Suna Arev: Dappir’in Elleri- 1

Hiç kimse sevmiyor Dappir’i…başında kocaman bir fes, fesi çevreleyen bir puşi, puşinin kenarlarına işlenmiş boncuklu bir tülbenti var…

Kısa denilecek kadar boyu, kırk yamalı şalvarının üzerine, yaz kış hiç farketmez çepeçevre doladığı, rengi güneşte yanarak belirsizleşmiş bir kuşağı var. Belindeki bu rengi solmuş kuşağı, başındaki fesi, iki yanında kınalı iki tutam saçı ve boynundaki mavi boncuk kolyesi onun olmazsa olmaz aksesuarı…

Yaşlılıktan mıdır nedir ? Göz rengi açık sarı bal rengini andırıyor. Ağzında bir tek dişi yok. Geniş bir burnu, burnunun sağ kanadının altında iri bir nohut tanesi büyüklüğündeki siyah bet beni, et beninin üzerinde ve çenesinde uzun beyaz ve seyrek sakalları var…

Dezem, bize gelip ocakbaşında annemle oturduğunda Dappir’ in de hemen bize damlamasına sinir olur. Onu öyle bir azarlar, öyle yerden yere vurur ki ağzını açmasına bile müsaade etmez. Dappir ise bana mısın demez…Hep lafa karışır, ben de burdayım diye feryad figan kendini dayatan davranışlar sergiler.

Dappir, her defasında hiçbir şey olmamış gibi, üç beş kadın birleşip konuşmaya görsün bastonuna yaslanarak ağır aksak ilerler…lafa karışır,  laf atar, müdahale eder, illa ki  kendini meclislere kabul ettirmek için çırpınır da çırpınır…

Kıskançtır Dappir, bir dostu, bir sırdaşı yoktur diye herkesi kıskanır.  Sessizce siner kapılara, pencere önlerine siner, laf dinler, sır toplar, sonra onları satar…Satar satmasına da bazen büyük kavgalara ve uzun dalgınlıklara da yol açar.

Yine de bir yeri, bir hükmü yoktur Dappir’ in…

Kimse sevmez Dappir’i, kimse sevmez . Hani aslanlar avının başına toplanır, kimseye bir tike et vermez ya, kurt, aslan kümesinin etrafında bir deri bir kemik dolanır, hep itilir, hep uzaklaştırılır ya, işte o kurt gibidir Dappir. Duvar diplerinde, çeşme başlarında birikmiş kadın topluluklarına, en önemli, hatta felaket haberleri verse veya en sevindirici haberi, bir müjdeyi ilk o ulaştırsa da  yine kimse onu kale almaz…Kimse onu insandan, canlıdan saymaz. 

Yaşlıdır Dappir, çok yaşlı yüzündeki çizgiler taşlı ve  toprak yollarda açılmış kanalları andırır. Elleri öyle büyük, öyle damarlı ki, yeryüzüne saçaklarıyla fırlamış ağaçlara benzer. Elleri iki omuzundan aşağı sarkmış, vücudunun fazlalığı gibi, birazdan yere düşüp dağılacak kırık camlar gibidir. Dappir, hep ellerine bakar, onları uzun uzun inceler, yeniden hep yeniden keşfeder gibi…bir okyanusta kaybolur gibi, ıssız bir  adada inzivaya çekilir gibi, bakar, bakar, bakar, elleri vücudunda eğreti durur…Sonra tükürür o  iki avucunun içine ve bastonuna yaslanıp ağır aksak yürür, böylece zorla kadın kümelerine karışır.

 Bir eli bastonuna dayalı, bir eli boşlukta kopacakmış gibi sallanır ha sallanır. Dappir, biraz da deli gibidir, olur olmaz güler, olur olmaz ağlar. Dappir’in derdi elleri, koparıp aç kurtlara atacağı bir çift eli, doksanına dayanmış , ellerinin yaşı , ellerinin derdi yaşından da ağır.

Dappir’in elleri konuşur gibidir: “Hey;  Allah’tan korkmazlar, gelin de kesin şu elleri, ite atın , kurda, çakala, yerdeki karıncaya savurup atın…atın dabeni bu zulümden kurtarın ” demektedir.

Dappir’in üç gelini var…üç toprak damlı ev…üç evde birbirine yapışık, üçü de sırt sırta vermiş, birbirleriyle küs inşa edilmiş, kapıları başka yönlere açılan evler…Doğu, batı, kuzey kapılı evler…

Dappir, büyük oğlunda kalmaktadır.  Büyük oğlu vermeden ölmüştür ve büyük gelini akrabasıdır. Yaşlanırsam bana baksın diye getirmiş. Bir mahalle torunları var, herkes herkesle küs, paylaşılamayan üç toprak evin sınırları. Dappir, kapı arkasında bir mitelde uyur…

Kimse sevmez Dappir’i kimse sevmez.Dappir’in gerçek adı ne o da bilinmez…bu yana Dappir, o yana Dappir, ne durursun öl Dappir, kara toprağa giresin Dappir. Mezarında dik oturasın Dappir…

Dappir hiç hastalanmaz, bütün yaşıtları ölmüş ama Dappir gelinlerinin onca beddualarına bir taş gibi dayanır…Hesabını vermeden gitmek istemediği elleri vardır. Dappir’in önce ellerini bir nehirde yıkamalı , nehir ellerinin kirini alıp götürmeli, okyanusların en  derinine gömmeli.

Dezem gelirdi soğuk kış gecelerinde, anamın ablası Dezem çalışkan, eli tez, bir dünya işi tez zamanda bitirir, sonra soluğu anamda alırdı. Hem başka da kimi vardı ki ? Bu köyün kadınlarının hemen hemen hepsi dul. Küçük bir toprak damlı evde yere serili döşeklerde uyurdu çocuklar. Analar ocakları odunla doldurup öyle ısıtırlardı evleri. Ocakta yanan ateş, ocakta küllenen odun…

Ateş ki hangi sırların şahidi, hangi olamaz denilenlerin oluru? İşte böyle bir kış günü, bizim derin uykulara daldığımızın sanıldığı bir gece, ocak ve ateş şahittir ki Dezem anlattı Dappir’ i.  Tüm ayrıntılarıyla beyaz bir kumaşa katran yağlarını döke  döke anlattı. Kim bilir bu ocak, bu ateş, bu kül yığını kaç kez dinledi bu acıyı? Kaç kez uykuları haram kıldı, kaç kez…?

Anlattı elindeki çubukla ateşi karıştıra karıştıra anlattı: “Sokma bu eve onu, alma içeri onu, o ki insanoğlunun kadının yüz karası, bak ölmüyor işte , ölmüyor, toprak bile istemiyor onu…” 

O  günden sonradır ki Dappir’i biz de sevemez olduk, ondan kaçar olduk.

Sonra büyüdük…sonra çok büyüdük, sonra Dappir’i de anladık…sonra ona acır da olduk.

 

Dappir’in Hikayesi  

( Her acı adamı adam etmez, bazen çıldırtır…)

Uzak, çok uzak bir dağ köyü. Sen de on, ben diyeyim on beş haneli yoksul, kerpiç damlı evler…hepsi de aynı aşiretten ve tek geçim kaynakları hayvancılık. kışın bir adam boyu kar yağar,  yollar kapanır, bahara kadar ne çok hayvan telef olur, ne çok çocuk, bunları bir  tek Allah bilir. Dappir; bu köyün en büyüğü, ilk akıl danışılan kadını.

Kocası genç yaşta bir uçurum,kıyısına düşmüş, sonra nehir kapmış cesedini…Dappir, günlerce nehir kıyısında iz sürmüş, gece gündüz demeden kocasının ölüsünü bir başına aramış ve sonunda bilmem kaç köy ötede bir ağaç kütüğünde takılı bulmuş. Almış sırtına ,köyüne , o dağ yamacına kadar taşımış… köyünde gömmüş kocasını Dappir…çok genç, çok da güçlüymüş o zamanlar. Dappir tertele görmüş , Dappir açlık çekmiş, ,Dappir, yalnız bir insanın, bir yılan gibi nasıl bir tek kendisine sarılmasının sırrına ermiş. Dappir, anasını, babasını, kardeşlerini kaybetmiş ama Dappir bir dut kütüğü gibi de sağlam…bir dut kütüğü kadar diri ve yıkılmaz imiş.

Hayatta kalan bir tek kardeşi var, ona da analık etmiş büyütmüş. Dappir, ne geceden korkar, ne gündüzden, vahşi doğanın kanunlarını iyi bilir, iyi başa çıkar onlarla .Hangi ot hangi derde deva, hangi bulut yağmur getirir, hangi bulut fırtına kopartır hepsini bilir, hepsini tanır. Dappir o zamanlar ćok saygın, bilge biri…

Fakat bazı acılar adamı adam etmez, adamı çıldırtır. İşte böyle bir acı Dappir’in de başına gelir, Dappir’i çıldırtır… Ellerine düşman eder.

Köyde okul yok, köyde elektrik ne gezer, kente inen yol bile saatler sürer. Günlerden bir gün valilikten haber gelir muhtara. Köye öğretmen gelecek, köye medeniyet gelecek… ‘’Muasır medeniyet”e sonunda bu garip dağ köyü de erişecek!

” Çarşambayı sel  aldı / bir yar sevdim el aldı… “ Değil kardeşim, hiç değil işte…

Öğretmen Samsun’dan, sarı öğretmen diyorlar ona. Zorunlu öğretmen, bir yıl ders verecek   “dağ vahşilerine… ” Ağıtlarla yola uğurlanmış, dört kitabın dördünün de inmediği, bu dinsiz, bu kafirler diyarında bir yıl kalacak. Emir hükümetin emri, boyun kıldan ince…

Köye öğretmen gelecek; bir hazırlık, bir telaş ki sormayın. Muhtar bir ev ayarlamış, boyası badanası yapılmış , sobası kurulmuş , kışlık odunları, yünden iki kat döşeği…Her bişeyi tas tamam. Muhtar gidip kentten öğretmeni bir katıra bindirip alıp getirecek ve köye medeniyet gelecek!

Öğretmen sarı, sapsarı, benzemiyor buraların karayağızlarına…çok da nazik, korkuyor ama , çok korkuyor, nasıl önyargılı yetiştirilmişse artık…

Neyse, sarı öğretmen evine yerleştiriliyor .Gelsin yağlar, ballar, taze sıcak ekmekler gelsin.. köylü bu yabancıyı memnun etmek için seferber olmuş.

Okul bir göz ev,  çocuklar hepsi bir arada, yediden ondördüne hepsi aynı sınıfta okuma yazma öğrenecekler. Öğretmen yavaş yavaş , bu sıcak kanlı iklime alışmış , köylüyle sohbet ediyor, her şeyi iyi biliyor öğretmen, demek devlet demek ne diyorsa doğrudur deniliyor.

Ali at, Ayşe top …derken. Sarı öğretmen yavaş yavaş A, B, C’ yi çocuklara kavratıyor.

Bir sorunu var öğretmenin ara sıra muhtara çıtlatıyor; nedir o sorun; kadınsızlık…

Hoş öğretmen evli, iki de çocuğu var fakat, ayrıca buraların kadını da ‘helal’ değil mi?

 

Devam edecek…

İlginizi çekebilir