Uğur Güney Subaşı: Türk Tanrı!

“Ölürsen dünya seni umursamaz. Çığlıklarına kulak vermez. Yerde kanayacak olsan toprak kanını emer. Bir gün Tanrı’yla buluşursam eğer, ilk işim ona ilk önce neden böyle harika bir yer yaratıp sonra içerisini canavarlarla doldurdun sorusunu sormak olacaktır! Neden çiçekleri yaratıp altına yılanları saklamış olabilirdi ki? Kasırgaları nasıl bir amaca hizmet edebilirdi? Sonradan farkına vardım ki, o aslında burayı bizim için yaratmamıştı!”
Yellowstone’daki serüvenlerini uzun sezonlar boyunca meraklı gözlerle takip ettiğimiz ve yeni sezonunu merakla beklediğimiz Dutton ailesinin Birleşik Devletler’in yeşilin her tonuna ev sahipliği yapan Montana Eyaleti’ndeki hikayelerinin nasıl başladığının anlatıldığı 1883 dizisinin kahramanı Elsa Dutton’nın, hayalleri olan genç bir kız olarak ailesiyle birlikte başladığı o uzun ve zorlu serüveni, zamanla hayallerini acılarıyla takas etmek zorunda kalacağı olgun bir kadın olarak tamamlamasının kelimelere dökülmüş haliydi onun yürekleri dağlayan ve bizi ekran karşısında olduğumuz yere mıhlayan bu isyanı.
Elsa Dutton’dan farklı olarak, ölürse dünyanın onu umursamayacağını, çığlıklarına kulak vermeyeceğini, yerde kanayacak olsa o kutsal kabul edilen toprağın kendisinin kanını emmekten çekinmeyeceğini “devlet ve devlete rehin düşmüş cari iktidar” eliyle öğrenmek zorunda kalan genç Kürt şarkıcı Nûdem Durak da bir gün Tanrı’yla buluşsaydı eğer, ona Türk’üyle, Kürdüyle, Alevisiyle, Sünnisiyle ve hatta az sayıdaki Gayrimüslimiyle…İlk önce neden böyle harika bir vatan yaratıp sonra içerisini bu kadar çok zalimle doldurduğunu, neden çiçekleri yaratıp altına “yürüyebilen sürüngenleri” sakladığını, insanların sadece evlerine, ocaklarına değil, özgürlükleriyle birlikte hayatlarına da sulanan o korkunç “resmi kasırgaların” nasıl rahmani bir amaca hizmet ettiğini sormak ister miydi acaba?
Bu lanet dünyanın, vatan adı altında bize yıllarca yutturulmaya çalışılan bu “cehennem simülasyonunun” aslında kendisi ya da kendisi gibi “farklı” ve farklı olduğu için de “sakıncalı” olanlar için yaratılmadığının; dolayısıyla içerisine düştüğü bu yerli ve milli evrenin tek sahibi olan Türk Tanrı tarafından buralarda hiçbir şekilde istenmediğinin, istenmediklerinin sonradan da olsa farkına varabilir miydi acaba? Aksini düşünmenin hiç imkanı ihtimali var mıdır, tabii ki evet! Tabii ki sorardı (sorarlardı) ve tabii ki farkına varırdı (farkına varırlardı).
Zira bu kadim memleketi “tek başına” yarattığını iddia edecek kadar güç zehirlenmesi yaşayan Türk Tanrı eliyle acıyla, yoklukla ve en acısı da “yok sayılmayla” genç yaşlarında “yaşlandırılan” bu kadersiz Kürt çocuklarının tüm faşizan, tüm ırkçı engellemelere rağmen kendilerine analarının ak sütü gibi helal olan ana dillerinde türküler, şarkılar söyleyerek içerisine doğdukları o zor coğrafyada kendilerine mütevazı de olsa bir nefes borusu açarak hala var olabildiklerini hem kendilerine; hem de kendilerinin ana dilini yok sayan faşistlere karşı inatla hatırlatmak istemelerini hukuksuzca engelleyen bu hukuksuz, faşizan düzenin Tanrısını hazır yakalamışlarken, onu sorusuz, onu isyansız, onu sitemsiz mi bırakacaklarını zannettiniz?
Türk Tanrı’nın bezdirici gazabıyla geleceğe dair istihdam ettikleri o güzel, o huzurlu, barış dolu günlerin hayalini hayatlarından tekmil-i birden çıkartmak zorunda kalmış olmalarının, normal şartlar altında kovuşturmaya bile gerek duyulmayacak, saçma sapan, manasız sebeplerle yıllardır demir parmaklıkların ardında gençliklerine “devlet eliyle” göz göre el konuluyor olmasının hesabını kendilerini bu toplumun nazarında inatla şeytanlaştırmaya çalışan malum zalimlerden soramayacaklar da kimden, hangi Tanrıdan ya da Tanrılardan soracaklar, sorarım size? 
/ Eylül 2022, Adana /
İlginizi çekebilir