Suna Arev: Dappir’in elleri -2 

Sınıfı çocuklar doldurmuş, iri gözleriyle şaşkın bakan, üstleri başları per perişan, tek dertleri ekmek olan çocuklar…Aileleri onları, ‘başöğretmene’ şöyle teslim etmiş; „Al efendi, eti senin, kemiği bizim..“

Başöğretmen uzak Asya’dan atının kanlı nallarıyla bu topraklara zorla girmişlerden. Onlardan daha güçlü, onlardan daha kutsal bir milleti bu dünya daha görmemiş!

Sınıfta bir kız var; adı Derman…Memo’nun büyük kızı. Hani bağrı yanık türküler onu aşka kurban etmiş ya; “ yeni girmiş onüç, ondört yaşına“ Derman…yaşıtlarına göre daha bi uzun, bedenen daha bi gelişmiş. Buğday tenli, uzun örgülü beline kadar uzanan simsiyah saçları var.

Güzel de güzel ve sarı öğretmenin gözdesi.

„Söyle bakalım Derman, iki iki daha kaç eder?“ Tutar sarı öğretmen Derman’ın ellerinden , tutar yumuşak, narin tutar parmaklarından ve dört parmağını göstererek, diğer çocukların da yazması için, kara tahtaya beyaz tebeşir ile Derman’ın parmaklarını tuta tuta yazdırır. Derman’ın elleriyle öğretir iki kere ikinin dört ettiğini. Neymiş efendim „döört“ diyerek, tekrar ettirir. Tutar elindeki tebeşirle Derman’ın ellerini bir daha yazdırır kara tahtaya. Sonra sıra „Derman topu tut, Derman ip atla, koş Derman koş“a gelir…

Derman ki dayaktan, çamurdan, yoksulluğun kaynaklık ettiği ev içi şiddetten başka ne görmüş…?

‘’Afferin Derman’’ , ‘’Bravo Derman, çok zekisin Derman…’’

Memo yok yoksul , bu köydeki herkes gibi. Memo bir devlet görevlisinin, bir yabancının ilk defa bu kadar ilgi gösterdiği dokuz kişilik bir aile babası. Memo bugün olmuş, „Mehmet efendi…“ Sarı öğretmen ona değer veriyor, onu önemsiyor, hem çocuklarının en büyüğü Derman’a işte veriyor, daha da ne olsun.

Derman öğretmenin ev işlerini yapsa kötü mü olur? Çamaşırını yıkasa, yemeğini aşını yapsa, sobasını yakıp çayını koysa…

Derman’ın yapacağı iş bu yoksul ev için sabun, çay , şeker demek. Çıplak ayaklara çorap demek. Memo’ya acı tütün demek. Kardeşlerine kara lastik ayakkabılar demek. Derman’ın yapacağı iş bitip tükenmez yoksunluklarına birazcık yama demek…

„Ellerine sağlık Derman, o güzel başın dert görmesin, Derman ne kadar güzelsin böyle, otur yanıma Derman, korkma Derman, korkma acıtmam Derman, rahat ol Derman…’’

‘’Ha şöyle Derman, aç bacaklarını kendini bana bırak Derman, rahat ol Derman, sıkma kendini Derman, gevşe Derman…Kimseye söyleme Derman , seni buralardan götürüp kurtaracağım Derman…Çileli yaşamın son bulacak Derman.  Herkes seni kıskanacak ,memur karısı olacan… Aaa Derman, ne kadar da şanslısın, Allah’ın, sevdiği kulunun Derman… „

Yaz geldi mi  bu dağlara, işte o zaman toprak ananın düğünü var demektir. Dağ taş yeşillendi mi, bu yoksul halka bir şey olmaz. Toprak cömerttir, her şeyini ak sütü gibi sunar yoksula. Ağaçları gelin eyler, yoksulların toprak damlı evlerinin damlarını bereketlendirir…bu yaz da bütün yazlar gibi öyledir işte. öyledir…

Fakat bir sorun var, büyük bir sorun. Derman hamiledir. Derman artık iki canlıdır.

Kimseye söyleme diye tembihlemiş sarı öğretmen. „Kem gözlerden ırak,  ya kıskanıp bırakmazlarsa, bir memur karısı olmanı çekemezlerse , şehirlerde hanım olmanı engellerlerse…! Aman ha , yerin de kulağı var , kimseye söyleme, sakın söyleme…!“ Tek tembihi budur sarı öğretmenin.

Derman solmuş, zayıflamış,  bir şey yiyemiyor, dalıp dalıp başka alemlere gidiyor. Zira içinde kendisiyle beraber büyüyen bir can daha var. Sarı öğretmen ise  hiçbir şey olmamış gibi günlük yaşamına devam ediyor. Köylü de bu, ‘’Alim oğlu Alim’e(!) saygıda, sevgide kusur etmiyor. Herşeyi de biliyor zira, aynı zamanda dini bütün ve bir mülayim(!) bir adam.

İlk anası farkediyor Derman’ın bedensel değişimlerini. Büyüyen karnını, solan beyaz dudaklarını ilk anası…Derman anasından bir orman sopa yese ne, söyler mi? Ne ki sonra Memo öğrenir kızının hamileliğini…

Derman’ın belinde ne odunlar kırılır…Derman’ın kafasından ne yumak yumak saçları sökülür, gözünden ne yaşlar akıtılır? Bir Allah bilir..Dizlerini karnına çekip karnını koruduğu, beline yediği sopaların sonu da bir gün gelir. Canı yanar, eti kopar, körpe vücudu dayanamaz acıya, ağzı açılmamış küfürlere dayanamaz olur. Başından geçenleri bir bir anasına anlatır, sadece anasına. Anadan başka kapısı mı kalmış? Öğretmen de hamileliğinden bu yana “ bir it “ gibi davranıyor,  Derman’a  yüz de vermiyor artık.

Şimdi Memo’nun evi cenaze evi. Memo vurmuş acı tütünün köküne, karısı elleri koynunda ağıt yakıyor. “ Wiyy başımıza wiyy “ diyor da başka bir şey demiyor.

Memo,sıktı yumruklarını, dişlerini kanatırcasına sıktı. Geceyi bekledi, köylü duyarsa, başı öne düşecek, köylü duyarsa diğer çocukları da telef olacak.Bir öfkeyle kalkıp öğretmenin kapısına gitti. Sokak, bir köpek havlamalarına, bir de börtü böceğin sesine kalmış, öyle ıssız…

Derman’la anası büyük bir merakla bekleyiş içindeler  ama Memo bir türlü dönmez. Ancak saatler sonra Memo yorgun, Memo bitkin, Memo şapkası elinde, alçak kapılı evinden iki büklüm içeri girer.

Memo ölü mü, sağ mı belli değil. Derman, küçük kardeşleriyle bir döşekte gerilmiş bir yay gibi yatıyor. Yatmak ne kelime uzanmış bekliyor. Olanları duymak için bekliyor…

Anası soruyor Memo’ya, ‘’anlat ne oldu?’’

Memo derin bir iç çekiyor, „Hay wah, hay “ diyor.. Bin yıllardır süren bir acı , bir öteki, bir yerlinin yabancılığı dile geliyor:

„Gittim öğretmene, kimseler görmeden, duvar diplerinde sine sine gittim. Kapısını çaldım, beni ‘Mehmet Efendi’ diye içeri aldı. Derman’ı anlattım, yemin billah etti, Kuran’a el bastı. Nasıl böyle suçlarmışız diye beni ayıpladı. Üstelik bizim yaptığımız suçmuş, devlet memuruna hakaret etmekten hapis bile yatarmışım Köylüden birileri de olabilirmiş…’’

‘’İspatı delili var mıymış. Çok ayıp etmişiz çok , bunu bizden beklemezmiş, yine de ,ne ben gitmiş olayım, ne de öğretmen bunları duymuş ola. Hem bu davalar bir ağıl davarı satmakla da karşılanmayacak kadar para edermiş. Benim etim ne , budum ne imiş ki devlet kapılarında , hak ararmışım… „

Sonra Memo dışarı çıkmış, ulu dağlara, beyaz sulara yalvarmış, onların yardımına sığınıp, gözyaşı dökmüş… „Yetiş boz atlı hızır, yetiş, demiş, çocuklarımın imdadına yetiş..“

“ Sen benim şapkamı önüme düşürme, beni ele güne rezil etme “ diye yalvarmış.

Memo, sonunda dedi ki “ Desturrr ya Hızır desturrr, kalsın bizim davamız divana kalsın…’’

Memo ve karısı çaresiz öylece , elleri koynunda oturdular, Sonra Dappir dediler, çözerse bu derdi Dappir çözer, çocuğu düşürür, kimse duymadan bu olay da kapanır…

Ne etmeli , ne yapmalı ? Sabah anası varıp Dappir’e gitti. Dappir’in omuzundan öptü, eteğine yüz sürdü. Derman’ı, olanları bir bir tenha bir yerde anlattı. “ Sen bilansın, edersen sen yardım edersin“ diye sıcak gözyaşları akıttı.

Dappir geldi, Derman’ı yatırdı karnını orasını burasını elledi. Üstüne olmadık küfürleri etti, elini bacaklarının arasına sokup, „sahip çıkamadın mı dibine “ diye azarladı.

Sonra ‘geç’ dedi, ‘’çok geç bu çocuk düşmez, düşürürsek kızın ölür…Derman ,a yazık olur.’’ dedi.

Uzak çok uzaklarda bir akraba, bir tanıdıkları da yok, olsa ne olur, dünyanın hakaretleri, dünyanın lafı olur…

Çaresiz Derman herkesten saklanacak, karnını gizleyecek o gün ola hayrola, Allah, da büyüktür, diyerek beklemeye koyuldular…

Sarı öğretmen sırra kadem bastı. Yer dedi ben görmedim, gök dedi ben görmedim…sır oldu gitti. Sonraları teşhir edilecek bir adı bile kalmadı. „Sarı Ögretmen“ hepsi bu…

Günler nasıl yıl olur, saatler nasıl taş keser, bir türlü oynamaz yerinden işte; bunu bir Derman, bir anası, bir de Memo bilir…

Yaz sıcacık yatağını kara kışa teslim edip gitti. Derman anasının bol elbiseleriyle karnını sakladı. Kar yağmış dağlara, Derman’ın kefenini biçer gibi yağmış. Derman yaşı kadar günlük dayak yemiş , yaşı kadar günlük küfür yemiş , içine kapanmış, dünyası kararmış…

Memo da karısı da insandan kaçar olmuş, dünyaları daralmış, bir adımlık zindan olmuş.

Çaresiz dertlerini bir Dappir bilir, içlerindeki zehiri bir Dappir‘e akıtırlar.

Dappir’in evi yan köyün dışında. Derman doğumunu Dappir’in davar ağılında yapacak, kimse bilmeyecek, kimse duymayacak. Derman orada saklanacak. Karlar eriyince çocuğu götürüp, esirgeme kurumuna verecekler.

Dappir biliyor, Derman’ın günleri yakındır. Çocuk doğdu doğacak.

Derman’ın vitaminsiz, takatsiz vücudu iki gündür ağrı çekiyor, iki gündür inlemeleri duvarların sesinde boğuluyor. Dappir kollarının arasına girmiş, ağılda bir aşağı, bir yukarı yürüyorlar. İkisi de bitkin, ikisi de uykusuz  ,ikisi de güçte düşmüş durumda.

Sonunda Derma’,in suyu boşalıyor.

“ Ikı, Derman, ıkın, az kaldı ciğerim, ıkın.. „

Dappir, bir Derman’ın karnını aşağı itiyor, bir çığlıkları duyulmasın diye ağzını kapatıyor. „Ikın Derman, ıkın , az kaldı Ikın“

İşte çocuk kaydı… Dappir, Derman’ın çatal bacakları önünde oturmuş . Dappir ki bu köyün bütün kadınlarını doğurtmuş…çocukların göbeklerini kesmiş. Hepsinin Dappir’ i olmuş, müjde vermiş, hediye almış. „Gel gör ki Derman’in hali başka, bambaşka bir hal imiş…“

Derman’ın zayıf bacakları arasından önce çocuğun kafası göründü, sonra dört parmağının ucuyla gösterdiği uzunlukta siyah saçlarıyla göründü. Dappir elleriyle tuttu çocuğu çekip çıkardı…oracıkta Derman’ın ağrıları da kesildi, Derman bir dünya rahat nefes aldı, kurtuldu.

Çocuk bir ağladı, bir kez „ınga“ dedi, bir daha da ağlamadı…

Derman’ın iri gözleri donmuştu. Dappir’in elinde çocuğu sımsıkı tutup, nefesini kestiği boynu vardı. Evet Dappir, masumu elleriyle boğmuştu. Ağılda, ,o çıra ışığında, dünya kadar açılmış iki çift göz vardı…dünyanın bütün derdini yutmuş iki çift göz. Biri Derman’ın, diğeri Dappir’in hiç kapanmayacak, sonuna kadar açılmış iki şaşkın bakışı birleşiyordu. Sonradan iki düşman olacak iki çift göz..Bir bıçağın kesip attığı son bakış. Hiç unutulmayacak, hiç kapanmayacak bir yaradır artık o son görünen

Derman bir çocuğuna baktı, bir Dappir’e. Sonra tıpkı diğer kadınlar gibi, binlerce yıl öncesinden gelmiş gibi bayıldı…

Sakaul derler dallarına,  bir tek nehir kenarlarında olur bu  ağaç; dalları esnektir, hemen eğilir, şekil alır, sırtta taşınan sepet olur, ,davar gübresini , ağızından dışarı boşaltır , hafiftir , sağlamdır,  fakat bu sefer değil , ağır çok ağırdır Sakaul sepeti. Zira içinde çok ağır bir bebek ölüsü vardır. Birazdan aç kurtlara yem olacak bir bebek ölüsü.

Dışarıda bir adam boyu kar, soğuk zemheri, bir köpekler havlıyor, bir de kurtlar uluyor. Cehennem dedikleri bu olsa gerek .Kurtlar kışın aç kalır, köye iner, ağıllara saldırır,  hiç olmazsa kapı önlerinde büzülmüş itleri kapıp götürürler. Dappir, gübre dolu sepetin içine bebeğin kanlı ölüsünü koymuş, gübre yığınına dökmüş. Bir kan kokusu var dışarıda bir de kurtların uluması.

 “ Dappir, bir namusu elleriyle temizlemiş!“ Sonradan düşman olacağı bu eller , gittiği her yerde boynuna dolanacak , onu her yerde, her zamanda boğacak bu eller.

Boğulmuş, her an boğmuş, damarlı, taşlaşmış, tarla evleklerini andıran lekeleriyle, bağıran, çığlık atan, kanayan bu eller.. Dappir’in elleri herkesten yaşlı , herkesten büyük, herkesten yaslı, herkesten ağır… 

Hiç kimse sevmiyor Dappir’i…Dappir’i, Dappir’in kendisi de sevmiyor artık….

 

/ Devam edecek…/

İlginizi çekebilir