Suna Arev: Yaralı Aslan Anıtı…

Havada kar sesi var…hava puslu bir sabaha evrilmiş… küçük bir topluluk iki sarayın tam ortasına yerleştirilmiş bir aslan heykelinin önünde duruyor.  Kırmızı kum taşından kare şeklinin üzerine bronz olarak yerleştirilmiş ve neredeyse gerçek bir aslan büyüklüğünde bir anıt…

Aslan, sol pençesinde son bir hamle yapacak şekilde, ağzı sonuna kadar açık kükrüyor. Göğüs kafesinde iki mızrak; taa ciğerlerine kadar inmiş iki mızrağın da ucu kırık. Müdahale etme, kurtarma şansı yok birazdan ölecek…

Aslan heykelinin yüzü saraya dönük yani iktidara; acıyla belenmiş kükremesinde, “Bütün bunların sorumlusu sizsiniz ve ben bu gerçeği biliyorum” haykırışı var…birazdan can verecek…

İktidar organlarının görevli olduğu her yapının önünde bir aslan heykeli dikilidir. Aslan güç, aslan korku ve aslan aynı zamanda iktidarın sembolüdür. O hayvanlar aleminin kralıdır,  kurumların önüne aslan heykelini dikenler ise kendilerini ‘insanlar alemenin kralı’ ilan ediyor. Bu durum hemen hemen dünyanın her yerinde; geçmişten günümüze kadar egemen iktidarın bir sembolü olarak önümüze çıkıyor.

Herkül, mitolojide aslanı elleriyle boğmuş olarak anlatsa da aslan kendi doğal dünyasında adildir aslında. Avını öldüğünden emin olmadan yemez. Avının etini canlı canlı koparmaz…

Anıt 1. Dünya Savaşı’nda 115. Piyade Alayı’nda hayatını kaybeden 2 bin askerin anısına inşa edilmiş…Her yıl askeri kuvvetler sembolik olarak onları anıyor. Onların ne cesur ,ne kahraman oldukları anlatılıyor ve büyük bir vatan aşkıyla çarpışarak bu topraklar için canlarını siper ettiklerine dair methiyeler diziliyor…

Bu anıtın kenar taşlarına daha sonraları 1938-1945 arasında hayatını yitirmiş binlerce askerin öldüğü tarihi halkalar da eklenmiş.

Sert ve kararlı bakışlı askeri kuvvetler; Onlar hiçbir savaşta ölmemiş , onların botlarına bir damla çamur bile yapışmamış, ölümün acı çığlıkları duvarlarını yıkmamış, anneleri ağlamamış , elleri de,  ayakları da sağlam gürbüz görünümü içindeler…Bir elleri yağda, bir elleri balda ,tanrının çok sevdiği kullardır onlar…ayakları hep yeryüzünde dolaşır ya ! Onlar da öyle yapıyor zaten . Tören bitince gösterişli ve pahallı yaşamlarına kaldıkları yerden devam edecekler. Yönetenler her zaman çok ayrıcalıklı, biraz üşürler törenlerde ama sonra en lüks mekanlar onları ağırlamak için bekliyordur.

Öldürülen bir asker ailesinin o mekanlarda yemek , içmek , uyumak gibi bir şansı yoktur. Dünyanın bütün savaşlarından sonra cehaletin ve geri bırakılmışlığın orta yerinde, kaburgalarının altına ,birazcık ekmek atma derdine düşürülürler.

Şahadetliler de yer altında…! Yani tüm dünyada olduğu gibi yoksullar…Eğitimsiz, zorunlu askerler…Evleri başlarına yıkılanlar, beklediklerini bir daha göremeyecek olanlar, hayatlarının sonuna kadar ağızlarından bir lokma ekmeği  göz yaşlarıyla  ıslatıp çiğneyip dururlar.

” Ateş düştüğü yeri yakar” sözü burada ne kadar da anlamını buluyor. Yoldan geçenler çok ilgisiz, hatta çoğu buranın anlamını bile bilmiyor…Gençler gülüşerek geçip gidiyor. Törene katılan üç – beş duyarlı sosyalist var çoğu da yaşlı…Ömürlerinin son demlerini yaşıyorlar…

Anıt 1928 yılında Heinrich Jops tarafından yapılmış. Darmstadt sanat koloni başkanı ve bir zamanlar yaratıcı savaş karşıtı eserler yapmış. Bu kentin her yerinde onun eserlerine rastlamak mümkün. Ancak 2. Dünya Savaşı döneminde Nazilerin uysal bir destekçisi olur… SS subaylarının masasına attıkları bir tomar parayla Hitler’in büstünü bile yapar. Ayakkabıları tertemiz (!) olanların arasına karışır…

Yaralı Aslanın kükreyen acılı yüzü çok eski bir saraya bakıyor…Çok görkemli , karşılıklı iki nöbetçi taş kulesi var. Bir yapay hendek üzerindeki taş köprüden geçerken ,kanatlı iki kapı sizi sarayın iç avlusuna yöneltiyor. At arabaları için inşa edilmiş bu ince yollu saray, eski taş döşeme sistemiyle restore edilmiş. Giriş ise Ortaçağ’dan kalma çok eski malzemelerle duvarlara cam çerçeveler içinde yerleştirilmiş. Taş havanlar, buğdayı biçen kalın sivri uçlu tırpanlar, çürümemek için direnen ağaç tekerlekler ve elbette iktidarın olmaz ise olmazı ok, mızrak ve kalkanlar….

 

İlk dönemler kale olarak inşa edilmiş bu yapının geçmişi 13’üncü yüzyıla dayanıyor.  Yaşanan savaşlarda tam 9 kez yıkılmış ve bir bölümü de yanmıştır fakat her defasında yeniden genişletilmiş, restore edilmiş ve eyalet buradan yönetilmiştir…

Tifo , veba ve kıtlık yıllarına tanıklık etmiş bu yapının yönetimindeki Yahudiler de o dönemin azınlıkları yani ‘ötekileri’ konumundadırlar. Ancak yüzyıllar sonra vatandaş konumuna geçebiliyorlar..

Ortaçağ karanlığında cadı avları baş gösterdiğinde bu sarayın yönetimi altında 40 kadın yakılarak öldürülüyor. Öldürülenlerin arasında küçük bir çocuk da vardır. Annesinin eteğine tutunmuş onu ateşler içinde yanarken görür gibiyiz…

Krallar, dükkalar, prensler , prensesler …Ve elbette alt sınıf için mahzenler…Görkemli yapının güzelliği geçmişin karanlığında çirkinliğe dönüşüyor…

1789 Fransız Devrimi’nin etkileri Darmstadt’a da ulaşırı. Buranın halk önderlerine de yansır. ”Saraylara savaş, kulübelere barış” sloganı burada da hayat bulur. Genç bir oyun yazarı olan Karl Georg Büchner 1834 yılında gizli “İnsan hakları derneği” ni  kurar. Hessen kontluğu baskı yönetimine karşı devrimci yazılar kaleme alır. Köylülerin yönetime karşı çıkıp haklarını almaları için sosyalist bildiriler dağıtan Georg Büchner, köylülerin ihbarı sonucu aranır duruma düşer. Yaşamının son yıllarını Zürich’te geçiren yazar 24 yaşında tifodan ölür… 20. yy. Alman tiyatro yazarı öncüsüdür. Brecht’ e ilham kaynağı olmuştur. Fransız Devrimi aydınlanma hareketinin etkilerini taşıyan yapıtlarında, tarihte halkın konumu ,sıradan insanların yazgı sorunlarını , monarşinin gulünçlüğünü, insan kişiliğini ezen toplumsal baskıyı ve bu baskıya karşı bilincin uyanışını eserlerinde işlemiştir.

George Büchner’i köylülerin bilinçsizce taşlayıp kovaladıklarını görür gibiyiz…

Saray şimdilerde, belediye yönetimi altında bir bölümü teknik üniversite olarak kullanılıyor, diğer bir bölümü ise Polonya Alman Enstitüsü olarak işlev görüyor…

Dış bölümü yapay hendeklerle ağaçlandırılmış , güllerle bezeli bir yolla kente uzanıyor. Dış duvar avlusunda 1944 Darmstadt büyük yangınından kalma moloz yığını küçük bir dağı andırıyor.

Bazı hafızalar asla silinmiyor..

Havada soğuk bir kar sesi var. Yaralı Aslan Anıtı saraya bakıyor…Ölmek üzere , son kez can havliyle kaldırdığı sol pençesi havada asılı duruyor…Tüm tarihe kükrüyor izlenimi içinde…Orada iki saray arasında kurbanlarının yazıldığı isimlerle yapayalnız…Hava soğuk “Monarşinin Gülünçlüğü”; yaralı aslan , temiz ayakkabılar…

Bir günden geriye kalanlar…İşte böyle herkes kendi sınıfına…Herkes kendi yoluna… 

İlginizi çekebilir