Suna Arev: Ama bir gün yeryüzü herkese yetecek

90’lı yılların sonlarında bir kış günü, köklerinden sökülüp Avrupa yollarına düşenlerin kafilesinde, Almanya’ya ayak basanlar arasında bizde vardık. Dortmund iltica başvuru merkezinden eski Doğu Almanya’ya gönderilmiştik… Umutlarımız vardı bizim de herkes gibi, filelere doldurulmuş…

O dönemler akın akın iltica başvuruları oluyordu. Bir bıktırma politikası olarak da mülteciler eski Rus ordularından kalma kışlalara gönderiliyordu. Kentten uzak ve yalnız kışlalar, büyük ve binlerce her renkten mültecileri barındırabilecek kapasitedeydi.

Hoş bugün de sınırlar kaldırılırsa şayet, yine eskisi gibi olmayacak mıydı? İnsanlar yine akın akın yollara düşmeyecek miydi?

O dönem bizim payımıza Halberstadt düşmüştü

Halberstadt, Sachsen Anhalt’ta bir şehir. Almanya’nın sanayi üretiminden yoksun Doğu Almanya kentlerinden biri. Halkının çoğu işsiz, yoldan geçen yabancı kafilelerine düşman gibi ya da ürkerek bakıyorlar. Onlara göre, Doğu Almanya’daki işsizliğin ve üretimsizliğin tek suçlusu mülteciler…Gençlerin her beşinden birinin ayağında Nazi subaylarının siyah botları ve beyaz bağcıklarını görmek mümkün ve bu son derece ürkütücü..

O zamanlar çoğu mülteciler Afrika ve Kürdistan’dan geliyor. Her ülkenin halkı kampta kaynaşmış, yiyecekler bedava ve tam bir komün hayatı var. Herkes sıcak ve içten. Herkesin yarın için oturum, daha iyi yaşam hayalleri var. Oturumu hemen alanlar ve batıya gidenler de var, hiçbir cevap almadan yıllarca bekleyenler de.

Halberstadt kampından transfer edilen, başka kasaba ya da küçük kentlerdeki kışlalara gönderilenler de var..

Kampta aile olarak kalanlar, yalnız olanlar, türlü türlü yollarla gelenler, pırıl pırıl ve yürekli gençler kalıyor.

Geçmişi kışla olan kampın girişi büyük bir demir kapıyla açılıyor, hemen girişte bir ofis var, ofisteki görevli mültecileri kimliklerini kaydediyor. Binleri barındıran kışla tel örgülerle çevrilmiş. Gençler zaman zaman kente kalabalıklar halinde, gürültüler ve kahkahalar eşliğinde gidip geliyorlar. Disiplinli, yalnız ve kurallı yaşayan Alman toplumu için bütün bunlar şaşırtıcı geliyor.

Gençler bazen komik hikayelerle dönüp tüm kışlayı kahkahalara boğuyor. Türküler, Kürtçe ağıtlar söylüyorlar. Her biri oturum alınca şunları şunları yapacak, kiminin ülkede sevdiği var, kiminin bir an önce gelmesi gereken eşi, kiminin hemen bir iş bulması gerek, kimi ailesine acil maddi yardım edecek.

Her ne kadar siyasi başvuru görünse de çoğunun asıl sorunu ekonomik. Yüzlerce mülteci arasında politik gelenler parmakla sayılı..

Yüzlerce aile, yüzlerce genç gelip gitti de, hep doğup kök saldıkları memleket özlemi kaldı içlerinde.  Çoğunun delikli filelerinden umutları da düştü ya da düşürüldü..

Bir Zülfü vardı, Dersimli,  kara yağız,  sessiz içine kapanık…

Transferi üç ay sonra başka bir kasabaya çıkmıştı, abisi de varmış, burada işçiymiş ilgilenmemiş, oturum da alamamış, hayal kırıklığı yaşamış, bir akşam asmış kendini…

Hala içimi sızlatan bir acı anıdır Zülfü…

Boşananlar, oturum için mutsuz evlilikler yapanlar, Türkiye’de evli olup oturum için boşanıp burada yeniden evlilik yapanlar, eskiyi tamamen unutup yoluna devam edenler, ucuz işgücü olarak biriktirdikleri tüm emeklerini kaptıranlar, çocuklarını uyuşturuculara kurban verenler…

Kısacası bir parça ekmek için gelip, bin parçaya bölünenler…

Halberstad’ın büyük ve yalnız kışlasından Almanya’ya dağılıp bir daha, dönmeyenler. En sevdiklerinin ölüm haberlerini alıp, cenazelerine bile yetişemeyenler..

2015’in bir kış ayı, İsviçre ‘de bir yakınımızın başsağlığından dönüyorduk. Karlsruhe girişinde bir benzinliğe uğradık, çocukların tuvalet ihtiyacı için… aşağıya indiğimizde Halberstadt’ta tanıdığım bir kadınla karşılaştım… tuvaletin girişinde küçük bir masada oturmuş, bir tabak içinde bozuk paralara bakıyordu… Birbirimizi tanıdık, kadın utandı bir şey demedi, ben de tanımamış gibi yaptım… bu olay uzun süre belleğimde yitmedi.

İnsanları yerlerinden yurtlarından edip , mutsuz kılanlar , kötü yönetenlerin ülkesinden kaçmak, buralara gelmek zorunda olanlar ve geldikten sonra  bin parçaya bölünenler…Bir gün devran da döner biliyorum… Çünkü çocuklarımız burada doğup büyüdüler, kök saldılar… Daha farklı, daha güzel bakıyorlar her şeye…

Bir gün, ama bir gün, Heinrich Heine’nin bütün bezelyeleri çatlayacak ve o bezelyeler herkese yetecek ve o gün biz gökyüzünü tanrılara bırakacağız, yeryüzü herkese yetecek.

O gün geldiğinde, bugün savaştan, kan ve yıkımdan kaçanlar, yoksulluğun en dip uçurumlarından yedi kıta dört mevsimde yola çıkanlar, kendi ülkelerinin en güzel mevsimlerinden bir ağaç gibi yurtlarından sökülen ve başka başka ülkelerin topraklarında yeşermeye çalışanlar rahat bir soluk alabilecek.

Yeryüzünün herkese yettiği gün insanlar karada tıka basa dolduruldukları tırlarda oksijensiz kalıp ölmeyecek, kimse engin denizlere açılan üst üste yığıldıkları küçücük teknelerde ölüme gönderilmeyecek, kimse umutla aşmaya çalıştığı sınırlarda vurulup toprağa düşmeyecek, insan kaçakçılarının elinde per perişan edilmeyecek, başka başka ülkelerde hayal kırıklılığı içinde acı ve özlem çekmeyecek…

O gün geldiğinde gittikleri yerlerde bir ses onlara “Hele de bir yol, sefa geldiniz..” diyecek…

 

İlginizi çekebilir