Veysel Işık: Bir İşkencenin Anatomisi

Hafızamıza ve bedenimize kayıtlı yaşanmışlıklar kaybolmamalı. Kaybolmamalı bize ait olanlar için direnen beden dillerimiz. Hep diri tutmak, yazmak, söylemek, aktarmak gerekiyor. Ayrıca hep az gelir yaşayanlar için yaşadıklarımız anlatıldığında. Yüreğine dokunduğunuz her insanda sel olup alır sizi götürür derin kuyulara. Bu yazıda böyle bir kuyunun sadece bir dirheminden, bir işkencenin anatomisinden bahsedecem.  

Hafta yedi gündü’ diye başlıyor sözcüklerine. ‘Benim beş günüm polis karakolunda geçiyordu. Bürodan çıkar çıkmaz direkt panzere binip karakola gidiyordum. Panzerin kapısı hep açıktı ve polisler beni bekliyordu. Ben panzere binmediğim zaman beni zorla bindiriyorlardı’ derken gözlerinde derin ve hüzünlü bir ışık yansıdı. Gün ışığının yavaş yavaş sokak lambalarına aydınlanma görevini devir ettiği gece lambalarının solgun aydınlığına evriliyordu. 

Sonrasını Deniz söylesin: 

‘2001’in kışıydı. Bingöl’e gittim. Gece gittiğim evde uzun uzadıya tartışmalar yaptık. Sabah vaktine kadar uyanıktık. Bir ara kapı sesi geldi. Çalınan kapı ve soğuk namluların bedenime teması neredeyse aynı anda oldu. Sonra başıma geçirilen bir çuval ve sokak lambaların ışık süzmelerinden dolayı belirlenen insan gömmeleri. Dışardan bakan birisi benim bir şeyler gördüğümü anlayamıyordu. Sonra bir arabaya bindirildim. Sadece bir araba değildi beni almaya gelenler. Birkaç araba dolusu maskeli kişiler. Gelenler ne polis ne de askerdi…’’ 

Bilmediğim bir durumdu. İlk kez geldiğim Çewlîk’te hoşgeldin merasimidir diye düşündüm. İki gün boyunca bunların elinde kaldım. Nerede kaldığımı bilmiyorum. Gece gündüz demeden her türlü işkenceye tabi tutuluyordum. O gözaltı ve işkenceden yaşadıklarım ve bana yaşatılanlar daha sonra ki dönemde de hayatımda ciddi izler bıraktı. Orada bana dinletilen müzik tinlemeleri İstanbul’da yürürken bile sesi bana geldiğinde yolumu değiştiriyordum. Sistematik bir işkence türü uygulanıyordu. Öyleki ben hücrede tam uyumak üzereyken tekrar beni alıp işkenceye götürüyorlardı. Demek beni hücremde kamera ile izliyorlardı’.

Geceler boyunca işkencelerin yanında İbrahim Tatlıses’in Pala Remzi şarkısı ile psikolojik işkenceye uğruyor Deniz. Peki sonra ne oldu diye sormaya devam ediyorum: 

İki ses boksu benim kaldığım hücreye doğru çevrilmişti. O şarkının müziği ve sözleri de bana işkenceye dönüşmüştü. Sorduğu sorular ise Çewlîg’e niye gelmişsin? Ne işin var burada? Kim seni gönderdi? Sen Cehennem deresinde eyalet komutanı ile röportaj yapmaya gelmişsin değil mi? vb dayatmalar, sorular, soruların eşliğinde işkenceler.  

Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum bu gözaltı sürecinde, ancak asker elbiseli iki kişi benim bulunduğum hücrenin kapısına geldi. Gözlerim kapalıydı bir bez parçası ile fakat gözüme sarılan bezin altında ayakkabıları ve elbisenin paçalarını görüyordum. Bunlar beni alıp dışarıya çıkardılar. Bir kış günü. Hava buz gibi. Etrafta benzin varilleri var. İçleri su, çöp atıkları vb şeyler ile doluydu. Ayrıca bu dolu varillerin içine bir de limon parçalarını atmışlardı. 

Beni o buz gibi kış gününde bu varillerin içine defalarca batırıp çıkardılar. Her batırdıklarında bir müddet bekletiyorlardı, ben nefessiz kalmamak için ağzımı açtığımda su dolardı boğazıma ve o varil suyundan içmek zorunda kalıyordum. Buradanda kendilerince istedikleri sonucu alamayınca beni tekrar hücreye götürdüler. 

Normal işkenceler bir yana her defasında bir yerden başka bir yere insan götürülünce daha çok yıpratılıyor. Bu durumu yaşayan biri olarak Deniz kendisini anlatınca ben beni yaşıyordum. Yaşadıklarım saklandığı bellekten dilime dolanıyordu. Bu dile yapışanı anlatamayınca merakım daha da artımıştı ve daha sonra diye devam et dedim: 

Tahminimce geceye doğruydu. Tekrar beni hücreden alıp, gözlerimi, ellerimi ve ayaklarımı bağlayıp önce beni yerden sürüklediler. Daha sonra koluma girip beni götürdüler. Bu arada dışardan helikopter sesi geliyordu. Ancak beni arabaya bindireceklerini düşünüyordum. Ben başta helikoptere bindirildiğimi bilmiyordum. Ancak helikopter havalanınca anladım ki ben havadayım. Ne kadar havadan gittik, gece mi, gündüz mü bilmiyordum. 

Ayağımı bir iple bağladılar ve aralarından bir tanesi hadi Deniz, sana güle güle dedi. Önce beni helikopterden yavaş yavaş sarktılar. Boşlukta olduğumu biliyorum. Biraz böyle gittikten sonra başım çalılara deymeye başladı. Sonra birden tekrar yukarıya çekip, sana son bir şans veriyoruz dediler. Tekrar göz altında sordukları soruların aynısını sormaya başladılar. Ben de kimseyle görüşmeye gelmediğimi ve gazeteci olduğumu söyleyince bu sefer beni tekmelediler ve ben helikopterden aşağı sarkıldım. 

Bu sarkıtılma sert olunca ayak bileklerim yerinden çıkmış gibi oldu. Bu da bir süre devam etti. Tekrar beni helikopterin içine aldılar ve geri alındığım yere götürüldüm. Sonra oradan beni jandarmaya teslim ettiler. Jandarmadan da kaba işkenceye tabi tutuldum. Jandarmada yapılan işkenceden dolayı bayılmıştım. Kendime geldiğimde bu kez oraya gelen polislere teslim edildim. Polisteki birkaç günlük sorgudan sonra savcılığa götürüldüm.

Beni savcılığa götüren ekip tutuklanacağımı ve bu işkencelerin cezaevinde de devam edeceğini söyledi. Savcılığa benim ile birlikte polislerde sorguya girmek istedi ancak savcı bunlara izin vermedi ve kendisi yalnız beni sorguladı. Sorgudan sonra serbest bırakılma kararı verdi. Ben savcılıktan çıktım ve serbestim dedim. Ancak polisle benim kimliğimi vermiyor. Bunun üzerine tekrar savcının yanına döndüm ve kimliğimin verilmediğini söyledim. Tabi savcı ordan bağırıp Deniz’in kimliği ver deyince, ben polisin elinden kimliğimi çekip aldım. Dışarı çıkınca baktım ki beni bekleyen büyük bir kitle var…

Deniz savcılıkta bırakılır ancak tekrar gözaltına alınma ihtimali var. Deniz kendisini bekleyen halkın arasına girince üstündeki ceketi başka bir arkadaşıyla değiştirir. Bu arkadaşı kitleden ayrılınca bir polis ekibi tarafından apar topar yoldan alınır ve arabaya bindirilip kaçırılır. Yolda alınan kişinin Deniz olmadığı anlaşılınca bırakılır.

Deniz’e halkın haberi nasıl oluyor senin gözaltına alındığından diye soruyorum?: 

Gözaltına alındığım gece başka bir komşu görüyor ve olayı sabahleyin direkt İHD Çewlîk şubesine bildiriyor. Gözaltındayken benim ile ilgili dışarıda bir kamuoyu oluşuyor ve Uluslararası af örgütü benim için acil eylem kararı alıyor. Bunları harekete geçiren de dönemin Çewlîk İHD başkanı Rıdvan Kızgın’dır. Bu acil eylem çağrısından dolayı Çewlîg’e beş gün giriş-çıkışlar yasaklanıyor. Eğer dışarıda benim hakkımda bu duyarlılık olmamış olsaydı belkide ben helikopterden aşağı atılacaktım’ diyor Deniz. 

Bu gibi hikayelere yabancı değil Kürdistan coğrafyası ve halkı. Bu hikayelerin sahipleri ise direnmekten, mücadeleden, özgürlükten ve kendileri olmaktan asla vazgeçmediler. Zorun farkında olan Kürt halkı, ‘Direnmek yaşamaktır’ düsturunun da farkındadır. ‘Mezarda bile olsam bu savaş kesin kazanacak’ diyen Amaralı’nın yoldaşları bugün Kürdistan dağlarında işgale ve soykırıma karşı özgürlüğe giden yolun taşlarını düşüyorlar.

İlginizi çekebilir