Suna Arev: Dört Gözlü Fırın

“Bir defasında ölüm çok kalabalıklaştığında sen benim içime saklanmıştın…”

‘’Bana fırını anlat’’ dedi; ‘’dört gözlü, dört şeffaf camı…’’

Çünkü dedim; Kışla sinsice, sürünerek fırının kasasına taşındı. En doğal ihtiyaçlarımızda kasaya uzanan ellerimiz omuzlarımızdan kesildi. “Para insanı kirletir ” derlerdi…Kasa kirlendi.

Kıştı soğuktu, evimizin o karanlık zemininde yalnızca bir odada soba yanardı. Ev dersen, savaştan kalma bir ev, gaz sobalı…Soba… Nasıl da bencildi, nasıl da merhametsiz, bir tek kendi odasını ısıtırdı. Diğer odalardaki duvarlar, bir insan bedeninden sökülür gibi yaprak yaprak kağıtlarını yolardı…kağıtların altında yeşillenmiş yosunlar siyah gözyaşları dökerdi.

Emekmiş, işmiş, güçmüş, gece gündüz küçücük çocukları alıp birlikte üretmekmiş…Yok anam yok ! Ağzımızdan lokmalar sayılıyor. Ağzımızdaki bir lokma ekmek , olmuş bir avuç jilet, yutkunsam gırtlağımı kesip atacak, iyisi mi; tükürmek…

Bir de ölüm sessizliği var. Hiçbir samimiyet kalmamış. Alman müşteriler gelirdi fırına, bir kahve , bir tatlı alırlardı, kadın kendi yediği içtiğinin parasını öderdi, adam kendisinin. Arkalarından bakakalırdım. Bunlar derdim ; nasıl aile , Allah aşkına bir yatakta nasıl sevişir ki bunlar..?.

Meğerse onlar iyiymiş; ” al gülüm, ver gülüm…” Bizim sobaya , bizim kasaya , bizim Kışla’ya baksana..! Gelirden giderden haberim yok . “Sen anlamazsın kağıt kürekten ,ben yaparım” diyor kasadaki Kışla. Zamanla her şey kirlene kirlene değişiyor.

Öyle ya; biz ne anlarız sahtekarlıktan, arkadan işler çevirmekten,, gizli yatırımlar yapmaktan , evlat dolandırmaktan , onun bunun sırtından geçinmekten, emeğe el koymaktan ne anlarız…?

Çocuklar küçük, okula devam edemem,  meslek yapamam, fakat bir şey yapmalı, çok şey yapmalı, buradan çıkmalı,  Kışla’dan kurtulmalıyım .

Gabi adında bir Alman müşterimiz var. Bir kızıyla birlikte yaşıyor. Huzurevinde hemşire , iş çıkışı mutlaka bana uğrar, fırının kapısında bir kahve içeriz, iki lafın belini kırarız.

‘’Bana bir iş bul Gabi , el aman, boğuluyorum , Kışla beni öldürecek…!’’

Gabi, bir fırına bakıyor, bir de ölmek üzere olan gözlerime .

‘’Ne iş olursa yaparım …’’

-Ev temizliği yapar mısın…?

‘’Yaparım tabii,  niye yapmayayım, yapanların canı yok mu?’’

Ertesi gün beni Birgit’le tanıştırıyor. Birgit, özel bir huzurevinin şefi, aynı zamanda ressam. Kapı zilinde Dovski ile biten bir soyismi var . Almanya’ya 1800’lerde gelen ilk Polonyalı kereste işçilerinin torunlarından. Sohbet ediyoruz, yaptığı resimlere bakıyorum. Allı güllü, uçurtmalı tablolar…nasıl da mutlu, huzur veren tablolar. Çocuklarımın ellerinden tutup o tabloların içinden geçmek, kaybolmak , sır olmak istiyorum…

-Nasıl güzel mi? 

-Güzel.

“Bana Frida’nın ceylanını çizsene Birgit, tam da o durumdayım işte” diyorum içimden.

Goya’ dan, Dall’ den, Van Gogh’ tan, Käthe Kollwitz’ in karakalem çalışmalarından konuşuyoruz. Bana evinin anahtarını veriyor. Sabah kızı ve kocasıyla çıkıp akşam eve gelecekler, o saate kadar ben evi temizlerim…

İki kızım, iki de oğlum var benim . Küçüğü beşikte , sabah büyükleri okula gönderiyorum, küçüğünü çocuk arabasına yatırıp Birgit’in evine doğru yola koyuluyorum. Üç katlı bir villa, küçük en alt katta uyuyor… üst kattan başlıyorum işe, ,arada bir küçük uyanıyor, doyurup işime bakıyorum…

Akşama doğru Birgit elinde bir demet çiçek ve elli euroyla kapı zilime basıyor. Evi ev olalı böyle temizlenmemiş…

“Ohhh be , seviyorum seni alnımın tuzu…”

Bir şey yapmalı, çok şey yapmalı, çıkmalı, Kışla’dan tamamen kurtulmalı .

Kadın bürosuna gidiyorum,  bütün yol yordam Birgit ve Gabi’den akıyor.

Bürodaki kadın orta yaşlı, meramımı can kulağıyla dinliyor, arada bir soru soruyor. Pembe bulutlardan, aşk mektuplarından başlıyorum, ölüm sessizliğiyle, yavaş yavaş yok olup Kışla’da vurulmama kadar iniyorum…hayat merdivenlerinden paldır küldür, yuvarlanıyorum.

Kadın oturduğum sandalyenin önüne oturup ellerimden tutuyor. “Ahhh kızım , senin Kışla gizli narsist diyor…” Böylece bir şey daha öğreniyorum, aslında bir şey çok şey oluyor.

‘’Kışla’dan arkana bakmadan çıkmalısın, bu derdin çaresi yok , duygu ekemezsin o tarlaya’’ diyor. Esaslı bir mektup yazıyor,  birkaç yere telefon ediyor , ev bürosuna yönlendiriyor.

Günlerce çocukları eteklerime tutturup ev bürosuna gidip geliyorum. “Bugün git yarın gel’’ ile oyalanıyorum. En sonunda kapıda oturuyorum ve bir türlü gitmiyorum. Üç saat sonra tutacağım evin sözleşmesiı ve anahtarları elime tutuşturuluyor.

Her gün bir ev temizliğine gidiyorum, anlımdaki tuz, ,dudaklarıma iniyor. Bu tadı seviyorum, bu tada tapıyorum.

Bir imzayla devlet gelir evinin anahtarını Kışla’ya teslim eder, seni esir eder , ev işi, çocuk ve yatak odası üçgeninde  boğulursun…evlilik cüzdanına tapulanırsın fakat, ayrılmak öyle kolay mı?

Yıllarca mahkeme kapılarında boşanmak için gidip gelirsin. Kurumlar bir türlü o üçgeni açmak seni azad etmek istemez . Bu da yetmez araya aile girer, araya el alem girer. Ama olsun, gerçeği sen biliyorsun , yaşamın biliyor.

Yıllarca vücudundan kopan uzuvlarını ararsın , organlarını,  yol kenarlarında , pencere önlerinde , dağda bayırda arar bulursun ve onları tek tek dikersin yerlerine.

Sonra da , vay be yaşamak ne güzel  şey ,dersin .Yaşamak, Kışla’sız, tanksız mermisiz bir de bombasız.

Sonra Kışla’nın ipleri gelir dolanır boynuna,  yalnız kalırsın .

” Beni senin ipinle asana yol verdim  gitsin” dersin. Aynalarla barışırsın . Ahhh yaşamak, ne güzel şeysin.  Yaptığın işle , küçümsenir, hor görülürsün. İçinden gülersin, bir bardak şarapla Kışla’dan nasıl kurtulduğunu kutlarsın. Kızların üniversiteye başlar. Onlara etiketten önce,  bir tek şey dersin: “Sadece dürüst olun…”

Sonra atlarsın lacivert bisiklete …

-Heyy  nereye gidiyorsun esmer kadın?

-Ev temizliklerine , dünyayı temizlemeye.

Seviyorum seni alnımın tuzu…

İlginizi çekebilir