Uğur Güney Subaşı: Çifte Enkaz

Her ne kadar kim tarafından ve ne ara borçlandırıldıklarını pek bilmeseler de, benim gibi zamanında yeşilin en çekilmez, en itici tonundaki kamuflajlarını üzerlerine geçirerek vatana olan o kutsal borçlarının kapatılması üzere askeri birliklerine teslim olmuş memleket erkeklerinin gayet iyi hatırlayacakları üzere, vazifeleri başında herhangi bir suça karışan er ya da erbaşların askerlik jargonunda “disco” olarak adlandırılan askeri cezaevlerine kapatıldıkları; korkunç işkencelerin yapıldığı söylenen o discolarda askeri mahkumlara kötü muamele eden gardiyanlarla bu muameleye uğrayan askerlerin göz göze gelmemeleri, gardiyanların askerler tarafından tanınmamaları için mahkum askerlere sürekli olarak kafaları yukarıda dolaşmaları emredildiği tüm askerler arasında kulaktan kulağa yayılan militarist bir şehir efsanesiydi.

Ben artık yaşlandığımı, o meşhur şiirdeki yolun neredeyse üçte ikisini üstelik heybemdeki binlerce keşkelerimle, ayıplarımla, artık telafisi olmayan korkunç hatalarımla ve bütün bunların doğal sonucu olarak da payıma düşen bol miktardaki “hak edilmiş!” beddualarımla devirmek üzere olduğumu; ne, bir zamanlar aynanın karşısında gerek saç jöleleriyle gerekse de fönlerle şekilden şekle sokmalara doyamadığım o çok sevdiğim saçlarımın yerinde artık tamamıyla yeller esmeye başladığında ne de burnumun üzerinde yaptığı katlanılmaz ağırlıkla beni okumaktan soğutan o lanet olası gözlüklerim olmadan “yakının körü” olmaktan asla kurtulamayacağımı sonunda kabul etmek zorunda kaldığımda fark etmiştim.

Ben yaşlandığımı, o meşhur şiirdeki yolun neredeyse üçte ikisini göz açıp kapayıncaya kadar neredeyse bir çırpıda devirdiğimi, kötülüğün ölümden çok daha hızlı koştuğu, ona adeta tur bindirdiği bu kurtluk zamanlarda doğan bu ülkenin kadersiz ve çaresiz çocuklarıyla göz göze gelmemek; fakirliğin ve garibanlığın “çaresizlikle” işbirliği yaparak sinsice teslim aldığı bu kadersiz çocukların artık enkaz haline gelmiş olan bu memleketin yıkıntıları arasından gelen o yürek yakan çığlıklarını duymamak için hem mobil bir cami imamı gibi ellerim kulaklarımda, hem de “disco”ya düşmüş mahkum askerler gibi başım havada Adana caddelerinde kendimi kaybetmiş bir şekilde dolaşmaya başladığım zamanlarda ilk defa fark etmiştim.

Ancak, nefes alan her canlıya özgü olan bu sevimsiz gerçeği gerek kendime gerekse de bu amatör makaleyi okuyan siz kıymetli dostlarıma bu kadar açık bir şekilde itiraf etmem belli ki bu son yazıma kısmet olmuşa benziyor. Zaman zaman hasretle beklediğim o son nefesi alıp vermeme kaç saatin, kaç haftanın, kaç ayın ya da kaç yılın kaldığını doğal olarak bilmeme pek imkanım yok.

Ancak bundan sonraki günlerimi yaşlı bir insan olarak sürdürme sürecimin an itibarıyla başladığını fark etmem, okuduğunuz gibi gayet imkanım dahilindedir. Dolayısıyla erenler, yaşlı bir insan olduğum için hem bu tükenmiş memleketin hem de o fakir, o dayanıksız evlerinin “çifte enkazları” altında can çekişen bu güzelim çocukların bana geleceğin o zifiri karanlığını, umutsuzluğunu, mutsuzluğunu ve kimsesizliğini haber vermelerine daha fazla dayanamıyorum artık.

Ben, bizi tepelemek üzere tek başına değil, sanki beraberindeki öfkeli bir “hayvan sürüsüyle” birlikte üzerimize doğru gelen “geleceği” değil, her ne kadar şimdilerde unutulmaya yüz tutmuş olsa da içerisinde bir nebze de olsa soluklanma fırsatını yakaladığımız ve elbette bolca da hüzünlendiğimiz geçmişimizin o aydınlığını, umudunu, naifliğini ve huzurunu arıyorum uzun zamandır. Hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğini kabul etmek zorunda kaldığım hayallerimin yerini şimdilerde deliler gibi özlemini duyduğum o güzel hatıralarımın almış olmasının sebebi de bu belli ki.

Ben tıpkı eskiden olduğu gibi kafam önde, ellerim yanımda, karşılaştığım o güzel çocukların gözlerine ve kalplerine utanmadan, korkmadan bakarak özgürce dolaşmak istiyorum kadim şehrimin sokaklarında. Ben tüm lanetiyle “üzerimize çöken” geleceklerini görerek değil, tüm şevkatiyle “önümüzde eğilen” geçmişimize dönerek o son durakta huzurlu bir şekilde inmek istiyorum.

Ve ben bütün bu isyanımı, bütün bu ağıdımı, bütün bu hasretimi bilerek, isteyerek sebep oldukları enkazın, ENKAZIMIZIN altından yazmak zorunda kalıyorum. Alın o kutlu geleceğinizi ve çıkın artık hayatımızdan lütfen. Çıkın!

/Şubat, 2023, Adana/

İlginizi çekebilir