Temel Demirer: Tarım(ın) Hal(ler)i

 “Doğru soruları sorun, zamanı geldiğinde cevaplar, su yüzüne çıkacaktır. Sorular güçlüdür.”[1]

 Yaşamsal bir kültürdür tarım.[2] Ekolojinin parçası olan insanlar binlerce yıldır tarım kültürünü var ettiler. Ta ki, üreticiler ile tüketicilerin gıda egemenliğini topyekûn yitirdiği; şirketlerin kontrolü ele aldığı; serbest piyasa tahribatının yani sürdürülemez kapitalist ekolojik yıkımın yarattığı tabloya değin…

Yerkürede olup bit(mey)enler başka bir yazının konusu; biz coğrafyamıza değinelim.

Çiftçi Çetin Erkalkan’ın, “Tarlalar şu anda boş ve üretim yapılamıyor. Köylerdeki insanlar zorunlu olarak fabrikalarda çalışmaya gidiyor. Çiftçilik şimdi iyice geçim kaynağı olmaktan çok sıkıntı kaynağına dönüştü,”[3] diye tarif ettiği hâlde Özlem Yüzak, “Tarımda çıkış yolu var mı?”[4] sorusuyla tanımlı bir çöküşün altını çizerken; “Üretici tarımdan uzaklaşıyor”![5] 

Aynı konuda “Fındık, hayvan, buğday vb. üreticisi kazanç elde edemiyorsa, canına tak dediğinde kente göçer. Bugüne kadar hükümetin politikaları bu göçü teşvik etmek oldu. Yoksa 15 yılda kırsal nüfus oranının yüzde 45’lerden yüzde 21’lere inmesi mümkün değil,” vurgusuyla “Tarım Bakanlığı Lağvedilmeli mi?”[6] diye ekliyor Orhan Bursalı da…

Gerçekten de bir zamanlar tarımda kendine yeten 7 ülkeden biri olan Türkiye artık kıtlık tehdidiyle yüz yüze[7]

Hatırlayın: 2001’de Türkiye’de 64 milyon nüfus ve buna karşın 17.9 milyon hektar ekili tarım arazisi bulunuyordu. 2018’e gelindiğinde ise Türkiye’de nüfus 81 milyona çıktı fakat ekili tarım arazisi 15.4 milyon hektara geriledi.[8]

Söz konusu koordinatlarda Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) Genel Başkanı Özden Güngör, çiftçilerin artık tarımdan vazgeçtiğine dikkat çekerken;[9] 2000’den beri tarım sektörünün milli gelirden aldığı pay yüzde 10.1’den, yüzde 5.7’ye; tarımda çalışan sayısı ise 7.7 milyon kişiden, 5.3 milyona geriledi. Tarım alanları toplamı ise 2003’teki 26 milyon hektardan, 2017’ye gelindiğinde 23.4 milyon hektara gerilemiş idi.[10]

Bunların böyle olması korkunç sonuçlara yol açıyor: Yüksek seyreden kırmızı et fiyatları, para etmeyen çiğ süt, tarlada kalan domates, depoda bekleyen patates… Tarladan markete yüzde 300 fark atan diğer meyve ve sebzeler… Kan ağlayan üretici, isyandaki tüketici… Yani her şey neresinden tutsanız elinizde kalıyor…

Bunlar arasında vurgulanması gereken bir husus da çiftçilerin hâlidir.

2018’de yüzde 120 artan maliyetlerin 2019’da yükselmeye da devam etmesi tarımsal üretimi düşürdü; girdilerin yaklaşık yüzde 90’ı ithal olunca, çiftçinin üretim maliyetleri yüzde 50-120 zamlandı.

Ziraat Bankası, Tarım Kredi Kooperatifleri’ne daha yüksek faizle kredi verdiği için çiftçi de daha yüksek faizli kredi borcu ödüyor. Kooperatiflerden kredi kullanan 7 bine yakın çiftçi icralık durumdayken; ZMO Başkanı Özden Güngör, “2002’de çiftçinin kredi borçlarının sadece 530 milyon lirayken, 2019 Ocak’ı itibarıyla, 101 milyar liraya kadar yükseldi,” dedi. [11]

Yani çiftçinin kredi borçlarında 16 yılda 190 kat artış yaşanan coğrafyamızda[12] toplam 266 milyon 766 bin 913 dekar tarım alanının yüzde 15’i, yani 39 milyon 474 bin 630 dekarı ipotek altında bulunuyor.[13]

Özetle Tarım ve Orman Bakanlığı verilerine göre, Çiftçi Kayıt Sistemi’ne (ÇKS) kayıtlı çiftçi sayısı 2003’de 2.8 milyon iken, 2010’da 2.3 milyona ve 2017’de 2.1 milyona geriledi. Diğer bir deyişle, bu süre zarfında yaklaşık 700 bin çiftçi son derece yetersiz olan tarım desteğini bile almaktan vazgeçti. Tarım alanları da 2002’de 26 milyon 579 bin hektar iken, 2016’da 23 milyon 900 bin hektara indi. 3 milyon hektar arazide çiftçi üretim yapmaktan vazgeçti.[14]

Ayrıca “yerli ve milli” yalanıyla beslenen Türkiye, artık tohumu bile ithal ediyor. 5 yılda 1.1 milyar dolarlık tohum ithal edildi. ZMO, yerli tohumun sadece buğdayda kaldığına, onun da yüzde 50’sinin yerli olduğuna dikkat çekti![15]

“Bunlar neden böyle” mi? Gelin bunu konuşalım.

 

SORU(N) NE?

 

Hatırlanacağı üzere 1980’li yıllarda dayatılan neo-liberal politikalar kırsalın boşalmasına, ülkenin ithalatçı bir konuma gelmesine yol açmıştı. Böylelikle tarım alanları, meralar, ormanlar, doğal kaynaklar saldırı hedefi olup çıktı.[16]

Tarım ve gıda sektörü, küresel tarım, gıda ve ecza şirketlerinin denetimine peşkeş çekilmesi için 1980’den beri hükümetlerce tarımsal yapı değiştirildi; süre içinde dağıtıldı. Çokuluslu tarım, gıda ve ecza şirketlerinin çıkarına tarımsal yapının dağıtılması, tarımı tahrip etti ve çöküşünü hazırladı. Tarımsal yapıda yapılan şirketler yanlısı değişiklik, verim kaybına neden oldu.

Yaşanılan verim kaybını, üretimi destekleyerek aşmak yerine tarımsal ürün ithalatının esas alınması -çiftçiyi ithalatla terbiye etme yoluna gidilmesi-, üretimin desteklenmemesi, yangına körükle gitme işlevi gördü; tarımın çöküşü bu yanlış politikalar sonucunda daha da hızlandı. Tarımda uygulanan bu yanlış ve yanlı tarım politikaları çiftçileri iflas ettirdi; üretimden caydırdı.

Tarımsal üretim sürecinde kullanılan kimyasallar ürünlerde zehir kalıntıları oluşturdu. Tarımsal üretim sürecinde kullanılan kimyasallar, toprağı ve suyu kirletti; kullanılamaz kıldı. Küresel iklim değişikliğini, kimyasallı üretim, gıda imal ve dağıtım sistemleri ile kırsalda yoğunlaşan enerji ve maden şirketlerinin kirleticiliği besledi. Tarım küresel iklim değişikliğinden de zarar görür oldu. Bütün bunların sonucunda gıda fiyatları yükseldi. Gıda fiyatlarının yükselmesiyle insanlar gıdaya erişemez oldu. Beslendikleri zehir kalıntılı gıdalar yurttaşların sağlığını bozdu. Ortaya yanlış politikalardan arındırılması gereken bir gıda krizi çıktı.[17]

“Gıda krizi” saptamasına bir abartı söz konusu değildir ve bu felaket 12 Eylül darbesinin 24 Ocak 1980 Ekonomik Kararlarını koruması altına almasıyla başladı. Tarıma yönelik neo-liberalizm politikalar bu süreçte devreye sokuldu. Devletin 1950-1980 kesitindeki tarımı destekleyen tavrı değişti.

1980’lerden beri tarımın gerek uluslararası gerekse yerli sermayenin ihtiyaçlarına göre biçimlendirilmesi, en açık verisiyle tarımsal destekleme politikalarında gözlenir.

2000’ler sonra tarıma verilen toplam destekler milli gelirin binde 6’sını aşmayacak düzeyde tutuldu. 2006’da çıkarılan Tarım Kanunu’nda zorunlu hâle getirilmiş olan Gayri Safi Yurtiçi Hasılanın (GSYH) yüzde 1’i olan asgari destekleme harcaması hedefine hiçbir zaman ulaşılamamıştı.

Destekleme fiyatları piyasa fiyatları seviyesinde tutulmuş; bu fiyatlarda rekabet edemeyerek tarımı bırakan küçük ve orta ölçekli çiftçilerin yerini tarım şirketleri almaya başlamıştı.

Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında kalkınmanın itici gücü, “milletin efendisi” olarak görülen tarım sektörü, uygulanan neo-liberal politikalar sonucunda ülke ekonomisindeki ağırlığını her geçen gün kaybediyordu. Özellikle AB ile 1995’de imzalanan Gümrük Birliği Anlaşması’ndan sonra Türkiye birçok tarım ürününde dışa bağımlı hâle gelmişti.

2001 krizinden sonra IMF ve Dünya Bankası’nın direktifleriyle hazırlanan Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı AKP hükümetlerince eksiksiz uygulanmıştı. AKP’nin iktidara geldiği 2002’de tarım sektörünün Türkiye ekonomisindeki ağırlığı GSYH’nin yüzde 10’u iken 2017’de bu oran yüzde 6’ya kadar düşmüştü. Buna karşılık istihdamın beşte birini barındıran tarım sektörü ücretsiz aile işçiliğinin ve mevsimlik çalışmanın en yaygın olduğu sektör olmayı sürdürmekteydi.

Tarımsal girdilerin (mazot, gübre, tohum, yem) fiyatları ürün fiyatlarına göre daha hızlı ve daha yüksek oranda artıyorken; çiftçi yeterince desteklenmiyor. Bu nedenle tarım alanları daralıyor, çiftçi tarımdan kopuyor, kırsal nüfus giderek azalıyor, tarımda daha çok ithalatçı olunuyordu. 

Tarımsal desteklerinin düşüklüğü, girdi maliyetlerinin yüksekliği ve ürününü değerinde satamaması nedeniyle para kazanamayan çiftçi, ürününden elde ettiği geliri aldığı kredi borçlarına yatırmaktaydı.

2004’de tarımsal destekleme ödemeleri 3.1 milyar TL iken, çiftçilerin bankalara olan borcu 5.3 milyar lira idi. 2018’de tarımsal transferler için bütçeden 14.5 milyar lira ayrılmışken; 2018’in Ekim’i itibariyle çiftçilerin bankalara olan borcu 101 milyar liraya ulaşmıştır. 2004’de çiftçinin kullandığı banka kredisi tarımsal destekleme ödemelerinin 1.7 katı iken, 2018’de bu oran 7 katına yükselmişti.

‘Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) verilerine göre; 2004-2018 kesitinde bankalarca çiftçilere kullandırılan kredi miktarının 19 kat artmasına karşılık; tarıma yapılan destekleme ödemeleri yalnızca 5 kat artırılmıştı.

2000’lerde tarıma verilen kredilerin tümü kamu bankaları tarafından sağlanıyordu; özel bankaların payı yalnızca binde 4 civarındaydı. 2000-2018 kesitinde yerli ve yabancı özel bankaların toplam payı yüzde 30’u aşmıştı.

Özellikle yabancı sermeyeli bankaların, borçlarını ödeyemeyen çiftçilerin topraklarına el koyarak, icra yoluyla sattıklarına ilişkin haberler basında sık sık yer almaktadır.

Devletin neo-liberal politikalar uygulaması, yani girdi ve ürün piyasalarından çekilmesi, kredi piyasasını bankalara terk etmesi nedeniyle küçük üreticilerin piyasadaki tek alıcı veya satıcı konumundaki şirketlerle karşı karşıya gelmesi; onların dayattığı fiyatları ve koşulları kabul etmek zorunda kalmaları ve küçük üreticinin ücretli işçi olmaksızın kapitalist bölüşüm ilişkileri içine girerek sömürülmesinin önü AKP’li yıllarda daha da açılmıştır.

Bu koşullarda çiftçi ya tarımdan koparak hizmet sektöründe sömürülmeye devam etmekte ya da yine tarımda güç bela üretim yaparak yine tarımda sömürülmektedir. Son yıllarda çiftçinin tarımsal üretimi güç bela sürdürmesi tarım kredilerine bağlı hâle gelmiştir.

Tarıma yönelik destekleri yeterince artırmak yerine kredi hacimlerini yükseltmek çiftçiyi borç batağına sürüklemekte, onu tarlasından kopartmakta, bu durumda tarlaların boş kalması nedeniyle üretim düşmekte, tarım arazileri el değiştirmekte ve hızla betonlaşmaktadır.

Küresel iklim değişikliği; toprak, su ve biyolojik çeşitlilik gibi doğal kaynakların tahrip edilmesi; açlık ve yoksulluk gibi küresel sorunlar tüm dünyada gündemin ilk sıralarında yer almakta ve insanlığın geleceğini tehdit etmektedir.

Artan nüfusu doyuracak yeterli üretimi gerçekleştirmek ve tarım arazilerini koruyabilmek için stratejik sektör olan tarımın, özellikle küçük çiftçilerin her zamankinden daha çok desteklenmesi ve desteklerin uzun vadeli planlanması şarttır. Çiftçiler şirketlerin ve bankaların insafına terk edilmemelidir.[18]

Denilebilir ki Türkiye’de tarımı çökertme sürecinin temelleri, 24 Ocak Kararları ve 1980 askeri darbesini izleyen yılların emek karşıtı neo-liberal politikalarla atılırken; o kesitin “üreticiyi ithalatla terbiye etme” politikası günümüzde de yoğunlaşarak devam ediyor.

Oysa coğrafya ve iklim bakımından elverişli konumdaki, farklı ekolojik bölgeleri barındıran ve bitki çeşitliliğiyle zengin coğrafyamız, FAO’nun verilerine göre 23.7 milyon hektar ile Avrupa’da en büyük tarım arazisine sahip ülkedir. Türkiye’nin ardından gelen Fransa 19.3, İspanya 17 ve Almanya 12 milyon hektar tarım arazisine sahiptir. Ancak bu avantaj hızla yitirilmektedir. 1980’den bu yana uygulanan IMF, Dünya Bankası ve DTÖ dayatmalı politikaların sonucunda tarım alanları 5 milyon hektar daralmıştır.

İfade ettiğimiz gibi “üreticiyi ithalatla terbiye etme” politikası günümüzde ivmesini artırırken; arz eksikliğinden dolayı fiyatı artan her ürünün fiyatının, ithalatla düşürülme kolaycılığına başvurulmaktadır. 2018 itibariyle gerek tarımsal (hammadde ve gıda maddeleri) ihracat, gerekse ithalat 18 milyar dolar civarındadır ve başa baştır. Türkiye tarımsal üretim için kullanılan tohum, gübre, ilaç, traktör, mazot gibi girdilerin yanı sıra hububat (buğday, mısır), pamuk, yağ bitkileri (soya, ayçiçeği), bitkisel yağlar ve hayvansal üretimde (yem, canlı hayvan, et) ithalata bağımlıdır.

2018’de 20 milyon ton buğday üreten Türkiye, bunun yüzde 30’una yakın (5.8 milyon ton) ithalat yapmıştır. Yalnızca 5 bitkisel ürün (buğday, mısır, soya, ayçiçeği, pamuk), canlı hayvan ve kırmızı et ithalatı için ödenen bedel yaklaşık 6.6 milyar dolardır (yaklaşık 30 milyar TL). Aynı yıl çiftçilere yapılan destekleme ödemeleri bunun yarısı (14.5 milyar TL) kadardır. Öte yandan gıda sektöründe ithalata bağımlılık düzeyi yüzde 50 dolayındadır. Yani gıdada ihracat bedelinin yüzde 50’ye ulaşan miktarı ithal girdi için harcanmaktadır.[19]

Bunun nedeni Necdet Oral’ın, ‘Türkiye’de Tarım Nasıl Çökertildi?’[20] başlıklı yapıtında tüm çarpıcılığıyla ortaya konulurken; meselenin özü, coğrafyamızın IMF ve Dünya Bankası’nın öncülüğünde, uluslararası sermayenin çıkarlarına göre biçimlendiriliyor olmasındadır. 

Hatırlanacağı üzere IMF, 1 Ocak 2000’de başlatılan stand-by programıyla ekonomiye ve tarıma el koydu. 2000’li yılların en kapsamlı yapısal dönüştürme programı Dünya Bankası aracılığıyla tarımda uygulandı. Bankanın hazırladığı Tarım Reformu Uygulama Projesi (ARIP) tarımdaki tüm fiyat, girdi ve kredi desteklerinin kaldırılarak, üretimle bağlantısı olmayan doğrudan gelir desteği (DGD) sistemine geçilmesini, tarım birliklerinin işlevsizleştirilmesini, bazı ürünlerde kota uygulamasını, bazılarında ise üretim alanlarının daraltılmasını içeriyordu. Projenin uygulamadaki etkileri tarım sektörü için yıkıcı sonuçlara yol açtı. Bunlar; tarımda hızlı çözülme, mülksüzleşme, işçileşme, kırdan kente göç, tarımdaki dağıtım, pazarlama ve ar-ge etkinliklerinin yerli ve yabancı tekellere devri olarak sayılabilir.

2000’li yılların başından bu yana uygulamaya konulan ve bölüşüm ilişkilerini sermaye lehine biçimlendirmeyi hedefleyen politikalar değiştirilmeksizin AKP tarafından da uygulandı. Küçük ve orta ölçekli tarım işletmeleriyle yapılan aile çiftçiliğinin, büyük ölçekli işletmeler ve şirket tarımıyla ikame edilerek bitirilmesini amaçlayan politikalar izlendi. Hayvancılıkta da büyük işletmeleri önceleyen, koruyan ve kollayan bir destekleme sistemi uygulandı. Bu süreçte tarımı piyasalaştırma ve kırı tasfiye süreci hız kazandı.

1980’li yıllardan başlayarak uygulanan politikalarla devlet-köylü ilişkisinin yerini sermaye-köylü ilişkisi almaya başladı. IMF-Dünya Bankası patentli programlar küçük üreticiliğin çözülme sürecini hızlandırdı. Küçük ölçekli çiftçiler üretimden çekilirken, yerini tarım şirketlerine dayalı bir yapı almaya başladı. Oysa küçük çiftçi tarımı gıda egemenliğinin güvencesini oluşturmaktadır.

2000’ler küçük üreticilerin yoksullaştığı, mülksüzleştiği ve işsizleştiği bir dönem oldu. Üretiminden para kazanamayan küçük ölçekli işletmeler için tarım, geçimlerini sağlayacak bir ekonomik faaliyet olmaktan çıktı. Günümüzde tarımla uğraşan nüfusun üçte ikisinden fazlasının yıllık geliri 2 bin doları bile bulmuyor. Yoksullaşan çiftçiler tarımdan koptu, tarlalar ve meralar boş kaldı. Bu dönemde çiftçilerin yüzde 20’si tarımdan vazgeçti, 3.2 milyon hektar arazi boş kaldı. Tarımın istihdamdaki payı yüzde 35’den yüzde 19’a geriledi.

Kırda tutunabilen çiftçiler için uygulanan popülist politikaların yanı sıra bu uygulamaların yandaş medya aracılığıyla sürekli ve abartılı bir şekilde propagandası yapıldı. Tarımsal destekler giderek daha fazla başlık altında ödenerek, tarım daha fazla destekleniyor havası yaratıldı. Buna karşılık, çiftçiye verilen nakit desteğin -2018’de- 5 katı faiz ödemeleri olarak yerli ve yabancı rantiyeye ödendiği hâlde, bu gerçek halktan gizlendi.

2006 yılında yürürlüğe giren Tarım Kanunu’nun 21. maddesine göre, milli gelirin en az yüzde 1’inin tarımsal desteklemeye ayrılması gerekmekte iken, bu rakam yüzde 0.5- 0.6 civarında gerçekleşti. Tarım Kanunu’na göre 2007-2018 kesitinde tarıma 224 milyar lira destekleme ödemesi yapılması gerekiyordu. Şu ana kadar ödenen destekleme miktarı 103 milyar liradır. Yani devletin destekleme ödemelerinden dolayı çiftçiye 121 milyar lira borcu bulunmaktadır.

Tarıma yönelik destekleme kurum ve araçlarının tasfiyesini/işlevsiz hâle getirilmesini, tarım desteklerinin azaltılmasını, tarım alanındaki KİT’lerin özelleştirilmesini/tasfiyesini, TSKB’lerin etkisizleştirilmesini amaçlayan IMF-Dünya Bankası patentli politikalar, 2000 yılı başından bu yana tavizsiz bir şekilde uygulandı. 

Uygulanan emek karşıtı, üretim karşıtı, ithalata dayalı bu programın yıkıcı sonuçları bu süreçte iyice gün yüzüne çıkmaya başladı. Madde madde sıralarsak:

  • Nüfus 14 milyon kişi arttı; buna karşılık tarımın milli gelir, istihdam ve ihracata katkısı giderek azaldı. Tarımın milli gelirdeki payı yüzde 10’dan yüzde 6’ya düştü. İstihdamdaki payı yüzde 35’den yüzde 19’a geriledi.
  • Tarım katma değeri 2012’de 68 milyar dolar iken, 2017’de yüzde 24 gerileyerek 52 milyar dolara düştü. Aynı şekilde 2012’de 4 bin 57 dolar olan kişi başına tarım katma değeri 2017’de 3 bin 319 dolar olarak gerçekleşti.
  • Tarımın en önemli girdilerinde (gübre, tarım ilacı, yem ham maddeleri gibi) ithalata bağımlı hâle gelindi. (Günümüzde tarımın en başta gelen sorununu yüksek girdi maliyetleri oluşturmaktadır). Tarım ürünlerinin çiftçinin elinden çıkış fiyatları 3 kat artarken; çiftçinin satın aldığı tarım girdilerinin fiyatları 5 kat arttı.
  • Üretimin yönlendirilmesinin önemli bir aracı olarak uygulanması gereken tarımsal destekler, 2006 yılında çıkarılan kanuna göre milli gelirin en az yüzde 1’i olması gerekirken; binde 5-6’sını aşmadı. Devletin destekleme ödemelerinden dolayı çiftçiye 121 milyar lira borcu bulunuyor.
  • 2002’de çiftçilere bankalar tarafından kullandırılan kredi 4 milyar TL iken, 2018 Eylül ayı sonu itibariyle 101 milyar liraya yükseldi. 2018’de çiftçinin kullandığı banka kredisi tarımsal destekleme ödemelerinin 7 katına ulaştı. Çiftçi kredi borçlarını ödeyememe korkusuna tutsak edildi.
  • Ürettiğinden para kazanamayan, emeğinin karşılığını alamayan çiftçi 3.2 milyon hektar araziyi ekmekten vazgeçti. 2002’de 26.6 milyon hektar olan tarım arazileri, günümüzde 23.4 milyon hektara düştü. Tarımda kullanılan araziler yüzde 13 oranında azaldı. ÇKS kayıtlı çiftçi sayısı 2 milyon 765 binden 2 milyon 132 bin kişiye düştü; yani 633 bin kişi azaldı. Çiftçiliği bırakan üretici sayısı oransal olarak yüzde 20’yi buldu.
  • Mısır, pirinç ve ayçiçeği dışındaki ürünlerde üretim istikrarsız bir seyir izledi; ya kendini tekrarladı veya üretim düşüşleri görüldü. Kişi başına nohut üretimi 10 kilodan 6 kiloya, kuru fasulye üretimi 4 kilodan 3 kiloya, kırmızı mercimek üretimi 8 kilodan 5 kiloya düştü.
  • Türkiye üretim yerine ithalatı teşvik eden politikalarla tarım dış ticaretinde net ithalatçı konumuna geriletildi. 15 yılda toplam 189 milyar dolarlık tarımsal hammadde ve gıda ürünü ithalatı yapıldı. Bu kapsamda 50 milyon ton buğday, 23 milyon ton soya, 16 milyon ton mısır, 12 milyon ton pamuk, 9 milyon ton ayçiçeği, 5 milyon ton pirinç ithal edildi. Pamuk ithalatına 20, buğday ithalatına 13.7, soya ithalatına 10, ayçiçeği ithalatına 5, mısır ithalatına 4, pirinç ithalatına 2.3 milyar dolar ödendi.
  • İthalatın başladığı 2010’un Ağustos’undan beri 3.9 milyon büyükbaş, 2,8 milyon koyun-keçi olmak üzere toplam 6.7 milyon baş canlı hayvan ve 275 bin ton kırmızı et ithal edildi. Yerli üreticilerimizin iflası pahasına yapılan bu ithalat için 7.1 milyar dolar ödenmesine rağmen fiyatlar düşürülemedi.[21]

 

TARIMIN DURUMU

 

BM’nin ‘The Global Land Outlook/ Küresel Arazi Görünümü’ başlıklı çalışması, dünyadaki arazilerin üçte birinin yoğun tarım pratikleri nedeniyle aşırı derecede aşındığını ortaya koyarken; her yıl 24 milyar ton verimli toprağın ve 15 milyar ağacın kaybedildiğini açıklanıp; verimsizleşen topraklar nedeniyle milyonlarca insanın açlık, yoksulluk ve çatışma riskiyle karşı karşıya olduğuna dikkat çekiliyor.[22]

Örneğin 2019 verilerine göre, dünyada 820 milyonu aşkın insan, yani yaklaşık dokuz kişiden biri, yeterli beslenemediği için açlık çekiyor![23]

Ve elbette Türkiye tarımı da söz konusu genelden muaf değil…

“5 Aralık Dünya Toprak Günü”nde, bir yılda bütün ülkelerin kaybettiği toprak miktarının 23-24 milyar ton olduğu vurgusuyla, “Dünyada en büyük toprak kayıpları ise Asya’da meydana geliyor,” diyen TEMA Vakfı Ankara Temsilcisi Nevzat Özer, Türkiye’de de milyonlarca ton toprağın erozyonla kaybedildiğini belirtip, Anadolu’nun 10 bin yıl önce yüzde 72’sinin ormanlarla kaplı olduğunu, bugün ise bu alanların yüzde 25’e düştüğüne dikkat çekti.

Ayrıca yüzde 6’sı sulak alanlar ve göllerle kaplı olan Anadolu’da bu oranın bugün yüzde 1’lere kadar düştüğünü ifade eden Özer, “Orman arazilerinin yüzde 54’ünde, meraların yüzde 64’ünde, tarım arazilerinin ise yüzde 58’inde şiddetli erozyon söz konusudur,”[24] diye ekledi.

Milletvekili Muharrem Erkek’in, “Üretici üretemez hâle getiriliyor,”[25] diye betimlediği tabloda Türkiye’nin en büyük tarım alanlarından Elbistan Ovası’nda 7 binin üzerindeki kayıtlı çiftçinin sadece 5 bin 300’ü aktif tarımla uğraşıyor. Üretici tarladan çekiliyor.[26]

Kolay mı?

Tarımın gayri safi milli hasıladaki (GSMH) payı hızla azaldı. 1980’de yüzde 25 olan pay bugün yüzde 7’ye düştü. Tarım 1980’de istihdamın yüzde 50’sini karşılarken bugün yüzde 20’ye geriledi.[27]

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, tarım arazileri 2002’de 26 milyon 579 bin hektardan 2018’de 23 milyon hektara kadar düştü. Tarım alanları 15 senede yüzde 12 azaldı.[28]

15 yılda kuru fasulyede yüzde 50, nohutta yüzde 46, börülcede yüzde 40 oranında üretim alanı azalan Türkiye’de, aynı kesitte 3 bin dekar büyüklüğünde nohut üretim alanı, 898 dekar büyüklüğünde kuru fasulye üretim alanı işlemez hâle geldi.[29]

Yine coğrafyamızda toplam işlenen tarım alanının yüzde 33’ünü oluşturan buğday ekim alanı, 10 yılda 9 milyon hektardan 2017 itibarıyla 7.7 milyon hektara gerilerken nohut ekim alanı yüzde 46 küçülerek 3 milyon 595 bin dönüme geriledi.

Hızla yok olan tarım arazileri, ithalatı hızlandırdı. Bir yılda buğday ithalatı yüzde 234 artışla 821 bin tona, mısır ithalatı 8.5 kat artışla 404 bin tona yükseldi.[30]

Yine tarım alanlarının 3 milyon 400 bin hektar küçüldüğünü belirten ZMO İstanbul Şube Başkanı Ahmet Atalık, “Tarım alanlarının 16 yılda 41 milyon 200 bin hektardan 37 milyon 800 bin hektara geriledi. En fazla tarım alanı kaybı tahıllar, diğer bitkisel ürünler ve sebze alanlarında yaşandı. Avrupa Birliği’nin (AB) göbeğindeki Belçika’nın yüzölçümü 3 milyon hektar. Bizden 4-5 kat fazla tarımsal ihracat geliri olan Hollanda’nın toplam yüzölçümü ise 4 milyon hektar. Çiftçinin her geçen yıl alım gücü geriliyor. Bu da üretim alanlarına yansıyor,”[31] dedi.

Özetin özeti: Ulusal Hububat Konseyi Yönetim Kurulu Başkanı Özkan Taşpınar’ın imzası ile yayınlanan rapora göre, 10-12 yıl önce 9 milyon hektar olan buğday ekim alanı,[32] 7.2 milyon hektar civarına düştü.[33]

Bunun yanında Türkiye tarımda da; tohumundan hasada her alanda dışa bağımlı hâle geldi.[34] 

Dönemin Tarım ve Hayvancılık Bakanı Ahmet Eşref Fakıbaba’ya göre, Türkiye’de 2017’de 771 adedi yerli, 32 adedi yabancı ve 22 adedi ise yerli-yabancı ortaklığı olarak toplam 825 tohumculuk firması faaliyet sürdürüyor. Tohumculuk sektöründe, 199 adet Özel Sektör Tarımsal Araştırma Kuruluşu ile Bakanlığa bağlı 25 adet kamu araştırma kuruluşu faaliyet gösteriyor. Bu rakamlara göre tohum ithalata bağımlı.[35]

Özetle “yerli üretim”den vazgeçildi. 2002’de 405 bin 882 olan tütün üretici sayısı 56 bine düştü. Tütün üretimi 159 bin 521 tondan 70 bine geriledi.[36]

TÜİK verilerine göre 2018’de, tahıl ve diğer bitkisel ürün üretimi yüzde 5.8 azalarak 68.4 milyon tondan 64.4 milyon tona geriledi. Tarım, hayvancılık ve balıkçılıkta, 2017’de yapılan ithalat için Türkiye 33 milyar liralık fatura ödedi.[37]

Toparlarsak; tarımda uygulanan neo-liberal politikalarla geçen kırk yılın ardından:[38]

  1. i) Tarımın üretim ve katma değer içindeki payı geriledi: 1973’de tarımın toplam katma değer içindeki payı yüzde 21.4 idi. Gerileme 1979’dan sonra hız kazandı, 2012’de yüzde 6’ya kadar düştü. Düşme devam ediyor.
  2. ii) Tarımın toplam ihracattaki payı: 1979’da tarımın toplam ihracat içindeki payı yüzde 12.7 iken, 2012’de yüzde 3.1’e indi.

iii) Tarımın toplam ithalattaki payı arttı: 1979’da tarımın toplam ithalat içindeki payı yüzde 1.1 idi. 1994’a kadar net ihracatçı olan Türkiye tarım sektörü, bu yıldan sonra net ithalatçı konuma geriledi.

  1. iv) Tarımın diğer sektörlerden aldığı ara girdilerin payı arttı: Tarım dışı ara girdilerinin maliyet içindeki payı 1973’te yüzde 11 iken, 2012’de yüzde 18’e yükseldi.
  2. v) Tarımda dış ticaret fazlası, açığa dönüştü: 1979’da tarımsal üretim değerinin yüzde 1.4’ü oranında dış fazla vermiş iken, 1990’da yüzde -0.1, 2002’de yüzde -0.3 ve nihayet 2012’de yüzde 2.5 oranında dış ticaret açığı vermiş. Aynı dönem içinde ihracatın tarım üretimi içindeki göreli payı iki buçuk kattan az bir artışla yüzde 2’den yüzde 5.3’e çıkarken, ithalatın payı sekiz kat artışla yüzde 1’den yüzde 7.9’a ulaşmış.

Böylelikle tarım ürünleri ithalatı giderek hem çeşitlenmekte ve hem de artmaktadır. 2003’de 2.3 milyar dolar olan ithalat 2016’da 6.5 milyar dolara, açık da 522 milyon dolardan 1.9 milyar dolara yükselmiştir. 2017’nin ilk 6 ayında ithalat 4.7 milyar dolara, dış ticaret açığı ise 2 milyar dolara ulaşmış. Korkutucu değil mi?[39]

Elbette korkutucu! Tıpkı Türkiye’de dört yılda yüzde 51 artarak tarımı zehirleyen pestisitlerin kullanımı[40] ve tarım (mevsimlik[41]) işçilerinin hâli gibi…

Örneğin Urfalı mevsimlik tarım işçileri Ankara’daki soğan tarlalarında çalışmaya devam ediyor. Tarım işçisi çocuklar “Hasat devam etmese Urfa’ya dönüp okula gidecektik ama geçinebilmek için çalışmak zorundayız,” diyor

‘Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) 2019’un tarihli ‘Çocuk İşçiliği Küresel Tahminler Raporu’na göre, dünyadaki 152 milyon çocuk işçinin en çok çalıştığı sektör yüzde 70.9 oranla tarım. Türkiye’de de benzer bir durum yaşanıyor.[42]

‘Türkiye Ziraat Odaları Birliği’nin (TZOB) 2018’de açıkladığına göre, kadınlar tarımdaki en önemli istihdam unsuru. Örneğin 2018 Haziran’ında tarımda çalışan 5 milyon 624 bin kişinin yüzde 45.8’ini kadınlar oluşturmuş. Kadın çiftçiler günde ortalama 16-17 saat çalışırken en önemli sorunlardan biri de kayıt dışılık ve güvencesizlik. Tarımdaki kadınların yüzde 78.3’ü ücretsiz aile işçisi konumundayken, yüzde 90.8’i kayıt dışı çalışıyor ve sosyal güvenlik kapsamının dışında.[43]

Yine TZOB Genel Başkanı Şemsi Bayraktar, ülke genelinde sayıları 3.1 milyonu geçen ücretsiz aile işçisinin yaklaşık 2.6 milyonunun tarımda çalıştığını belirterek, “2 milyonun üzerinde kadın, 550 bine yakın erkek, tarımda ücretsiz aile işçisi olarak emek veriyor. Tarımın yükünü kadınlar çekiyor,” dedi. 

Tarımda kendi hesabına çalışan kadın sayısının 240 bin, ücretli veya yevmiyeli çalışan kadın sayısının 279 binde kaldığına işaret eden Bayraktar, “İşveren olarak tarımda istihdam edilen kadın sayısı 7 bini ancak buluyor. 2017 Ekim’i verilerine göre, tarım istihdamında yüzde 84.5 olan kayıt dışılık oranı, erkeklerde yüzde 76.3’te kalırken, kadınlarda yüzde 94’e ulaşıyor. Tarımın yükünü kadınlar çekiyor. Üstelik ücret almıyorlar, gelir elde etmiyorlar, yüzde 94’ü de kayıt dışı çalışıyor,” diye konuştu.[44]

 

DEVLET(İN) POLİTİKASI

 

“Milli Tarım”(?!) vurgusuna karşın, mevcut iktidarın politikalarıyla Türkiye tarımı ithalata boğuldu. 2016’da 15 milyar 637 dolar harcanan tarım ürünleri ithalatı, 2017 Kasım’ında 16 milyar 514 bin dolara dayandı.[45]

Hükümet tarafından tarım ve hayvancılıkta küçük üreticiyi bitiren politikalar sürüyorken; yüksek gıda fiyatlarına “çözüm”(?) için hükümetin attığı adım yine ithalatın önünü açmak oldu. Örneğin 2003-2016 kesitinde ithal edilen 63 milyon ton hububat için 17.5 milyar dolar ödenmişti. Hububatın gıda güvenliğinde vazgeçilmezliği dikkate alındığında, Türkiye’nin ithalata bağımlılığının arttığı ve giderek gıda güvenliğini yitirdiği FAO raporlarında da yer almaktaydı.[46]

Evet, “Bir zamanlar gıdada ve tarımsal ürünlerde kendi kendine yetebilen sayılı ülke arasında yer alan Türkiye’nin geldiği nokta, tam anlamıyla içler acısı”yken;[47] uygulanan politikaların çiftçiyi her geçen gün daha da yoksullaştırdığını, ülke ekonomisini de dış dayatmalarla açık verir hâle getirdiğini hatırlatan ZMO Başkanı Özden Güngör’ün, “Türkiye gıda maddeleri dış ticaretinde net ihracatçı, tarımsal hammadde dış ticaretinde ise net ithalatçı konumdadır,”[48] demesi boşuna değildir.

Türkiye tarımı şirketlerin cennetine döndürülmüş durumdayken; tarımın tüm ipleri ithalat ve ihracat yapan yerli-yabancı şirketler ile çokuluslu girdi sağlayıcı şirketlerin elindedir. Onlar da istedikleri gibi at koşturuyorlarken; Türkiye tarımı da, tarımcısı da, tüketicisi de zordadır.[49]

Bu tabloda tarımdaki en önemli ihraç ürünlerinde ihracat azalırken, ithalat artıyor. Stratejik önemdeki birçok tarım ürününde ise ithalata bağımlı hâle gelindi.[50]

 

ÖNEMLİ İHRAÇ ÜRÜNLERİNDE İHRACAT AZALDI, İTHALAT ARTTI
ÇAY Cumhuriyetin ilk yıllarında ülkede üretimine başlanan çayda ithalat artarken, ihracat ise azalıyor. 2013’te 873 ton çay ithalatı yapan Türkiye’de çay ithalatı 2018’e dek yüzde 172 oranında arttı ve 2.3 bin tona fırladı. Buna karşılık 2013’te 17 bin tonluk çay ihracatı 2018’de 13.4 bin tona gerileyerek yüzde 20.5 oranında azaldı. Türkiye aynı zamanda dünyada kişi başına düşen çay tüketiminde 1. sırada.
FINDIK[51] Türkiye’de kendine yeterliliği en yüksek ve en çok ihracatı yapılan tarım ürünü olan fındıkta da karamsar tablo değişmiyor. 2013’ten günümüze dek fındık ithalatı yüzde 71.3 oranında artarken, fındık ihracatı bu yıllar arasında yüzde 3 oranında azaldı. Fındık hâlâ en çok ihraç edilen tarım ürünü özelliğini koruyor. 2018’de 628 bin ton fındık ihracatına karşılık 10.8 bin ton fındık ithalatı bulunuyor.
İNCİR Ege bölgesinin en önemli ihraç ürünü olan incirde de ihracat azalırken, ithalat artıyor. Üstelik incirde ithalat ihracatın üzerine çıkıyor. 2018’de Türkiye 301.7 bin ton incir ithal ederken, 238 bin ton incir ihraç etti. Buna karşılık 5 yılda incirde ithalat yüzde 10.5 arttı, ihracat ise yüzde 7.3 azaldı. Dünya taze incir üretiminin yüzde 23’ünü, dünya kuru incir üretiminin yüzde 54’ünü gerçekleştiriyor.
KAYISI Malatya ve civar bölgelerin en önemli geçim kaynaklarından biri olan kayısıda da ithalat eğilimi artıyor. Buna karşılık kayısı önemli bir ihraç ürünü olmasına rağmen ihracat ise azalıyor. 2013’den 2018’e dek kayısı ithalat miktarı yüzde 36 oranında artarken, ihracat miktarı ise yüzde 6.5 oranında azaldı. Buna rağmen Türkiye dünyanın önemli kayısı üreticilerinden biri olmaya devam ediyor. 2018’de 540 bin tonluk kayısı ihracatına karşılık, 2 bin tonluk kayısı ithalatı bulunuyor.
TAHILLAR Arpa, buğday, mısır, yulaf ve çavdardan oluşan tahıllar hem ilaç sanayinde hem de gıda sanayinde girdi olarak kullanıldığı için ekonomi için stratejin önemde. Tahıl ürünlerinde toplam 9.8 milyon ton ithalata karşılık 8.2 milyon ton ihracat yapıyor. Bu hâliyle Türkiye hiç tahıl ürünü ihraç etmese dahi yaklaşık 1.5 milyon ton tahıl ürünü ithal etmek zorunda kalıyor. Üstelik tahıl ürünleri ithalatı 2 yılda yüzde 68 oranında artmış durumda. GDO’lu ürünlerin yaygın olarak görüldüğü tahılda ithalat halk sağlığını da tehdit ediyor. Özellikle mısırda ithalatın sert şekilde arttığı resmi verilere de yansıdı. 2013’te yurtiçinde tüketilen mısırların yüzde 25’i ithal mısırdan oluşurken, 2018’e gelindiğinde bu oran yüzde 32’ye çıktı.
SOYA Bugün dünyayı besleyen 5-6 önemli bitkisel üründen birisi olan soyanın anavatanı Çin, Kore ve Japonya gibi Uzakdoğu ülkeleri. Ancak XX. yüzyıl itibariyle dünyanın başka yerlerinde de değer kazanan soyanın soya tarımı, en çok ABD’de gelişiyor. Türkiye’de 2018’de 2.7 milyon ton soya ithalatı yapılırken buna karşılık sadece 138 bin ton soya üretiyor. Böylece Türkiye’de kullanılan soyanın yüzde 95’i ithal soya fasulyesinden oluşuyor.
AYÇİÇEĞİ Özellikle Marmara bölgesinin önemli geçim kaynaklarından biri olan ayçiçeği üretimi kozmetik, ilaç ve gıda sanayinin de önemli bir girdisi. Ancak ayçiçeğinde Türkiye ürettiğinden daha çok ithalat yapıyor. 2018’de Türkiye’de kullanılan 4.1 milyon ton ayçiçeğinin yüzde 52’si ithal edilen ayçiçeklerinden oluştu.
ŞEKER[52] Gıda sektörü için stratejik önemde bulunan şekerde de karamsar tablo giderek kötüleşiyor. Türkiye şeker pancarı ithal etmemekle beraber işlenmiş şekeri gitgide daha fazla ithal ediyor. 5 yılda şeker ithalatı 56 bin tondan 291 bin tona fırlayarak yüzde 419’luk olağanüstü bir artış gösterdi. Buna karşılık şeker ihracatı ise 2013’te 269 bin tondan 2018’de 251 bin tona geriledi. Böylece şeker gibi stratejik bir üründe 2018’de ithalat ihracatı sollamış oldu.
SEBZELER Sebzeler grubunda Türkiye 2013’de 54 bin ton ithalat yaparken 2018’e gelindiğinde bu tutar yüzde 121 artışla 120 bin tona fırladı. Buna karşılık ihracat artışı ise zayıf kaldı. 2013’de tarım ürünü ithalatı 2018’de 1.6 milyon ton iken bu tutar yüzde 14.6’lık artışla 1.8 milyon tona çıktı.

 

“YERLİ MİLLİ” YALANI

 

Türkiye bankacılık sisteminin yüzde 47’si, borsanın yüzde 65’i yabancıların elinde, 2002’de 129 milyar dolar olan dış borç stoku yüzde 239 artışla 2017 Eylül’ü itibariyle 438 milyara yükselmiş durumda, toplam ithalat ise 2017 yılında bir önceki seneye göre yüzde 17.9 artarak 210 milyar dolara ulaşmış.

Sadece bunlar değil başka rakamlar da var. Türkiye’nin dış yükümlülükleri 2002’de 147 milyar dolarken 2018’de 666 milyar dolar civarında. Dış varlıklar aynı dönemde 226 milyar dolara, net uluslararası yatırım açığı ise 440 milyara dolara yükselmiş. Türkiye’nin dış yükümlülüklerinin milli gelire oranı 2002’de yüzde 62 civarındayken bugün ise yüzde 83’ler civarında.

Buradan vardığımız sonuç ne peki? Çok basit, “yerli ve milli iktidar” döneminde Türkiye’nin borcu rekor düzeyde artmış, iktisadi varlıklarının kontrolü yabancılara geçmiş, ithalatı rekor kırmış, velhasıl Türkiye ekonomisinin bağımlılığı artmış, emperyalizm Türkiye ekonomisi üzerindeki kontrolünü muazzam derecede artırmış, derinleştirmiş.

Türkiye’de buğday üretim alanı 2002’de 9.300 bin hektardı, 2016’da ise bu alan 7.780 bin hektara geriledi, 1.5 milyon hektar arazide artık buğday ekilmiyor ve Türkiye buğday ithal ediyor. 2002-2016 kesitinde izlenen yanlış fiyat politikaları nedeniyle 1 milyon hektar arazide artık arpa ekimi yapılmıyor ve Türkiye yem ithal ediyor. Üretim on beş yılda baklagiller, nohut ve kırmızı mercimekte üçte bir, yeşil mercimekte üçte iki oranında azaldı. Türkiye artık baklagiller, nohut ve kırmızı mercimeği ithal ediyor.

2002’de 7 milyon 210 bin 770 dekar alanda pamuk üretebiliyorken, 2016’ya geldiğimizde bu 4 milyon 800 bin dekara düştü. 2002’de dekarda 113 kg fındık alınırken, 2016’da fındık verimliliğinde dekarda 66 kg’a kadar geriledi. 2005’te 113 milyon zeytin ağacı varken bu sayı 2016’da 171 milyon ağaca yükseldi ama zeytincilik adım adım bitiriliyor, Tunus’tan zeytinyağı ithal etmekten bahsediliyor. Tütün sektöründe 2002’de 405 bin olan üretici sayısı bugün 56 bine düşmüş durumda, üretim ise 159 bin tondan, 62 bin tona geriledi, tütün üretimi ve tütüncülük bitme noktasına geldi.

Bu rakamlar, Çiftçi-Sen’in rakamları. Hemen bir ek yapalım: 2 Aralık 2017’de Resmi Gazete’de yayımlanan “İthalat Rejimine Ek Karar” ile kuru fasulye, barbunya, börülce ve nohutta gümrük vergisi sıfıra indirildi, yani bu ürünlerin ithalatı kolaylaştırıldı ve yerli tarıma bir darbe daha indirildi, tarımda ithalata bağımlılığın derinleşerek devam edeceği bu uygulamayla bir kez daha görüldü.

Peki hayvancılıkta durum ne? 2010’a kadar Türkiye hayvancılığı kendine yeterli düzeyde olduğu için et ithalatı yok denecek düzeyde. Ancak 2010’da et ithalatı 22 milyon dolardan 518 milyon dolara fırlamış, 2011’de ise 2010 rakamları ikiye katlanmış ve 1 milyar 249 milyon dolarlık ithalat yapılmış. Yani sadece iki yılda 50 kattan fazla bir artış söz konusu. 2012’de 785 milyon dolarlık ithalat gerçekleşmiş. Sonraki üç yılda nispeten bir düşüş yaşanmış ama 2016’da et ve canlı hayvan ithalatı tekrar 477 milyon dolara yükselmiş. 2017’nin ilk sekiz ayında ise 2016 rakamları geçilerek 568 milyon dolara ulaşılmış.

Peki tüm bunlar bize ne söylüyor? Cevap yine çok basit: “Yerli ve milli iktidar”, “yerli ve milli tarımı” da yerli ve milli hayvancılığı da bitirdi…

Küresel sermayenin, uluslararası tekellerin, IMF’nin ve neo-liberalizmin arzu ettiği istikamette izlenen politikalarla Türkiye tarım ve hayvancılıkta da ithalata bağımlı bir ülkeye dönüştü, köylü ve çiftçi açlığa ve yoksulluğa mahkûm etti…[53]

Evet neo-liberal tarım politikaları Türkiye’yi dünyanın dört bir yanından gıda almak zorunda bıraktı. İktidarın her fırsatta “yerli ve milli” kavramını kullanmasına karşın, vatandaşın sofrası yerli olmaktan çıktı.

Canlı hayvan ve karkas etle sınırlı kalmayıp samandan bakliyata, patatesten fıstığa sıçrayan tarım ithalatı, vatandaşın sofrasını da yerli olmaktan çıkardı. Buğday, pirinç, et ve bakliyat derken gıda ve tarım ürünlerinde ithal edilmedik ürün neredeyse kalmadı. Türkiye’nin fiyatı artan her gıda ve tarım ürününde ithalata başvurması, “yerli ve milli tarım” laflarını pek çok alanda olduğu gibi burada da havada bıraktı. Buğday ve mısırın Rusya’dan, pirincin Rusya ve ABD’den, kuru fasulye ve nohut gibi bakliyatların Hindistan, Meksika ve Kanada’dan ve kırmızı etin de Polonya, Fransa ve Bosna Hersek’ten ithal edildiği düşünüldüğünde, vatandaşın öğle ve akşam yemeklerinde kurduğu sofralar da yerli olmaktan uzaklaştı. Buna göre bakliyat ağırlıklı öğlen yemekleri Arjantin, Meksika, Kanada ve Hindistan’dan gelen ürünlerden oluşurken, et ağırlıklı akşam yemekleri de Meksika ve Fransa’dan, Uruguay’a uzanıyor. Uskumru, somon, orkinos ve sardalyadan oluşan bir balık sofrası ağırlıklı olarak Norveç’ten gelen ürünlerle kuruluyor.

2017’de 224 ton kanatlı eti ithalatı yapan Türkiye, bu ithalatın yüzde 90’ını Irak’tan, yüzde 9’unu da Macaristan’dan gerçekleştirmişti. Bu durumda fiyatı kırmızı ete göre daha ucuz olan beyaz etli sofraların da ucu da Irak ve Macaristan’a kadar gidiyor.

Diğer yandan 2017’deki balık ihracatının yüzde 50’lik kısmını Hollanda, İtalya, Almanya, Rusya ve İngiltere’ye yapan Türkiye, aynı yıl bu ülkelere alabalık, çipura ve levrek gibi ürünleri ihraç etti. 2017’deki balık ithalatının çoğunluğu ise uskumru, somon, orkinos ve sardalyadan oluştu. 2017’de en fazla balık ürünleri ithalatı yapılan ülke, yüzde 35’lik payla Norveç oldu.

En çok tartışılan konulardan birini de bakliyat ürünlerinde yapılan ithalat oluşturuyor. Türkiye ihtiyaç duyduğu baklagilin yüzde 95’ini üretilebilecek potansiyele sahip. Ancak buna rağmen 15 yılda kuru fasulyede yüzde 50, nohutta yüzde 46, börülcede yüzde 40 oranında üretim alanı azaldı.

ZMO’ya göre, 2011-2015 kesitinde piyasaya yılda ortalama 517 bin ton nohut verilirken, aynı yıllar için yılda ortalama 484 bin ton nohut ancak üretilebildi. Türkiye 2011’e kadar nohutta net ihracatçı iken, 2012’den itibaren durum tersine döndü. Türkiye’nin 2003- 2011 yılları arasındaki toplam nohut ihracatı 882 bin ton (619 milyon dolar), ithalatı ise sadece 37 bin ton (37 milyon dolar) iken, 2012’den Ekim 2017 tarihine kadar ise, toplam ihracat 127 bin tonda (149 milyon dolar) kalırken, ithalat 265 bin tona (338 milyon dolar) yükseldi.[54]

 

TARIMIN AKP’Lİ KESİTİ

 

AKP, iktidarda 18’nci yılına girdi. Bu süre içinde tarım politikalarına tek başına yön verdi, yönetti. Bu süreçte…

  1. i) Çiftçi Borcu arttı: 2005’de bankalar tarım sektörüne 6.8 milyar TL kredi verirken, hükümet çiftçilere 3.7 milyar TL destek verdi. 2017’ye gelindiğinde bankaların çiftçiye verdiği kredi miktarı 70 milyar TL’ye yükselirken tarımsal desteklemeler 12.7 milyar TL’de kaldı. Fark 5.5 kat oldu. Çiftçinin kullanıp ödeyemediği ve takibe düşen kredi miktarı 149 milyon TL’den 2.4 milyar TL’ye ulaştı. Yani 16 kat arttı. Sonuç: 2 milyon 721 çiftçi icralık durumda.
  2. ii) Tarım alanları daraldı: 2005’de 41.2 milyar hektar toplam tarım alanımız 2016’da 38.3 milyon hektara düştü. Başka bir deyişle tarım alanları 2.9 milyon hektar, yaklaşık Belçika yüzölçümü kadar küçüldü. Tahıl üretim alanı 14.2 milyon hektardan 11.5 milyon hektara daraldı, yani 2.7 milyon hektar küçüldü. Buğdayda yeterli iken ithalatçı olduk. Buğday ithalatına AKP döneminde 11.3 milyar dolar ödedik. Aynı dönemde kuru baklagil ithalatına ise 3.4 milyar dolar ödemek zorunda kaldık.

iii) Hayvancılık: Hayvancılıkta ihracatçı konumdayken, ithalatçı kılındık. 2010-2017 kesitinde hayvan ithalatına toplam 4 milyar 433 milyon dolar öder olduk.

  1. iv) Saman ithalatı: 2012 de saman ithalat etmeye başladık. 2017’ye geldiğimizde saman ithalatına 18.5 milyar dolar ödedik.[55]

Bunların böyle olmasında şaşırtıcı olan hiçbir şey yoktu. Çünkü IMF-Dünya Bankası patentli programlar 2002 sonunda kurulan AKP hükümetleri tarafından tavizsiz bir şekilde uygulandı. AKP’li 15 yılda 189 milyar dolarlık gıda ürünü ve tarımsal hammadde ithalatı yapıldı. Yani, “Yerli ve Milli” denilerek tarım yabancılara teslim edildi!

AKP’li yıllarda çiftçilerin yüzde 20’si tarımdan vazgeçti, 3.2 milyon hektar arazi boş bırakıldı. Tarımın istihdamdaki payı yüzde 35’ten yüzde 19’a geriledi.

Toparlarsak AKP iktidarları döneminde:

  • Nüfus 15 milyon kişi arttı; buna karşılık tarım sektörünün milli gelir, istihdam ve ihracata katkısı giderek azaldı.
  • Tarımın istihdamdaki payı yüzde 35’den yüzde 19’a geriledi.
  • Tarımın gayri safi yurtiçi hasıladaki payı yüzde 10’dan yüzde 6’ya düştü.
  • Tarım katma değeri 2012’de 68 milyar dolar iken, 2017’de yüzde 24 gerileyerek 52 milyar dolara düştü.
  • Aynı şekilde 2012’de 4 bin 57 dolar olan kişi başına tarım katma değeri 2017’de 3 bin 319 dolar olarak gerçekleşti.
  • Tarımın en önemli girdilerinde (gübre, tarım ilacı, yem ham maddeleri gibi) ithalata bağımlı hâle gelindi. 
  • Tarım ürünlerinin çiftçinin elinden çıkış fiyatları 3 kat artarken; çiftçinin satın aldığı tarım girdilerinin fiyatları 5 kat arttı.
  • ÇKS kayıtlı çiftçi sayısı 2 milyon 765 binden 2 milyon 132 bin kişiye düştü; yani 633 bin kişi azaldı. Çiftçiliği bırakan üretici sayısı oransal olarak yüzde 20’yi buldu.
  • İşlenen tarım arazileri giderek azaldı; ürettiğinden para kazanamayan, emeğinin karşılığını alamayan çiftçiler bu dönemde 3.2 milyon hektar araziyi ekmekten vazgeçti. 2012’de 26.6 milyon hektar olan tarım arazileri ise 2018’de 23.4 milyon hektara düştü. Tarımda kullanılan araziler yüzde 13 oranında azaldı
  • 2002’de bankalar tarafından çiftçilere bankalar tarafından kullandırılan kredi 4 milyar TL iken, 2017’de 83 milyar TL’ye yükseldi. 2017’de çiftçinin kullandığı banka kredisi tarımsal destekleme ödemelerinin 6 katını aştı. Çiftçi kredi borçlarını ödeyememe korkusuna tutsak edildi.
  • Üretim planlamasının önemli bir aracı olarak uygulanması gereken tarımsal destekler, 2016’da çıkarılan kanuna göre milli gelirin en az yüzde 1’i olması gerekirken; binde 5-6’sını aşmadı.
  • 2007-2017 kesitinde tarıma 188 milyar TL destekleme ödemesi yapılması gerekiyordu. Ancak yapılan destekleme ödemesi sadece 88 milyar lirada kaldı. Yani devletin destekleme ödemelerinden dolayı çiftçiye 100 milyar lira borcu bulunuyor.
  • Tarımdan, çiftçiden esirgenen destekler bütçe açıklarını kapatmak için alınan borçların faizlerine aktarıldı. Bir avuç yerli/yabancı rantiyeye milyonlarca çiftçiden 10 kat daha fazla ödeme yapıldı.
  • Mısır, pirinç ve ayçiçeği dışındaki ürünlerde üretim istikrarsız bir seyir izledi; ya kendini tekrarladı veya üretim düşüşleri görüldü.
  • 2012’de kişi başına buğday üretimi 294 kilo iken, 2017’de 266 kilodur. Üretimin yetersizliği nedeniyle 15 yılda 46 milyon ton buğday ithal edilmiştir.
  • Kişi başına nohut üretimi 10 kilodan 6 kiloya, kuru fasulye üretimi 4 kilodan 3 kiloya, kırmızı mercimek üretimi 8 kilodan 5 kiloya düşmüştür.
  • Uygulanan ithalata dayalı politikalarla tarım dışa bağımlı hâle getirildi. Türkiye artık ne kadar tarım-gıda ürünü ihracatı yapabiliyorsa o kadar da ithalat yapmaktadır.
  • AKP’nin 15 yıllık iktidar döneminde toplam 189 milyar dolarlık gıda ürünü ve tarımsal hammadde ithalatı yapıldı.
  • 67 milyon ton yağlı tohum ve türevleri, 46 milyon ton buğday, 21 milyon ton soya, 14 milyon ton mısır, 11 milyon ton pamuk, 8 milyon ton ayçiçeği, 5 milyon ton pirinç ithal edildi.
  • Yağlı tohum ve türevleri ithalatına 39, pamuk ithalatına 19, buğday ithalatına 13, soya ithalatına 9, ayçiçeği ithalatına 4.6, mısır ithalatına 3.5, pirinç ithalatına 2.2 milyar dolar ödendi.
  • Cumhuriyet tarihinde ilk kez AKP döneminde kurbanlık hayvan ve saman ithalatı yapıldı.
  • Sadece 2010’den 2018’e 2.9 milyon büyükbaş, 2,5 milyon koyun-keçi olmak üzere toplam 5,4 milyon baş canlı hayvan ithal edildi.
  • Sadece 2010’den 2018’e 236 bin ton kırmızı et ithalatı yapıldı.
  • Yerli üreticilerimizin iflası pahasına yapılan canlı hayvan ve kırmızı et ithalatı için 5,7 milyar dolar ödenmesine rağmen fiyatlarda düşüş sağlanamadı.
  • Genetiği değiştirilmiş (GDO’lu) ürünlere ilk kez AKP döneminde izin verildi. Bu dönemde 26 adet mısır ve 10 adet olmak üzere 36 çeşit GDO’lu ürüne ithalat izni çıktı.
  • Tarım arazileri cömertçe amaç dışı kullanıma açıldı;[56] hidroelektrik santrallerle (HES’ler) dereler kurutuldu.
  • Büyükşehir Kanunu ile bir gecede 16 bin köy mahalleye dönüştürüldü.[57]

Ayrıca Edirne Milletvekili Okan Gaytancıoğlu’nun AKP’nin Türkiye tarımına ve doğasına verdiği zararlara ilişkin hazırladığı çalışmaya göre, Türkiye’nin yıllardır ekilen ve biçilen tarım alanları betonlaşmaya açıldı “ucuz enerji temin edeceğiz” söylemleri ile doğa katliamları yapılır hâle geldi. Türkiye’nin en verimli tarım toprakları ranta açıldı ve doğa kirletilerek adeta ormanlar, meralar, zeytinlikler ve birinci sınıf tarım arazileri plansız sanayileşme ve yandaş çıkarları doğrultusunda kullanılır hâle dönüştü.

Karadeniz doğasına zarar veren HES’ler Karadeniz’de her akarsuyu tehdit eder duruma geldi. Ege bölgesine zarar veren Jeotermal enerji santralleri bölgedeki bitkileri, ağaçları, gölleri ve akarsuları etkiledi. Termik santrallerin oluşturduğu hava kirliliği ise sadece havayı soluyan canlılara değil, orman ve geniş tarım arazilerine de olumsuz etkiler yaptı. Trakya bölgesindeki Ergene Havzası, Eskişehir’deki Alpu Havzası gibi birinci sınıf tarım arazilerinin bulunduğu yerlere termik santral kurulması yanlıştır. Türkiye’de hâlen projelendirilmiş veya duyurusu yapılmış kömürlü termik santral sayısının 60 civarında olması ve Adana, İskenderun Körfezi çevresi, Çanakkale, İzmir, Zonguldak- Bartın, Konya Kapalı Havzası ve Trakya’da yoğunlaşan projelerin bazı yerlerde birden fazla santrali içermesi tarım topraklarının geleceği açısından endişe veriyor.

AKP iktidarında en önemli doğa tahribatlarından biri de meralarda yaşandı. AKP döneminde çok kullanılan “kamu yararı” kararı ile meralar ciddi anlamda azalmaya başladı. Ormanlar, meralar, kıyılar, dereler, su havzaları, zeytinlik alanları ekolojik tahribata uğradı ve doğa da bazen çok ağır sel felaketleriyle intikam aldı. Bu sel felaketleri AKP sözcüleri tarafından “doğal afet, takdiri ilahi, kader”(!) diye yutturulmaya, kabul ettirilmeye çalışıldı.[58]

Ve bir şey daha!

2006’da, çıkartılan Tarım Yasası’na göre çiftçimize her yıl Gayri Safi Milli Hâsıla’nın (GSMH) yüzde 1’i oranında destekleme yapılması gerekirken, 2007’den beri sürekli olarak bu desteğin her yıl yaklaşık yarısı ödendi. Çiftçilerimizin AKP hükümetlerinden 102 milyar TL’nin üzerinde alacağı bulunuyor.

AKP, 2006’da hiçbir zaman uymayacağı bir yasa çıkardı. Yasaya göre tarımsal destekler için bütçeden ayrılan pay GSMH’nin yüzde 1’inden az olamayacaktı. 2020’de tarımsal destekler yasada öngörülenin yarısı bile etmiyor. AKP, yürürlüğe soktuğu yasayı 14 yıldır uygulamıyor.[59]

 

YIL KANUNA GÖRE AYRILMASI GEREKEN KAYNAK (MİLYAR TL) AKP’NİN BÜTÇEDE AYIRDIĞI KAYNAK (MİLYAR TL)
2007 8.8 5.5
2008 9.9 5.8
2009 10 4.5
2010 11.6 5.8
2011 13.9 6.9
2012 15.7 7.5
2013 18 8.6
2014 20.4 9.1
2015 23.4 9.9
2016 26 11.5
2017 31.1 12.7
2018 37.4 14.5

 

Bir zamanlar “tahıl ambarı” olarak nitelenen ekim alanlarına sahip olan Türkiye, buğdayda hızla ithalatçı ülke konumuna doğru sürükleniyor. 2019’un ilk 11 ayında ithalat önceki 2018’e göre yüzde 53 arttı.[60]

2003-2015 kesitinde Türkiye, tarım desteğine ayırdığı paranın 5 katını ithalata saçtı. Sözü edilen dönemde, tarım ve gıda ithalatına 400 milyar TL’nin üzerinde para savrulmuşken, aynı dönemde iktidarın tarıma toplam nakit destek miktarı 79 milyar TL.

Başka bir deyişle, Türkiye, tarımda net ihracatçı iken şimdi net ithalatçı oldu![61]

 

ÇİFTÇİLERİN HÂLİ

 

Çok gerilere gitmeye gerek yok, çiftçiler 2019’de 2018’i arar oldu.[62] Örneğin üretmek için kredi kullanan, borcu borçla kapatan çiftçi bir yılda yüzde 52.4 artan batık kredi miktarı ve yüzde 7.1 artan nakdi kredilerle mücadele ediyorken; BDDK’ya göre, çiftçinin batık kredi miktarı 2018 Kasım’da 3.4 milyar TL iken 2019 Kasım’da 5.1 milyar TL’ye yükseldi. Aynı dönem aralığında toplam nakdi krediler de 101.1 milyar TL’den 108.3 milyar TL’ye çıktı.[63]

Yani Türkiye’deki 2 milyon 267 bin çiftçi, 17 Nisan 2018 Dünya Çiftçilerin Mücadele Günü’nü 15 yılda 17 kat artan borcuyla birlikte kutluyorken;[64] tarımsal üretim girdileri bir yılda yüzde 35-120, gıda fiyatları da yüzde 39 zamlandı; tarımsal alanda gübre kullanımı 2019’da 6 milyon tondan 4 milyon tona düştü.[65]

ZMO Başkanı Özden Güngör’ün özetlediği 2019 tarım karnesine ilişkin sonuçlar göre:

  1. i) Tarımsal üretim için gerekli girdi maliyetleri 2019’da yüzde 35-120 arttı. Bir yılda süt yemi yüzde 35 zamlandı. Çiftçi 2018’de canlı danasının 1 kilo ortalama satış fiyatı ile 13.2 kilo besi yemi alırken 2019’da 10-11 kilo alabildi. Elektrik yüzde 100, zirai ilaç yüzde 70-120 aralığında zamlandı. 
  2. ii) Tarımdaki toplam nakdi krediler 2019 Ocak’ında 102.7 milyar TL iken 2019 Kasım’ında 108.3 milyar TL’ye çıktı. Batık kredi miktarı da 2019’un Ocak-Kasım aralığında 3.9 milyar TL’den 5.1 milyar TL’ye yükseldi.

iii) 2002’de ÇKS üye 2.8 milyon çiftçi varken, bu sayı 2019’da 2.1 milyona düştü. Yani 17 yılda 700 bin kişi üretimden vazgeçti. 17 yılda 26.5 milyon hektar olan tarım arazileri 23 milyon hektara indi.

  1. iv) Gıda fiyatları 2019’un ilk 11 aylık döneminde yüzde 36.3, bir yıllık dönemde ise yüzde 39 arttı. Ancak fahiş zamların yaşandığı kuru soğan, patates, biber gibi bazı ürünlerin fiyatları, dönemsel olarak yüzde 100’ü aştı. Yıl genelinde sebze fiyatları, et fiyatlarıyla yarıştı.[66]

Ayrıca ZMO’nun ‘Tarım ve Mühendis’ Dergisi’nin Ocak-Mart 2019 sayısında yayınlanan ‘Tarımda Kriz Yılı’ çalışmasının verilerine göre güncel hâl(imiz) şudur![67]

 

GİRDİ MALİYETİ ARTIYOR Mart 2019’da yüzde 19.9’luk enflasyonun oldukça üzerinde gerçekleşen döviz kurundaki artış tarımsal üretimi de olumsuz etkiledi. Zira tarımsal üretimde kullanılan girdilerden mazotta neredeyse tamamen, tarım ilacı ve gübrede çok büyük oranda, özellikle sera tohumlarında önemli düzeyde yurtdışına bağımlıyız.

3 yılda çiftçinin katlandığı ortalama mazot fiyatı: • 2016: 3.84 Lira/litre; • 2017: 4.7 Lira/litre; • 2018: 5.79 Lira /litre

GÜBRE İTHALATI YÜZDE 20 AZALDI Türkiye’nin gübre üretiminde büyük oranlarda ithalata bağımlı olması, kurdaki artışla beraber gübre ithalatını ve buna bağlı olarak tarımsal üretimi ve verimliliği azaltıyor. Gübre ithalatı 2017’de yaklaşık 5.4 milyon tondan 2018’de 4.3 milyon tona geriledi. Böylece gübre ithalatı yüzde 20 oranında azaldı.
TRAKTÖR ÜRETİMİ YÜZDE 69 GERİLEDİ Tarımdaki kriz makine gücünü de yakından etkiledi. Yıllar itibarıyla sürekli artış gösteren traktör üretimi döviz kurundaki artışa ve çiftçinin alım gücündeki gerilemeye paralel olarak düştü. ‘Türk Tarım Alet ve Makineleri İmalatçıları Birliği’ verilerine göre, 2019’un aynı ayına göre, 2018’in Ocak ayında traktör üretimine yüzde 18 artış ile başlandı. Ancak, sürekli gerileyen üretim 2019’un Nisan’ından itibaren sert bir düşüş eğilimine girdi ve Aralık ayını 2017’nin aynı ayına göre yüzde 69 gerileme ile kapattı.
ÜRÜN FİYATLARI ÇİFTÇİNİN ELİNE GEÇMİYOR Üretim maliyetleri son derece yüksek olan ve finansal kriz içinde bulunan çiftçimizin en büyük problemlerinden biri, hemen her yıl aynı şekilde yaşadığı pazarlama kanallarındaki sorunlar oldu. Önemli ürünler bazında çiftçinin eline geçen fiyat kimi ürünlerde enflasyonun altında kalırken, kimi ürünlerde ise bir önceki yılki fiyatları dahi yakalayamadı. Ortalama satış fiyatı bir 2019’da önceki 2018 yılına göre buğdayda yüzde 5.5, mısırda yüzde 13.5, kuru fasulyede yüzde 13.1, ayçiçeğinde yüzde 10.9, şeker pancarında yüzde 5.3, tütünde yüzde 14.6, pamukta yüzde 13.3 artarken yüzde 19.9’luk enflasyonun oldukça gerisinde kaldı.
5) ÜRETİCİ SAYISI AZALIYOR Çiftçinin tarım desteklerinden yararlanabilmesi için ÇKS kayıtlı olması gerekiyor. Ancak, Tarım ve Orman Bakanlığı verilerine göre, ÇKS’ye kayıtlı çiftçi sayısı 2003’de 2.8 milyon iken, 2010’da 2.3 milyona ve 2017’de 2.1 milyona geriledi. Diğer bir deyişle, bu süre zarfında yaklaşık 700 bin çiftçi son derece yetersiz olan tarım desteğini bile almaktan vazgeçti. Çiftçinin tarım desteklerinden yararlanabilmesi için ‘Çiftçi Kayıt Sistemi’ne (ÇKS) kayıtlı olması gerekiyor. Ancak, Tarım ve Orman Bakanlığı verilerine göre ÇKS’ye kayıtlı çiftçi sayısı 2003’de 2.8 milyon iken, 2010’da 2.3 milyona ve 2017’de 2.1 milyona geriledi. Diğer bir deyişle, bu süre zarfında yaklaşık 700 bin çiftçi son derece yetersiz olan tarım desteğini bile almaktan vazgeçti.
YERLİ ÜRETİCİ YABANCIDAN AZ KAZANIYOR Dünya Bankası verilerine göre, Türkiye tarımında 2017’de kişi başına düşen milli gelir 3 bin 309 dolar oldu. Bu miktar İspanya’dakinden yüzde 81, Fransa’dakinden yüzde 84, Almanya’dakinden yüzde 85, ABD’dekinden yüzde 91 daha az. Diğer yandan ülkemiz tarım sektöründe kişi başına düşen gelir 2010’da 4 bin 065 dolardan yüzde 19 azalış ile 2017’de 3 bin 309 dolara geriledi.

Tarımda kişi başına milli gelir: • Türkiye: 3 bin 309 dolar; • Fransa: 20 bin 242 dolar; • Almanya: 22 bin 48 dolar; • AB ortalaması: 10 bin 174 dolar

TARIM ALANI KÜÇÜLDÜ Kazanamayan çiftçi üretimden çekildi. 2002’den 2017’ye kadar işlenen ve uzun ömürlü bitki alanları 3.2 milyon hektar geriledi. Bu büyüklük 4.5 milyon futbol sahasına eşit. Tahıl ve diğer bitkilerin alanı 2.4 milyon hektar gerilerken, sebze alanları 132 bin hektar küçüldü. Meyve ve baharat bitkileri alanında ise 674 hektar gibi küçük bir artış oldu.

 

Ve nihayet 2019’da Tarım teknolojileri geliştiren Doktar’ın yaptığı ‘Çiftçinin Nabzı’ araştırması, çiftçilerin 2018’e oranla yüzde 61’inin gelirlerinin azaldığını ortaya koyarken;[68] çiftçilerin kazancı azalıyor, borç yükleri artıyor.

Türkiye’deki çiftçilerin yüzde 45’i gelecekten umutlu değil, yüzde 19’u ise bu konuda kararsız. Üreticilerin yüzde 41’i gelecekten umutlu olduğunu söylüyor ama ilginç olan ise büyük çiftçilerin daha da umutsuz olması. Zira büyük çiftçilerin yüzde 52’si gelecek için umutlu değil. Ankete göre çiftçilerin yarısından fazlasının ailesinde şehre göç eden bir birey mevcut. Küçük, orta ve büyük ölçekli çiftçiler arasında küçük çiftçiler göçten en çok etkilenen gruplar arasında yer alıyor. Özellikle Doğu Anadolu, Doğu ve Batı Karadeniz göçten en çok etkilenen bölgelerin başında geliyor.

Araştırmada şu tespitlere yer verildi: 

  • Çiftçilerin yüzde 61’i 5 yıl öncesine göre kazançlarının azaldığını söylerken, sadece yüzde 20’si gelirinin arttığını beyan etti. 
  • Üreticilerin yüzde 68’i yakın zamanda tarlalarına yatırım yapmamış. Yani sulama, traktör ile diğer ekipman ve alanlarda tarlasına/ bahçesine yatırım yapabilen çiftçinin oranı sadece yüzde 32 seviyesinde.
  • Türkiye’de maliyet hesabı yapan çiftçi oranı sadece yüzde 44 seviyesinde, geriye kalan yüzde 56’lık kesim gider/gelir hesabı tutmuyor. Çiftçilerin yüzde 71’i girdilerini vadeli şekilde tedarik ediyor ve en erken hasatta ödeyebiliyor.  Kredi kullanan çiftçilerin yüzde 52’si ödediği faizin oranı ya da miktarını yani borçlanma maliyetini bilmiyor.
  • Üreticilerin yüzde 58’i devletin tarım politikalarından memnun olmadığını dile getiriyor. Memnun olanların oranı yüzde 29 iken çiftçilerin yüzde 13’ü bu konuda kararsız olduğunu belirtiyor. Büyük çiftçilerin tarım politikalarından memnuniyetsizlik oranı yüzde 72 ile ortalamanın üzerinde.
  • Çiftçilerin yüzde 59’u ürününü tüccara satıyor.  Mazot maliyeti, gübre maliyeti ve pazara erişimde zorluk, çiftçinin en önemli 3 sorunu olarak karşımıza çıkıyor. Çiftçilerin yüzde 57’si en önemli sorun olarak yüksek mazot maliyetini gösterirken, yüzde 44’lük bir kesim için en önemli sorun yüksek gübre maliyeti. Üreticilerin yüzde 27’si ise en önemli sorun olarak pazara erişimdeki zorluklar ve hak edilen fiyata ürünlerini satamamayı gösteriyor. 
  • Üreticilerin yüzde 64’ü çocuklarının kendileri gibi çiftçilikle uğraşmasını, tarımsal üretim yapmasını istemiyor. Bu soruya “İsterim” ve “Kesinlikle isterim” şeklinde yanıt veren çiftçilerin oranı ise sadece yüzde 30.[69]

“Neden” mi? İşte birkaç somut veri daha!

  1. i) AKP’nin iktidar olduğu 2002’den beri tarım toprakları inşaat, enerji, maden ve yol yapımları nedeniyle yüzde12, çiftçi sayısı da yüzde 38 azaldı. 10 yılda, enflasyon yüzde 145; çiftçi borçları yüzde 830 artarken; yüzde 90’ı borçlu olan çiftçilerin borcu 100 milyara dayandı.[70]
  2. ii) Tarımda çiftçilerin borç yükü katlanarak devam ediyorken; takipteki kredi miktarı 2019 Haziran’da 2018’in aynı ayına göre yüzde 54.8 artarak 4.3 milyar TL’ye yükseldi.[71]

iii) BDDK’nın 2019 Eylül’ü verilerine göre, çiftçiler borcunu döndürmekte zorlanıyor. Zira 2018 Eylül’ü itibariyle 3.2 milyar lira olan tarım sektörünün takibe düşen borcu 2019 Eylül’ünde 4.8 milyar liraya yükseldi. Tarımda takibe düşen borç 81 ilin 80’inde artıyor. Sadece Bitlis’te yüzde 5’lik bir azalma yaşanıyor. Bazı illerdeki artış yüzde 100’ün üzerine çıkarken Tekirdağ, Konya gibi üretim havzalarında takibe düşen borçtaki artış yüzde 90’lar seviyesinde. Örneğin Hakkari’de 892 bin TL 2.3 milyon TL yüzde 155; Bartın’da 1.5 milyon TL 3.5 milyon TL yüzde 126; Erzurum’da 17.4 milyon TL 36 milyon TL yüzde 107; Mersin’de 121.5 milyon TL 247.8 milyon TL yüzde 104; Ardahan’da 9.5 milyon TL 19.2 milyon TL yüzde 102.[72]

  1. iv) Çiftçi traktöründe yılda ortalama 3.5 milyar litre mazot kullanıyor. Parasal değeri yaklaşık 16 milyar lira. Mazot fiyatının yaklaşık yüzde 65’ini vergiler oluşturuyor. Çiftçinin tek bir girdi olan mazota ödediği vergi yılda 10.5 milyar lira. Tarımsal desteklemeler için 2017 bütçesinden 12.8 milyar lira ayrıldı. Görüleceği üzere çiftçiye ödenen desteğin neredeyse tamamı, kullandığı girdilerden sadece biri olan, mazot vergisi adı altında geri alınıyor.[73]

 

“SONUÇ”

 

“Sonuç” yerine; “Türkiye’de tarıma bakış açısının köklü şekilde değiştirilmesi gerekiyor farkında değil misiniz?”[74] sorusunun kaydedilmesi; çok şeyi özetler kanaatindeyim.

Bu yolda soruları dillendiriyor olmak; ihtiyaç duyulan ileri bir adımken; büyüme hedefine ilişkin tutum anlamına gelmektedir.

Çünkü Richard Morgan’ın da, “Herkes yalan söylerken doğruyu söylemek, sadece asilik değildir. Devrimci bir eylemdir. O yüzden doğruyu söylerken iyi düşün, çünkü bu bir silahtır,” biçiminde özetlediği gerçeklerin açıklanması yetmez.

Adaletsizliğe karşı beslenen öfke ve itirazın, orman yangını gibi büyüyüp, herkesi kucaklayıp, derinlere sirayet eder potansiyel enerjinin kinetiğe tahvili yani pratiği “olmazsa olmaz”dır.

Bunun için de “Yalnızca ateşli bir sabır ulaştırır bizi muhteşem bir mutluluğun kapısına,” Pablo Neruda’nın deyişiyle.

 N O T L A R

[*] Kaldıraç, No:223, Şubat 2020…

[1] Robin Sharma.

[2] “Tarım, yaptığımız en akıllıca uğraş. Çünkü en sonunda sağlığa, iyi ahlâka ve mutluluğa en çok katkıyı o sağlayacak,” derdi Thomas Jefferson…

[3] Mahir Bağış, “Çiftçilik Geçim Değil Dert Kaynağı”, Birgün, 18 Aralık 2019, s.13.

[4] Özlem Yüzak, “Tarımda Çıkış Yolu Var mı?”, Cumhuriyet, 21 Eylül 2018, s.11.

[5] Mehmet Şakir Örs, “Tarımda Hasat Sancılı Oldu”, Cumhuriyet, 24 Ekim 2019, s.2.

[6] Orhan Bursalı, “Tarım Bakanlığı Lağvedilmeli mi?”, Cumhuriyet, 10 Eylül 2017, s.6.

               [7] Mahmut Lıcalı, “Çiftçi Borcu Yüzde 100 Arttı”, Cumhuriyet, 11 Ekim 2018, s. 10.

[8] Ozan Gündoğdu, “AKP Tarımda da Krizi Yarattı”, Birgün, 28 Ocak 2019, s.11.

[9] Burcu Yıldırım, “ZMO Genel Başkanı Özden Güngör: Artık Ekilmeyen Tarım Arazileri Belçika Büyüklüğünde”, Evrensel, 8 Aralık 2018, s.15.

[10] Erinç Yeldan, “Tarımın Çökertilişi”, Cumhuriyet, 27 Şubat 2019, s.11.

[11] Gamze Bal-Mustafa Çakır, “Çiftçinin Hâli Perişan”, Cumhuriyet, 11 Ocak 2019, s.7.

[12] “Çiftçinin Borcu 190 Kat Arttı”, Birgün, 15 Mayıs 2019, s.13.

[13] Mahmut Lıcalı, “Tarım İpotek Altında”, Cumhuriyet, 12 Kasım 2019, s.11.)

[14] “Çiftçiye Destek Yok Puan Var”, Yeni Yaşam, 29 Eylül 2019, s.4.

[15] Mustafa Çakır, “Tohumda 1.1 Milyar Dolarlık İthalat”, Cumhuriyet, 15 Nisan 2018, s.8.

[16] Özden Güngör, “Yeni Ekonomik Program ve Tarımsal Hedefleri”, Cumhuriyet, 9 Ekim 2019, s.2.

[17] Abdullah Aysu, “Tarımı Nasıl Çökerttiler”, Yeni Yaşam, 14 Şubat 2019, s.4.

[18] Necdet Oral, “Çiftçiler Şirketlerin İnsafına Terk Edilemez”, Birgün, 17 Aralık 2018, s.13.

[19] Necdet Oral, “Türkiye Tarımda Neden İthalata Bağımlı Hâle Geldi?”, Birgün, 24 Haziran 2019, s.10.

[20] Necdet Oral, Türkiye’de Tarım Nasıl Çökertildi?, Redaksiyon Kitap, 2018.

[21] Mutlu Erol Kahya, “Dr. Necdet Oral: Türkiye’de 3.2 Milyon Hektar Tarım Arazisi Neden Boş Kaldı?”, Birgün Pazar, Yıl:15, No:619, 20 Ocak 2019, s.6-7.

[22] “BM: Dünyadaki Tarım Arazilerinin Üçte Biri Aşındı: Açlığa Doğru”, Cumhuriyet, 14 Eylül 2017, s.18.

[23] “Verimlilik Değil Zehir Saçıyor”, Birgün, 12 Aralık 2019, s.13.

[24] “Dünya Her Yıl 24 Milyar Ton Toprak Kaybediyor”, Cumhuriyet, 6 Aralık 2019, s.16.

[25] İklim Öngel, “Üretici Borç Batağında”, Cumhuriyet, 13 Ekim 2017, s.5.

[26] Şehriban Kıraç, “Toprağa Gömülen Hayaller”, Cumhuriyet, 19 Ağustos 2019, s.11.

[27] “Tarım Alanları Betonlaştı”, Cumhuriyet, 12 Ocak 2020, s.11.

[28] Hüseyin Deniz, “Tarımsal Araziler Tehdit Altında”, Yeni Yaşam, 13 Temmuz 2019, s.5.

[29] Gamze Bal, “Bakliyat Bile Yurtdışından”, Cumhuriyet, 3 Şubat 2018, s.18.

[30] Gamze Bal, “Tarımda Acı Tablo… Buğday ve Mısır İthalatı Katlanarak Artıyor”, Cumhuriyet, 15 Mart 2018, s.11.

[31] “Tarımı Çökerttiler: 16 Yılda Belçika Büyüklüğünde Tarım Alanı Kayboldu”, 27 Mayıs 2019… https://gazetemanifesto.com/2019/tarimi-cokerttiler-16-yilda-belcika-buyuklugunde-tarim-alani-kayboldu-267299

[32] TÜİK’in verilerine göre, 2018’de organik tarım üretimi yapan çiftçi sayısı 2017’ye göre yüzde 6 artarak 79 bin 563 kişiye yükseldi. Ekim alanı da yüzde 15.4 artarak 626 bin 884 hektara çıktı. Ancak aynı dönemde üretim yüzde 1.5 azalarak 2 milyon 371 bin 612 tona geriledi. (Gamze Bal, “Çiftçi Arttı Üretim Düştü”, Cumhuriyet, 23 Temmuz 2019, s.15.)

[33] “1.8 Milyon Hektar Yok Edildi”, Yeni Yaşam, 15 Şubat 2019, s.3.

[34] Tohum başkaldırıdır, toprağa düştüğü andan itibaren değişime uğrayarak kendi kabuğunu ve yer kabuğunu kırarak yeni bir yaşam filizlendirir. Bu nedenle tohum yaşamdır. Tohum kültürdür. Tohum tarihtir. Tohum insanlığın müştereklerindendir. Tohum gıdadır.

Emperyalizm toplumları kontrol edebilmenin yolunun gıdayı tamamen kontrol etmekten geçtiğini düşünerek ilerliyor. Öyle ki, çiftçilerin on binlerce yılda ortak bilgi ve çabasıyla ıslah ettiği, geliştirdiği, beslenmenin ve giyinmenin temelini oluşturan tohumu ele geçirmek için her yolu denemektedir.

Çünkü tohuma emperyalistler değil de çiftçiler tohuma sahip olursa, üretim insanları doyurabilecek kadar olabilir ve halklar dayatmalara boyun eğmek zorunda kalmaz. Bu nedenle uluslararası tohum ve gıda şirketleri bir yandan biyoçeşitliliği yok etmek için hibrit veya GDO’lu tohumlar üretip yaygınlaştırmaya çalışırken diğer yandan da uluslararası ticaret anlaşmalarıyla, patent yasalarıyla, yetmediği yerde de silah zoruyla bu tohumların sahibi olmaya çalışmaktadırlar.

ABD Irak’ı işgal ettikten sonra işgal kuvvetleri komutanı yayınladığı ilk emirlerinde Irak’ta tarımsal üretim yapacakların Monsanto’nun patentli tohumlarıyla üretim yapmaları zorunluluğunu getirmiş ve Irak’ın tohum ve gen bankalarını el koyarak Irak dışına taşımıştır. Irak’ın el konulan gen kaynakları Rockefeller ve Bill Gates vakfı vb. şirketlerin kurduğu Kıyamet Ambarı’nın da ilk tohumlarını oluşturmuştur. (Adnan Çobanoğlu, “Köylünün Başkaldırı Hakkı”, Birgün, 4 Kasım 2018, s.14.)

[35] “14 Mayıs Dünya Çiftçiler Günü: Çiftçi Tuş Oldu!”, Evrensel, 15 Mayıs 2018, s.5.

[36] Mustafa Çakır, “Kaçak Tütün Katlandı”, Cumhuriyet, 5 Ekim 2017, s.8.

[37] “Tarımsal Üretim Dipte”, Cumhuriyet, 29 Aralık 2018, s.7.

[38] Osman Aydoğuş, “Türkiye Tarımının Son Kırk Yılı”, İktisat ve Toplum Dergisi, Yıl:8, No: 86, Aralık 2017.

[39] Abdullah Aysu, “Tarım Hakkında ‘Herkes Sussun, Rakamlar Konuşsun’…”, Sol Defter, 26 Ağustos 2017… http://www.soldefter.com/2017/08/26/tarim-hakkinda-herkes-sussun-rakamlar-konussun-abdullah-aysu/

[40] Verimlilik için “olmazsa olmaz” olarak sunulan pestisitlerin kullanımı Türkiye’de dört yılda yüzde 51 arttı ama birim alandan alınan verim bunun çok uzağında kaldı. Yabancı otlar, ürüne zarar verebilecek böcek, fungus ve diğer hastalık etkenleri ile mücadele etmek için tarımda kullanılan pestisitler, yani tarım zehirleri, insan sağlığına ve doğal varlıklara zarar verirken, diğer yandan ürüne zarar veren bu etkenlerin dayanıklılık kazanmasına ve toprağın canlılığını yok edip fakirleşmesine yol açıyor. Eğer sağlığımıza, canlılara ve çevreye zarar veren pestisitlerin, bu şekilde kullanımına devam edilirse açlığı önlemek bir yana, tarım topraklarının giderek üretkenliğini yitirmesine ve ekosistemin zarar görmesine yol açarak açlığa neden olacağını söylemek mümkün. (“Verimlilik Değil Zehir Saçıyor”, Birgün, 12 Aralık 2019, s.13.) Bu arada Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer, yıllar önce yasaklanmış olmasına rağmen Türkiye tarımında pek çok pestisit’in hâlâ kullanıldığını söyledi. (“Tarımda Yasaklanmış İlaç Kullanılıyor”, Evrensel, 30 Aralık 2019, s.2.)

[41] Tarih 14 Temmuz 2015 Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde mevsimlik tarım işçiliği yapan ve bayram için memleketleri Urfa’nın Siverek ilçesine dönmekte olan aileyi taşıyan kamyonetin Gaziantep’te kaza yapması sonucu 1’i bebek 3 kişi yaşamını yitirdi, 13 kişi de yaralandı. Tarih 11 Haziran 2016, Urfa’nın Birecik ilçesinde Suriyeli tarım işçilerini taşıyan kamyonet kaza yaptı 2 kişi hayatını kaybetti, 25 kişi de yaralandı. Tarih 15 Kasım 2016 Urfa’nın Siverek ilçesinde tarım işçilerini taşıyan minibüs kaza yaptı. Bir kişi hayatını kaybetti. 

9 kişi de yaralandı. Tarım işçilerinin içinde bulunduğu araçların karıştığı kazalar o kadar çok ki… İnternetten yapılan ufak bir araştırmayla neredeyse 1 yıl içinde yaşanan onlarca kazanın haberine rastlayabiliyorsunuz. Bu acı kazaların en sonuncusu ise tarihler 17 Ağustos 2017’yi gösterdiğinde Sakarya’nın Hendek ilçesine bağlı Çamlıca Beldesi’nde yaşandı. Fındık işçilerini taşıyan traktör devrildi. 7 kişi yaşamını yitirirken, 9 da yaralı olduğu açıklandı. (Burak Coşan, “Naylon Taşıma”, Hürriyet, 20 Ağustos 2017, s.9.)

Sakarya’nın Hendek İlçesi’nde, römorkunda bahçeye giden fındık işçilerini taşıyan traktör, sürücüsünün direksiyon kontrolünü yitirmesi sonucu devrildi. Kazada 7 kişi öldü, 9 kişi yaralandı. (“Sakarya’da İşçileri Taşıyan Traktör Devrildi: Çok Sayıda Ölü ve Yaralı Var”, Cumhuriyet, 19 Ağustos 2017, s.3.)

[42] Dilek Yeğin, “Tarım İşçisi Çocuklar Okullarına Dönemedi”, Birgün, 13 Ekim 2019, s.10.

[43] “Tarımda Kadınlar Güvencesiz”, Birgün, 16 Ekim 2019, s.11.

[44] “28 Yılda Ekim Alanlarının Yüzde 65’i Yok Oldu”, Cumhuriyet, 30 Ocak 2018, s.9.

[45] Gamze Bal, “Tarıma İthalat Darbesi”, Cumhuriyet, 8 Ocak 2018, s.9.

[46] “… ‘Yerli Tarım’ Sizlere Ömür”, Birgün, 29 Haziran 2017, s.11.

[47] Mehmet Şakır Örs, “Tarıma ‘Postmodern’ Darbe!”, Cumhuriyet, 29 Mayıs 2019, s.2.

[48] Mustafa Çakır, “AKP Tarımı ‘Sıfırladı’…”, Cumhuriyet, 17 Ocak 2019, s.11.

[49] Abdullah Aysu, “Lafı Güzaf”, Demokrasi, 29 Aralık 2017, s.2.

[50] Ozan Gündoğdu, “Tarımda 15 Yılda Yok Olmanın Eşiğine Geldik”, Birgün, 20 Nisan 2019, s.13.

[51] Fındık fiyatları en büyük tartışma konuları arasında. Fındık üreticileri para kazanamadığını, aksine zarar ettiğine söylüyor. (Burak Coşan, “İşte Fındığın Yolculuğu”, Hürriyet, 22 Eylül 2017, s.11.) AKP’nin fındık politikaları, fındık üreticilerinin tepkisine neden olurken; Fatsa’ya bağlı altı köyün merkezi Ilıca’da yaşayan Murat Candan, “Önceden 12-13 kişilik bir aile fındıktan geçimini sağlar, araba bile alırdı. Şimdi ise iki kişilik bir aile dâhi fındıktan geçimini sağlayamıyor” diyerek özetliyor durumu… (Uğur Şahin, “Fındık Geliriyle İki Kişilik Bir Aile Bile Geçinemiyor”, Birgün, 19 Eylül 2017, s.13.)

[52] Şeker fabrikalarının özelleştirilmesini durdurmak için birçok ilde tepkiler yükselirken, hükümetin ABD’li Cargill firmasının çıkarlarını kolladığı vurgulanıyor. (“Tarıma Cargill Tokadı”, Cumhuriyet, 25 Şubat 2018, s.9.)

14 şeker fabrikasının satılması süreci devam ederken, Ziraat Mühendisleri Odası’nın (ZMO) hazırladığı deklarasyon AKP döneminde şeker pancarı üretiminin nereden nereye geldiğini net olarak ortaya koydu. Pancar eken çiftçi sayısı 460 binden 105 bine düştü. Nişasta bazlı şeker (NBŞ) kotası artırıldı, fabrikalar zarar etmeye başladı. Fabrikalarda çalışan memur ve işçi sayısı 19 binden 8 bine indi. 4 şeker fabrikası çalıştırılmıyor. Türkiye Şeker Fabrikaları AŞ (Türkşeker) 58.6 milyon lira kâr ediyor. (Mustafa Çakır, “Şekeri AKP Bitirdi”, Cumhuriyet, 15 Mart 2018, s.11.)

[53] Fatih Yaşlı, “Tarım, Hayvancılık, Ekonomi: Ne Yerli ne de Milli!”, Birgün, 14 Ocak 2018, s.3.

[54] Gamze Bal, “Sofradaki Yabancı”, Cumhuriyet, 1 Temmuz 2018, s.11.

[55] Abdullah Aysu, “AKP ve Tarım”, Yeni Yaşam, 11 Haziran 2018, s.4.

[56] Hem de hukuksuzca! Amerikan Cargill firması Gemiç köyünde mısır işleme tesisi kurmak için 2009’da harekete geçti. Şirket 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu’nun geçici 4. maddesinden yararlanmak amacıyla Bursa Tarım İl Müdürlüğü’ne başvurmuştu. Bu başvuru sonucunda 16 Mart 2009 tarihinde “tarım dışı arazi kullanım izni” verilmişti. Tesisin küçük ölçekli imar planını da Bursa İl Genel Meclisi onayladı.  İptali istemiyle dava açıldı. Bu süreçte fabrika kuruldu ve çalışmaya başladı. Bursa 2. İdare Mahkemesi’nde görülen davada 11 yıl sonra karar çıktı. Planının iptaline 13 Kasım 2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. (Hazal Ocak, “11 Yıl Sonra İptal”, Cumhuriyet, 17 Ocak 2020, s.16.)

[57] Orhan Sarıbal, “… ‘Yerli ve Milli’ Diyerek Tarımı Yabancılara Teslim Ettiler”, Birgün, 13 Mayıs 2018, s.11.

[58] İklim Öngel, “Tarım Böyle Öldü”, Cumhuriyet, 16 Aralık 2017, s.11.

[59] “Sadaka Değil, Kanuni Hak!”, Birgün, 20 Ekim 2019, s.10.

[60] Mustafa Çakır, “Buğdayda Vahim Tablo”, Cumhuriyet, 12 Ocak 2020, s.11.

[61] Abdullah Aysu, “Niye Gülüyorsunuz?”, Demokrasi, 22 Aralık 2017, s.2.

[62] Abdullah Aysu, “20190 Yılında Tarım”, Yeni Yaşam, 1 Ocak 2020, s.3.

[63] “Bu İndirim Çare Olmaz”, Cumhuriyet, 10 Ocak 2020, s.11.

[64] “Çiftçinin Borcu 17 Kat Arttı”, Cumhuriyet, 17 Nisan 2018, s.13.

[65] Gamze Bal, “Çiftçi Maliyetlerin Altında Eziliyor”, Cumhuriyet, 5 Haziran 2019, s.10.

[66] Gamze Bal, “Tarımda Yanlışın Faturası Ağır”, Cumhuriyet, 2 Ocak 2020, s.10.

[67] Ozan Gündoğdu, “7 Başlıkta Tarımda İflas”, 28 Nisan 2019… https://www.birgun.net/haber-detay/7-baslikta-tarimda-iflas.html

[68] “Çiftçilerin Yüzde 61’inin Geliri Azaldı: B Planları Yok”, Cumhuriyet, 5 Eylül 2019, s.11.

[69] “Çiftçi Umutsuz”, Cumhuriyet, 13 Temmuz 2018, s.10.

[70] “Çiftçi Sayısı Yüzde 38 Azaldı”, Birgün, 23 Mayıs 2019, s.11.

[71] Gamze Bal, “Tarımda 4.3 Milyarlık Batık”, Cumhuriyet, 5 Ağustos 2019, s.10.

[72] Ozan Gündoğdu, “Tarım Kredilerinde Kırmızı Alarm”, Birgün, 14 Kasım 2019, s.11.

[73] Başak Kaya, “Çiftçiye Destek Mazota Yetmedi”, Sözcü, 25 Ağustos 2017, s.6.

[74] Asrın Keleş, “Türkiye’nin Tarım Politikasındaki 10 Yanlış”, Yeni Yaşam, 18 Aralık 2019, s.10.

İlginizi çekebilir