, tıpkı MHP ve Ülkücüler gibi yıllarca sol, demokrat ve sosyalistlere karşı kriminal bir güç olarak kullanıldı. 

Bu süreç, sosyal demokrat kesimlerden faşizme kaymanın olduğu bir dönem. Alman subayı Wilm Hosenfeld 6 Temmuz 1943 tarihindeki günlüğüne ‘…Almanya’da demokratik katılım olmaması bizi rahatsız etmedi, hiçbir konuda söyleyecek sözü olmayan insanlar tarafından temsil ediliyormuş gibi görünmek bize yetti. İdeallerine ihanet edenler cezadan muaf kalamaz, şimdi bütün sonuçlarına katlanmak zorundayız’ demişti. Türkiye’deki  bu günkü durumu daha iyi ne tariff edebilir ki.

1933 – 1945 yılları arasında Hitler’in Halkı Aydınlatma ve Propaganda bakanlığı’nı yapan Paul Joseph Goebbels, 31 Temmuz 1932 yılında yapılan genel seçimlerden sonra, ‘Bir defa iktidarı aldıktan sonra onu asla vermeyeceğiz. Bakanlıklardan bizim ancak ölülerimizi çıkarabilirler’ demişti. Aynen de öyle oldu. Bir günlüğüne Almanya’nın başbakanlığını yapan Paul Joseph Goebbels, 1 Mayıs 1945 yılında Almanya parlamentosu bahçesinde intihar ederek yaşamına son verdi. 

Avrupa’yı kasıp-kavuran bu dönem de Hitler’in yükselişi ve iktidara gelişi bugünkü Erdoğan ve Bahçeli dönemini anımsatıyor. Mesela Hitler 1 Şubat 1933 tarihindeki hükümet bildirisinde ‘Bana dört yıl verin; Almanya’yı tanıyamayacaksınız’ demişti. Recep Tayyip Erdoğan 7 Haziran 2015 yılında Antep’te yaptığı bir konuşmada ‘Kardeşlerim, 400 milletvekilini verin ve bu iş huzur içinde çözülsün’ demişti. Erdoğan ve Hitler faşizmi arasındaki benzerliklerini gelecek yazıda anlatmaya çalışacağım. 

Dünün molekkülleri üzerinde şekillenen bugün de, kendinde yana yer almak, zamanın ama’larla iş yapamayacağını anlamak için kısaca arkamıza dönüp bakmamız yeterli olacaktır…

 

İlginizi çekebilir