Suna Arev: Arguvan’dan Bir Ses

Burası, küçük bir bahçe kulübesi. Gurbetin işçi yorgunluğu ve yalnızlığını kovduğumuz yer.

Demirden bir sobası var ve tamamen şark döşemeli. Kışın ayda bir cumartesi, beş altı kadınla burada buluşuruz. Nezahat kahramanımızdır. Öyle ki, “Nezahat olmayacaksa, varsın gün de olmasın” diyecek kadar.

Nezahat, bir bardak votkaya biraz portakal suyu ekliyor, hafif demleniyor. Bağdaş kurduğu yerden, bir elini sağa sola sallayarak, önce derin bir nefes alıyor. Sonra „mmmm“diye bir iniltiyle başlıyor fasıla.

Bulut kat kat olmuş Ay’ın önüne, amaaan önüne.

Giyin elbiseni gidek düğüne, öleem düğüne.

İkimiz de bu dünya’nın sonuna.

Gülüüüm sonuna.

Beraber düşelim Toğma çayına,

amaan çayına.”

Nezahat’ın öyle yanık, öyle içten, öyle ahenkli bir sesi var ki, o sesle bütün bir Malatya’nın dağında, taşında; acı ve sevinçlerinde, aşklarında, hasretlerimde ve çilesinde ,ve yoksulluğunda yalınayak dolaştırır bizi, mest edip, bahçe kulübesine geri taşırdı. Sesinde bir opera, bir Sümeyra Çakır sadeliği, tamamıyla doğal akan bir su berraklığı vardı.

Hep de uzun hava giderdi Nezahat.

„(Mmmm) Saçların yüzüne, örülmüş perde.

Seni kim düşürdü bu zalım derde…“

Demir soba pul pul olmuş, yanıyor. Nezahat, arada bir içini de sobaya döküp yakıyor.

Nezahat anlattıkça, Toğma çayı nasıl da derinleşiyor….

Nezahat anlattıkça, ta eski zamanlardan bu yana, ağıtların kaynağına iniyoruz.

1960 ‚lı yıllar…

 Arguvan’ın yoksul ve öteki bir köyü. Üç kardeşler; ikisi kız, biri oğlan. Oğlan daha memede, emziriyor anası. Ne elde var, ne avuçta.. yoksulluk diz boyu, yoksulluk gırtlağa kadar.

Önce babası geliyor Almanya’ya. Bir yıl sonra da anası. Nezahat, ablası ve küçük kardeşiyle nenesinde kalıyor. Anası ve babası biraz para biriktirince, dönecekler nasılsa.. Sonra da bir ev alacaklar Malatya’da. Köyde bir iki tarla da alacaklar. Artarsa şayet, bir de traktör.

Elleri bardağa uzanıyor, alıyor Nezahat:

Mmmm ahhh

Kırmızı güllerin sarı tohumu.

Yayla yüksek alamiyim uykumu.

Eğer gurbet ele, gider gelmezsem

Seher yeli ilen alın kokumu, ölem ölem alın kokumu.

Derken yıllar geçiyor. Bir kaç kez anası, kaç kez de babası dönüşümlü olarak gelip, tekrar geri dönüyorlar Almanya’ya . Her gelişlerinde hoş kokulu çamaşırlar, oyuncaklar getiriyorlar ki, köyde kimsede yok. Ama oyuncağı neylesin onlar… analarını, babalarını istiyorlar.

„Hele sabır” diye diye yıllar geçiyor.

Ne anne, ne de baba dönmüyor, dönemiyorlar. Çocuklar onsekiz olmadan yanlarına alıyorlar onları da…

Üç kardeş, sürekli birbirine sokuluyorlar. Ana da baba da, yedi el yabancı..

Dedim güzel sen kimlerin yarisin?

Söylemeden dolu dolu dökiyi…”

Ablası, amca oğluyla evleniyor. O da Arguvan’dan Almanya’ya geliyor. Küçük kardeş biraz şanslı; burada okula gidiyor. Meslek de ediniyor. İçine kapanık, yalnızdır. Çok az konuşur.“ diyor Nezahat.

Nezahat da evleniyor. ,Yine Malatya’dan, çok uzaktan bir tanıdıkla..

Kalemin dibine mal mı yayılır?

Döşeğin üstünde nar mı soyulur?

Bir kere görmeyle yar mi sevilir?”

Nezahat, ilk dönemler mutlu. Kocası da kendisi de çalışıyor. İki de çocukları oluyor.

Hatta burada ev bile almayı düşünüyorlar.

Nezahat ha babam de babam paspas sallıyor. Öyle çok paspas sallıyor ki, iki omzundan lifler kopuyor. Omuzlarının iki yanında , solucana benzer izleri var Nezahat’ın.

Kocası gün geçtikçe değişiyor. Kötü davranıyor Nezahat’a. Fiziksel aşağılamalarda bulunup, psikolojik baskı yapıyor.

Derken evin yolunu da unutuyor; bir çıktı mı, bir haftadan önce gelmiyor. Sonra tamamen gidiyor. Giderken de tüm birikimlerini alıp, Taylandlı bir kadınla yaşamaya başlıyor. Bir süre sonra kadınla evleniyor. İki de çocukları oluyor..

Nezahat’ın kızı henüz onyedisindeyken, Burdurlu biriyle kaçıp, evleniyor. İnancını da değiştiriyor kız, kapanıyor.

Kızı, Nezahat’a “ Gel, sen de Hidayete er” diyor.

Hidayete ermiyor Nezahat.

Oğlu bir makina fabrikasında çalışıyor. Sevgilisiyle yaşıyor..

Nezahat’ın anne ve babası bütün birikimlerini amcalarına tapulamış. Amcaları zırnık vermiyor. Baba Malatya’ya kahırla dönüyor; uçağın alt kısmında, bir tabut içinde. Beş yıl sonra annesi de Malatya’ya dönüyor; yine uçağın alt kısmında ve bir tabut içinde. Arguvan’ın köy mezarlığına gömüyorlar onu.

Bir ahh çekiyor Nezahat, bir kadeh daha içiyor. Başlıyor türküsüne:

Eğim eğim, olmuş gülün dalları , Sunam dalları.

Çok bekledim geleceğin yolları, Sunam yolları.

Mesken mi eyledin geleceğin yolları, Sunam yolları.

Demedim mi Sunam sonu ayrılık, vallah ayrılık.”

Nezahat yalnız, Nezahat sevgiden yoksun. Yalnız omuzları değil, kalbi de kırık..

Nezahat,internetten biriyle tanışmış, adı Memed. Yeşil pasaportlu.

“Aşkım” diye yazıyor Memed, “Sevgilim” diye yazıyor.. “Sana ben ölürüm” diyor da, başka bir şey demiyor. Güzelim diyor. Nezahat güzel oluyor. Selvi boylum oluyor, sırma saçlı, ak gerdanlı, ceylan gözlü, ok kirpikli… Nezahat oluyor da oluyor ,oluyor da oluyor… Her güzel söze bir mum gibi eriyor Nezahat.. Sevdalanmış da, çölde su arar gibi.. Gecesi Memed, gündüzü Memed, ahh Memed…

DAVRAN MEMED!!

Bak savaşta yaralı bir kadın, bir iki güzel söz, bir iki güzel umut. Nezahat,avucunun taa içinde.

Davran Memed! Davran!

Eti de kemiği de senin.

Davran Memed! Ye Memed!!!!

Memed, gelecek; hasretine dayanamıyor ya Nezaket’in.

Geldi Memed. Bir elinde çıra, diğerinde mum ile geldi Memed. Nezahat mutlu, hem de hiç olamadığı kadar. Güzel giyiniyor, boyanıyor, hoş kokular sürünüyor..Herkesle tanıştırıyor Memed’i. Memed orta boylu. Top sakalı kırçıl. Nezahat’ın omuzları üzerinden bütün kadınları gözüyle soyuyor.

Memed, sosyalist ile sosyalist, Kürt ile Kürt, ırkçı ile faşist.. Memed piyasada anasının gözü..

Nezahat da iyi ,yaralı bir av..

Davran Memed!!

Geçiyor günler.. Bahçeyi sorsan, talan..

Üç ayda solup gidiyor Nezahat. Yüzünde kahverengi lekeler oluşmuş. Gözleri Toğma çayı’nın çamuruna belenmiş.  

Nezahat, sosyalden yardım alarak geçiniyor; yetmiyor parası Memed’e..

„Şey diyecektim … diyecektim ki, biraz borç verebilir misin ? Öderim yavaş yavaş…“

Epeyce borçlanıyor Nezahat..Elde avuçta olanı tüketmiş zaten. Önceki evliliğinden kalan yüzüğünü veriyor Nezahat, bir top tükürükle. Davranıp gidiyor Memed..

Memed yoluna devam ediyor. Ha bire Davranıyor..

Fakat Nezahat öyle mi?

İçiyor, yalnızlığa gömülüyor. Hiç kimseyle görüşmüyor. İçki şişelerini kırıp, canını kanatıyor….Tir tir titriyor Nezahat. Sosyal Hizmetler bir bakıcı vermiş ona. Hep bir noktaya bakıp, kesik kesik konuşuyor. En güzel yurdunu, sesini de kaybetmiş Nezahat.

„Senin o borcunu da“

Sus Nezahat! Sus. Boşver ..Topla kendini, türkülerin yolun gözler…

Mihrican mı değdi,gülün mü soldu

Gel ağlama,garip bülbül ağlama.

Felek baştan başa kimi güldürdü.

Gel ağlama,garip bülbül ağlama.

Şakı benim,şeyda bülbülüm şakı

Bu dünya kimseye kalır mı baki.

Sana da mı değdi Feleğin oku

Gel ağlama ,garip bülbül ağlama.

 

İlginizi çekebilir