Temel Demirer: (C)EZAEVLERİ GERÇEĞİ

Hapishane bir zor aygıtıdır. Tüm pratiği, şiddet kullanma tekelini elinde bulunduran devletin, dönem dönem açık ve yoğunlaşmış, dönem dönem inceltilmiş ve seçici zor ile “terbiye etmesi(!)dir… 

19 ARALIK’IN (C)EZAEVLERİ GERÇEĞİ![1]

 “Bi rêzdarî bi bîr tînin.”[2]

 Carl Schmitt’in, “Olağanüstünün olağanlaştı(rıldı)ğı” hâle ilişkin tespitleri,[3] bugünü(müzü)n özetidir sanki.

“Bugünü(müzü)” dedim; onu artık Adam Smith’in, ‘Milletlerin Zenginliği”ndeki serbest rekabetçi dönem tarif(ler)iyle[4] kavramak mümkün değil; şimdi V. İ. Lenin ifadesindeki “tekelci”lik evresindeyiz.[5]

İki farklı dönemin kavramları da, süreklilik içinde kopuş(lar)la başkalaşıyor;[6] bir siyasi gericiliğe dönüşen kapitalizm “hak-hukuk” retoriğiyle değil; sürdürülemezlik ile betimlenir oluyor!

19 Aralık’ı konuşacağımız toplantıya neden bu vurgularla mı başladım?

Gayet basit: 19 Aralık Katliamı, artık bir “İnsan Hak(sızlık)ları” retoriğiyle açıklanamaz. Bunda “ısrar” sürdürülemez kapitalizmde, olmayan erdemleri “aramak” gibi, nafile bir “çaba”dır.

19 Aralık Katliamı’nı, sürdürülemez kapitalizmin “Guantanamo Hukuk(suzluğ)u” üzerinden tarif etmek zorundayız.

“Guantanamo Hukuk(suzluğ)unun ne olduğunu hatırlayın yeter! 

O, serbest rekabetçi dönemin “evrensel hukuk kuralları”na ilişkin “iddia” ve “değerleri” açıkça çiğneyip, ayak altına alan bir hâldir

Hani “hukuk devleti normları” denilen şeyin, açık seçik inkârıdır!

Sürdürülemez kapitalist küresel gericiliğin kılavuz artık “Guantanamo Tarzı”dır ki, bu da “Düşman Hukuk(suzluğ)udur!

“Düşman Hukuk(suzluğ)u” dedim; 19 Aralık Katliamı da, KHK’lar ile “rejim düşmanı ilan edilenler”e reva görülen(ler) de budur!

Tıpkı bir zamanlar ‘TBMM İnsan Hakları Komisyonu’nun ‘Cezaevleri Alt Komisyonu’ Başkanı Mehmet Metiner’in (bir zamanlar HADEP Genel Başkan Yardımcılığı yapmıştı!) sözcükleri sakınmadan “15 Temmuz darbe girişiminden sonra cezaevlerinden gelen kötü muamele ve işkence iddialarıyla ilgili inceleme yapmayacağız,”[7] diyebildiği gibi…

 

  1. AYRIM: (C)EZAEVLERİ NEDİR?

 (C)Ezaevleri, insana “Biliyor musun abi, en çok biçilmiş ot kokusunu özledim,”[8] dedirten bir egemen vahşetin zorbalığıdır!

Hakkında “Panta gegromenna”[9] dense de; bir sosyalistin teorize edip, ilkesel düzeyde asla savunmaması gereken (c)ezaevleri konusunda, “Hapishanede canlı varken, özgür değilim,” diyen Eugene V. Debs’in uyarısını kulaklarımıza küpe etmeliyiz!

Yine Eugene V. Debs “Kapitalizm, kendisini yarattığı suçlulardan korumak için cezaevine ihtiyaç duyar ve buna sahip olmalıdır,” derken; “suçu” sınıflı-sömürücü sistemin hazırlayıp, “birey”in “işlediği” dizaynda Charles Manson’un, “Benim babam cezaevi. Benim babam sizin sisteminiz. Ben sizin yarattığınız şeyim. Ben sizin yansımanızım,” ifadesi çok değerlidir.

Yeri gelmişken, Michel Foucault’dan aktaralım: “İktidar, öncelikle boyun eğdirilmiş bedenler yaratmayı amaçlar… Hapishanelerin, fabrikalara, okullara, kışlalara, hastanelere ve bütün bunların da hapishanelere benzemesi şaşırtıcı değil mi?… Tımarhane ve hapishane, tarihte iktidarların sopası olmuştur…”[10]

Evet Yuval Noah Harari’nin, “Ordular, polisler, mahkemeler ve hapishaneler kesintisiz olarak insanların hayali düzene uygun davranmasını sağlamak için çalışır,” saptamasını bütünleyen; William Blake’ın, “Hapishaneler yasaların taşlarıyla, genelevler dinin briketleriyle inşa edilir,” sözleridir!

Bu bağlamda sınıfsal zorbalığın cisimleştiği (c)ezaevlerinin “hukuksal kurumlar” olduğu “iddia”sı, kocaman bir yalandır!

Kanıt 19 Aralık’tır; Diyarbakır 5 Nolu’dur;[11] Ve komünistlerin işkence tezgâhlarından geçirildiği Sansaryan Hanı’dır;[12] Auschwitz’dir; Guantanomo’dur; kötülüğün sıradanlaştırılarak kapısında “burada çekim yapan vurulur” yazan Irak’taki Ebu Gureyb Zindanı’dır; Ulrike Meinhof ve yoldaşlarının 9 Mayıs 1976’da JVA Stuttgart-Stammheim’daki hücresinde “ölü bulunması”dır![13]

Bunlar “tesadüf” ya da “istisna” değildir; çünkü!

Devletin yapısal bütünlüğünde, hukuksal moment sınıflar arasındaki güç ilişkisinin bir yansımasıdır. Her devlet siyasal iktidarını toplumun geneline “hukuk” aracılığıyla empoze etmektedir. Bu anlamda hukuk hiçbir zaman siyasal iktidarın temeli olmaz, ancak, devletin sınıf mücadelesiyle dolaysız ilişkisinin getirdiği bir üst yapı kurumudur.

Yasalar yalnızca bireylerin uyduğu/uymadığı maddi yaptırımlar sistemidir. Ahlâki-hukuki ideoloji, bu maddi yaptırımlar sistemini genel “insan doğası”na ve “insan ihtiyaçlarına uygunluk” iddialarıyla sunar. “Evrensel Hukuk Normları” ve “İnsanlık” gibi ideolojik düsturlar, burjuva iktidarının egemenliğinin yeniden üretim mekanizmalarındandır.

Hukuk, “devlet’in ideolojik aygıtı” işleviyle birlikte zor işlevini de bünyesinde taşır. Bu ikili karakter dolayımıyla “Hukuk”, baskı aygıtının işlevini ve sınırlarını düzenlerken, baskı aygıtlarının toplumda meşrulaştırılmasını sağlama amacını içinde taşır. Ahlâki-Hukuki ideoloji, sınıf mücadelesinde egemen sınıfın aleti olarak polis-mahkeme-hapishane üçlüsüyle merkezi ilişkisinden ve düzenleyici normatifliğinden dışarı çıkamaz. Sınıf mücadelesinin iktisadi, ideolojik ve politik seyrine göre hukuk ideolojisi, maddi koşullarca belirlenir, birey merkezli sunumu ve tüm toplumu kuşatma iddiasıyla egemen sınıf olarak örgütlenmiş burjuvazinin mücadele silahı işlevini yerine getirir. Ancak Karl Marx’ın dediği gibi hukuk “toplumsal ilişkilere ayak uyduramadığı anda, salt bir kâğıt parçası olarak değer taşıyacaktır”. Toplumlar “yasa”ya dayanmaz; sınıf mücadelesinin seyri, yasaları ve yasaların ideolojik arka planı olan hukuksal-ahlâki ideolojiyi oluşturur.

Hukuk ideolojisinin uygulama pratiklerinden zor işlevinin yürütüldüğü alet olarak hapishaneler politik mücadele içindeki devrimcilerin olası uğrak yerlerindendir. 

Bir ceza pratiği olarak kapatılmanın gelişim seyrini incelersek: Tüm kurumlar gibi hapishane kurumu da, bir tarihsel oluşuma sahiptir ve bu oluşum seyri sınıf mücadelesinin belirleyiciliğini taşır. “Suç” ve “suç”un tanımlanması ekonomik temelin referanslarıyla belirlenirken, konuyla ilgili ideolojik düzey genelleştirici tanımlar oluşturur. Suç tanımları siyasal düzeyde dönemsel ihtiyaçlardan ve egemen sınıfın sınıf mücadelesindeki genel konumlanması temelinde sürekli yeniden üretilir. Tüm sınıflı toplumlarda “suç” mülkiyet esasına dayalı tanımlanır ve mevcut sınıf ilişkisinin korunması amaçlanır.

Kapitalizm öncesi sınıflı toplumlarda suç ve ceza ilişkisini belirleyen ölçüt, egemen sınıfların iktidarlarını yürütme teknikleriyle bağlantılı olarak, hangi tür olursa olsun “suç”un doğrudan hükümdara yönelik olduğu yargısıdır.

Mülkiyet ilişkilerini kendi şahsında temsil eden hükümdar, tek tek suçların niteliğine bakmaksızın tüm yasa ihlâllerini siyasal erkine karşı bir tehdit olarak ele alıp, “tüm suçlar hükümdara karşı işlenmiştir” yargısıyla hareket eder. Suçun sınırlarının böyle çizildiği toplumlarda, cezalandırma tekniklerinde kısmi farklılıklar oluşur. 

Kapitalizm öncesi toplumsal formasyonlarda suç diye tanımlanan fiiller ve bu fiillerde bulunanlar, sınıf ilişkilerinin kapalı-geçişsiz yapısından dolayı, yönetici sınıflar ile ezilen sınıflar arasındaki çatışmada politikanın konusu ve uygulayıcısıdırlar. “Suç” bir yandan çalışma düzenini aksatır, “üretim aracının” kullanılmasına engel olur; diğer yandan maddi dayanaklarıyla oluşmuş, onaylatılmış “toplumsal düzeni, karmaşa ve bilinmezlik tehlikesine atar. Kapitalizm öncesi toplumsal formasyonlarda, egemen sınıflar, iktidarlarının yasal dayanaklarını aşkın nedenlere, tanrısal sözlere dayandırırlar; bu din olgusunun pratik-ideoloji işlevinin yerine getirilmesidir. Öte yandan ezilenler de mevcut sömürü ilişkilerine ve zorbalığa tutum almada dinsel içerikli dayanaklarla hareket ederler.

Suçun tanımlanmasındaki bu anlayış cezalandırma tekniklerine yansımıştır. Kapitalizm öncesi toplumsal formasyonların ağırlıkta uyguladıkları ceza tekniği, bedensel cezalandırmadır. Kapatılma bu dönemde nihai cezayı bekleme sürecinde bir tedbir olarak uygulanır. Bedensel ceza; işkence, bedenin parçalanarak öldürülme, “suç” ile ilgili olarak “suçlu”yla birlikte ailesinin, sosyal grubunun topluca öldürülmesi, sürgün edilmesi; kısasa kısas yoluyla bedel ödetme vb. biçiminde örneklendirilebilinir. Osmanlı ceza sisteminde seri hukuk ile birlikte örfi hukukta da zarar tanzimi yanında bedensel cezalar ağırlıktadır: Falaka, bedenin bazı uzuvlarının kesilmesi (el, ayak, kulak, burun, dudak vs…) göze mil çekme en bilindik cezalardır. Kapitalizm öncesi Avrupa’sında zindan gibi kapatılma esasına dayalı örnekler cezalandırmada ağırlıkta üst sınıflardan gelenlere yönelik uygulanırken (belirli bir süre esasına dayanmayan, hükümdar değişiklikleriyle ya da hükümdarın zindandakileri hatırlamasıyla sonlanacak/ sürecek bir bilinmez kapatılma) esas ceza sistemi, kırbaç, işkence, çeşitli türleriyle idam, bedenin organlarının kopartılması gibi bedensel cezalardır.

Yargılama sistemi de cezalandırma sürecinin bir parçasıdır. “Suç” ile itham edilen kişi ya suçunu itiraf edecektir ve acı çekmeden rahat bir ölüme kavuşacaktır ya da mahkemesi işkenceyle bir gösteriye dönüşecek, “kamunun” önünde itirafa zorlanarak parça parça dayanılmaz acılar çektirilerek öldürülecektir. İdam cezaları çoğunlukla bir vahşet gösterisine dönüştürülmüştür. Burada amaçlanan suçun cezalandırılmasıyla birlikte, toplumu bu cezalandırmaya katarak kontrol altında tutmaktır…

Hapishane bir zor aygıtıdır. Tüm pratiği, şiddet kullanma tekelini elinde bulunduran devletin, dönem dönem açık ve yoğunlaşmış, dönem dönem inceltilmiş ve seçici zor ile “terbiye etmesi(!)dir. Hapishane katliamları bu durumun açık örnekleriyken, daha kapalı ve esas karakteri belirleyecek yan; tek başına kapatılma uygulamasının bir şiddet pratiği olduğudur.

Hapishane sistemi, kapitalizmin yapısında içkin olan “suç”u kontrol altında tutarak, “suç”un yeniden örgütlenmesini sağlar. Bir diğer deyişle, suçu tanımlar, kategorikleştirir ve yeniden örgütler. Hapishanede tutulanların incelenmesi bu açıklamanın delilidir. Kapatılanların önemli bir kısmı birden daha çok hapishaneye girmiştir.

Kapitalist sistem, “suç”u kişisel bir tutum, psikatrik bir vaka olarak ele alır. Arkasında yatan sosyal nedenleri, sisteme içkin yapıyı kısmen ifade etse de, bunu sosyolojik bir tutumla bütünlükten kopararak ele alır. Sonuçta, suçlu “toplum dışı” suç işlemeyi alışkanlık hâline getirmiş, problemli bir kişilik olarak sunulur. Geriye kalan tek seçenek, suçlu ilan edileni, toplumsallığın dışına çıkarmaktır. Toplumun geniş kesimince egemen ideolojinin yaklaşımı karşılığını bulur: “Suçlu” olarak çağrılan, eyleminin cezasını çekmeli, toplumsallıktan dışlanmalıdır. Bu ideoloji içinde sistematik gerilimler taşır. Sınıflı toplum gerçekliği, kapitalist formasyonda, her an her kişinin “suçlu” ilan edilmesinin olanağını yaratır. “Kader mahkûmu” gibi ayrımlar yoluyla, günlük dilde gerilim çözülmeye çalışılır.

Türkiye devleti, cezalandırmada, yaygın olarak kapatma pratiğini uygulamaktadır. Yetmiş bin civarında kişi, şu anda kapatma rejiminin kontrolünde, çeşitli hapishanelerdedir. Konuyla ilgili devletin geçmiş pratikleri birçok örnek taşır; örneklerin önemli bir kısmı hapishanenin, zor uygulama merkezlerinden biri olduğunu kanıtlar. Özellikle askeri cunta dönemlerinde yoğunlaşan ve devamlılık taşıyan hapishane uygulamaları aklımızdadır. 12 Eylül’ün Diyarbakır zindanı, tek tip elbise dayatmayı, zorunlu spor, marş okuma vs. gibi kimlik eritme politikaları, karıştır barıştır uygulamaları bütünlüklü bir hapishane algısı oluşturmaya yeter. Devrimci tutsaklara yönelik zorun dizgini yoktur hapishanelerde… Diyarbakır, Ümraniye, Buca, Ulucanlar katliamları hatırlanırsa şiddetin boyutu daha çarpıcı olur. Tüm tutsaklara hapishanelerde yapılan işkence vakaları önemli oranlar göstermektedir.

Devlet 19 Aralık Katliamı’yla, hapishanelerde yeni bir dönem açtı. Devrimci tutsaklara yönelik gerçekleştirilen harekâtlarla bir katliamın daha altına imzasını atan devlet, F tipi hapishaneleri de uygulamaya soktu. Hapishanelerin bir anlamıyla toplumsal yaşamdan tecrit olduğu ve devletin maddi-ideolojik yaptırımlarıyla tretman esasına dayalı kurulduğu söylenebilir. Mevcut F tipi hapishaneler de tretmanın özel bir uygulanışıdır. Bu uygulama tecrit sistemi esasıyla oluşturulan, bir ve üç kişilik hücrelere kapatılan tutsakların kişiliklerini, politik duruşlarını parçalama amacını taşır. Devrimci tutsaklara yönelik olarak tasarlanan bu hapishaneler, daha önce Avrupa’daki benzeri pratiklerin tecrübeleriyle uygulamaya geçirilmesi dikkat çekicidir…

Hapishane sistemi tretman ilkesine göre kuruludur. Tretmanla hedeflenen, tutsağın, sistem tarafından çizilen kurallara ve yaptırımlar bütününe kayıtsız şartsız uyması, kendini egemen sınıfın iradesine teslim etmesidir. CİK ile birlikte infaz rejimine damgasını vuran, iyileştirme, toplumsallaştırma gibi kavramsal çerçevenin arka planında bu yaklaşım bulunmaktadır. Devrimci tutsağın kapatılmasının gerekçesi olan mevcut siyasal iktidarın normlar bütününe karşı mücadelenin öznesi olmasını gözeten infaz rejimi, devrimci tutsağı iktidarın anlayışını uyguladığı bir nesneye dönüştürmeyi amaçlar. “Haklar” ve “yükümlülükler” ilişkisinde, her hak aynı zamanda peşinden gelen birçok yükümlülükle koşula bağlanarak “yaptırımlara uymadığında hak sahibi değilsin” mantığı işletilir. Hapishanelerin kuruluş ilkesi ve mantığı sonucu, egemenler, kapatılan tutsağı her dönemde tretmanla kuşatıp teslim almayı amaçlar, buna karşın devrimci tutsaklar, tretman uygulamalarına karşı fiili direniş ve konumlanmalarında hapishane pratiklerini örerler. 

Louis Althusser, Pascal’ın “Diz çökün, dudaklarınızı dua ederek kıpırdatın, inanacaksınız” sözlerini aktarıyor. Hapishane rejiminin tretman dayatması önce diz çöktürmek sonra dudakları kıpırdatmaktır. Arkasından sistemi içinde hissetmek kendiliğinden gelecektir…

Hapishaneler, tutsaklara yönelik uygulamalar aracılığıyla tüm toplumun egemen sınıf tarafından kontrol altında tutulmasıdır. Tutsağa yönelen tüm dayatmalar bir gösteri hâline gelir. Sistem kendi dışına çıkmanın, nasıl cezalandırılacağını tutsağa yönelik eylemleriyle tüm topluma sunar. Oluşturulan yasalar bu pratik işlevi görmeye yöneliktir… Bu koşullarda, tutsak ya varlık nedenini, kendisi olma gerekçelerini reddedecek, başka bir oluşa geçecektir ya da duruşunda ısrar edip direnecektir. Tutsak için bu iki hâlden başka üçüncü bir seçenek yoktur.[14]

  1. AYRIM: “HAYATA DÖNÜŞ” KATLİAMI!

 19-22 Aralık 2000 tarihleri arasında aynı anda ülke çapında 20 ayrı hapishanedeki siyasi tutuklu ve hükümlülerin kaldığı bloklara harekât düzenlendi. Harekât sonucunda onlarca insan hayatını kaybetti. Harekâta “Hayata Dönüş” ismi verildi. Harekâtlar gerçekleştiğinde iktidarda DSP-MHP-ANAP koalisyonu bulunuyordu. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit harekâtı, “ teröristleri kendi terörlerinden kurtarma” olarak tanımladı. 22 Aralık 2000 günü sonunda “teröristler kendi terörlerinden kurtarıldı” ve F Tipi hapishanelere konuldular!

“Hayata Dönüş” harekâtları başından sonuna kadar tek bir merkezden yönetilen eylemlerdi. Kapsamı ve büyüklüğü itibariyle öncesinde ciddi bir hazırlığa işaret etmektedir. Bugüne kadar ki mevcut hapishane harekâtlarının göstermelik dahi olsa sahip bulunduğu hukuki alt yapı, “Hayata Dönüş” harekâtlarında oldukça zayıftır. Harekât kararı MGK’da alınmış, İçişleri ve Adalet Bakanlığı eliyle Jandarma Genel Komutanlığı tarafından gerçekleştirilmiştir.

“Hayata Dönüş” harekâtları devletin en üst düzeyindeki kurumları arasında tam bir mutabakatla yapılmıştır. Harekâtlarda Hükümet ve Meclisteki muhalefet partilerinin kararı, onayı ve oluru bulunmaktadır. Bu yanıyla harekât çok net bir şekilde devlet harekâtıdır. “Hayata Dönüş” harekâtlarına bir bütün olarak, doğrudan yok etme saikinin de işin içinde olduğu ve katliam boyutunda cereyan etmiş harekâtlar olduğu görülmektedir. 

Coğrafyamızdaki hapishaneler gerçeğine bakıldığında, her zaman her türlü uygulamanın sürekli zor’a dayalı politikalarla yaşama geçirilmiş ya da geçirilmeye çalışmıştır. Bu bakımdan devletin siyasi tutuklulara yönelik bakış açısı ve hapishaneler politikası gereği olarak, hapishaneler her zaman zorun sürekli ve geniş kullanım alanı bulduğu yerler olmuştur. Rahatlıkla denebilir ki, devletin hapishanelerde hayata geçirmek istediği her türlü uygulamanın temeli en nihayetinde zorun kullanımına dayanmaktadır. 

“Hayata Dönüş” harekât sonrasında harekâtın düzenlendiği hapishanelerde öncelikle güvenlik güçlerince arama ve tespit işlemleri yapılmış, sonrasında da her bir hapishane açısından Cumhuriyet Savcıları tarafından keşif işlemleri gerçekleştirilmiştir. Böylece harekâtların her biri bakımından olay adli makamlara intikal etmiştir. Ancak belirtmek gerekir ki, tüm hapishaneler açısından adli soruşturmalar aynı düzeyde süregelmemiştir. Harekâtlar 20 ayrı hapishanede yapılmış olmasına rağmen sadece bazı hapishaneler ile ilgili soruşturma ve davalar husule gelmiştir. 

Adli soruşturma yapılıp davası açılanlar; İstanbul (Bayrampaşa ve Ümraniye Hapishaneleri), Çanakkale Hapishanesi, Adana Ceyhan Hapishanesi, Çankırı Hapishanesi, Bursa Hapishanesi, Uşak Hapishanesi ve Malatya Hapishanesinde gerçekleştirilen “Hayata Dönüş” harekâtlarıyla ilgili olanlardır. 20 ayrı hapishaneye harekât düzenlenmiş olmasına rağmen, yürütülen adli soruşturma ve dava sayısı son derece sınırlıdır. Asıl önemlisi de konuyla ilgili hemen tüm yargı süreçlerinde; harekâtlara maruz kalmış, hayatta kalabilmiş veya yaralanmış olan tutuklu ve hükümlülerin sanık sandalyesine oturmuş olmalarıdır. 

“Hayata Dönüş” harekât sonrası açılan davalar kapsamında en belli başlı sıkıntı, yargılamalarda maddi gerçeğin ortaya çıkarılması bakımından tutuklu ve hükümlülerin avukatlarının ileri sürdüğü taleplerin genelde ret olmasıdır. Yargılamaları yürüten mahkeme heyetleri yargılamaların esasına girme eğiliminde olmamışlardır. Esasa etkili olan talepler ekseriyetle kabul edilmemiştir. Başka bir ifade ile mahkeme heyetleri davalar kapsamında “suya sabuna dokunmak” istememişlerdir… 

Ayrıca “Hayata Dönüş” harekâtında doğrudan karar merciinde bulunmuş olan siyasi ve bürokratların yargı süreçlerinin dışında tutuluyor olması düşündürücüdür. Dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, İçişleri Bakanı Saadettin Tantan, Milli Güvenlik Kurulu Üyeleri ile Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü Ali Suat Ertosun’un hukuki sorumlulukları üzerine, aradan geçen yıllara rağmen hâlen gidilmemiştir. 

Anılan kişiler hakkında dava açılması bir yana, süren yargılamalar kapsamında tanık olarak dahi dinlenmemişlerdir. Oysa ki, süren yargılamalar kapsamında dava dosyalarına gelmiş olan -Bayrampaşa hapishanesi açısından ‘Tufan’ isimli harekât planı ile Ümraniye hapishanesi açısından ‘Atmaca’ ve ‘Bora’ isimli- harekât planlarında Adalet ve İçişleri Bakanlıklarının emriyle yapıldığı açıkça yazmaktadır. Öte yandan yargılamalarda sorgu veren birçok askeri personel, harekâtların Adalet ve İçişleri Bakanlıklarının emirleriyle başlayıp icra edildiğini mahkeme huzurunda beyan etmiştir.[15] 

Keza dönemin Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü Ali Suat Ertosun da “Hayata Dönüş” harekâtlarının karar alma sürecinde doğrudan yer almış, harekâtların ve sonrasında açılan F tipi hapishanelerin hayata geçirilmesinde son derece önemli bir rol üstlenmiştir.[16] 

Bu anlamıyla bakıldığında özellikle Saadettin Tantan, Hikmet Sami Türk ve Ali Suat Ertosun’un o dönem bulundukları makam açısından da “Hayata Dönüş” harekâtındaki konumları son derece önemlidir.[17]

Son yılların moda deyimiyle ifade etmek gerekir ise, “Hayata Dönüş” harekâtlarının hukuki sorumluluk boyutu açısından “siyasi ayağı” eksik kalmıştır. Harekâtların karar alma süreçleri ile icrasında doğrudan yer alan siyasilerin ve bürokratların artık yargı önüne çıkarılması gerekmektedir. Harekâtlar sürerken dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk de şöyle diyordu: “Yarından sonra artık her şey farklı olacak.”[18] 

II.1) 19 ARALIK’A BİR KAÇ “EK”

 19 Aralık Katliamı’na ilişkin genel “tutum(suzluk)”, aldırmazlık ve perdeleme üzerine kurulmuştur.

Örneğin 12 kişinin öldüğü ve 29 kişinin yaralandığı “Hayata Dönüş” harekâtında görev sınırlarını aşan dönemin jandarma görevlisi 196 sanığın yargılandığı Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki davanın 16 Ekim 2018 tarihli 33. duruşmasında sanık Fuat Polat, “Operasyondan sonra bir hafta izin verildi. Boğaz keyfi yaptık. Gezdik,” derken;[19] neyin, ne olduğunu net biçimde anlatmaktadır.

İfadelerini SEGBİS’le alınıp, mahkemeden kaçırılan sanıklar duruşma salonunda yargıç karşısında hazır bulunmazken; hakkında yakalama kararı olan sanıklarından (dönemin Jandarma İstihbarat subayı) Binbaşı Zeki Bingöl’ün ifadesi, davanın görüldüğü Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesi yerine nöbetçi mahkemede duruşmaya çıkarılıp, ifade verirken müdahil avukatlarından kaçırıldı. Böylelikle avukatlar, Bingöl’e harekâta dair hiçbir şey soramadı.[20]

Ayrıca Ankara Arama Kurtarma Taburu’nda görevli sanıklardan Burhan Yaman, “Taburun komutanının ismini hatırlamıyorum. Bize verilen emirde cezaevinde ölüm orucu tutan tutuklu ve hükümlüler olduğu, bunları kurtarmamız söylendi. Devletin otoritesinin cezaevinde sağlanması, tutuklu ve hükümlülerin hastaneye götürülmesi ve cezaevinden nakil için buradan çıkarılmaları istendi. Operasyona gelmeden önce Ankara’da toplantı yapıldı. Harekâtın gidişatına bağlı olarak görev yapacağımız belirtildi bu toplantıda. Bizim amacımız hayat kurtarmaktı. Cezaevine girerken robocop kıyafetlerimiz ve gaz maskelerimiz vardı,” deyip; başka bir şeyden söz etmedi.[21]

“Bilmiyorum”, “Görmedim”, “Tanımıyorum”, “Unuttum”, vb’leri ile geçiştirilen davada “Hayata Dönüş” harekâtı “olmamış”, “yaşanmamış” gibiydi sanki…

Oysa “Devlet, 6-7 Eylül olaylarında, Maraş’ta yaşattığı katliam, gasp, talan geleneğini 19 Aralık 2000’de ‘Hayata Dönüş’ harekâtıyla bir kez daha ortaya koymuş”tu.[22] 

Daha sonraları açığa çıktığı gibi “Hayata Dönüş” harekâtı dava dosyasına giren bir rapora göre, harekât için iki ay önce cezaevlerinde jandarma tarafından keşif yapılıp, rapor hazırlandığını ortaya çıkmıştı.[23] Mahkeme dosyasına giren evraka göre, “Yörük Ali” adıyla tanınan dönemin Jandarma Genel Komutanlığı Asayiş Daire Başkanı Kurmay Albay Ali Aydın ile Ceza ve Tevkifevleri Şube Müdürü Jandarma Kıdemli Binbaşı Cemal Vural’dan oluşan heyetin, harekâttan 2 ay önce cezaevlerinde keşif yaptıkları raporda, “Jandarma müdahâlenin kansız neticelenmeyeceği inancından ve görev tamamlandığında yargılanacağı endişesi taşımaktadır,”[24] deniliyordu.

Devamla: Jandarma Genel Komutanlığı Asayiş Daire Başkanı Jandarma Kurmay Albay Ali Aydın ile Ceza ve Tevkifevleri Şube Müdürü Jandarma Kıdemli Binbaşı Cemal Vural’dan oluşan heyet tarafından yapılan keşif sonunda hazırlanan raporda, tutuklu ve hükümlüler 3 kategoriye ayrıldı; “direnişi beklenmeyenler, direnişi zayıf beklenen kansız ve sorunsuz müdahale edilebileceği değerlendirilenler ve direnişi mutlak ve şiddetli beklenenler.”

Birinci gruptakilerin aynı anda tahliye edilmesinin planlandığı raporda, “İkinci ve üçüncü gruptakilerin elektriği, suyu, yiyeceği kesilerek kendiliğinden kuşatılıp çıkmaları beklenmeli” denildi. 

Raporda, her şeye rağmen müdahale gerekenlere ise önce gaz atılıp tahliyeye mecbur edilmesi gerektiği, buna rağmen çıkmayanlarında özel müdahale birlikleriyle zor kullanılarak çıkartılması gerektiği kaydedildi.

“Müdahale birliklerinin kadro donatımı ve özel malzemeye ihtiyaçları vardır, tamamlanmalı” denilen raporda, tatbikatta komando birliğini yetmediği, cezaevine komanda taburunun müdahalesinin esas alınması gerektiği kaydedildi.

Raporda ayrıca harekât ilişkin, “Cezaevlerinde meydana gelen isyanlara müdahale jandarmanın görev ve yetkileri yeniden düzenlenerek isyancı tutuklu ve hükümlülerin mağdur, devlet otoritesini tesis etmekten başka amacı olmayan jandarmanın ise sanık durumuna düşürülmemesi sağlanmalıdır,” deniliyordu.[25]

Bu kadar da değildi! 19 Aralık Katliamı’nın yıllardır gizlenen ana planları gün yüzüne çıktı. ‘Tufan’, ‘Atmaca’ ve ‘Bora’nın da temelini oluşturan planlarda katliamın nasıl işleneceği ayrıntılı bir şekilde gözler önüne seriliyordu. Planlar, Jandarma Genel Komutanı Yalman ve İçişleri Bakanı Tantan imzalıydı…[26]

Ayrıca ek olarak: “Hayata Dönüş” harekâtına ilişkin olarak 2 ayrı harekât planı daha olduğu anlaşıldı. Dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan ve dönemin Jandarma Genel Komutanı Aytaç Yalman tarafından imzalanan harekât planlarında, Emniyet grubu olarak tanımlanan ekibin müdahale esnasında keskin nişancı tüfeği, av tüfeği, bomba atar ve gaz bombası bulunduracağı kaydedildi.[27]

15 yıl sonra ortaya çıkan “Cezaevleri Müdahale Harekât Emri’nde, MİT’in görevi “başta liderler olmak üzere örgüt üyelerinin fotoğraf albümlerini hazırlayarak G gününden (harekât günü) önce İl Jandarma Komutanları’na ve İl Emniyet Müdürlerine teslim etme” olarak belirlenmişti.

MİT’in görevi yazıda, 44 cezaevinde açlık grevi,[28] 17 cezaevinde ölüm orucu eylemi yapan tutuklu ve hükümlüler “karşı güç” olarak nitelendirildi. Marksist-Leninist ideolojiye mensup tutuklu ve hükümlülerin, cezaevlerinde Malta adı verilen koridor ve koğuşlara hâkim oldukları, görevlilerin kontrollerini ellerinde bulundurdukları ifade edilen yazıda, Jandarma Komando Özel Asayiş Komutanlığı’nın 12 Aralık 2000’den itibaren, İstanbul Jandarma Bölge Komutanlığı’nın kontrolüne verildiği belirtildi. 

Yazının “vazife” başlığı altında ise, İçişleri Bakanlığı’nın, Jandarma Genel Komutanlığı birlikleriyle, diğer bakanlık, kamu kurum ve kuruluşlarıyla koordineli olarak Bayrampaşa, Ümraniye, Bursa, Çanakkale, Bartın, Çankırı, Aydın, Ceyhan ve Malatya cezaevlerinde müdahale edeceği ifade edildi.

Planın 3 aşamada gerçekleştirileceği, ilk aşamada iki gün önce birliklerin görev yerine intikalinin, koordine ve hazırlığın yapılacağı ifade edilerek, şöyle devam edildi: “İcra edilecek faaliyetlerin koordinesi tüm birlik komutanlarının katılımı ile cezaevleri maketi üzerinde yapılacak. Birlikler G gününe kadar (harekât günü) eğitimlerini tamamlayacak. İkinci aşama müdahale, üçüncü aşama ise harekâtın bitirilmesi ve dönüş gerçekleştirilecek.”

MİT’le ilgili bölümde ise şu ifadeler yer aldı: “Müdahalede eşzamanlı olarak Emniyet Müdürlüğü ile koordine edilerek, haklarında gerekli yasal işlemlerin yapılmasını sağlamak üzere, cezaevleri dışında ancak cezaevleri ile bağlantıları olan yasadışı örgütlere müzahir kişi, dernek ve kuruluşların tespit edilmesini sağlayacaktır.”

MİT’in ayrıca başta liderler olmak üzere örgüt üyelerinin fotoğraf albümlerini hazırlayarak G gününde önce İl jandarma komutanlarına ve il emniyet müdürlerine teslim etme ve İçişleri Bakanlığı bünyesinde G gününden önce açılacak kriz merkezinde görev yapmak üzere yetkili personeli hazır bulundurma görevleri de sıralandı.

Jandarma Komando Özel Asayiş Komutanlığı’nın 3 tabur olarak Bayrampaşa, Ümraniye ve Gebze cezaevlerine müdahale ederek devlet otoritesini tesis ile tutuklu ve hükümlülerin sevk ve nakillerini sağlayacağı belirtildi. Müdahale edecek jandarma birliklerinin il emniyet müdürlüklerinden karşılanamayan ilave müdahale özel malzeme ve teçhizatının karşılanması için gerekli tedbiri Jandarma Genel Komutanlığı Lojistik Başkanlığı’nın alacağı belirtildi. Komuta kademesinde İçişleri Bakanlığı Kriz Merkezi’nde bir generalin görevlendirileceği, İstanbul’daki harekâtın komutanının ise İstanbul Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Engin Hoş olduğu ifade edildi.[29]

Tam da bu zihniyetle 19 Aralık’ta 20 ayrı cezaevine eşzamanlı olarak gerçekleştirilen; 10 bin güvenlik görevlisinin katıldığı harekât Bayrampaşa Cezaevi’nde 14 saat aralıksız devam etti. 12 tutuklu ve hükümlü diri diri yakılarak öldürülürken, cezaevinden geriye sadece enkaz ve onlarca yaralı kaldı.

3 gün süren harekât boyunca 2’si asker toplam 32 kişi yaşamını yitirirken, 600’ün üzerinde tutuklu ve hükümlü ya sakat kaldı, ya da yaralandı. Harekât sırasında Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk ise bir televizyon kanalına bağlanarak yaptığı açıklamada, “Asıl amaç ölüm oruçlarını bitirmek değil, devletin otoritesini sağlamaktır,” diyerek cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlüleri hedef almıştı. F tipi cezaevlerinin mimarlarından olan ve harekât sırasında Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü görevinde bulunan Ali Suat Ertosun’a ise 2004 yılında AKP hükümetinin kararıyla Devlet Bakanı Cemil Çiçek tarafından “Devlet Üstün Hizmet Madalyası” verilmişti.[30]

Kolay mı? “Düşman Hukuk(suzluğ)u” kapsamında bir devlet harekâtıydı söz konusu olan!

Ancak! 6 Mayıs 2015’de Bakırköy 13 Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki davada Bayrampaşa Cezaevi’ndeki “Hayata Dönüş”ü yöneten Jandarma Özel Harekât Birlik Komutanı Albay Yusuf Burhan Ergin ifadesine, harekât emrini İçişleri ve Adalet Bakanı’nın verdiğini söyledi; 12 kişinin diğer mahkûmlarca öldürüldüğünü iddia ederek ekledi: “Operasyonda ölenler olmuştur. Bu yüzden başarı sağlayıp sağlamadığı konusunda bir şey diyemem. Cezaevinde otorite sağlanmıştır. Nakiller gerçekleşmiştir. Ancak terör örgütü lider kadrolarının sebep olduğu garip sahipsiz insanlarımızın hayatını kaybetmesi üzüntü vericidir”!

Ergin, Adli Tıp Kurumu raporlarına göre, yaşamını kaybedenlerin mermi çekirdeği ile öldüğü, 50 kişinin de silahla yaralandığının hatırlatılması üzerine, “Yaralanmalar bizim tarafımızdan yapılmamıştır. Kendileri tarafından yapıldığını düşünüyorum. Cezaevi içerisinde her yer açıktı. Kimin nereden ateş ettiğinin tespiti mümkün değildir,” diyerek kendini savundu.[31]

Oysa 19-22 Aralık’ta cezaevlerinde gerçekleşen harekâtta 8 jandarma komando taburu, 37 bölük asker, binlerce çevik kuvvet ve ceza infaz memuru ve özel tim görev aldı. Harekâtta binlerce mermi, el bombası ve 20 bini aşkın gaz bombası kullanıldı. Tutsakların kurşunlanıp, yakılarak katledildiği harekâtın ardından yüzlerce tutsak harekât ve ölüm orucuna yapılan müdahaleler sonucu sakat kalırken, katliam sırasında Bayrampaşa Cezaevi’nden hastaneye götürülen Birsen Kars adlı kadın tutsağın “Hepimizi diri diri yaktılar” haykırışı katliamın en acı simgesi olarak hafızalarda kaldı.[32]

 “Hayata Dönüş” harekâtından kurtulan Münevver Aşçı, o gün yaşadıklarına dair, “Hepinizi kebap yaptık diye bağırıyorlardı,” diye anlatıyordu.[33]

İlaveten Bayrampaşa Cezaevi’ndeki “Hayata Dönüş” harekâtında, ağır yanıklarla kurtulan, yüzü tanınmayacak hâle gelen Hacer Arıkan’a, İçişleri ve Adalet Bakanlığı, 120 bin TL tazminat ödeyecek. Danıştay 10. Dairesi, “Pasif direnişteki mahkûm ve tutukluların can güvenliğinin sağlanması yönünde gerekli önlemler almayan idarenin ağır hizmet kusuru bulunmaktadır,” derken; avukatı Gülizar Tuncer de “Bu dava ile devletin Bayrampaşa’daki sorumluluğu yargı organları tarafından kabul edilmiş oldu. C-1 koğuşunda yanan kadınların kendi kendilerini yakmadıkları ispatlandı,”[34] dedi.

Burada bir kimyasal parantezi açmadan geçemeyiz…

Harekâtta hangi silahların kullanıldığı hâlâ bir sır gibi saklanırken; faillerin de devlet tarafından korunduğu hemen herkesin malumudur.

Söz konusu dönemde yaşanan katliama avukat olarak tanık olan Gülizar Tuncer, “Devlet tüm gücünü seferber ederek, binlerce asker, polis, özel harekâtçı, infaz koruma memuru ve iş makineleriyle operasyon gerçekleştirdi. Burada binlerce mermi ve gaz bombası kullanıldı. Operasyon canlı olarak izletildi. İnsanlara seyirlik bir oyun gibi servis edildi,” vurgusuyla ekliyor:

“Saldırıda hangi tür kimyasallar kullanıldığını hâlen öğrenmiş değiliz. Operasyonun en dehşet anlarından biri de budur. Özellikle; Bayrampaşa Cezaevi’nde 6 tutuklu kadının diri diri yakıldığını biliyoruz. Zaten o dönem operasyonda görev alan askeri yetkililer de hayatlarında ilk defa gördükleri ‘askeri envanterde olmayan’ el bombalarını kullandıklarını söylemişlerdi.”[35]

Bayrampaşa Cezaevi C-1 koğuşundaki Hülya Bilik da olay gecesini şöyle anlatıyordu:

“Ben olay tarihinde Bayrampaşa Cezaevi’nde C-1 koğuşundaydım. Gece 03.30 sıralarında patlama sesiyle uyandım. Yoğun sis bombası ve silah sesleri vardı. Üzerimize gaz bombası, sis bombası atıldı. Koğuşumuz tarandı. Koğuşumuzun tavan kısmı delinerek sinir gazı olduğunu tahmin ettiğim siyah renkli gaz sıkıldı. Hepimiz bilincimizi kaybettik, bir süre kendimize gelemedik. Bize sıktıkları gaz sonucunda alev olmaksızın vücudumuzun yandığını hissettik. Saçlarımız ve vücudumuz yanıyordu, ancak alev yoktu, kimyasal gaz kullanıldığını düşünüyorum. Bu olay sırasında yaralandım, iki ay kadar hastanede kaldım. Üzerimizde silah olduğu iddia edildi ancak bizim kendimizi koruyabilecek sadece havlularımız vardı. Tavandan açılan delikten attıkları bir madde ile koğuşumuzda yangın çıktı, 6 arkadaşımız yanarak can verdi.”[36]

Harekâtta yüzü tamamen yanan Hacer Arıkan da, “27 kadındık koğuşta. Delinen yerden içeri bir hortum bırakıldı. Oradan atılan alev topu gibi bir madde ile yataklar tutuştu. Sonra bir gaz bırakıldı ve içerisi simsiyah dumanla göz gözü görmez oldu. Yanıyoruz diye bağırarak çıkmaya başladık. Arkadaşlarımın derilerinin eridiğini gördüm. Elbiselerimiz yanmadı derimiz eridi. Parmaklarım yok ama avucumun içi yanık değil. Sırtım belime kadar yandı. Saçlarım, kaşlarım yandı. Burnumun yerinde boşluk oluştu,” derken; Adli Tıp uzmanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı da, söz konusu maddenin uluslararası anlaşmalara göre, kullanımı yasak olan beyaz fosfor olabileceğini belirtmişti.[37]

Ama bu gerçeklerin hepsi inkâr edildi; görmezden gelindi; geçiştirildi!

Bu durumda yapılan hukuk(suzluk) oyunlarıyla müthiş bir uyum içindeydi!

Bir dize manipülatif atraksiyonla[38] idare edilen “Hayata Dönüş” Katliamı kısa süre sonra aslına rücu etti.

Örneğin 20 cezaevinde eşzamanlı başlatılan “Hayata Dönüş” harekâtı sırasında tutuklu bulunan 399 kişi hakkında “isyan”, “patlayıcı madde bulundurma” ve “kasten adam öldürme” suçlarından dava açıldı.[39]

Danıştay, 5 Temmuz 2000’de, Burdur Cezaevi’ne dozerlerle yapılan harekâtta kolu kopan ve sonrasında devletten tazminat alan Veli Saçılık’tan kendisine ödenen tazminatı geri istedi. Devlete yaklaşık 700 bin TL geri ödeme yapması talep edildi.[40]

Ve Bayrampaşa Cezaevi’nde 19 Aralık 2000’de düzenlenen “Hayata Dönüş” harekâtında görev alanların listesi, 14 yıl sonra soruşturma dosyasına girdi.[41] Listede 3’ü albay tamamı rütbeli 252 kişinin görev aldığı görülüyor. Av. Güçlü Sevimli, “Bu birlik katliamdan doğrudan sorumlu,” dedi.[42]

12 tutuklunun öldüğü harekâtta kullanılan silahlara ait mermilere, avukatların çabasıyla ulaşıldı; adli emanetten çıktı.[43]

Bunlarda “şaşırtıcı” bir şey yoktu; tıpkı “zaman aşımı” hesapları gibi…

19 Aralık 2000’de gerçekleştirilen “Hayata Dönüş” Katliamı’nın üzerinden yıllar geçmesine rağmen, açılan davalarda ilerleme ol(a)madı. Bayrampaşa ve Ümraniye Katliamları’na açılan davalara ilişkin olarak Av. Oya Aslan, davaların zaman aşımına uğratılmak istendiğinin altını ısrarla çizdi.[44]

Önce İstanbul Anadolu 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen ve o dönem Ümraniye Cezaevi’nde yatan 399 mahkûm hakkında “İsyan, patlayıcı madde bulundurmak” suçlarından açılan dava zamanaşımı nedeniyle düşürüldü. 

Sonra da 367 sanığın “Faili gayrı muayyen şekilde adam öldürme ve bu suça iştirak” suçundan ise yargılama neticesinde toplanan delillerden “sanıkların bu suçu işlemedikleri anlaşıldığından” beraatlarına karar verildi![45]

Bu “hukuk(suzluk)” mu? Evet ama, “böyle”ydi; her şey kitabına uygundu ve yine “şaşırtıcı” bir şey yoktu!

Az gittik, uz gittik; dere tepe düz gittik ve geldik bu güne; o da şu: 

“Hayata Dönüş” harekâtında ‘Bora’ ve ‘Atmaca’ planlarının uygulandığı, bir uzman çavuş ile dört mahkûmun öldürüldüğü Ümraniye Cezaevi davasında yargılanan askerler, “kanıt bulunamadığından” beraat etti. Beş ölüm “faili meçhul” kaldı.

Ümraniye Cezaevine 19 Aralık 2000’de düzenlenen “Hayata Dönüş” harekâtıyla ilgili 267 askere açılan davada 3 Aralık 2019’da karar verildi.

Mahkeme, 15 yıl önce açılan dava süresince hayatını kaybetmiş olan beş sanık hakkında davanın düşürülmesine karar verdi.

Kalan 262 sanıktan bazıları hakkında açılmış olan “kasten yaralama” ve “işkence” suçlarından davanın zamanaşımından düşmesine karar verildi.

Davada ‘Bora’ ve ‘Atmaca’ isimli harekât planları da çıkmasına rağmen, bu planlarla ilgili hiçbir işlem yapılmadı. 

‘Bora’ ve ‘Atmaca’ isimli Ümraniye planlarının aksine, Bayrampaşa Cezaevi davasında ortaya çıkan ‘Tufan’ planı medyada geniş yer bulsa da; dava 3 Aralık 2019’da zamanaşımı ve beraatla sonuçlandı. 

Sanıklar, yargılandıkları “faili belli olmayacak şekilde kasten öldürme” suçundan da “aleyhlerine mahkûmiyetlerine yeterli her türlü kuşkudan uzak kesin ve inandırıcı kanıt bulunamadığından” beraat etti.

Cezaevindeki ölümlerle ilgili açılan diğer bir davada yargılanan, dönemin mahpusları da beş kişinin ölümünden beraat etmişti.[46]

Hâl bu ve böyle!

 III. AYRIM: HÂL(İMİZ) VE GİDİŞAT

 C)Ezaevlerinin coğrafyamızdaki hâline gelince

5.5 aylık tutukluluk ardından tahliye edilen Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, cezaevlerini, “Toplama merkezi gibi yerlerdi. Diş fırçası bile yasaktı. 2. Dünya Savaşı’nı anımsatan koşullar vardı,” diye anlatıyor.[47]

‘Halkların Demokratik Partisi’den (HDP) İzmir milletvekili adayı olduğu dönemde yaptığı konuşma nedeniyle 3.5 ay hapis yatan halk müziği sanatçısı Pınar Aydınlar cezaevinden çıkarken, kendini Nazi Toplama Kampı’ndan çıkmış gibi hissettiğini söyledi.[48]

78’liler Girişimi Sözcüsü Celalettin Can, 145 günlük tutukluluğunu geçirdiği Silivri Cezaevi’ndeki günler için “sistemli yalnızlaştırma” yorumu yapıp ekledi: “Her şey tecrit, çaresizleştirme, yönsüzleştirme üzerine kurulu.”[49]

Ve nihayet eski milletvekili Şafak Pavey, “Cezaevi artık ‘eza’evi”[50] formülüyle durumu özetledi. Haksız da değiller; hızla sıralayarak hatırlatalım!

  • Türkiye’de en az 4 bin çocuk annesini, 116 bin 512 çocuk ise babasının hapisten çıkmasını bekliyor.[51]
  • Cezaevlerinde 16 yılda 3 bin 432 tutuklu ve hükümlü öldü. Her yıl ortalama 215 kişi cezaevlerinde yaşamını yitiriyor.[52]
  • Silivri Cezaevi’nde her koğuşa 1 kitap düşüyor. Avrupa’nın en büyük cezaevi olan Silivri’de yalnızca 1750 kitap var. Yayınevlerinin gönderdiği kitaplar da memur azlığından okunup kütüphaneye konulamıyor.[53]
  • Menemen Cezaevi’nde kalan hasta tutuklu Sibel Çapraz ile Ergin Aktaş, gardiyanların “Erkek ve kadın bir arada görüşemez” dayatmasıyla aileleri ile harem-selamlık uygulaması altında görüştü.[54]
  • Diyarbakır Çocuk ve Gençlik Ceza İnfaz Kurumu’nda gardiyan tarafından darp edilerek, boğulmaya çalışılan F.T., isimli çocuğa, “Olayı büyüttünüz” denilerek disiplin cezası verildi.[55]
  • Cezaevi kantini fiyatları lüks semtlerdeki market fiyatlarıyla yarışıyor. Türkiye genelinde 400’e yakın cezaevinde 270 binden fazla tutuklu veya hükümlü bulunuyor. Harcama limitleri ve bütçeleri sınırlı olan mahpuslar, cezaevindeki kantin fiyatlarına isyan ediyor. Cezaevi kantinlerindeki özellikle sebze ve meyve fiyatlarının İstanbul’un zengin semtlerindeki fiyatlarla yarıştığı ifade ediliyor.[56]
  • Adalet Bakanlığı’na bağlı cezaevi iş yurtları kocaman birer fabrikaya dönüşmüş durumda. 2017 verilerine göre, Türkiye cezaevlerinde 50 binin üzerinde tutuklu çalışıyor. Cezaevlerindeki mahkûmlardan çırak olanlar 10 TL, kalfa olanlar 11 TL, usta olanlar ise 13 TL karşılığında mal ve hizmet üretiyor.[57]

III.1) SAYILAR VEYA KAPASİTE

 Sayılar neyi söyler? Sayılar, belgeler, raporlar, olgular… 

Gerçeği, yalın ve yadsınamaz, kemik kadar katı ve kuru gerçeği… 

Bir fizikçiye evrenin başlangıcını ve bugününü, bir hastaya hayatının sonunu, bir mahkûma zamanı… 

Sözcüklerle ve hikâyelerle -ve solukla ve kanla- gerçek kılabileceğimiz gerçeği söyler sayılar…

Adalet Bakanlığı’nın sayılarına göre Temmuz 2016 itibariyle cezaevlerinde 187 bin 649 mahpus vardı. (700 kadarı ağır hasta, üç yüze yakını ölüm sınırında.) 71 muhtırasından sonra yaklaşık 60 bindi mahpus sayısı, 12 Eylül karanlığında 79 bine çıkmış, o korkunç 90’larda, 93-97 arası, dört yılda 26 bin artışla 35 binden 61 bine çıkmıştı. Aynı istatistik 2004’te 55 bin olan mahpus sayısının on iki yılda üçe katlandığını, 2016’nın ilk iki ayında 10 bin kişinin tutuklandığını söylüyor. İki ayda on bin tutuklama, günde ortalama 170 kişi!![58]

Konuyla ilgili bir veriyi aktarıp, ilerleyelim: 2018 için Türkiye’de bir polise düşen vatandaş sayısı 247 iken, 2019’da 211 kişi olmuştur.[59]

Tutuklu ve polis sayısının hızla arttığı coğrafyamızda[60] milletvekili Veli Ağbaba, “Kapasitesi 207 bin 339 olan cezaevlerinde toplam 229 bin 790 kişi bulunuyor. Bu verilerine göre kapasite fazlası 22 bin mahkûm olduğu belirtilmektedir. 5 yılda cezaevlerinin nüfusu 97 bin artmıştır. AKP iktidara geldiğinde cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlü sayısının 59 bin 429 olduğundan hareketle, 15 yıllık AKP iktidarının cezaevlerine yansıması, yüzde 300 lük bir artış olmuştur,”[61] diyor.

Bu kadar da değil! Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nün verdiği bilgiye göre, 17 Aralık 2018 itibarıyla Türkiye genelinde 389 hapishane bulunuyor ve var olan hapishanelerin toplam kapasitesi 211 bin 838 kişiye ulaştı. 5 yıl içinde 193 yeni ceza infaz kurumu yapımı planlanmış olup bunların 126 adedi inşaat aşamasında, 23 adedi ihale aşamasında, 35 adedi proje aşamasında, 9 adedi planlama aşamasında.[62]

(C)ezaevlerindeki dolululuk oranları ile hak ihlâllerinde de büyük artışlar yaşanıyor. Tutuklu ve hükümlülere kötü muamele haberlerinin ardı arkası kesilmiyorken sıralayarak hatırlatalım!

  • Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nün (CTE) rakamlarına göre, Türkiye’de Şubat 2016 itibarıyla 290 kapalı cezaevi, 60 müstakil cezaevi, 2 çocuk ıslahevi, 5 kadın kapalı cezaevi, 3 çocuk kapalı cezaevi bulunuyor. Yeni inşa edilen 105 cezaevi ile 34 ek bina ise 2006 ile 2016 arasındaki 10 yılda AKP hükümeti döneminde yapıldı. Bu yeni cezaevleri ile Türkiye’deki toplam ceza ve infaz kurumu sayısı 362’ye yükseldi.

2002’de 55 bin 609 tutuklu ve hükümlü ile iktidarı devralan AKP hükümeti Nisan 2016’ya kadar tutuklu ve hükümlü sayısını 4 kat artırarak 187 bin 647’ye çıkardı. 2004’de cezaevlerinde 57 bin 930 mahpus olmasına rağmen çatışmalı sürecin tekrar devreye girmesiyle birlikte bu rakam, 2007 Aralık’ında 90 bin 837’e ulaştı. 

Yine 2013’de tutuklu ve hükümlü sayısı 145 bin 478 iken, 2015 sonunda bu rakam artarak 178 bin 89’a çıktı. 2016’nın ilk 60 gününde toplam 9 bin 558 kişi cezaevlerine alındı ve sayı 178 bin 89’a ulaştı. AKP iktidarı devraldığında 903 kadın ve 352 çocuk hükümlü bulunmasına rağmen, 2016 Mart’ında bu sayı 5 bin 631 kadın hükümlüye, çocuk hükümlü sayısı da 432 kişi artarak 784’e yükseldi.[63]

  • Ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlü ve tutukluların toplam sayısı 2018’de önceki 2017’ye göre yüzde 14’lük bir artışla 265 bine ulaştı. 2018’de en çok hırsızlık suçu işlendi; cezaevi mevcudu 265 bine ulaştı.[64]
  • ‘Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre, 2010 ile 2013 arasında cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlü sayısı 24 bin artarken, 2014 ile 2017 arasında ise tam 88 bin kişilik bir artış oldu. 2017 sonunda 232 bin olan cezaevlerindeki hükümlü ve tutuklu sayısının, 2019’un ilk altı ayının sonunda 270 binlere ulaştı.[65]
  • Türkiye hapishanelerinin 220 bin kişilik kapasitesi bulunmasına rağmen; 2019 verilerine göre hapishanelerdeki tutuklu ve hükümlü sayısı 280 bindir. Hapishanelerde kapasite fazlası 60 bin tutuklu- hükümlü var.[66]
  • 11 bin kapasitelik ‘Silivri Kapalı Hapishanesi’nde 22 bin 781 kişinin kalıyor.[67]
  • ‘Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’nun (TİHEK) raporuna göre, bin 44 kişilik kapasitesi olan Denizli D Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda bin 630 kişi kalıyor. Koğuşlarda genel olarak kurum kapasitesinin aşıldığının belirtildiği raporda, “Bu nedenle, kalabalıklaşma ve kalabalıklaşma sonucu ortaya çıkan sorunlar gözlemlenmiştir,” ifadesine yer verildi.[68]

 III.2) DEVLET TERÖRÜ VE ŞİDDETİ

 (C)Ezaevlerindeki devlet terörü ve şiddetinin tutsaklara her şeyi reva gördüğü bir “sır” değil. Uygulamaların tamamının sistematik bir işkence olduğu bir gerçek: Sürgünler, görüş yasakları, telefon kısıtlamaları, spor ve sohbet engellemelerine kadar en temel haklar gasp ediliyor. 

Evet, ‘Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin, “Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza ve işlemlere tabi tutulamaz,” maddesi; hem de bu maddeyi kabul ettiğini beyan eden anayasa maddesini aleni biçimde ihlâl ediliyor.

Ailelerinden uzaklara sevkler, çıplak arama (özellikle kadınlarda uygulanan, tacize varacak boyuta ulaşan çıplak aramalar), temizlik malzemelerinin verilmemesi, havalandırma süresinin kısıtlanması, tedaviye ulaşmanın engellenmesi, askeri içtima dayatmaları, görüş, mektup ve avukat haklarının kısıtlanması, kitap yasağı, yayınlara ulaşma engeli, dışarıdan gönderilen bazı kitapların kimi cezaevlerinde içeriye alınmıyor olması, vb’leri… Hiçbir dayanağı olmayan, tümüyle keyfî ve kimse tarafından denetlenemeyen uygulamalar…

Adana Barosu Cezaevi İzleme Komisyonu Başkanı Avukat Tugay Bek’in, “Cezaevlerinde işkence, mazide kalmış bir yara değil,”[69] vurgusuyla sıralayarak aktaralım:

  • Elazığ 2 Nolu Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde 4 Ağustos 2019’da yan odalardaki arkadaşlarıyla konuştukları için gardiyanlar tarafından 15 tutuklu arkadaşıyla birlikte darp edilen ve konuşma yetisini kaybeden Medeni Kiye, yaşadıklarını görüşüne giden ailesine yazarak anlattı. Vücudunda işkence izleri duran Kiye, saldırıların organize olduğunu belirterek, “Yarın daha kötü şeyler olabilir,” dedi.[70]
  • Manisa’da, tedavi için hastaneye getirilen tutsaklar, cezaevi otobüsüne bindirildikleri esnada, “Siyasi tutsaklara işkence yapılıyor. Herkese söyleyin işkence yapıyorlar” şeklinde bağırdı. Çevrede bulunan yurttaşlar ise tutsakların haykırışını cep telefonları ile kaydetti. Polisler durumu kameraya alan yurttaşları engellemeye çalışırken yurttaşlar, “Adaletinizi gösteriyoruz,” diyerek tepki gösterdi.[71]
  • Manisa T Tipi Kapalı Cezaevi’nde kalan tutsaklar, bir kez daha gardiyanların saldırısına maruz kaldı. Saldırı sırasında cezaevi müdürünün “Kameraların olmadığı yerde vurun. Vurduğunuz yerde iz bırakmayın, onlara ne yaparsanız yapın,” şeklinde talimatlar verdiği aktarıldı.[72]
  • Hanife Köseoğlu, Silivri L Tipi Kapalı Cezaevi’nde hükümlü olan oğlu Mustafa Özgür Mulla’nın gardiyanlar tarafından darp edildiğini öne sürerek, gardiyanlar ve cezaevi müdürü hakkında Silivri Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Köseoğlu, oğlunun gözünde morluk, kolunda yara izleri ve ayakkabısız bir şekilde görüşe getirildiğini söyledi.[73]
  • Bandırma 2 No’lu T Tipi Cezaevi’nde kalan Süleyman Gültekin, infaz koruma memurları tarafından darp edildiklerini belirterek, “Mahmut Demirel, Cemil Yeğin, Halil İdiz, Osman Bozkur ve ben, disiplin cezası nedeniyle İnfaz Hâkimliği’ne götürülmek üzere koğuşlardan çıkarıldık. Arama bahanesiyle saldırıya uğradık. Ellerimi ters kelepçe yapıp yerde, tüm askerler öldürmek kastıyla tekmelediler. Diğer arkadaşlar da gardiyanlar tarafından darp edildi. Mahmut Demirel’in yırtılan kaşına dört dikiş atıldı. Rapor alıp suç duyurusunda bulunduk. Şu ana kadar cevap alamadık. İşkence zanlıları kameraların önünde işkence yapıyor. Yargılamayı bir yana bırakalım, soruşturmaya dahi gerek duyulmuyor,” dedi.[74]
  • Tekirdağ 2 No’lu F Tipi Cezaevi’nde ağırlaştırılmış müebbet hapis hükümlüsü olan Cemal Bozkurt, çok sayıda gardiyanın saldırısına uğradı.[75]
  • Kandıra 2 No’lu F Tipi Cezaevi’nde tutuklu mahpuslar Rıdvan Güven ve Selman Çetiner çıkarıldıkları mahkemeyi protesto etmek için slogan atınca, heyetin önünde jandarmanın saldırısına maruz kaldı.[76]
  • Ankara Barosu Cezaevi Sorunları İzleme Komisyonu, tutuklu avukat Aytaç Ünsal’ın 17 Aralık 2018’de duruşmadan tekrar Burhaniye Hapishanesi’ne götürülürken jandarmalar tarafından kötü muameleye uğradığı bildirildi.[77]
  • Tokat T Tipi Kapalı Cezaevi’nde, gardiyanlar tarafından darp edilen tutukluların tekli hücrelere alındıkları bildirildi.[78]
  • Amasya E Tipi Cezaevi’nde tutuklu Rıza Şahin ve Akil Nergüz cezaevi müdürü ve gardiyanlar tarafından darp edildi.[79]
  • Ceyhan M Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutsakların gardiyanlar ve askerler tarafından darp edildiği iddia edildi.[80]
  • İnebolu Cezaevi’ne oradan da Düzce T Tipi Kapalı Cezaevi’ne sürgün edilen Abdullah Kaya’nın (21) sürgün sırasında askerler tarafından darp edildiği ortaya çıktı.[81]
  • Saime Afşin, Van M Tipi Kapalı Cezaevinde gardiyanlarca darp edildi.[82]

 III.3) HASTA TUTSAKLAR

 İHD verilerine göre, cezaevlerinde 457’si ağır en az bin 333 hasta tutuklu veya hükümlü bulunuyor. Ancak İHD’nin verileri, çoğunlukla kendilerine ulaşan ‘sol siyasi tutuklu ve hükümlüler’le sınırlı olduğu için gerçek sayının çok daha fazla olduğu tahmin ediliyor. Türkiye’de cezaevlerinde yaklaşık 286 bin tutuklu ve hükümlü bulunuyor. Bunların 15 bine yakını ise siyasi tutuklular.

Edirne F Tipi Kapalı Cezaevinde bulunan HDP’nin önceki dönem Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın, 26 Kasım 2019’da cezaevinde nefes almakta güçlük çekerek bilinç kaybı yaşamasına rağmen hastaneye sevk edilmemesi ve durumun sosyal medyada gündem olmasının ardından, rahatsızlanmasından 6 gün sonra hastaneye sevk edilmesi hasta tutuklulara ilişkin tartışmayı yeniden gündeme getirdi. 

‘Türkiye’de Hasta Mahpus Olmak’ kitabının yazarı Berivan Korkut, “Revire çıkmaları 3 haftayı, hastaneye gitmeleri 3 ayı bulabiliyor,”[83] diyor!

Yine İHD Hapishane Komisyonu’nun 1 Mart 2018’de tarihli hasta tutuklu raporuna göre, 386 cezaevinde bin 154 hasta tutuklu bulunuyor. Verilerde, 402 tutuklunun durumunun ağır ve acil olduğu belirtiliyorken; 17 yılda cezaevlerinde yaşamını yitiren tutuklu sayısının ise 3 bin 500’e yakın olduğu kaydediliyor.[84]

Tam da bu tabloda devletin marifetlerine gelince!

  • Adli Tıp Kurumu Başkanlığı 3. İhtisas Kurulu, cezaevinde 4 yıl 2 aylık cezadan hükümlü olan akciğer kanseri Erdinç Tulay’ın “hayati tehlikesi” olduğu gerekçesiyle cezasının ertelenmesi gerektiği yönünde rapor verdi. Bitlis Cumhuriyet Başsavcılığı, rapor üzerine 16 Temmuz 2019’da Tulay’ın cezasının infazının 6 ay geri bırakılmasına ve serbest bırakılmasına karar verdi. Ancak Tulay’ın örgüt üyeliğinden aldığı 8 yıllık hapis cezası Yargıtay tarafından görüşülmediği için hasta mahkûm serbest bırakılamadı.[85]
  • Tarsus 2 Nolu T Tipi Kapalı Cezaevi’nde bulunan felç hastası tutuklu Orhan Alkış, Adli Tıp Kurumu (ATK) ve Mersin Şehir Hastanesi’nin verdiği “cezaevinde kalamaz” raporuna rağmen, Mersin Cumhuriyet Savcılığı’nca; “Toplum için tehlikeli” denilerek serbest bırakılmıyor.[86]
  • Kanser olduğu için tahliye edilen Kemal Avcı, yeniden cezaevine konuldu. Avcı, 2011’de Kandıra F Tipi Cezaevi’nde kalırken kansere yakalandı. Buradan tahliye edildikten sonra tedavi için gittiği hastanenin önünden 2012’de yeniden gözaltına alınarak Tekirdağ F Tipi Cezaevi’ne konuldu. Hastalığı burada ilerleyen ve midesinin 4’te 3’ü alınan Avcı, Edirne’de 20 gün hastanede kaldıktan sonra cezaevine yeniden yollandı.[87]
  • Ağır hasta tutuklular listesinde yer alan Elazığ 1 No’lu Yüksek Güvenlikli Cezaevi’ndeki Mehdi Boz’a Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararına rağmen diyet yemek verilmiyor. AİHM, diyet yemek konusunda 2018’de Türkiye’yi mahkûm etmişti.[88]
  • Menemen R Tipi Cezaevi’nde hasta mahpuslara kötü muamele ve darp iddiası Avrupa’ya taşındı.[89]
  • Hasta tutuklu Kemal Gömi’nin AİHM başvurusu sonuçlandı. Türkiye “işkence ve kötü muamele yasağını ihlâl”den tazminata mahkûm oldu. Gömi, 19 Aralık Harekâtı’ndan sonra Ümraniye Cezaevi’nden Kandıra F Tipi Cezaevi’ne gönderildi ve tek kişilik hücrede tutulmaya başlandı. Tek kişilik hücredeki Gömi’ye 2003’de Adli Tıp Kurumu’nca “psikosomatik bozukluk” teşhisi kondu. Adli Tıp Kurumu, 22 Eylül 2010’da Gömi’ye “rezidüel şizofreni” teşhisi koyarak “Hapishane koşullarında yaşayamaz, Cumhurbaşkanlığı affına uygundur” şeklinde 9269 numaralı raporunu verdi. Avukatı Özkan Köylüoğlu, bu raporla birlikte, Gömi’nin cezasının kaldırılması için 25 Şubat 2011’de Cumhurbaşkanlığı’na sunulmak üzere Adalet Bakanlığı’na dilekçe verdiklerini açıkladı. Ancak başvuruları reddedildi. Gömi, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası mahkûmu olduğundan birçok hakkı kısıtlı ve günde sadece bir saat havalandırma hakkı var, bunun dışında hücresinde kalıyor.[90]
  • “Cezaevinde kalamaz” raporu olmasına karşın tahliye edilmeyen Diyarbakır D Tipi Cezaevi’nde hükümlü Celal Şeker yaşamını yitirdi.[91]
  • Urfa T Tipi 2 No’lu Cezaevi’nde tutuklu bulunan 64 yaşındaki Emine Aslan Aydoğan, Urfa Mehmet Akif İnan Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde vefat etti.[92]
  • Giresun E Tipi Kapalı Cezaevi’nde 67 yaşındaki hasta tutuklu Burhan Karatay 6 Kasım 2018’de kalp krizi geçirerek yaşamını yitirdi. 3 yıl 10 aydır tutuklu yargılanan Karatay’ın ilerleyen yaşı nedeniyle birçok hastalığının nüksettiği, ancak raporlar sunularak tahliyesi için yapılan başvuruların kabul edilmediği öğrenildi. Karatay’ın oğlu İsmail Karatay, babasının 5 ay önce kendilerini arayarak anjiyo olması gerektiğini fakat cezaevi idaresinin buna izin vermediğini de aktardı.[93]
  • Antalya’nın Alanya ilçesinde hasta mahpusları hastaneye götüren cezaevi ring aracının içindeki bir tutuklunun fenalaşarak yaşamını yitirdiği ortaya çıktı. Olayı Adalet Bakanlığı da doğruladı.[94]
  • Tutuklu HDP Şırnak Milletvekili Ferhat Encü kelepçe takılmasını reddettiği için hastaneye götürülmedi.[95]
  • Düzenli muayene olması gereken hasta tutuklu Sabri Kaya, hastaneye götürülmüyor. Kalp hastası siyasi tutuklu Sabri Kaya’nın (50) tedavisi hükümlü bulunduğu Karabük M Tipi Cezaevi idaresi tarafından engelleniyor.[96]
  • Edirne F Tipi Cezaevi’nde bedenini ateşe veren hasta tutsak Mehmet Yamaç, vücudundaki yaralar iyileşmeden hastaneden taburcu edildiğini belirterek, tedavisinin cezaevi yönetimi tarafından engellendiğini söyledi.[97]
  • Kayseri Bünyan 2 Nolu T Tipi Kapalı Cezaevi’nde kalan tutuklular, hasta tutukluların tedavi edilmediğini belirterek, “İnsanlar ölüme terk ediliyor. Biz tutsaklar olarak tüm kesimlere duyarlılık çağrısında bulunuyoruz,” dedi. [98]

 III.4) ÇOCUKLAR 

 ‘Hak İnisiyatifi’ raporuna göre, annesiyle cezaevinde kalan çocuk sayısının 2019 Kasım’ında 780’e ulaştığı[99] coğrafyamızda; anneleriyle birlikte cezaevinde kalan çocukların sayısı, üç ayda yüzde 20 oranında arttı. 2017 Nisan’ında 560 olan cezaevindeki çocuk sayısı, Temmuz itibarıyla 108 çocuğun daha annesiyle birlikte “tutsaklığı” ile 668’e ulaştı.[100] 2019 Kasım’ı itibariyle ise bu sayı 780’i buldu!

Bunların yanında 205 çocuğun bulunduğu, kamera bulunmayan alanlarda şiddet olaylarının yaşandığı belirtilen Sincan Çocuk Cezaevi’nde bir yılda bin 428 disiplin cezası verildi.[101]

Özetle ‘Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği’nin (CİSST) hazırladığı rapora göre, çıplak arama, istem dışı sevk, işkence, hücre cezası, akran şiddeti cezaevlerindeki çocukların yaşadıkları başlıca ihlâllerden…

Türkiye’de 7 Nisan 2017 tarihli verilere göre 2 bin 800 çocuk mahpus var. Rapora göre en fazla şikâyet Sincan Çocuk Hapishanesi’nden geliyor. Şikâyette bulunan 203 çocuktan 111’i işkence ve kötü muamele mağduru olduğunu belirtiyor.

Türkiye hapishanelerinde 2009’dan Mart 2017’ye kadar 18 çocuk yaşamını yitirdi. İki yılda ölen çocukların sayısı ise 6. Ölen çocukların 10’u tutukluydu. Ölümlerin 9’unun sebebi intihar olarak kayıtlara geçti.[102]

Örneğin İzmir Şakran Hapishanesi müdürünün imzasının bulunduğu, 24 Şubat 2015’de basına yansıyan kurum içi yazışmada, “Zayıf çocukların büyüklerce cinsel istismara uğradığı, bu suçlardan ötürü cezaevine düşenlerin içeride de küçüklere tecavüz ettikleri ve bunu topluca yaptıkları, çocukların anüslerinden vücutlarına ne kadar uzunlukta hortumu alacakları yönünde kendi aralarında iddiaya girip denedikleri, metal çay kaşığını dörde bölerek yuttukları gibi korkunç ifadeler yer almıştı. 

27 Şubat 2015’te Muğla E Tipi hapishanesinde yaşları 12 ile 15 arasındaki 4 çocuğa aynı koğuşta kalan 17 yaşındaki diğer çocuklar tarafından işkence yapılıp, tecavüz edildiği ortaya çıkmıştı. Çocukların vücutlarında sigara söndürüldüğü, ayaklarına gazete bağlanıp ateşe verildiği öne sürülmüştü. 

2012’de güvenlik güçlerine taş attıkları gerekçesiyle Pozantı Çocuk Cezaevine gönderilen dört çocuk cezaevi görevlileri tarafından tacize ve tecavüze uğramıştı. Yargılananlar hakkında takipsizlik kararı verildi. Tecavüz zanlıları hakkında davacı olan Pozantı mağduru 4 çocuk ise, davalı duruma getirilerek müebbet hapis cezası istemiyle yargılandı.[103]

Dahası mı? Aktaralım:

  • Maltepe’de işkence iddiaları üzerine gittiği hapishanede darp edilen Av. Güray Dağ, çocuklara namaz ve dini toplantı dayatması yapıldığını, tekmilli sayım, dayak, süngerli oda ve tecrit gibi uygulamaların yürürlükte olduğunu belirtti.[104]
  • Maltepe Çocuk ve Gençlik Cezaevi’nde, koğuştakilerden gördüğü şiddet sonucu beyin kanaması geçiren 15 yaşındaki Onur Önal’ı ölüme götüren ihmaller zinciri dönemin cezaevi müdürü tarafından itiraf edildi. “Görevi ihmalden” yargılanan cezaevi eski müdürü Naci Yıldız’ın, Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığı’nın soruşturma raporuna giren ifadesine göre; cezaevinde yeterli güvenlik kamerası yok. Hiçbir personel kurumda isteyerek çalışmıyor. İdareci, uzman ve öğretmenler dahil hiçbir personel, çocuk ve ergen davranışları, çocuk psikolojisi konusunda eğitim almamıştı…

Yine Yıldız, çocuk cezaevlerinin “eğitim ve öğretime dayalı” kurumlar olduğuna dikkat çekerek, “Ancak, Maltepe Cezaevi’nin yapısı, personel durumu, işleyiş durumunun incelenmesinde, eğitim ve öğretime dayalı bir kurum olmadığı ortaya çıkmaktadır,” dedi.[105]

  • Pilavcı dükkânından 20 lira çaldığı için Silivri Cezaevi’nde kalan yüzde 75 zihinsel engelli M.Y, diğer mahkûmlar tarafından dövüldü ve sıcak suyla bacağı yakıldı. Oğlunun “sara hastalığı ile zihinsel engelli olduğunu” gösteren raporun ardından 12 gün sonra kendilerine haber verilmeden tahliye edildiğini söyleyen anne Nalan Y., “Çocuğu cezaevinde kaldığı süre boyunca her gün dövmüşler. Çıktığı günde sıcak suyla bacağından yakmışlar,” diye isyan etti.[106]
  • Dönemin Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, cezaevinde annesiyle kalmak zorunda olan, 4.5 yaşındaki atipik otizimli Poyraz Ali’ye verdiği sözleri unuttu. Poyraz Ali’nin annesi Zeynep Bakır’ın, “denetimli serbestlik” ve “infaz erteleme” taleplerinin tümü reddedildi. Poyraz Ali, şimdi de, tutuklu ve hükümlülere getirilen eşya sınırlaması gibi uygulamalardan etkileniyor.[107]

 III.5) DEVLET VE (C)EZAEVLERİ

 (C)Ezaevleri nüfusu rekor düzeyde artarken, burada kalan tutuklu ve hükümlüler yaşadıkları sorunlarla ilgili TİHEK’e, 2019’da 10’a yakın başvuruyu görüşerek karara bağladı. Ancak hiçbirinde ihlâl kararı çıkmadı;[108] devletin tutumunun özeti budur; hatta ötesidir..

Mesela dönemin TBMM Başkanı İsmail Kahraman, milletvekili Utku Çakırözer’in Silivri Cezaevi’nde başta gazeteciler olmak üzere tutuklu ve hükümlülerin yaşadığı tecrit ve diğer hak ihlâllerine ilişkin soru önergesini işleme koymadığı[109] gibi…

Bir veri daha: Adalet Bakanlığı, Türkiye’nin haksız bulunduğu ve tazminat ödediği davalara ilişkin açıkladığı 3 yıllık verilere göre, 2013 Haziran’ından Eylül 2016’ya AİHM kararlarıyla verilen tazminatların toplam miktarı 11 milyon 974 bin 531 avro oldu. Anayasa Mahkemesi tarafından 2016 Mart’ına kadar verilen ihlâl kararlarında ise, devlet 12 milyon 449 bin 730 TL tazminat ödedi. AİHM tarafından Türkiye aleyhine 2012’de 117, 2013’de 118, 2014’de 94 ve 2015’de 79 ihlâl kararı verildiği açıklandı.[110]

Birkaç somut veriyi de sıralarsak:

  • Adana E Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutuklu 5 çocuğa işkence yaptıkları ileri sürülen dört infaz koruma memuru hakkındaki soruşturma takipsizlik kararıyla bitti.[111]
  • Dönemin Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Maltepe Çocuk Cezaevi’ne giden bir avukatın müdür ve gardiyanlar tarafından darp edilmesini soran milletvekili Gamze Akkuş İlgezdi’ye, “Avukat kendi kendisini darp etmiş” yanıtını verdi.[112]
  • Adalet Bakanlığı, iki eli de olmayan hükümlü Ergin Aktaş’ın diğer mahkûmlara bomba eğitimi verebileceği gerekçesiyle Menemen R Tipi Cezaevi’nde tek kişilik hücrede tutulduğunu belirtti.[113]
  • Bakırköy Kadın Cezaevi’nde siyasi tutukluların koğuşları ateşe vermesiyle çıkan olaylar nedeniyle aralarında cezaevi hekimi Alp Çetiner’in de bulunduğu 4 kişi tutuklandı. Çetiner’in tutuklanma nedeni “Gizli tanık ifadesi ve mahkûmların kendisine şişe atmadığı” iddiası.[114]
  • Balıkesir L Tipi Ceza İnfaz Kurumu’nda adli hükümlü olarak kalırken diğer mahkûmlar tarafından işkence edilerek öldürülen Ulaş Yurdakul’un ölümüne ilişkin 8 görevliye “Görevi kötüye kullanmak” suçundan dava açılırken, 26 görevli hakkında takipsizlik kararı sürüyor. Soruşturmada hakkında takipsizlik kararı verilen 26 kişi hakkında hazırlanan Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü Baş kontrolörlüğü raporunun iddianamede delil olarak gösterilmesi dikkat çekti.[115]
  • Balıkesir Kepsut Cezaevi’nde diğer hükümlüler tarafından işkenceyle öldürülen Ulaş Yurdakul için açılan soruşturmada takipsizlik kararı verildi.[116]

 III.6) ÇİFTE STANDART(LAR)

 (C)Ezaevlerine ilişkin devlet tavrının bir başka boyutu da, alengirli, müphemlikten malûl çifte standart(lar)ıdır.

İşte defalarca okunması gereken gerçekler!

İlki: Antalya Başsavcı Vekili Gürkan Kütük ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın avukatı Ahmet Kürşat Köhle, yanında iki kadın ve bir erkekle Antalya L Tipi Cezaevi’ne “kayıt dışı” girerek, hükümlüsü Yüksel Uğurlu ile görüştü… Özel görüşme için göz retina okuma sistemi kapatıldı… Ziyarete ilişkin soruşturma yürüten savcılık, usulsüz girişi tespit etti ancak rüşvet iddiasına ilişkin delil bulunamadığı gerekçesiyle takipsizlik kararı verdi…

Savcılığın soruşturması kapsamında Antalya L Tipi Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü, 1 Mart 2019’da, olaya ve cezaevine giriş kurallarına ilişkin bilgi verdi. Yazıda, “Kurumumuzda genel işleyiş, kuruma gelen hükümlü tutuklu yakınları, avukat, noter veya savcılık izni ile ziyarete gelen kişilerin, ilgili belge veya nüfus cüzdanını ibraz etmesi koşuluyla kurumumuz ziyaret kabul biriminde göz retina kaydı yapılıp, kayıt oluşturularak kuruma girişi sağlanmaktadır. Olay tarihindeki Başsavcı Vekili Gürhan Kütük ve yanındaki şahısların kuruma girişleri esnasında, herhangi bir göz retina kaydı oluşturulmadığından, sistem merkez kamera kontrol biriminde görevli infaz ve koruma memuru M.Ş. tarafından devre dışı bırakıldı,” denildi.[117]

İkincisi: FETÖ soruşturmasında tutuklanan Ömer Faruk Kavurmacı, sağlık sorunları gerekçe gösterilerek tahliye edildi. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın damadı olan Kavurmacı’nın avukatlarının sağlık sorunlarını gerekçe göstererek tahliye talebinde bulunduğu, talebi değerlendiren nöbetçi Sulh Ceza Hâkimliği’nin de tahliye kararı verdiği belirtildi.[118]

Üçüncüsü: 1999’da önce okuduğu şiir yüzünden ceza alan Erdoğan için Pınarhisar Cezaevi yarı kapalı otele dönüştürülmüştü. 

Şiir okuduğu için tutuklanan şimdiki Cumhurbaşkanı Erdoğan için, çok büyük ayrıcalıklar yapılmıştı. 4 ay 10 gün hapis yatan Erdoğan’ın da konuşmasında dilinden düşürmediği cezaevi dönemine ilişkin arkadaşı Hasan Yeşildağ’ın anlatımıyla Hüseyin Besli’nin ‘Bir Liderin Doğuşu’ isimli kitabında yer alan ayrıntılar inanılacak gibi değil.

Erdoğan’ın yakın arkadaşlarından Hüseyin Besli’nin ‘Bir Liderin Doğuşu’ kitabında sayfa 224’te yer alan Hasan Yeşildağ’ın anlatımına göre Erdoğan’ın koşulları şöyleydi:[119]

  • Öncelikle Erdoğan ve beraberinde kalacağı Yeşildağ’ın hangi hapishanede yatacakları konusunda ihtimaller gözden geçirdiler. Erdek, Karamürsel, Çorlu, Akyazı derken, Pınarhisar Cezaevi kesinlik kazanır.
  • Hasan Yeşildağ, önceden gidip cezaevini gezer. Yapılacak işlerin bir listesini çıkarır.
  • Kendilerine tahsis edilen koğuşu bir güzel temizletir. Duvarları kâğıt kaplatır, zemine, boydan boya hâli döşetir.
  • Koğuşun elektrik ve sıhhi tesisatı yeniler. Sıcak su temini için şofben taktırır.
  • Koğuşun bahçeye ve koridora açılan kapılarını boyatıp yalnızca içeriden açılabilen ilave sürgüler yaptırır. Çatıya manyetik bariyerler, bahçeye elektronik sensörler yerleştirir.
  • Gerekli gördüğü kör noktalara kamera sistemi kurdurur.
  • Derin donduruculu büyük boy bir buzdolabı, çamaşır ve bulaşık makinesi, toplantı ve çalışma masaları, deri koltuklar, oturma grupları ve büyük ekran bir televizyonla, kalacakları koğuşu ve cezaevi kütüphanesini, sıkıcılıktan uzak bir yaşam ve çalışma alanına dönüştürürler. (Ödemeleri Erhan Şenol yapar.)
  • Bu arada öteki mahkûm ve gardiyanların hepsine de pantolon, gömlek, ayakkabı ve eşofman takımı alınır.[120]

Ne âlâ değil mi? Ama bu elbette birileri için!

 III.7) KEYFİ ZORBALIK

 O birilerinden olmayanlar için gündemde olan keyfi, kural tanımayan zorbalıktır; işte örnekleri!

  • Adalet Bakanlığı tarafından gönderilen “Gizli genelge” ile idare tarafından tutsaklara kısıtlamalar getirilmekte ve tutsaklara keyfi hücre cezaları veriliyor.[121]
  • Kars T Tipi Hapishanesi’nde bulunan 12 tutuklu kardan adama zafer işareti için yaptırdığı için ceza aldı. 12 tutukluya 12 günlük hücre cezası verildi.[122]
  • Tekirdağ 2 Nolu F Tipi Cezaevi’nde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını çekmekte olan Cemal Bozkurt adlı siyasi hükümlü, aynı cezayı almış birçok hükümlü 3 kişilik hücrelere alınmış olmasına rağmen hâlen tek kişilik hücrede tutuluyor.[123]
  • Milletvekili Gamze Akkuş İlgezdi, Edirne F Tipi Kapalı Cezaevi’nde bir mahkûmun sünnet olan çocuğu için kâğıttan yaptığı geminin idare tarafından “ya içinde gizli bir şey varsa” denilerek engellenmesi üzerine, hapishane koşullarında yapılan maket geminin “İçinde ne gibi gizli bir şey olabilir?” diye sordu.[124]
  • Silivri Cezaevi’nde mektup göndererek 3 arkadaşına yönelik gerçekleşen saldırıyı ve sorunlarını anlatan tutuklu Musa Kurt’un mektubu Mektup Okuma Komisyonu tarafından sansürlendi. Kurt’un sorunlarını yazdığı kısım üzerine kâğıt konularak kapatıldı.[125]
  • Ahmet Şık’a tutuklandıktan sonra götürüldüğü Metris Cezaevi’nde üç gün, “Musluktan suyu iç, orası temiz” denilmiş.[126]
  • ‘Çağdaş Hukukçular Derneği’ (ÇHD) ve ‘Halkın Hukuk Bürosu’ (HHB) avukatlarına yönelik dava kapsamında tutuklu Süleyman Gökten ve Engin Gökoğlu’na kitap ve dergi verilmiyor. Tekirdağ 1 Nolu T Tipi Cezaevi idaresi kitap yerine kitap kataloğu verdi.[127]
  • HHB’nda tutuklanan stajyer avukat Naim Eminoğlu’na 100 ay ziyaretçi görüşünden men cezası verildi. Eminoğlu, aynı soruşturmada tutuklanan ÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı ve avukat Yaprak Türkmen’in Silivri’de ağır tecrit koşullarında tutulduğunu, kendilerine gönderdikleri mektupların keyfi olarak verilmediğini ifade etti.[128]
  • ÇHD’nin açıkladığı cezaevi raporuna göre, şarkı söyleyen bir çocuk mahpusa ‘slogan attı’ denilerek disiplin cezası verildi.[129]
  • Dönemin HDP Parti Sözcüsü Ayhan Bilgen, tutuklu HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın gerçekleşen grup toplantısına göndermek istediği; ancak, keyfi olarak ulaştırılmayan mesajının sansürlü bir şekilde kendilerine ulaştığı vurgusuyla, “3 sayfalık mektuptan bir buçuk satır kaldı,” dedi.[130]

Hayır bu kadar da değil; dahası da var!

İHD Cezaevi Komisyonu avukatlarından Zeynep Ceren Boztoprak’ın, Türkiye’de yaklaşık 40 cezaevi gezdiklerinin altını çizerek, cezaevlerinde ihlâller had safhalara ulaştığı vurgusuyla, “Asgari haklar çok daha fazla kısıtlanmış durumda,”[131] diye ifade ettiği tabloda (c)ezaevlerindeki işkence, tecrit ve hak gaspları sıradanlaştı… “Nasıl” mı?

  • Şakran 4 No’lu T4 Kapalı Cezaevi’nde tutukluların darp edildiği iddia edilirken, Menemen T Tipi Cezaevi’nde odalara kamera yerleştirildi. Antalya L Tipi Cezaevi’ndeki tutsaklar ise ölümle tehdit edildiklerini açıkladı.[132]
  • Erzurum H Tipi Kapalı Cezaevi’nde aralarında ağır hasta tutsakların da olduğu 20 hasta tutsağa yönelik yapılan hak ihlâlleri işkence sınırını aştı.[133]
  • Konya E Tipi Cezaevi istif hâlinde yaşanan bir cezaevi. 15-20 kişilik koğuşlarda 50- 60 kişi, 6-8 kişilik koğuşlarda 20-25 kişi kalıyor. Yürürken sürtünmeden geçmek imkânsız. 50 kişinin kaldığı koğuşta bir banyo, bir tuvalet. Bir doğal ihtiyaç için bazen 1.5 saat sıra bekleniyor. Banyo ise dar mı dar. Sıcak su sürekli değil. Temizlik için fırça lazım ama fırçalar toplanmış. Bazı koğuşların duvarlarında aşırı rutubet ve akıntıdan dolayı küf ve mantar. Koğuşta çamaşır yıkama alanı yok. Buz gibi havada beton bahçede leğende. Açık görüşlerde el bilekleri damgalanıyor. Sıra numaraları tükenmez kalemle el bileğine yazılıyor.[134]
  • Diyarbakır Barosu Cezaevleri İzleme Komisyonu üyesi Öykü Çakmak, “cezaevleri hak ihlâlleri” raporunu açıklayıp, yaygın temel hak ihlâllerini şöyle sıraladı: Elazığ Kampüs Cezaevi başta olmak üzere bir kısım cezaevlerinde yaşanan fiziki ve psikolojik baskı, cinsel şiddet, kötü muamele ve işkence; sağlık hakkına erişimin engellenmesi; odalardaki ortak kullanım alanlarına kameraların yerleştirilmesi; düzenli olarak sıcak su ihtiyacının karşılanmaması; keyfi bir şekilde mevzuatta düzenlenen disiplin cezalarından daha ağır yaptırımların uygulanması; nakiller, hastane ve adliye gidiş gelişleri sonrasında çıplak arama dayatılması; hastanelerde kelepçe ile muayenenin zorlanması; iletişim ve görüş yasağı cezalarının yaygın uygulanması; kitap, dergi ve gazete yasakları.[135]

Burada duruyorum. (Hayır (c)ezaevlerindeki zulme ilişkin kadınlar, Kürtler, LGBTİ+, yasaklar, çıplak arama, tecrit, intihar, tek tip, baskı vd. konuları unutmuş değilim…)

  1. AYRIM: “NE YAPMALI”NIN YANITI: DİRENİŞ

 “Ne yapmalı”nın yanıtı için verilecek yanıtta ilk anımsanması gereken: Komünist ozan Georgi Cagarov’un, “Boyu iki adım hücrenin, eni de…/ Buzdan soğuk, kıvrıldığın saman./ Kolunu uzatırsın, duvar./ Başını kaldırırsın, tavan./ Ve engin kırlar var az ötende/ derin nehirler/ dağ dizileri…/ kanat sesleri gökte/ yurdun yani…/ Ve alıp uzaklara götüren yollar…/ Arkadaşlar var az ötende/ düşler/ deniz kıyıları… Ve sen/ savunabildin tüm bunları/ topu topu/ iki adımlık bir yerde,” dizelerinden; Ahmed Arif’in “Dayan kitap ile/ Dayan iş ile/ Tırnak ile, diş ile/ Umut ile, sevda ile, düş ile,” uyarısına uzanan ve asla unutulmaması gereken 19 Aralık’lı engin birikimimizdir; dik durmaktır; diz çökmeden diklenmektir!

“Dik durup, diklenmek” dedim.

Silivri Cezaevi’nde günlerce tek kişilik hücrede tutulun; televizyonu, radyosu, gazetesi, saati olmayan ÇHD Genel Başkanı avukat Selçuk Kozağaçlı, protesto sloganlarını, (“cezalandırılması” pahasına![136]) da tek başına attığını söylüyor.[137]

Edirne F Tipi Cezaevi’nde tutuklu Selahattin Demirtaş, dışarıdan gelen mektuplarıyla, kendisinin dışarıya gönderdiği mektupları okumakla görevli ‘Cezaevi Mektup Okuma Komisyonu’ üyelerine yazdığı mektupta, “Siz nasıl bir meslek seçmişsiniz kendinize? Milletin mektuplarını okumak ne ya!” diyor.[138]

Adana’daki Kürkçüler Açık ve Kapalı Cezaevi’nde çocuk tutuklu ve hükümlüler, yaşanan zulme kaşı koğuşta yatakları ateşe vererek yangın çıkardı.[139]

Toparlarsam: Bir tarla kuşu olup hâlâ başımızın üstünde uçan “Tarla Kuşu” Boby Sand[140] ile 19 Aralık’ımızın öğrettiklerini unutup/ unutturmadan; 

Hannah Arendt’in, “Bir insanı haksız yere içeri tıkan bir yönetimde, onurlu her insanın olması gereken yer cezaevidir”…

Maksim Gorki’nin, “Düşüncelerini önyargılar zincirinden kurtaranlar için hapishane diye bir şey yoktur”…

Fidel Castro’nun, “Bir katilin, bir hırsızın başbakan olduğu bir cumhuriyette, dürüst kişilerin yerinin ya mezar, ya cezaevi olduğunu anlayabilmek zor bir şey olmasa gerek”…

Selçuk Kozağaçlı’nın, Zannedilenin aksine, faşizmin bize yapabileceği en büyük kötülük canımızı veya özgürlüğümüzü değil, tanımlarımızı elimizden almaktır. İzin vermeyin. Mağdur değil, fail olun,”[141] sözlerini terennüm edin ısrarla ve zindansız bir dünya ütopyasından emin olarak…

N O T L A R

[1] 21 Aralık 2019’da ‘Wernike Korsakoflular’ ile eski ‘Mahpuslarla Dayanışma Girişimi’nce İstanbul’da düzenlenen “19-22 Aralık’ı Unutmadık, Unutturmayacağız” başlıklı etkinlikte yapılan konuşma… Kaldıraç, No: 222, Ocak 2020…

[2] “Saygı ve özlem ile anıyoruz.”

[3] Paul Hirst-Slavoj Zizek-Jean-Francois Kervegan-David Dyzenhaus-Jorge E. Dotti-Grigoris Ananiadis- Catherine Colliot-Thélène- Ulrich K. Preuss-Agostino Carrino-Carl Schmitt, Carl Schmitt’in Meydan Okuması, Derleyen: Chantal Mouffe, Çev: Hivren Demir Atay-Hakan Atay, İletişim Yay., Nisan 2019.

[4] Adam Smith, Milletlerin Zenginliği, Cilt:1-2, Çev: Haldun Derin, İş Bankası Kültür Yay., 2006.

[5] V. İ. Lenin, Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, Çev: Cemal Süreya, Sol Yay., 1969.

[6] V. İ. Lenin, Marksizmin Bir Karikatürü ve Emperyalist Ekonomizm, Çev: Yurdakul Fincancı, Sol Yay., 1979.

[7] aktaran: Aydın Engin, “Mapushane Mektubu Yağmurunda Sırılsıklam”, Cumhuriyet, 13 Ekim 2016, s.10.

[8] Bir Hapishane mektubundan, aktaran: Aydın Engin, “Biçilmiş Ot Kokusu”, Cumhuriyet, 29 Ağustos 2016, s.10.

[9] Her şey yazıldı!

[10] Michel Foucault, Hapishanenin Doğuşu, Çev: Mehmet Ali Kılıçbay, İmge Kitabevi Yay., 1992.

[11] Rahime Kesici Karakaş, 5 Noluda Kadın Olmak, Nas Yay., 2017; İrfan Babaoğlu, Auschwitz’den Diyarbakır’a 5’Nolu Cezaevi, Aram Yay., 2014; Bayram Bozyel, Diyarbakır 5 No’lu, İletişim Yay., 2013; Hasan Hayri Aslan, Diyarbakır 5 No’lu Cehenneminde Ölümden’de Öte Hakkında Bilgiler, Patika Kitap, 2015; Raşit Kısacık, İşkence ve Ölümün Adresi Diyarbakır Cezaevi, Ozan Yay., 2011; Kamber Akbalık, Kutsal WC Diyarbakır 5 Nolu Zindanı, El Yay., 2013; M. Sait Üçlü, Sarı Hüzün-Diyarbakır Zindan Öyküleri, Aryen Yay., 2017; Mehdi Zana, Diyarbakır 5 Nolu, Avesta Yay., 2004; Emine Gürsoy Naskali – Hilal Oytun Altun, Zindanlar ve Mahkûmlar, Babil Yay., 2006.

[12] Yeni nesil için pek bir anlam ifade etmeyen Sansaryan Han’ın, asıl ve eski adıyla Sanasaryan Hanı’nın Türk siyasal tarihindeki yerini anlatırken hanın mimarını anmadan geçmek olmazdı. Mimarlığı kadar sosyal yaşamla da yakından ilgili. Sporculuğu yanında siyasetle de içli dışlı olmuş. Meşruti Sosyalist Parti’nin kurucularından olan Hosvep Aznavuryan, kendi imzasını taşıyan Sansaryan Han’ın yıllar sonra Türkiye sosyalistlerinin kabus dolu günler geçireceği bir işkence merkezi olarak kullanılacağını aklına getirebilir miydi?

Rıfat Bali’nin “Tabutluklar, Sansaryan Han ve İki Emniyet Müdürü” adını taşıyan kitabında verdiği bilgilere göre, bir dönemin işkence merkezi olan Sansaryan Han denince akla “tabutluk” adı verilen ünlü hücreleri gelir. Sansaryan Han’ın zoraki konuklarının çoğu atıldıkları hücreleri “tabutluk” olarak adlandırsa da aslında tabutlukların sayısı sadece ikidir. Emniyet, “VIP hücreleri” olan tabutluklarda “mühim konuklar”ını ağırlardı. Şaka bir yana, diğer hücrelerinin de konforlu olduğu söylenemezdi ama yine de tabutluklarla kıyaslandığında beş yıldızlı sayılırdı. 

İçine bırakın boylu poslu birini, normal cüsseli bir insanın bile sığamayacağı kadar dar ve basık olan tabutluklarda en önemli işkence aracı olarak, dayanılması güç ısı yayan ve dehşetli bir baş ağrılarına neden olan ampuller kullanılıyordu. Rivayete göre, Nazi Almanyası’nda Gestapo tarafından sorgularda kullanılan bu ampuller, II. Dünya Savaşı sırasında Almanya’ya davetli olarak giden İstanbul Emniyet Müdürü Nihat Haluk Pepeyi tarafından Türkiye’ye getirilmişti. Tabutluklarda işkenceye maruz kalanların anılarında sözünü ettiği bu ampuller, kimine göre 1500 vatlık, bir başka rivayete göre ise 2000 vatlıklıktı. 

Tabutluklarda işkence araçları Nazi ürünü ampullerle sınırlı değildi elbet. Bir de duvara asılı demir halkalar vardı. Hücreye atılan tutuklunun bilekleri duvardaki bu halkalardan geçirilir ve ayakları yerden kesilirdi. Üstüne de cehennem sıcağı yayan ve beyni patlatacak kadar ağrı yapan ampulleri açtın mı işlem tamam. Zaten penceresiz ve kümes kadar olan hücrede kapalı kalmak başlı başına bir işkence iken yüksek Watt’lı ampullerin altında duvarda asılı kalmak da bonusu oluyordu herhâl. Sansaryan’ın iç planı ve hücreleri hakkındaki derin bilgiye orada geçici süre ikamet etmiş, sağdan ve sol siyasi tutukluların anılarını yayımlamaları sayesinde vakıf oluyoruz. Mihri Belli’nin lideri olduğu İlerici Gençler Birliği üyeleri 1945 yılında tutuklandıklarında Sansaryan Han’da gördükleri işkence nedeniyle İstanbul 1 No’lu Sıkıyönetim Mahkemesi’ne verdikleri dilekçede kendilerine işkence yapan sorumlular hakkında suç duyurusunda bulunurken, Sansaryan Han’ın ünlü hücrelerini de detaylı bir şekilde anlatmışlar. 

Bir mimar titizliği ile çizim yapar gibi verdikleri bilgilere göre Sansaryan Han’da toplam 36 hücre bulunuyordu. Bu hücrelerden 6’sı küçük de olsa bir penceresi bulunduğundan, diğerlerine oranla daha havadardı. Ancak ikisi hariç, diğer hücreler penceresizdi ve hava alacak herhangi bir deliği bile yoktu. Bu hücrelerin eni 1.20, uzunluğu 1.90, yüksekliği ise 2 metre kadardı. Tabutlukların eni 60, derinliği 40 cm, yüksekliği ise 1.80 santimdir. Tabutluklarda kalanlara ekmek ve su verilmezdi. Tabutluklar dışındaki hücrelerden lağım ve zehirli su akıtıldığı da pek çok tanık tarafından dile getirilmiştir. Müeyyet Boratav ve Ahmed Arif’in anılarında ise bazı hücrelerden sızan pis kokulu sıvı, idrar değil zehirli bir kimyasaldır. Yan tarafta bulunan fotoğrafhanede filmlerin banyo edildiği kimyasal sıvıların bitişikteki hücreye bilinçli olarak akıtıldığı görüşündedirler. Ahmet Arif anılarında kaldığı hücreye akıtılan bu sıvı nedeniyle bir ay sonra delirerek akıl hastanesine gönderildiğini anlatmıştır. Ruh sağlığı bozulan sadece Ahmed Arif değildir. Ünlü ressam Nuri İyem’in de sinir krizleri geçirdiği bilgisi yine Mihri Belli grubunun dilekçesinde yer alıyor.

Ahmet Demir, bir dönem adı korkuyla anılan müdürüdür Sansaryan’ın. Tek parti döneminin bu ünlü Emniyet müdürü, bizzat işkencelere katılması hakkında TBMM’de soru önergeleri verilmesine, basında çıkan yığınla eleştiriye rağmen Emniyet Genel Müdürlüğü’ne ve valiliğe terfi etmeyi başarmıştır. Siyasi tutuklular ondan; o da falaka, elektrikli manyeto ve kızılcık sopasıyla ıslah etmeye çalıştığı tescilli komünist ve ırkçılardan, hele de Aziz Nesin’den çok çekmiştir. Demir’le en çok uğraşan da Aziz Nesin olmuştur. Neredeyse her sayısı toplattırılan ve derginin kadrosunu oluşturan Nesin, Sabahattin Ali, Mim Uykusuz ve Rıfat Ilgaz’ı sırayla, bazen de topluca Sansaryan’da ağırlayan Ahmet Demir de derginin her sayısında bazen birinci bazen de iç sayfalarda ağırlanmıştır. Nesin, kendisine Sansaryan’a alındığında okkalı bir tokat atan Demir’den Marko Paşa’ya koyduğu ilanla rövanş almaya çalışmıştır: 

“İdaremiz için 1947-48 yılı ihtiyacı için 1800 kızılcık sopası cinsinden odun alınacaktır. 

Taliplerin, muhtelif boy ve numarada kızılcık sopalarıyla hususi ve gizli talimatı görmek üzere başvurmaları…

Emniyet Müdürü Ahmet Demir”

Marko Paşa’nın bir başka sayısında ise Aziz Nesin, Ahmet Demir’e şöyle sergileyecektir:

“Allah gecinden versin, eğer bir gün Ahmet Demir aramızdan ayrılırsa kelepçe, bukağı ve zincirle süslenecek ve ısırgan otundan çelenkle örtülecek olan mezar taşına, aramızdaki samimi münasebet dolayısıyla şu kıta tarafımızdan naçiz bir hediyedir:

Sopasından titredi millet/ Kazık atmağa etti niyet/ Kalmadı lakin kahpe dünya/ Gümledi giddi Demir Ahmet”

Ahmet Demir, sadece yaptığı işkencelerle değil yolsuzluk ve sahtecilik ithamlarıyla da basına konu olmuştur. Cüneyt Arcayürek 1967 yılında yazdığı bir haberde Emniyet Genel Müdürlüğü’nden emekli olduktan sonra avukatlık yapan Ahmet Demir’in Nasır Han ile ilgili olarak temyize giden davanın müvekkilinin lehine sonuçlanması için rüşvet verdiğini belgeleriyle kanıtlamıştı.

Parmaksız Hamdi’nin yardımcısı olan Komiser Rüşdü’nün soyadını kimse bilmiyor. O da Hamdi Özdemir gibi komünistler konusunda uzmanmış. Onunla ilgili en ilginç olayı Nihat Sargın, anılarını yazdığı kitapta anlatıyor. DP iktidarının sahneye koyduğu, ancak hiç hesap edemedikleri boyutlara ulaşan, adeta bir toplumsal cinnet hâlini alan 6-7 Eylül olayları dış dünyanın tepkisini çekince hükümet, gerçek suçluları korumak için suçu yıkacak birilerini aramaya koyulur. Tabii ilk akla gelen komünistler olur. Gerekli talimatlar verilir ve o gece evlerinden toplanan 50 komünist Sansaryan’a doldurulur. Sargın’dan dinleyelim:

“Birinci Şube’de o gece nöbetçi Başkomiser Rüşdü imiş. Kendisine 50 kişilik bir komünist listesi hazırlaması emredilmiş. O da, arayıp soracak, dosyaları karıştıracak kadar bile vakti yok, o anda aklına gelenlerden 50 kişiyi yazmış. Görev verilmiş, listedekilerin toplatılmasına başlanmış. O gece yarısından sonra Başbakan’ın emriyle alelacele hazırlanan liste bir âlem. Benim de içinde var aldığım bu listede, bir yıl önce ölmüş Celal Benneci’nin adını mı istersiniz, hâlen askerliğini yapmakta olan bir 46 tutuklusunu mu, kesin ayrılık sonucu bir bölümünün partiden attığı, aralarında selam sabahın bile olmadığı, değişik dönemlerin değişik kişilerini mi istersiniz, yoksa Sabahattin Ali’nin katlediliş olayına, ona bulduğu rehber (katil?) dolayısıyla adı karışan Berber Hasan’ı mı ya da hiçbir şeyden haberi olmadığı hâlde ne gibi hesapla olduğu bilinmez, listemize alınan, sonra da içeride intihara kalkışan genç sürücü mü istersiniz, asgarinin asgarisi ciddiyetten yoksun, alt alta yazılmış isimler listesi. Listedekilerin toplanışı da yazımından farklı değil. Sebati Selimoğlu’nu arıyorlar. Onun yerine buldukları oğlu İsmet’i getiriyorlar. Faik Muzaffer Amaç’la aynı büroyu paylaşan Esat Adil’i alıyorlar. Ne sakıncası olabilir ki? Maksat 50’yi doldurmak.”

“Kimler geldi kimler geçti hayatımdan” şarkısı tam da Sansaryan Han’ı anlatıyor. Sahi kimler gelip geçmişti bu karanlık hücrelerden? Nâzım Hikmet, Ahmed Arif, Abidin Dino, Aziz Nesin, Ece Ayhan, Nihat Sargın, Ruhi Su, Sıdıka Su, Mihri Belli, Sevim Tarı, Vedat Türkali, Şefik Hüsnü, Nuri İyem, Hasan İzzettin Dinamo, Rasih Nuri İleri, Sabahattin Ali, Attilâ İlhan, Müeyyed Boratav, Arif Damar, Demirtaş Ceyhun, Cihan Alptekin, Ömer Ayna gibi… pek çok siyasiyi ağırladı. Sansaryan Han üzerine muazzam bir edebiyat oluşmuştur. Şiirlere, anı kitaplarına, mizah yazılarına konu olan Sansaryan Han hakkında Abidin Dino, Attilâ İlhan, Nâzım Hikmet, Alpaslan Türkeş, Nihat Sargın, Vedat Türkali, Aziz Nesin, Ece Ayhan, Müeyyed Boratav, Sevim Tarı ve Demirtaş Ceyhun neler neler anlatmışlardı? (Miyase İlknur, “Bilseydi Yapar mıydı?”, Cumhuriyet, 4 Şubat 2012, s.8.)

[13] Baader-Meinhof Grubu olarak da bilinen Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF) kurucularından Ulrike Meinhof, 15 Haziran 1972’de Langenhagen’de yakalandığında “ön duruşmalarda” 8 yıl cezaya çarptırıldı. Almanya’nın en iyi korunan Stammheim hapishanesinde tam 4 yıl boyunca tecrit hücresinde tutuldu. Ön duruşmalarda 8 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 9 Mayıs 1976’da JVA Stuttgart-Stammheim’daki hücresinde “ölü bulunduğu”nda, birkaç kez ömür boyu hapis cezası istemiyle yargılanıyordu. Diğer RAF üyelerinin de bir kısmı sonradan hücrelerinde “ölü bulundu”!

Bunda “şaşırtıcı” olan bir şey yoktu! Çünkü “Açıktır ki başka türlü ilerleyemediklerinde silahlarına, göz yaşartıcı bombaya, el bombasına sarılacaklardır. Ve tabii ki, hapishaneler siyasal tutsaklar için ağırlaştırılacak, diyen Ulrike Meinhof şöyle haykıran bir komünistti:

“Sonunda dünyayı mutlaka değiştireceğiz… 

“Özgürlük ancak kurtuluş uğruna mücadele içinde mümkündür… 

“Son kertede gördük ki, dünya değiştirilmiyor. Aksine yıkılıyor… 

“Şunun veya bunun bana uymadığını söylersem protesto etmiş olurum. Direniş ise bana uymayan şeylerin olmasına meydan vermemem demektir… 

“Nereden geliyoruz? Ayrı ayrı bitişik evlerde izole olmaktan, beton varoş şehirlerden, hapishane hücrelerinden, yetimhanelerden ve özel ünitelerden, medyanın beyin yıkamasından, tüketicilikten, bedeni cezadan, şiddeti reddeden ideolojiden, depresyondan, hastalıktan, rezaletten, utançtan, insanların alçalmasından, emperyalizm tarafından sömürülen bütün bir halktan geliyoruz… “Köleler, özgür olmak isteyenlerden nefret ederler… 

“Kapitalizmin son demlerinin keyfini sür, nasıl olsa sosyalizm yakın…” (Ulrike M. Meinhof, Protestodan Direnişe, Çev: Levent Konca, Sel Yay., 2012. ve Jutta Dilfurth, Ulrike Meınhof, Çev: Saliha Nazlı Kaya, Agora Kitaplığı, 2010.)

[14] Süleyman Yılmaz Bulduruç, “Hukuk İdeolojisi ve Hapishaneler”, 31 Temmuz 2015… https://komunizminguncelligi.wordpress.com/2015/07/31/hukuk-ideolojisi-ve-hapishaneler-suleyman-yilmaz-bulduruc/

[15] Örneğin Bakırköy 13. Ağır Ceza mahkemesindeki yargılamanın 28.12.2017 tarihli celsesinde Ankara Jandarma Komando Özel Asayiş Birliği komutanı olan sanık Yusuf Burhan Ergin sorgusunda “Hayata Dönüş” harekâtlarının emrinin dönemin İçişleri ve Adalet Bakanlığı tarafından verildiğini beyan etmiştir.

[16] Dönemin Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü Ali Suat Ertosun harekât öncesinde gazetelerde F tipi hapishanelerle ilgili çıkan haberlere yönelik rahatsızlığını “bazı gazeteler F Tipleri ile ilgili haberlerle teröristlere hizmet ediyor,” diyerek dile getirmiştir. (26 Eylül 2000. Ankara Hilton Otelde düzenlenen “Cezaevi Personeli Eğitimi ve İnsan Hakları” konulu toplantıdaki konuşmasından.)

[17] “Hayata Dönüş” harekâtları sürerken 19 Aralık 2000 günü akşam saatlerinde A TV’ye konuşan Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk “Asıl amaç ölüm oruçlarını bitirmek değil, devletin otoritesini sağlamaktır,” demiştir.

[18] Güçlü Sevimli, “… ‘Hayata Dönüş’ ve Hapishaneler Gerçeği”, Cumhuriyet, 16 Ekim 2018, s.2.

[19] Zehra Özdilek, “Katliam Sonrası Boğaz’da Keyif”, Cumhuriyet, 17 Ekim 2018, s.9.

[20] “Hayata Dönüş Sanığı: Emri Savcı ve Jandarma Komutanı Verdi”, Cumhuriyet, 23 Mart 2017, s.14.

[21] Canan Coşkun, “12 İnsanın Öldüğü Operasyon”, Cumhuriyet, 24 Mart 2017, s.11.

[22] Ercan Jan Aktaş, “19 Aralık’ta Neler Olmuştu”, Taraf, 19 Aralık 2013, s.12.

[23] Damla Güler, “… ‘Hayata Dönüş’ İçin 2 Ay Önceden Keşif”, Milliyet, 10 Temmuz 2014, s.27.

[24] Canan Coşkun, “Kansız Sonuçlanmaz”, Cumhuriyet, 10 Temmuz 2014, s.7.

[25] Elçin Yıldıral, “… ‘Hayata Dönüş’ İçin 2 Ay Önce Keşif Yapılmış: Kansız Olmaz!”, Birgün, 10 Temmuz 2014, s.6.

[26] Elçin Yıldıral, “Katliamın Ana Planları”, Birgün, 10 Şubat 2014, s.6.

[27] Canan Coşkun, “Hayata Böyle Döndürmüşler!”, Cumhuriyet, 10 Şubat 2014, s.8.

[28] 1917’de Büyük Britanya’ya karşı bağımsızlık talepleri için açlık grevine başvuran İrlandalı cumhuriyetçiler, zorla besleme yöntemiyle karşılaştı. Bu süreçte ölen mahkûm Thomas Ashe tarihe geçen isim oldu. 

Ekim 1920’de 94 güne varan açlık grevinde 13 kişi daha hayatını kaybetti. 

1923’te İrlanda Sivil Savaşı bitince 8 bin IRA üyesi mahkûm, Özgür İrlanda Devleti için açlık grevine başladı. 

1949’da İrlanda olarak, Britanya’dan tam bağımsızlığını ilan etti. 1981’de IRA’nın efsane ismi Bobby Sands’in öncülüğünde süresiz ve dönüşümlü açlık grevi başladı. Amaçları, savaş esiri kabul edilip hapishanedeki diğer suçlulardan farklı değerlendirilmeleriydi. Britanya’nın çabaları toplumsal desteğin artmasına engel olamadı. 1998’e kadar IRA’nın silahlı mücadelesi devam ederken, 2005’te silahsızlanma çağrısı yapan bağımsız komisyon kuruldu. 2007’de Britanya kolluk kuvvetlerini bölgeden çekti. 

Açlık grevlerinin öteki çarpıcı örneklerine gelince:

Şili’de özerklik isteyen Mapuçe yerlilerinin terör yasası kapsamında mahkûm edilmeleri sebebiyle açlık grevi yapan mahkûmların protestosu 60 gün sürdü. 3 kişi öldü, bir kısmı zorla beslendi, bir kısmı ise sınır dışı edildi. 

İsrail’de Eritreli mülteciler “sınırsız mahkûmiyet” kanununa karşı çıkarak toplu açlık grevine gittiler.

Yunanistan’da 300 göçmen, artan ayrımcılık nedeniyle kamuya açık alanda açlık grevi yaptı. 

Afrika kökenli tecavüze karşı kadın platformunun desteklediği 100 kadının katılımıyla İtalya’nın başkenti Roma’da Avrupa’nın en büyük gözaltı merkezi olan Yarl’s wood göçmen geri gönderme kampında 3 kişinin öldüğü açlık grevi düzenlendi. 

Türkiye’de F Tipi cezaevlerine karşı cezaevlerinde yapılan ve toplam 122 siyasi tutuklunun yaşamını yitirdiği 1999-2000 yıllarındaki ölüm oruçlarını ve 2012’deki açlık grevini yakından takip eden ve bu konuda deneyim sahibi olan Türk Tabipler Birliği (TTB) Merkez Konseyi üyesi ve TTB İnsan Hakları Kol Sorumlusu Op. Dr. Samet Mengüç, “Acı ama açlık grevleri konusunda en deneyimli ülkelerden biriyiz,” dedi. (Zeynep Kuray, “Cezaevlerinde B1 Vitamini Vermeyenler Suç İşliyor”, Birgün, 15 Şubat 2019, s.7.)

[29] “Hazırlıklar Öldürmek İçinmiş”, Cumhuriyet, 8 Mayıs 2015, s.13.

[30] “Hayata Dönüş Operasyonunun 16. Yılı”, Cumhuriyet, 20 Aralık 2016, s.14.

[31] Yüksel Koç, “Ben Emirleri İcra Ettim”, Milliyet, 7 Mayıs 2015, s.16.

[32] Sevdiye Ergürbüz – Öykü Dilara Keskin, “Diri Diri Yaktılar Teslim Alamadılar”, Gündem, 19 Aralık 2013, s.6.

[33] Canan Coşkun, “Kahkahalarla Katlettiler”, Cumhuriyet, 19 Aralık 2013, s.11.

[34] Hilal Köse, “Asıl Şimdi Hayata Döndü”, Cumhuriyet, 21 Haziran 2015, s.9.

[35] “… ‘Ölüm Operasyonu’ 18 Yıldır Aydınlatılmadı”, Yeni Yaşam, 19 Aralık 2018, s.5.

[36] Yüksel Koç, “… ‘Hayata Dönüş’te İki Dosya Birleşti”, Milliyet, 15 Ekim 2015, s.21.

[37] Hilal Köse, “18 Yıl Sonra ‘Kimyasal Yok’…”, Cumhuriyet, 3 Mayıs 2018, s.12.

[38] Bayrampaşa Cezaevi’nde, 12 kişinin ölümüyle sonuçlanan “Hayata Dönüş” harekâtı sırasında görevli Eyüp Cumhuriyet Savcısı İhsan Demirel’e, “görevinin gereklerine aykırı hareket etmek” ve “görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstermekten” dava açıldı. Savcının TCK 257. maddesi uyarınca beş yıla kadar hapsi isteniyor. (“… ‘Hayata Dönüş’ün Savcısına ‘Faili Meçhul’den Yargılama”, Birgün, 28 Ocak 2014, s.7.)

Yargıtay 5. Ceza Dairesi, 32 kişinin öldüğü cezaevlerine yönelik “Hayata Dönüş” harekâtıyla ilgili yürüttüğü soruşturmayı 11 yılda sonuçlandıramadığı gerekçesiyle yargılanan Cumhuriyet Savcısı Ali İhsan Demirel’e “görevi ihmal” suçundan verdiği 1 yıl hapis cezasının gerekçesini açıkladı. Sanığın dosyayı suç tarihi olan 2000 tarihinden bu yana etkin soruşturma yapmayarak mağdur olan tarafların daha fazla mağduriyetine neden olduğunu belirtip, “Devlet yetkilileri tarafından işlediği iddia edilen kanunsuz öldürmelerin soruşturmasının etkili olabilmesi için, soruşturmadan sorumlu ve soruşturmayı yürüten kişilerin hem hukuken hem de uygulamada bağımsız ve tarafsız olması gerekir” mesajını verdi. (Alican Uludağ, “Yargıtay’dan ‘Tufan’ Gibi Gerekçe”, Cumhuriyet, 21 Mayıs 2015, s.11.)

“Hayata Dönüş” harekâtıyla ilgili soruşturmayı geciktiren İstanbul Cumhuriyet Savcısı Ali İhsan Demirel’e, “görevi kötüye kullanmak”tan 1 yıl hapis verildi. Ertelenmeyen ve hüküm açıklaması geri bırakılmayan ceza Yargıtay Ceza Genel Kurulu onaylarsa savcı hapse girecek. (Kemal Göktaş, “… ‘Hayata Dönüş Operasyonu’ Savcısı Cezaevine Girecek”, Milliyet, 9 Nisan 2015, s.17.)

Anayasa Mahkemesi, Ulucanlar Cezaevi’ne 10 kişinin katledildiği “Hayata Dönüş” harekâtında konusunda devleti mahkûm etti. ‘161 jandarma hakkında açılan davanın 15 yıl 8 aydır sonuçlanmaması nedeniyle hak ihlâli kararı verdi. (Alican Uludağ, “Ulucanlar’da Devlet Mahkûm”, Cumhuriyet, 9 Ağustos 2015, s.7.)

Anayasa Mahkemesi, Ulucanlar Cezaevineki harekâtta yakınlarını kaybeden kişilerin bireysel başvurusunu inceleyerek, manevi tazminat ödenmesine hükmetti. Resmi Gazete’de yayımlanan kararda, 26 Eylül 1999’da Ulucanlar Cezaevinde güvenlik görevlilerince yapılan ve kamuoyunda da “Hayata Dönüş”te bazı mahkûmların yaşamını yitirdiği hatırlatıldı. (Oya Armutçu, “AYM’den Flaş ‘Hayata Dönüş’ Kararı”, Hürriyet, 9 Ağustos 2015, s.14.)

[39] “… ‘Hayata Dönüş’ Çilesi Bitmedi”, Cumhuriyet, 8 Temmuz 2014, s.6.

[40] Doğu Eroğlu, “Bir Kolumu Aldınız, Ötekinin Peşini Bırakın”, Birgün, 2 Ağustos 2013, s.8.

[41] Damla Güler, “O İsimler 14 Yıl Sonra Dosyada!”, Milliyet, 9 Temmuz 2014, s.24.

[42] Elçin Yıldıral, “… ‘Operasyona’ Katılan Birliğin Listesi Savcılıkta”, Birgün, 9 Temmuz 2014, s.9.

[43] İsmail Saymaz, “Kayıp Mermiler 14 Yıl Sonra Ortaya Çıktı”, Radikal, 11 Şubat 2014, s.16-17.

[44] “… ‘Hayata Dönüş’ Davalarında Zaman Aşımı Uyarısı”, Özgürlükçü Demokrasi, 17 Aralık 2016, s.10.

[45] “Değişen Bir Şey Yok: Hayata Dönüş Operasyonlarında Öldürülenler Anıldı”, Cumhuriyet, 20 Aralık 2017, s.11.

[46] Ayça Söylemez, “… ‘Hayata Dönüş Operasyonu’ Ümraniye Davasında Yargılanan Askerlere Beraat”, BİA Haber Merkezi, 3 Aralık 2019… http://bianet.org/bianet/insan-haklari/216628-hayata-donus-operasyonu-umraniye-davasinda-yargilanan-askerlere-beraat

[47] Sibel Bahçetepe, “Prof. Hamzaoğlu: İnsanlık Dışı”, Cumhuriyet, 25 Temmuz 2018, s.7.

[48] Sibel Bahçetepe, “Aydınlar: Nazi Toplama Kampı’ndan Çıkmış Gibi Hissettim”, Cumhuriyet, 6 Eylül 2018, s.6.

[49] Seyhan Avşar, “78’liler Girişimi Sözcüsü ve HDP üyesi Celalettin Can: Sistemli Yalnızlaştırma”, Cumhuriyet, 29 Haziran 2018, s.9.

[50] Şafak Pavey, “Cezaevi Artık ‘Eza’evi”, Cumhuriyet, 16 Mayıs 2017, s.14.

[51] Figen Atalay, “Annem, Babam Ne Zaman Gelecek?”, Cumhuriyet, 16 Eylül 2016, s.2.

[52] Selahattin Gökatalay, “16 Yılda 3 Bin 432 Tutuklu ve Hükümlü Öldü”, Cumhuriyet, 6 Kasım 2017, s.7.

[53] Canan Coşkun, “Silivri Kitap Fakiri Çıktı”, Cumhuriyet, 20 Kasım 2016, s.10.

[54] Canan Coşkun, “Açık Görüşe ‘Harem-Selamlık’ Uygulaması”, Cumhuriyet, 17 Eylül 2016, s.6.

[55] “Diyarbakır: Gardiyana Değil, Darp Edilen Çocuğa Ceza”, Yeni Yaşam, 14 Kasım 2018, s.5.

[56] “Cezaevi Kantini Fiyatları Lüks Semtlerle Yarışıyor”, Evrensel, 9 Eylül 2019, s.3.

[57] Melike Ceyhan, “Cezaevlerinde Sömürü Düzeni”, Yeni Yaşam, 7 Kasım 2018, s.5.

[58] Aslı Erdoğan, “Quis Hic Locus”, Gündem, 15 Temmuz 2016, s.3.

[59] “Türkiye’de Kişi Başına Düşen Polis Sayısı Belli Oldu!”, 13 Aralık 2019… http://direnisteyiz27.org/turkiyede-kisi-basina-dusen-polis-sayisi-belli-oldu/

[60] Adalet Bakanlığı’nın 2016 Faaliyet Raporu, devletin daha çok sayıda yurttaşını cezaevine gönderme öngörüsünü yansıtıyor. Adalet Bakanlığı, sadece 2017 Ağustos’un da toplam beş ayrı cezaevini 21/b’ye göre pazarlık usulüyle verdi. Bakanlığın, mayısta iki, temmuzda üç “iş”le birlikte, pazarlığını yapıp tamamladığı yeni yaptırılacak 10 cezaevinin listesi şöyle:

Elmalı 103.5 milyon TL Aras İnşaat… Sakarya 186.5 milyon TL Gürbağ İnşaat Gerede 94.3 milyon TL Arıtürk İnşaat… Aziziye 197.8 milyon TL Alke İnş.-Sibar Yapı… Van Erciş 89.8 milyon TL Cemiloğlu İnş.- Yörük Yapı İnş… Sarıçam 385 milyon TL Akar Müşavir ve Diy-Mar İnşaat… Konya Ereğli 291.5 milyon TL Kur İnşaat – SMS İnşaat… Akdağmadeni 36 milyon TL Zen Grup Müh… Tokat- Zile 35.1 milyon TL Arıkan İnşaat… Bodrum 83.5 milyon TLM Atay Taah. Kuyum. -Özbalkan Petrol…

2017 Haziran’ından beri sayıları 10’u bulan yeni cezaevi projelerinin “adrese teslim” toplam bedeli 1.5 milyar TL’yi geçiyor. (Bu listede yer almayan ve KKTC ile imzalanmış özel protokole göre pazarlığı yapılmış KKTC Cezaevi’ni de Metro Mühendislik ile Zen Grup, 74.4 milyon TL’ye aldı.) (Çiğdem Toker, “İki Buçuk Ayın ‘Davetli İhale’ Bilançosu 5.9 Milyar TL”, Cumhuriyet, 13 Ağustos 2017, s.8.)

AKP iktidarı 15 Temmuz darbe girişiminin ardından, devletin cezaevleri yaptırma sürecini mali, hukuki ve teknik açıdan kolaylaştırdı… Hâl böyle olunca, Türkiye’nin dört bir yanında, yeni cezaevi projeleri hızla artıyor. Verilere göre Adalet Bakanlığı, 2017’nin Mayıs’ından beri, toplam 20 il ve ilçede cezaevi pazarlığı yaptı. Ortalama 2-3 yıl süreceği öngörülen her bir cezaevi için müteahhitler belirlendi. 

Bu ihalelerin toplam tutarı -yaptığım hesaplamalara göre- 3.5 milyar TL’yi buluyor. Verileri, ihâlenin yapıldığı yerlere göre aylık olarak paylaşayım: Mayıs: Elmalı, Sakarya (290 milyon TL)… Temmuz: Gerede, Aziziye (Erzurum), Van Erciş (381.9 milyon TL)… Ağustos: Sarıçam, Ereğli, Akdağmadeni, Tokat, Bodrum, Küpçüler, Kırşehir, Aksaray (1 milyar 839 milyon TL)… Eylül: Foça, Elbistan, Manavgat, Silivri, İzmir, Samsun, Çorlu (930.9 milyon TL)… 

Pazarlığı sonuçlanan 20 cezaevi arasında; Aksaray Ceza ve İnfaz Kurumu, 519 milyon TL ile ihale bedeli en yüksek olan cezaevi. Projeyi Varyap İnşaat-Sibar yapı ortaklığı yapacak. Aksaray’ı, 385 milyon TL ile Sarıçam, 358.5 milyon TL ile de Çorlu cezaevleri izliyor. (Çiğdem Toker, “Cezaevi Yaptırmak Kolaylaşırken”, Cumhuriyet, 20 Eylül 2017, s.8.)

[61] “CHP’li Ağbaba: Cezaevlerindeki Artış ‘Ürkütücü’, Kapasite Fazlası 22 Bin Mahkûm”, Cumhuriyet, 31 Ekim 2017, s.12.

[62] “Beş Yılda 193 Yeni Hapishane Yapılacak”, 27 Mart 2019… http://kizilbayrak42.net/ana-sayfa/guendem/haber/-/bes-yilda-193-yeni-hapishane-yapilacak/

[63] “187 Bin Kişi Hapiste”, Cumhuriyet, 9 Temmuz 2016, s.10.

[64] “2018’de En Çok Hırsızlık Suçu İşlendi; Cezaevi Mevcudu 265 Bine Ulaştı”, 14 Aralık 2019… http://www.soldefter.com/2019/12/14/2018de-en-cok-hirsizlik-sucu-islendi-cezaevi-mevcudu-265-bine-ulasti/

[65] “AKP ile Birlikte Cezaevleri Doldu Taştı”, 5 Ağustos 2019… https://ilerihaber.org/icerik/akp-ile-birlikte-cezaevleri-doldu-tasti-101528.html

[66] Remzi Budancir, “Hapishaneler, ‘İnsan Hakları İhlâl Merkezlerine’ Dönüştürüldü”, 12 Aralık 2019… https://www.gazetepatika11.com/hapishaneler-insan-haklari-ihlal-merkezlerine-donusturuldu-50839.html

[67] “11 Bin Kapasitelik Silivri Hapishanesi’nde 22 Bin 781 Kişi Kalıyor”, 8 Kasım 2019… https://gazeteyolculuk.net/11-bin-kapasitelik-silivri-hapishanesinde-22-bin-781-kisi-kaliyor

[68] İsmail Arı, “Bin Kişilik Cezaevinde Bin 600 Kişi Kalıyor”, Birgün, 17 Kasım 2019, s.7.

[69] Tugay Bek, “Orhan Miroğlu’ya Açık Mektup: Cezaevlerinde İşkence Sürüyor”, Evrensel, 22 Aralık 2017, s.3.

[70] Müjdat Can, “Konuşmayan Tutuklu İşkenceyi Yazarak Anlattı”, Yeni Yaşam, 19 Ağustos 2019, s.5.

[71] “Herkese Söyleyin İşkence Yapıyorlar”, 4 Ekim 2016… http://www.denghaber.com/gundem/herkese-soyleyin-iskence-yapiyorlar-h747.html

[72] “Cezaevi Müdürü: İz Bırakmayın”, Özgürlükçü Demokrasi, 22 Ekim 2016, s.10.

[73] Seyhan Avşar, “Görüş Talebine İşkenceli Yanıt”, Cumhuriyet, 1 Ocak 2019, s.10.

[74] Hilal Köse, “İnsan Hakkı Öldü”, Cumhuriyet, 2 Eylül 2017, s.11.

[75] “Cezaevinde Şiddete Suç Duyurusu”, Cumhuriyet, 30 Aralık 2017, s.11.

[76] Seyhan Avşar, “Yargıç Önünde Dayak”, Cumhuriyet, 9 Aralık 2017, s.10.

[77] Alican Uludağ, “Avukata 14.5 Saatlik Yolculuk İşkencesi”, Cumhuriyet, 22 Ocak 2019, s.12.

[78] “Tokat Cezaevi’nde Tutuklular Darp Edildi”, Yeni Yaşam, 12 Aralık 2018, s.5.

[79] Ali Açar, “İşkence de Olağanüstü”, Cumhuriyet, 11 Ağustos 2016, s.6.

[80] “Gardiyanlar Tutsaklara Saldırdı!”, Özgürlükçü Demokrasi, 21 Kasım 2016, s.10.

[81] “Tutsağa Sürgün Sırasında”, Özgürlükçü Demokrasi, 21 Kasım 2016, s.10.

[82] “Van M Tipi’nde İşkence İddiası”, Evrensel, 7 Aralık 2016, s.4.

[83] “Hasta Tutukluların Prosedür Çilesi: Revire Çıkmaları 3 Haftayı, Hastaneye Gitmeleri 3 Ayı Bulabiliyor”, 4 Aralık 2019… https://www.independentturkish.com/node/99696/haber/hasta-tutuklular

[84] Hamdullah Kesen, “Hasta Tutuklu Yıllardır Tedavi Edilmiyor”, Yeni Yaşam, 6 Haziran 2019, s.5.

[85]Alican Uludağ, “Göz Göre Göre Ölüme Gidiyor”, Cumhuriyet, 10 Kasım 2019, s.6.

[86] Hamdullah Kesen, “Yatağa Bağımlı Ama ‘Tehlikeli’…”, Yeni Yaşam, 17 Ocak 2019, s.5.

[87] Canan Coşkun, “Devlet, Avcı’yı Öldürmekte Israrlı”, Cumhuriyet, 6 Temmuz 2016, s.6.

[88] “Hasta Tutukluya AİHM Kararına Rağmen Diyet Yemek Engeli”, Evrensel, 13 Şubat 2019, s.3.

[89] Hilal Köse, “Ceza Değil Korku Evi”, Cumhuriyet, 6 Eylül 2017, s.6.

[90] “AİHM’den Türkiye’ye İşkence Cezası”, Yeni Yaşam, 21 Şubat 2019, s.5.

[91] Hilal Köse, “Cezaevlerindeki Hasta Mahpuslar Ölüme Terk Ediliyor”, Cumhuriyet, 5 Şubat 2018, s.11.

[92] “Hasta Tutuklu Vefat Etti”… https://www.gazeteduvar.com.tr/turkiye/2019/12/03/hasta-tutuklu-vefat-etti-2

[93] “Ölüm Evlerinin Bir Günlük Bilançosu”, Yeni Yaşam, 8 Kasım 2018, s.5.

[94] Alican Uludağ, “Cezaevi Aracı Tabutu Oldu”, Cumhuriyet, 27 Ocak 2018, s.10.

[95] “Tutuklu HDP’li Vekil Encü Kelepçeyi Reddetti, Hastaneye Gidemedi”, Cumhuriyet, 31 Ekim 2017, s.4.

[96] Zeynep Kuray, “Babamın Cezaevinde Ölmesini İstemiyorum”, Birgün, 25 Aralık 2016, s.4.

[97] “Yamaç Tedavi Edilmiyor!”, Gündem, 15 Temmuz 2016, s.5.

[98] Hamdullah Kesen, “Kayseri 2 Nolu T Tipi: Hastalar Ölüme Terk Ediliyor”, Yeni Yaşam, 4 Ocak 2019, s.5.

[99] “Annesiyle Hapiste 780 Çocuk Var”… https://www.gazeteduvar.com.tr/turkiye/2019/12/01/annesiyle-hapiste-780-cocuk-var/

[100] Sebahat Karakoyun, “3 Ayda 108 Çocuk Daha Cezaevine Mahkûm Edildi”, Birgün, 15 Ağustos 2017, s.6.

[101] İsmail Arı, “205 Kişilik Hapishanede Bin 428 Disiplin Cezası”, 14 Kasım 2019… https://gorulmustur.org/icerik/205-kisilik-hapishanede-bin-428-disiplin-cezasi

[102] Hilal Köse, “Çocuk Mahpuslara Eziyet”, Cumhuriyet, 20 Kasım 2017, s.11.

[103] Hilal Tok, “Komisyon ‘Yeni Çocuk Cezaevleri Açma’ Derdinde”, Evrensel, 6 Kasım 2016, s.5.

[104] “Çocuk Hapishanesindeki İşkence”… http://sendika10.org/2016/10/cocuk-hapishanesinde-namaz-kilmayana-dayak/

[105] “Cezaevi İtirafları”, Cumhuriyet, 9 Temmuz 2016, s.10.

[106] Ali Açar, “Engelliye İşkence… Her Gün Dövüldü Sıcak Suyla Haşlandı”, Cumhuriyet, 9 Temmuz 2016, s.10.

[107] “Poyraz’a Verdiğiniz Sözleri Tutun”, Cumhuriyet, 25 Temmuz 2016, s.3.

[108] Alican Uludağ, “TİHEK Cezaevlerini Akladı”, Cumhuriyet, 12 Ağustos 2019, s.8.

[109] Alican Uludağ, “Soru Yasak Gözaltı Serbest”, Cumhuriyet, 24 Aralık 2016, s.13.

[110] Birkan Bulut, “Hak İhlâlinde Ceza Üstüne Ceza Yağmış”, Evrensel, 29 Eylül 2016, s.3.

[111] Hilal Köse, “5 Çocuğa İşkenceye Takipsizlik: Mahkeme De Şiddeti Görmedi”, Cumhuriyet, 13 Haziran 2017, s.7.

[112] Hüseyin Şimşek, “Adalet Bakanı’ndan Skandal Yanıt: Avukat Kendi Kendini Darp Etti”, Birgün, 2 Şubat 2017, s.3.

[113] Seyhan Avşar, “Adalet Bakanlığı’na Tecrit Davası”, Cumhuriyet, 25 Şubat 2017, s.10.

[114] Seyhan Avşar, “… ‘Şişe Atılmadı’ Diye Cezaevi Hekimini Tutukladılar”, Cumhuriyet, 10 Ağustos 2016, s.5.

[115] Zehra Özdilek, “Yurdakul’un Ölümüne İlişkin 8 Kişiye Dava”, Cumhuriyet, 26 Temmuz 2018, s.7.

[116] “Devlet Yine Seyirci Kaldı”, Cumhuriyet, 30 Aralık 2017, s.11.

[117] Alican Uludağ, “Esrarengiz Ziyaret”, Cumhuriyet, 8 Eylül 2019, s.6.

[118] “Kadir Topbaş’ın FETÖ’den Tutuklu Damadı Tahliye Edildi”, Cumhuriyet, 5 Mayıs 2017, s.6.

[119] Hüseyin Besli, Bir Liderin Doğuşu Recep Tayip Erdoğan, Yeni Türkiye Yay., 2014.

[120] “Bu Neyin Adaleti?”, Cumhuriyet, 19 Ocak 2016, s.10.

[121] “Baskılar Had Safhada”, Gündem, 28 Temmuz 2016, s.5.

[122] “Kars 1 Nolu T Tipi Cezaevi: Kardan Zafer İşaretini Kim Yaptı?”, Yeni Yaşam, 20 Şubat 2019, s.5.

[123] Zehra Özdilek, “Tecrit, İşkence, Yasak”, Cumhuriyet, 19 Şubat 2018, s.11.

[124] “… ‘Yasaklı Kâğıttan Gemi’ Meclis Gündeminde”, Birgün, 3 Mayıs 2017, s.3.

[125] Zehra Özdilek, “Sansür İşkenceyi Silemedi”, Cumhuriyet, 4 Kasım 2018, s.7.

[126] Canan Coşkun, “Metris’te Su Eziyeti”, Cumhuriyet, 6 Ocak 2017, s.10.

[127] Canan Coşkun-Sinan Tartanoğlu, “Yasakta Son Nokta: Kitap Yerine Kitap Katalogları Verildi”, Cumhuriyet, 21 Ağustos 2018, s.5.

[128] “100 Ay Görüş Yasağı”, Cumhuriyet, 19 Haziran 2018, s.10.

[129] “Mahpusa ‘Slogan Attı’ Gerekçesiyle Disiplin Cezası”, Cumhuriyet, 16 Şubat 2018, s.11.

[130] “Demirtaş’ın Mektubu Sansürlendi…”, Cumhuriyet, 25 Kasım 2016, s.5.

[131] Seyhan Avşar, “İşkence Yapmayana FETÖ’cü Suçlaması”, Cumhuriyet, 2 Eylül 2017, s.11.

[132] “Cezaevlerinde İhlâl Alarmı”, Özgürlükçü Demokrasi, 24 Şubat 2017, s.10.

[133] “Cezaevleri İşkence Merkezi Oldu”, Özgürlükçü Demokrasi, 5 Ekim 2016, s.10.

[134] Çiğdem Toker, “Adalet Devletin Temelidir, Dünyevi Mülkün Değil”, Cumhuriyet, 14 Ocak 2018, s.8.

[135] “Diyarbakır Barosu, Cezaevleri Hak İhlâlleri Raporunu Açıkladı”, Cumhuriyet, 18 Kasım 2017, s.10.

[136] “Slogan atma suçu! Savunmasıyla uğraştığım soruşturmanın konusu ‘tek tip elbise!’ Nasıl yani; daha yönetmelik çıkmadı. Önden rüzgârı geldi işte bize… Suçlama özet olarak şöyleydi: ‘Çarşamba günü saat on birde, iki dakika boyunca, tek tip elbise giymeyiz, diye slogan atmışsın.’ Tanımda birkaç önemli düzeltme yaparak eylemi sahiplendim. ‘Barındırıldığım odada’ değil ‘Kapatıldığım hücreye bitişik havalandırmada’ atıyorum, ‘Giymeyiz’ değil ‘giymeyeceğiz’ diyorum, gibi… 

Onlar sormayacak, ama sizin aklınıza gelebilir… Yargı yok, hukuk yok, akıl veya etik beklemiyorsun; ne diye savunmayla, dilekçeyle, davayla uğraşıyorsun be adam! Ne değişecek?

İşte hapishane idaresinin güzel sloganımızla ilgili söylediği de tam bu aslında. ‘Sizin sloganınızla mı değiştireceğiz’ diyorlar.

‘Artık bir faydası yok, hiçbir şeyi değiştiremiyoruz, gitmelerinin bir yolu yok…’ diye mi düşünüyorsunuz? Nelerden vazgeçtiniz, artık işe yaramıyor ‘gereksiz’ diye? Nelere karşı durmaktan; toplanmaktan, direnmekten, sokaktan, örgütlenmekten? 

Vazgeçmeyin! Yaşamdaki yerlerinize, değerlerinize geri dönün. Her eylem, her itiraz, her direniş gerekli. Her dava, şikâyet, başvuru, dilekçe. Her basın toplantısı, miting, yürüyüş. Her grev gerekli. 

Sloganım gerekliydi ve hâlâ gerekli. Siz gereklisiniz. Boşvermeyin, vazgeçmeyin, yılmayın. Kışın sonu bahar, biz haklıyız ve mutlaka kazanacağız! İşte bu; gerçekten gerekli. Hepimiz için.” (Selçuk Kozağaçlı, “Yeni Yılda Neler ‘Gerekli’?”, Cumhuriyet, 24 Ocak 2018, s.13.)

[137] “Avukat Kozağaçlı Tecrite Karşı Tek Başına Direniyor”, 2 Aralık 2017… http://direnisteyiz14.org/avukat-kozagacli-tecrite-karsi-tek-basina-direniyor/

[138] “Demirtaş Bu Kez ‘Komisyon’a Yazdı: Milletin Mektubunu Okumak Da Ne Ya!”, Cumhuriyet, 14 Mayıs 2017, s.5.

[139] “Adana’da Cezaevinde Yangın!”, Cumhuriyet, 20 Ocak 2017, s.7.

[140] İrlanda Cumhuriyet Ordusu IRA’nın üyesi Bobby Sands dört buçuk yıl Belfast yakınlarındaki Long Kesh İngiliz toplama kampının H- Blokları’nda “yaşadı”. Ölüm orucunun altmış altıncı gününde öldüğünde 27 yaşındaydı ve tarih 5 Mayıs 1981’i gösteriyordu… (Bobby Sands, Hücremde Bir Gün-İngiliz Toplama Kamplarında Direnen İrlanda, Çev: Şen Süer, Metis Yay., 1984; Bobby Sands, Hücremde Bir Gün-İngiliz Toplama Kamplarında Direnen İrlanda, Çev: Şen Süer, Metis Yay., 1984; Bobby Sands, Hapishane Şiirleri, Çev: Gökçe Çataloluk, VE Yay., 2016; Denis O’Hearn, Yarım Kalmış Bir Şarkı-Bobby Sands, IRA ve Açlık Grevi, Çev: Deniz Gedizlioğlu, Yordam Kitap, 2014.)

[141] Selçuk Kozağaçlı, “Yeni Yılda Neler ‘Gerekli’?”, Cumhuriyet, 24 Ocak 2018, s.13.

İlginizi çekebilir