Suna Arev: Aşk ve Tuz

„Seni tuz gibi seviyorum“ diyordu adam. Tuz işte tam da o zaman, güneşte buharlaşıp, bir kristal parlaklığıyla, kadının tüm hücrelerini dolduruyor, ona tüm güzelliklerini sunuyordu.

Halis; halis muhlis bir adam, desen ki tuzun tarihini biliyor , vallahi yok derim. İlk okul üçten terk.

Niye tuz ? diye sorduğumda, “Ee tuz gibisi var mı? Her şeyin tadı… Eyüp’ün yarasını bile tuz iyileştirir“ cevabını veriyor.

Karısı İpek, adına yakışır gibi, ufak tefek, yüreğindeki tuzu, herkesle paylaşıyor. Güleç, mutlu… Sanki bütün dut yapraklarındaki kozalaklar, ona çalışmış…

1970’yıllar…

Ordu’dan, el ele tutuşmuş, işçi kafilesi olarak Almanya’ya gelmişler. İpek’in okuma yazması yok… Emekli oluncaya kadar bir fabrikada işçi olarak çalışmışlar. Halis geceleri, İpek gündüzleri çalışmış. Öyle bir iş ki ancak haftasonları birbirilerini görebiliyorlarmış.

Halis, arada bir de „De mi ya tuzum“ diyor İpek’e.

İpek, „He ya, valla da öyle“ diye onaylıyor Halis’i…

Bu iki güzel insan hep eleledir. Onları bir meydanda diz dize oturmuş, kahve içerken, dondurmalarını yerken, bir alışveriş çantasına yerleştirdikleri yiyecekleri birlikte sürüklerken ya da bir orman yolu patikasında, kuş cıvıltıları içinde, tatlı tatlı konuşurken görebilirsiniz.

Bütün bir mahalle bilir, bilir bilmesine de örnek alan da yok gibidir…

Tuz koruyucudur, kötü ruhları kovmak için, kem gözlere mi geldin? Al bir tutam tuz, üç kez başında dolaştır, at ateşe çatır çatır yansın da gitsin kötülük.ü

“Demi ya tuzum? diyor sürekli Halis…O der de İpek onaylamaz mı?

İki de oğul veriyorlar birbirilerine. iki hayat ve elbette zorlukları da oluyor ama Halis’in avucunda hep sevgi tuzu var. Her yerde, her koşulda tuz kadar koruyucu, tuz kadar kollayıcı oluyor.

Babanın tuz rolü İpek’te hayat buluyor. Hırgürsüz, sevgiyle sarmalanmış, yurtlanıp, yuvalanmış mutlu çocuklar…

“Bir gün kırmadı ki, üzmedi ki.. Üç günlük dünya işte“ diyor İpek…

Kimsenin etnik kökenine, dinine, diline karışmayan herkese göçmen duyarlılığıyla yaklaşan bu iki güzel insanın önünde eğilmek de tuz kadar şart…

Tuz adına Sümerlerce şiirler yazılmış ama benim coğrafyamda erilin elinde, kadınların belinde paralanır ve çocuklar gözlerinin tuzuyla çimerler.

Tuz koruyucudur, kollayıcıdır. Binbir derde deva olduğu söylense de, 14 bin kullanım alanı olduğunu söylüyor Mark Kurlansky.

Bizim oralarda daha gelenekler bozulmadan küçük bebekler, dünyaya gelirken tuzla ovalanır, kundaklanırdı, ağızlarına da bir tanecik tuz atılırdı…

Genç kızlar Gağan zamanı, akşamdan tuzlu göme yer, rüyalarında evlenecekleri adamları beklerlerdi. İlginçtir aynı gelenek İsveç’in bazı kesimlerinde de var. Ama oralara bile bu gelenek Mezopotamya’dan akmıştır.

Evinize bir fitne fesat mı geldi? Ayakkabılarına tuz konulurdu, kötülük gitsin diye…

İpek ve Halis’in ağızlarından düşmeyen tuz, sıcacık nefesleriyle kristalleşen aşk.

Günümüz dünyasında, „Aşkım, bebeğim, şekerim, birtanem“ gibi sahte, yapmacık ve gösteriye dayanan kelimeler. Tuzun yanında eriyor, gülünçleşiyor…

Tuz o kadar yaygın, erişilmesi o karar kolay ve ucuzdur ki. Kapitalist sistemin gelişmesiyle değeri de aşk gibi çabuk unutuluyor.

Halis ve İpek, tuzu aşklarına katık etmişlerden.

Rivayet odur ki; Bir Fransız halk masalında kral babasına, „Seni tuzu sevdiğim gibi seviyorum“ diyen bir prensesin öyküsünü anlatır. Öfkelenen baba kızını krallığından kovar. Derken, günün birinde tuzsuz kaldığında, tuzun ne kadar değerli olduğunu ve kızının ona ne kadar derin bir bir sevgi beslediğini anlar.

Halis, bir avuç tuz alsın, aşk ile serpsin yeryüzüne, hiç bir şey kokmasın…

İlginizi çekebilir