Suna Arev: Dappir’in elleri- 3 

Kapkara gece yavaş yavaş sabahın koynuna girdi. Ağılda Dappir ve Derman’ ın gözleri belirmeye başladı. O iki bakış birbirini üzgün üzgün yemeye başladı. Derman, bitkin, tükenmiş, yıkılmış gözlerle Dappir’e baktı. “ Onu boğdun, boğdun onu“ dedi. Sonra çağlayan bir ırmak gibi ağladı.

Dappir’in elleri ağlıyor, ter döküyor, titriyor, memelerinin altında bir yatak arıyordu. Orada sonsuza kadar uyuyacağı bir yatak.“ Ölü doğdu çocuk, ölü “ dedi Dappir, gözlerini yere indirerek. Sonra sustu…

Dappir, iki gün daha ağıldaki ot yığınlarının arasında Derman’ı sakladı.Derman’a sıcak süt getirdi, yağlı kuru dut pişirdi ama ne yaptı ne ettiyse Derman ağzını bile sürmedi. Yalnızca su içti; bir tek su içinin acısını yıkar gibi, içinin yangınını söndürür gibi, sadece su içti…

Memo inançlı biriydi. Ulu dağlara adaklar adamış, suya,ağaca güneşe, toprağa çok dualar etmiş, çok gözyaşı akıtmış biriydi. „Şimdi bu yerin göğün sahibi, bu yoksula da bir yol  göstersindi…“

Memo o gece kan ter içinde uyanmıştı. Bir rüya görmüştü . Rüyasında Derman ölmüştü! Bir ziyaret ağacının altında, bir tek Memo ve Derman’ın ölüsü vardı. Su namına bir çiy damlası bile yoktu. Kızı çırılçıplaktı ve Memo kızını gözyaşlarıyla yıkıyordu.

Kalkıp yeni doğacak güneşe doğru ellerini açtı; önce herkese iyilik, sonra bir köşede kendisine yer diledi. Bütün çocuklarını, karısını, pul pul yanan teneke sobanın başına topladı. ‘’Bundan sonra hiç kimse Derman’ a gülden ağır hiçbir kelime etmeyecekti. Allah ona evlat acısı göstermesindi. Yeter ki Memo’nun canını alsındı. Kısmetleri ne ise bu damın altında yiyip, geçinip gideceklerdi. Alınlarına ne yazılmışsa  onu göreceklerdi…“

Karısını buyuran bir emirle Dappir’e yolladı. “ Kızları bir ‘sarı ite’ kurban olamayacak kadar değerliydi, onu bu yoksullukla boşuna büyütmemişti…“ 

Dappir, elleri koynunda Derman’ın anasını karşıladı. Sanki dağlar yıkılmıştı da Dappir altında kalmıştı. Ellerinin acısını döktü anaya, bir bir olanları anlattı. „Nasıl yapmıştı o da anlamamıştı, bir ‘piç’le Derman’ı kim alacaktı…Bir anda olmuştu işte, bir anda…“

İkisi birbirine sarılıp kaderlerine binlerce yıl ağladılar.

Bu topraklarda baban varsa arkanda; bir dağ kadar güçlü ve sarsılmaz ise bir kadın kolay kolay yıkılmaz …toz duman çakıl taşlarına dönüşmez, canına kıymaz… Derman da içinin acısıyla evine döndü . İçine kapandı , “ He , yok , cık.“ Bu üç kelimeyle içine bir türbe koydu, gece gündüz bu türbeyi bekledi, kendini  daha çok ev işine verdi.

Fırtınalar koptu, yağmurlar yağdı, koca dağların karı boşalıp aktı, dereleri doldurdu.

Toprak ana tüm ihtişamıyla baharı çağırdı. Derman da bu sayede  biraz olsun kendine geldi .

Dappir ise günden sonra  hiçbir kadının doğumuna gitmedi, hiçbir bebeğin göbeğini kesmedi. „Öğreteceğini öğretmişti , artık başka Bilanlar bu işi yapsındı…“

Derman, Dappir’in gözünün önündeki bir yaraydı, ellerini taşla hiç durmadan, döven bir yara. Böyle de olmazdı, olamazdı. Bir sabah erken horozlarla birlikte uyandı. Kalkıp dağ yollarındaki patikalara vurdu ve gözden yitip gitti. Bilmem kaç köy ötede, yoksul bir çoban olan kirvesi Cafer’in evine vardı. Cafer  üç yıl önce karısını zatürreden kaybetmişti. Karısı geride dört yetim bırakmıştı.

Dappir aldı karşısına Cafer’i… Derman’ı, olanları bir bir anlattı: „Derman yaralıdır, körpedir, yoksundur, sen onun yarasına merhem olursan , o yarayı dikip iyileştirirsen , o sana iyi bir eş , iyi bir yoldaş , çocuklarına iyi bir analık olur , git al onu; Derman’ı da kendini de beni de ikrarlık adına kurtar…“ 

Sonra kuşağının içine iğneyle dikilmiş cebinden bir altın çıkarıp Cafer’in taş kesmiş nasırlı ellerine bıraktı. „Bu benim kefen altınımdı, kızın anasına süt hakkı diye verirsin. Hadi sen sağ , ben selamet “ dedi ve evine, ellerinin mezarına doğru yol aldı.

Cafer’in istediği bir göz, Dappir ona vermiş iki göz. Sular seller gibi aktı Cafer, bir solukta vardı Memo’nun kapısına.  Allah’ın emriyle Derman’ı kendine eş olarak istedi. Dappir’in kefen altını Derman’ın anasının boynundaki boncukların baş kardeşi oldu.

Derman ne kına istedi, ne şerbet , ne de düğün. Cafer neyin nesidir , kimdir , nasıl biridir diye ne sordu, ne de baktı. Birkaç gün sonra da sessiz sedasız Cafer önde, Derman arkada  dağ yollarında yitip gittiler.

Cafer ki Derman’a hep iyi davrandı. Derman da zamanla Cafer’i sevdi. Bir daha köyüne hiç dönmedi. Taa ki Babası Memo ölünceye kadar. Uzun yıllar çocuğu olmadı, sonra bir kız bir de erkek çocukları oldu.

Dappir’in elleri dağa taşa yayıldı. Herkes onun ellerindeki kanı bir şekilde öğrendi.

Saygınlığını yitirdi ve başka bir Dappir olup çıktı. Kimsenin insan yerine koymadığı, her yerden “ kış kış „edilen Dappir’e doğup büyüdüğü, acı çektiği, sevdiklerinin gömülü olduğu mezarlık bile dar geldi…Elinde avucunda ne varsa satıp, bu kuzova köyüne yerleşti.

Dappir bu köye ne zaman geldi? Arkasından kovalayan taşlar buraya kadar nasıl düştü bilmiyoruz. Bilinen o ki hiç kimse Dappir’i sevmiyor artık.

Dappir’in ölümü…

Kuzova’nın kavak ağaçları meşhurdur…dam olur, çit olur, bir de ayakça olup dama yol olur. Bir gün Dappir, bu ayakçadan dama tırmanırken kayıp yere düştü ve bir bacağı kalçasından kırıldı.Torunları Dappir’i hastaneye götürse ne fayda. ‘’ Yaşlıydı, kemikleri toz gibiydi, bacağı bir daha iyileşip kaynamazdı…“

İşte bundan sonradır ki Dappir için en kara günler başladı. Kendi başına tuvalete gidemiyor, yerinden kalkıp ekmeğini alamıyordu.Yazdı, sıcaktı, karasinekler kokudan oğul veriyordu. Dappir mirteliyle kapının önüne taşındı, iki basamakla yükselen, çalı çırpıyla etrafı beslenen bu terasta yatıyor, ağrılarından inliyordu . Yoldan geçenler kokudan burnunu tutuyor, koşarak uzaklaşıyordu. Köyde ne kadar, eski çul çaput varsa toplanıp Dappir’in altına serildiyse de başa çıkılamadı. Yemeği bir öğüne düşürüldü. Her altı kirlendiğinde okkalı dayaklar, güçlü tekme vuruşlarıyla „wuuyy“ inlemeleri yankılandı.

Yatağına yapışmış bir iskeleti andırıyordu.

“ Suuu “ diyordu da başka bir şey demiyordu. Anam kuyudan buz gibi su verirdi .

“ Gitsin babanızın hayrına ağzına deysin “  diyerek  taze ekmekte verirdi sonra. Gelinler bir kavga tutuşturur,  „altını nasılsa sen almıyorsun“ diye çıkışırlardı.

Sonunda Dappir, büyük gelinin ve torunlarının başına kaldı. Nasılsa yaşlılık aylığını hep o almıştı… „Suuu“ diyordu Dappir, içerden bi ses de  „gebeeeer“ diye karşılık veriyordu. Yatmaktan sırtı ve kalçaları delinmiş yaralar oluşmuştu. Bir ay mı, iki ay mı ? Bu böyle sürüp gitti .O günlerden kalma gözlerimizde bir resim gibi, annemin Dappir’e gizliden kuyudan su götürmesi kalmıştı.

Onun o derin, o ağrılı inlemeleri hala kulakları tırmalar.

Yağmurlu ve fırtınalı bir geceydi…Şimşekler çakıyor, gök gürlüyor Kuzova beşik gibi sallanıyordu. Bütün gün Dappir’in korku dolu inlemeleri sokağa yayıldı. Hafif karanlık çökmüştü ve Dappir artık ne su istiyordu, ne de “ wuuuy“ diyordu. Sürekli tekrar ettiği bir şey vardı: „O  çocuğu boğmayacaģım,  o çocuğu boğmayacağım, o çocuğu boğmayacağım…“  Saatler sonra Dappir’ den ses  de çıkmadı.

Anam dedi ki “ Dappir ruhunu teslim etti , kurtuldu…“

Kapının önüne çatmalar çakıldı, pestil lekeleriyle sararmış çarşaflarla Dappir‘ in ölüsüne örtü  çekildi . Üzerindeki elbiseler makasla kesildi ve bir bir yakıldı . İki kalıp sabun eriyince kadar da ölüsü yıkandı.

Çarşafların altında, sabun köpükleriyle beraber,  boynundaki  mavi boncuklar kirli suda ,ellerine değer gibi,  yavaş yavaş ilerliyordu…  

İlginizi çekebilir